• Sonuç bulunamadı

“Biz Sorumluluğumuzu Yerine Getirelim, İşçi Sınıfı Mutlaka Karşılık Verecektir”

DİSK YK Üyesi Kanber Saygılı’yla Röportaj Bu kadar kuralsızlığın, keyfiliğin ve zorbalığın dayatıldığı koşullarda sadece

yasal sınırlar çerçevesinde yol almak asla mümkün değil. Derinleşen kriz koşullarında patronların kendi koydukları yasalara uymadığını ve

uymaya-cağını, tek yöntemlerinin zorbalık olacağını hesaba kattığımızda, işçi sınıfımızın öncüleri, sendikal hareket, tıpkı 3. havalimanı işçileri gibi fiili meşru mücadeleyi rehber edinmekten başka çıkar yol olmadığını

bilince çıkarmak zorundadır. Krizin faturası ödenmek istenmiyorsa, yapılacak iş ortada.

2017 yılında belirlenen asgari üc-ret daha şimdiden yüzde 30’lara doğru tırmanan enflasyon karşısında yarıdan fazla erimiş durumda.

Ayrıca ve de vahim olan, TL’nin döviz karşısında yüzde 60 oranında değer kaybettiğini, doğalgaza, elekt-riğe, suya, emekçilerin her gün al-mak zorunda kaldığı çocuk bezinden (Cumhurbaşkanının üç çocuk hesabı bugünler içinmiş) temel gıda malze-melerine yüzde yüz yapılan zamları, yani aslında devalüasyonu hesaba kattığımızda, işçi sınıfının ne halde olduğunun fotoğrafı ortaya çıkıyor.

Tabii ki bu kadar değil.

Her zaman olduğu gibi bu süreçte de krizi fırsata çevirmenin planlarını yapan patronlar daha şimdiden binler-ce işçiyi sokağa atmıştır. Konkordato ilan ederek sermayelerini garanti altı-na alan patronlar işçilerin bütün hak-larını gasp ederek sokağa atmaya baş-ladılar bile. Binlerce küçük işletmenin kapatıldığını, binlerce irili ufaklı kü-çük esnafın kepenk kapatarak işsizler ordusuna katıldığını biliyoruz.

Dolaysıyla enflasyon ve döviz kar-şısında erim erim eriyen

ücretlerimi-zin en az enflasyon oranında artırıl-ması, 2019 yılında asgari ücretin bu iyileştirme baz alınarak yapılması ve de demoklesin kılıcı gibi sallanan iş-çi kıyımının yasaklanması, zamların geri alınması temel ve acil talepleri-miz olarak öne çıkmaktadır.

Bu süreç, işçi sınıfının ve emek-çilerin kaderlerinin ortaklaştığı bir süreçtir. Zamlar bir bütün olarak herkesi etkileyen bir durum. Zam-larla birlikte bir de işsizlik ve düşük ücretler söz konusu olunca, sıkın-tı gittikçe derinleşiyor ve büyüyor.

Patronlar ve siyasi iktidarın bu kadar kapsamlı saldırıları üzerine işçilerin son kalesi durumunda olan kıdem tazminatlarının da fonlanarak hor-tumlanmasıyla karşı karşıyayız. Yani şöyle söyleyebiliriz; işçilerin yaşam ve çalışma koşullarının dibe vurdu-ğu bir süreçteyiz.

Önümüzdeki süreç, asgari ücretle-rin belirlenmesi sürecidir. 2017 büt-çesinde asgari ücrete yüzde 14,2 civa-rında bir artış yapıldı. Ama şu andaki enflasyon yüzde 30’lara tırmanıyor.

Burada öne çıkan en büyük sıkıntı-lardan bir tanesi, işçilerin ücretlerinin

tilmesi ve asgari ücretin de bu iyi-leşme üzerinden tespit edilmesi. Öte yandan, işten atılma sıkıntısı işçilerin üzerinde demoklesin kılıcı gibi salla-nıyor. Görünen o ki, önümüzdeki sü-reçte bu zamana kadar kazandığımız hakları da kaybetmekle karşı karşıya kalacağız. Burada şunun altını çiz-mekte fayda var; bu saymış olduğum sıkıntılar birkaç ay sonra çok daha derinleşmiş olarak karşımıza çıkacak, ekonomik krizin etkileri de çok daha büyük hissedilmeye başlanacak.

Son aylarda işçi direnişleri ve ey-lemlerinde yaygınlaşma görülüyor.

Özellikle büyük yankı uyandıran 3.

havalimanı inşaatı işçilerinin ey-lemleri işçi sınıfı hareketinin geli-şim imkanları açısından nelere işa-ret ediyor?

16 yıldır yönetimde olan AKP, çalışma yaşamının iyileştirilmesine dair bir toplu iğnenin ucu kadar dahi katkı sunmadığı gibi, çalışma yaşa-mını adeta mayınlı tarla haline getir-miş, işçilere dair bütün yasal haklar yok hükmünde sayılmıştır. Grevler yasaklanmış, anayasal hak olan sen-dikalaşma hakkı dahi artık kullanı-lamaz hale gelmiştir. Flormar’dan Cargill’e sürmekte olan bütün di-renişlerin neredeyse hepsi sendikal haklardan dolayı.

Esneme payını tamamen yitirmiş, işçi sınıfı karşısında betonlaşmış bir patronlar topluluğu ve siyasi iktidarla karşı karşıyayız. Özcesi, işçi sınıfı bı-çağın kemiğe dayandığı süreci yaşı-yor. İşçilere tek seçenek kalıyor: sen-dikalaşmak-örgütlenmek-direnmek.

3. havalimanı isyanı işte böylesi bir süreçte meydana gelmiştir. İsyan

nıyorum. 3. havalimanındaki durum, grevi de, direnişi de aşan bir durum.

Pandoranın kutusu açıldığında, siya-sal iktidarın tahtakurusuyla, iş cina-yetiyle, kurtlu yemekle koyun ko-yuna yaşama ve çalışma koşullarını dayatmasıyla karşı karşıya kaldık.

3. havalimanı işçilerinin isyanı, 21.

yüzyılda 18. yüzyıl çalışma koşulla-rına ve de bu projenin sahibi olan AKP hükümetine karşı bir isyandır.

AKP iktidarı da her saldırı aracıyla bu nedenle inşaat işçilerine saldırmış, 600 civarı işçiyi kaldıkları barakaları basarak, gece operasyonu ile kapıları kırarak gözaltına almıştır. DİSK/Dev Yapı-İş sendikamızın genel başkanı Özgür Karabulut ve İnşaat-İş sen-dikamızın yöneticilerinin de içinde olduğu 35 kişi tutuklanmış, 67 kişi hakkında dava açılmıştır.

Dünyanın en büyük projesi olarak lanse edilen alanda yaşanan işçi is-yanı AKP’nin ve sarayın karizması-nı yerle bir etmiştir. Basıkarizması-nın büyük sansürüne, siyasal iktidarın büyük kuşatmasına rağmen mızrak çuvala sığmamış, isyan dalga dala yayılarak işçi sınıfının, ezilenlerin vicdanı ve yol göstericisi olmuştur. İşçi sınıfı-nın patronlara karşı mücadelesinde işaret fişeği olmuştur.

3. havalimanı isyanı, aynı zamanda işçi sınıfının ana gövdesini oluşturan sendikasız, güvencesiz işçilerin han-gi hattan yürüyeceğinin de yol göste-ricisi olmuştur.

Bu bahsettiğiniz hatta, işçi sınıfı-nın ileri bölükleri hangi mücadele araçlarıyla ve hangi örgüt biçimle-riyle sınıf mücadelesini geliştirebi-lirler sizce?

3. havalimanındaki işçi isyanı, ay-lardır devam eden kadın işçi irade-sinin hakim olduğu Flormar direnişi işçi sınıfımızın mücadele tarihini bir kez daha güncellemiş ve teyit etmiştir.

Bu kadar kuralsızlığın, keyfiliğin ve zorbalığın dayatıldığı koşullarda sadece yasal sınırlar çerçevesinde yol almak asla mümkün değil. Derinle-şen kriz koşullarında patronların ken-di koydukları yasalara uymadığını ve uymayacağını, tek yöntemlerinin zorbalık olacağını hesaba kattığımız-da, işçi sınıfımızın öncüleri, sendikal

hareket, tıpkı 3. havalimanı işçileri gibi fiili meşru mücadeleyi rehber edinmekten başka çıkar yol olmadı-ğını bilince çıkarmak zorundadır.

Krizin faturası ödenmek istenmi-yorsa, yapılacak iş ortada.

İşçi sınıfının öncü bölükleri ve sendikal hareket, patronların ve si-yasal iktidarın saldırısına karşı emek ve demokrasi mücadelesini birleş-tiren bir hatta, daha şimdiden krize karşı grev ve direniş komiteleri, en geniş işçi kitlesini söz ve karar sahibi yapmak bakımından işçi meclisleri

kurmak için yola koyulmak zorunda-lar. Ayrıca yerel, bölgesel, merkezsel birleşik mücadele örgütleri kurmak şart. Dayanışma örgütlerinin ise sü-recin ruhuna uygun en etkili örgüt biçimi olacağını bilmek gerekiyor.

Önümüzdeki dönem işçi kıyımı ile karşı karşıya kalacak olan fabrika-ların önünde yapılacak direnişlerin büyük direniş alanlarına dönüşmesi imkan dahilindedir. Bu durum karşı-sında yapılması gereken, fabrikalar-da, havzalarda ve emekçi semtlerde komiteleşmek ve birleşik mücadele ve dayanışmayı öne çıkarmaktır.

Krize karşı komiteler oluşturmak önemlidir.

Hareket bilinen eylem ve örgüt bi-çimlerine yenilerini mutlaka ekleye-cektir. Aslolan, tutuk davranmamak, var olanla yetinmemek, yeni olan her örgüt ve eylem biçimine açık olmaktır. Mesela bunlardan bilinen-leri, “krize karşı direniş komiteleri”,

“krize karşı eylem komiteleri”, “kri-ze karşı işçi meclisleri” gibi, işçilerin söz ve karar sahibi olduğu, kendi ye-rellerinden doğru tüm işçileri kapsa-yabilecek örgütler yaratma ihtiyaçla-rı olacaktır.

Kriz tüm emekçileri, ezilenleri il-gilendiriyor. Çünkü hepsi de krizin faturasının kapsama alanında. Sendi-kaları da, partileri de, bütün alanları kapsıyor. Dolayısıyla, burada sadece fabrikalarda komitelerle kendisini sınırlamayan, fakat aynı zamanda yaşam alanlarında da yapılacak bir-likteliklerin ve kurulacak örgütlülük-lerin önem kazanacağını düşünüyo-rum. Mesela, bu konuda İstanbul’da DİSK, TTB, KESK, TMMOB ve tüm demokratik, siyasal kuvvetlerin

E sneme payını