• Sonuç bulunamadı

II. BÖLÜM

5.3. SONUÇ

Türkiye de asgari işçilik, 1946 yılında ölçümleme ile başlamış 1994 yılından itibarende asgari işçilik uygulaması olarak devam etmiştir. Ancak asgari işçilik ile ölçümlemeyi birbirine karıştırmamak gerekir.

Ölçümleme uygulaması ile asgari işçilik uygulamasının aynı olup olmadığı doktrinde de tartışmalıdır. Ölçümleme ve asgari işçilik uygulamasına amaçları yönünden bakıldığında her iki uygulamanında amaçlarının aynı olduğu görülür. Teoride her ikisi de kayıt dışı istihdamı önlemeyi ve Kurumun prim tahsilatını artırmayı hedeflemiştir. Dolayısı ile her iki kavrama amaçları yönünden bakarsak asgari işçiliğin, ölçümlemenin devamı olduğunu söyleyebiliriz. Ancak amaçları aynı olan kavram ve varlıkların kendileride aynıdır diye bir kural olmadığı gibi amaçları aynı olan ve kendileride birbirine benzeyen kavram ve varlıklarda aynıdır demek mümkün değildir.

Yine konuya sadece devamlı işyerleri açısından bakılırsa, ölçümleme ve asgari işçilik uygulamasının birbirinin aynı olduğu söylenebilir. Ancak bu teoridedir. Uygulamaya bakıldığında, asgari işçilik uygulamasının devamlı işyerlerinden ziyade ihaleli işler ve özel inşaatlarda olduğu görülür. Hatta uygulamada asgari işçilik dendiği anda ihaleli işler ve özel inşaatlarda uygulanan asgari işçilik anlaşılır. Bu çalışmamızın büyük bir bölümünüde bu işlerdeki asgari işçilik uygulaması oluşturmaktadır.

Sosyal güvenlik mevzuatında yer alan asgari işçilik mevzuatınında neredeyse tamamını ihaleli işler ve özel inşaatlar için uygulanan asgari işçilik mevzuatı oluşturmaktadır. Dolayısıyla asgari işçilik mevzuatının çok küçük bir bölümünü oluşturan devamlı işyerleri için uygulanan asgari işçilik uygulamasının neredeyse ölçümleme uygulaması ile aynı olması nedeniyle, asgari işçilik uygulamasına, ölçümlemedir demekte isabetli olmayacaktır.

kavramlarının uygulanma biçimlerine bakıldığında, her iki kavramında uygulama biçimlerinin farklı olduğu görülür. Şöyle ki; asgari işçilik uygulamasında Kurum asgari işçiliği her iş için ayrı ayrı belirlemiş, uygulama biçimini ve uygulama sistemini ayrıntılarına kadar açıklamıştır. İşverenler daha işin başında ne kadar asgari işçilik gösterme yükümlülükleri olduğunu net bir şekilde bilmektedirler. Bunun sonucu olarakta asgari işçilik uygulamasında sistem baştan sona işveren tarafından bilinmektedir. Oysa ölçümleme kıyaslama yöntemine dayanmaktadır. Üstelik o dönemde uygulanan bu kıyaslamanında yasal dayanağı yoktur.

Sonuç itibarı ile ihaleli işler ve özel inşaatlar açısından değerlendirildiğinde, ölçümleme ile asgari işçilik uygulamaları arasında çok ciddi sistem farkı olduğu görülür.

Asgari işçilik uygulaması, ölçümleme uygulamasının son verildiği 1987 yılından yaklaşık yedi yıl sonra 1994 yılında uygulamaya girmiştir. Bu yedi yıllık süre içerisinde özellikle ihaleli işler ve özel inşaatlarda kayıt dışı istihdam çok ciddi bir şekilde artmıştır.

1994 yılında uygulamasına başlanılan asgari işçilik uygulamasının nedenlerine teoride bakıldığında, asgari işçilik uygulamasının kayıt dışı istihdamı önlemeyi hedeflediği görülür. Kayıt dışı istihdamın önlenmesi sonucunda ise, asgari işçilik uygulamasının üçlü bir faydası ortaya çıkacaktır. Kayıt dışı istihdamın önlenmesi ile ortaya çıkacak bu faydalar;

1. Kayıt dışı ve sigortasız olarak çalışan işçilerin, sosyal güvenceye kavuşturulması,

2. Kurumun prim tahsilatının artırılması,

3. Devletin vergi alması, yani vergi gelirlerinin artmasına katkı sağlaması.

Bu teorik olarak olması gerekendir. Ancak 1994 yılından bu güne kadar uygulamaya bakıldığında hiçte öyle olmadığı görülür. Kurum asgari işçilik uygulamasını resen prim alınması ve bu primin sigortalılara mal edilmemesi yönünde

uyguladığı için, uygulamada asgari işçilik uygulamasının kayıt dışı sigortasız olarak çalışan işçilerin sosyal güvenceye kavuşturulması ve vergi gelirlerinin artması yönünde bir amacının olmadığı görülür. Bunun nedeni asgari işçilik farkından doğan primin resen hesap edilerek ve sigortalıya mal edilmeden Kurum tarafından tahsil edilmesidir.

Diğer taraftan asgari işçilik uygulamasının işverenler üzerinde yapacağı psikolojik baskı ile kayıt dışı istihdamın belli oranda önlenebileceği söylenebilir. Kurum her ne kadar asgari işçilik uygulamasını resen prim tahsilatı esasına dayandırsa da, işverenler belli bir prim ödeme mecburiyetlerini göz önüne alarak ve bundan etkilenerek çalışan işçilerinin sigorta girişlerini yapıp sosyal güvence altına alabilmektedirler.

Ülkemizde kayıt dışı istihdamın en az %40 olduğu düşünüldüğünde asgari işçilik uygulamasının yerinde ve isabetli bir uygulama olduğu düşünülebilir. Ancak Kurumun asgari işçilik uygulaması ile sadece prim tahsilatını artırmayı amaçlaması, işçilerin sosyal güvenceye kavuşturulması ve vergi gelirlerindeki artışı göz ardı ettiği için asgari işçilik uygulamasının sağlıklı işlemesini engellemektedir.

Asgari işçilik uygulamasının sağlıklı işleyebilmesi için, asgari işçilik hesaplamasından doğan fark primin mutlaka sigortalılara mal edilmesi sosyal devlet ilkesi gereği olması gerekendir.

Uygulamada ki asgari işçilik ise; Kurum tarafından hesaplanan asgari işçilik tutarı ile işverenler tarafından bildirilen asgari işçilik karşılaştırılmakta ve işveren eksik işçilik bildirimi yapmış ise, bu eksik işçiliğe isabet eden fark prim hesaplanarak Kurum tarafından sigortalılara mal edilmeden tahsil edilmektedir. Özellikle özel bina inşaatlarında ve eğer sözleşmesinde çalışacak işçi sayısı ve çalışma gün sayısı belirtilmemiş ihaleli işlerde, asgari işçilik hesaplaması yapılırken Kurum da asgari çalışması gereken işçi sayısını ve çalışılacak gün sayısını dikkate almamaktadır. Bu durum asgari işçilik uygulamasının sadece prim tahsilatına yönelik olduğunun açık bir göstergesidir.

Asgari işçilik uygulamasının sadece prim tahsilatına yönelik olarak uygulanması, asgari işçilik uygulamasının teorideki, işçilerin sosyal güvenceye kavuşturulması ve vergi gelirlerinin artırılması gibi işlevlerini yok etmektedir. Oysa ideal olan sosyal devlet ilkesine uygun olandır. Kaldı ki anayasamızın 60.maddesi “Herkes Sosyal Güvenlik hakkına sahiptir.” diyerek sosyal güvenlik hakkını anayasal güvence altına almıştır.

Sosyal güvenlik hukuku açısından olaya bakıldığında, geniş anlamda sosyal güvenliğin; mesleki, fizyolojik ve sosyo-ekonomik risklerden biriyle karşılaşılması durumunda, çalışma ve gelir elde etme gücünü kısmen veya tamamen kaybetmesi durumunda bireye, insan onuruna yakışır biçimde yaşamını devam ettirebilmesini sağlayan önlemlerin ve katkıların bütünü olduğu hatırlandığında, sosyal güvenlik mevzuatında, asgari işçilik uygulamasının temel amacının, kayıt dışı istihdamı önlemek ve işçiye gerek anayasadan gerekse sosyal güvenlik hukukunun özünden doğan bu haklarını sağlamak olmalıdır. Oysa asgari işçilik uygulamasının tarihine bakıldığında, böyle bir amacının olmadığı görülür. Tarihsel süreçte asgari işçilik bu açıdan değerlendirildiğinde, asgari işçilik uygulaması ile Kurumun sigortalılara mal edilmeden daha fazla prim tahsilatı sağlamayı amaçladığı görülür. Bu da sosyal güvenlik kavramının özüne terstir.

Yine uygulamaya bakıldığında, Kurumun, asgari işçilik müessesesi üzerinden sigortalılara mal edilmeden prim tahsil etmesinin kayıt dışı istihdamı teşvik ettiğini söylemek mümkündür. Mevcut asgari işçilik uygulamasının eleştirilebilecek en büyük tarafı budur. Bu yönden bakıldığında, Türkiye de ki mevcut asgari işçilik uygulaması anayasamızın 60.maddesi ile birlikte değerlendirildiğinde, asgari işçilik uygulamasının anayasamıza uygun olmadığını söylemek mümkündür.

Diğer taraftan sigortalılara mal edilmeden resen asgari işçilik uygulaması Kurumun prim tahsilatı açısından değerlendirildiğinde Kurum finansmanına çok ciddi katkısının olduğunu söylemek mümkündür. Gerçektende asgari işçilik uygulaması neticesinde, asgari işçilik farkından doğan primlerin sigortalıya mal edilmemesi sonucu alınan bu primlerin sigortalılara sağlanan sosyal yardımlara

dönüşmeyecek olması Kuruma doğrudan gelir sağlayacaktır. Ancak bu durumda sosyal devlet ilkesi ile bağdaşmayacaktır.

Asgari işçilik uygulaması dışında kayıt dışı istihdamın önlenmesi açısından, genel olarak iş ve sosyal güvenlik mevzuatımıza bakıldığında, Türkiye de uygulanan iş ve sosyal güvenlik mevzuatının, kayıt dışı istihdamı önlemek için bazı tedbirleri aldığı görülür. Sosyal güvenlik hukukunda bu tedbirler İPC şeklinde düzenlenmiştir. 5510 sayılı Yasanın 102. maddesinde bu cezalar, işletme ve işlem bazında düzenlenmiştir. Bu düzenleme isabetli bir düzenlemedir. 5510 sayılı Yasanın 102. maddesi ile düzenlenen cezalar yeterince caydırıcıdır. Ancak yeterince denetim olmaması bu cezaların caydırıcılığını yok etmektedir. İş mevzuatı da aynı şekildedir. Bölge denetimine çıkan bir iş müfettişi bölgede bulunan yüzlerce işyerinden sadece bir veya bir kaçına denetim yapıyor, bu bir veya iki işyerini kapatıyor ve ceza veriyor kalan 98 işyeri hiçbir şey olmamış gibi yasa dışı işlemlerine devam ediyor. Türkiye de iş mevzuatı denetimleri %3 civarındadır. Sosyal güvenlik mevzuatına bağlı denetimler de %3 ile %5 arasındadır. Bu denetimsizliğin temel nedeni denetim elemanı yetersizliğinden kaynaklanmaktadır.

Denetimi yaygınlaştırmak için Kurumların denetim elemanlarını artırması tek başına yeterli değildir. Toplumu ve özellikle işveren ve işçileri bilinçlendirmenin yanı sıra kurumlar arası koordinasyon ve bilgi akışınında sağlanması, ve konu ile ilgili işlem yapan yapı denetim firmaları ile SMMM ve YMM lerinde bu denetim mekanizmasına aktif dahil edilmesi gerekir. Bu gerçeğin farkında olan, Sigorta Teftiş Kurulu Başkanlığı, çeşitli illerde meslek odalarını, sivil toplum örgütlerini, işverenleri bilgilendirme seminerleri düzenlemekte ve toplumu bilinçlendirme çalışmaları yapmaktadır. Elbetteki bu bilgilendirme çalışmalarının kayıt dışı istihdamı önlemede katkısı olmuştur. Ancak sorunu çözmek için yeterli olmamıştır.

İşçi ve işverenlerin, meslek odalarının, toplumun bilinçlendirilmesi kayıt dışı istihdamın önlenmesinde yeterli değildir. Kayıt dışı istihdama karşı olan bilinçli bir işveren kısa bir süre sonra, kötü niyetli ve kayıt dışı istihdam ile maliyetlerini aşağı çekmiş bir işveren karşısında rekabet edemez duruma gelmekte, iyi niyetli işverende

iş piyasasında kalabilmek ve maliyetleri düşürebilmek için istemeye istemeye kayıt dışı istihdama yönelmektedir. Kısaca toplumu bilinçlendirme ile beraber kötü niyetli işverenlerin kayıt dışı istihdamını önleme tedbirlerininde alınması gerekmektedir.

Çalışma hayatında, devamlı işyerleri ile ilgili asgari işçilik uygulamaları yok denecek kadar azdır. Sosyal Güvenlik Kurumu özellikle 2009 yılı başlarından itibaren devamlı işyerleri ile ilgili sektörel asgari işçilik denetimlerini hızlandırmışsa da son derece yetersiz ve etkisiz kalmıştır. Bu denetimler genellikle işyerinde çalışan işçilerin sigortalı olup olmadığı yönünde olmuş, iş yerinde asgari işçiliğin yapılıp yapılmadığı belli başlı sektörlerle sınırlı kalmış ve bu sınır sadece sektörle değil, sektördeki işyerleri ile de yetersiz kalmıştır.

Sektörel asgari işçilik denetimlerinin yetersizliğinin nedenlerinin başında, Kurum tarafından devamlı işyerleri ile ilgili asgari işçilik denetiminde bir standardın oluşturulmadığı gelir. Devamlı işyerleri ile ilgili Kurum tarafından her meslek ve iş ile ilgili bir asgari işçilik standardının oluşturulmasının imkanıda yoktur. Bu satndartların meslek odalarınca belirlenmesi gerekmektedir. Bu konudaki çözüm önerimiz, 5.4 öneriler başlığı altında verilmiştir.

Mevcut işleyişe göre asgari işçilik uygulaması, Kurum tarafından daha önceden belirlenen işçilik miktarı ile Kuruma bildirilen işçilik tutarı karşılaştırılmakta ve varsa fark prim Kurum tarafından işverenden tahsil edilmektedir. Sosyal sigortalardaki bu asgari işçilik uygulaması, gerek devamlı işyerleri için olsun ve gerekse ihaleli işler ve özel inşaatlarda olsun, asgari işçilik farkından doğan, fark primlerin sigortalılara mal edilmeden resen tahakkuk ve tahsil edilmesi mevcut hali ile sosyal güvenlik hukukunun özüne terstir. Kurum bir taraftan kayıt dışı istihdam ile mücadele ederken, diğer taraftan asgari işçilik farkından doğan fark primin sigortalılara mal edilmeden resen tahsili ile kayıt dışılığa bizzat kendisi neden olmaktadır.

Asgari işçilikte dikkat çeken bir gelişmede asgari işçilik uygulamasında ki uzlaşma müessesesidir. Asgari işçilikte uzlaşma uygulaması, 5510 sayılı Yasa ile

devreye girmiştir. Ancak asgari işçilikte ki bu uzlaşma ihaleli işler ve özel inşaat işlerini kapsamayacak, sadece devamlı işyerlerinde asgari işçilik incelemesinden doğan asgari işçilik farkı ve buna bağlı olarak sigortalılara mal edilmeyen prim farkları , gecikme cezaları , gecikme zamları ve İPC'larını kapsayacaktır. Buradan şunu çıkarmak mümkün; Kurum bu uygulamayla devamlı işyerleri ile ilgili geçmişe dönük asgari işçilik incelemesi başlatacaktır. Çünkü devamlı işyerlerinde sigortalılara mal edilmeyen fark işçilik ancak geriye doğru incelemede söz konusu olacaktır. O halde burada yeni uyuşmazlıklar anlaşmazlık doğacaktır. İşte bu anlaşmazlıklar da tarafların bir araya gelerek uzlaşma sağlaması ile çözümlenmesi hedeflenmektedir. Görüldüğü gibi uzlaşma müessesesi de doğrudan kayıt dışı istihdamı önlemeye yönelik değil, Kuruma sigortalılara mal edilmeden prim toplamaya yöneliktir. Dolayısı ile bu uygulamada sosyal güvenlik kavramının özüne terstir.