• Sonuç bulunamadı

B.   Esas Sözleşmeye Yansıtılan Sınırlamaların Geçerliliği ve

VI. SONUÇ

1.   Pay sahipleri sözleşmeleri, uygulamada oldukça fazla yer almasına rağmen kanunen düzenleme bulmamış “sui generis” sözleşmelerdir. Bunun bir sonucu olarak, içeriğindeki münferit hükümlerin şekil şartları saklı kalmak kaydıyla, herhangi bir şekle bağlı değillerdir. Ancak uygulamada ispat sorununu ortadan kaldırmak amacıyla çoğunlukla yazılı olarak akdedilmektedir.

2.   Pay sahipleri sözleşmelerinin süresine ilişkin de kanuni bir düzenleme mevcut değildir. Uygulamada çoğunlukla bu sözleşmeler belirsiz süreli veya sözleşme konusu şirketin süresine bağlı bir şekilde akdedilmektedir. Alman ve İsviçre örnekleri üzerinden durum değerlendirilmiş, Türk hukuku çerçevesinde sözleşmenin süresinin MK m. 2 ve MK m. 23 çerçevesinde sınırlandırılabileceği sonucuna varılmıştır.

3.   Pay sahipleri sözleşmelerinin taraflarına ilişkin sözleşme serbestisi çerçevesinde herhangi bir sınırlama getirilmemiştir. Ancak Alman ve İsviçre hukuku örnekleri göz önüne alınarak, şirketin kendisinin sözleşmeye taraf olması dahi, şirketin TTK hükümleri ile bağlı olacağı gerçeğini değiştirmeyeceği ve sözleşmede buna aksi düzenlemelerin yer alması halinde bunların şirket açısından uygulanabilirliğinin sorgulanacak olacağı sonucuna bağlanmıştır.

4.   Pay sahipleri sözleşmeleri birer borç sözleşmesi niteliğindedir ve içeriği sözleşme taraflarına karşı ileri sürülebilecek nispi haklardan oluşmaktadır. Bu sözleşmeler, tek taraflı, iki taraflı veya adi ortaklık şeklinde ortaya çıkabilmektedir.

5.   Sözleşmelerin borçlar hukuku karakteri neticesinde, sözleşmelerin geçerliliğinin TBK m. 27 kapsamında belirlenen sınırlar ile çizildiği, tarafların ehliyetine ve irade beyanlarının sağlıklılığına bağlı olduğu sonucuna varılmıştır.

6.   Pay sahipleri sözleşmeleri ile esas sözleşme hükümleri arasındaki nitelik farkları incelenmiş, esas sözleşme hükümlerinin korporatif ve korporatif olmayan ayrımına vurgu yapılmış ve değerlendirilmiştir.

7.   Pay sahipleri kapsamında pay devirlerini sınırlandırma amacıyla öncelik, önalım, alım, satım, satışa katılma ve satışa katım hakları şeklinde düzenlemelere yer verilebilmektedir. Bu düzenlemeler, pay sahipleri sözleşmesi kapsamında borçlar hukuku niteliğini haiz olacaklardır. Bu nitelikleri neticesinde, bu düzenlemelerin ihlalinin sonuçları da borçlar hukuku karakterine sahip olacaktır. Hukuken mümkün olduğu ölçüde, bu sözleşmelerin ihlali halinde aynen ifa talep etmek mümkündür. Ancak bu sözleşmelerin ihlali ile ilgili payın üçüncü kişiye devredilmesi halinde, sübjektif imkansızlık ortaya çıkacak ve aynen ifa talep edilemeyecektir. Bu durumda hak alacaklısının hak borçlusuna karşı sözleşmeye aykırılığından dolayı meydana gelen zararını nakden tazmin etmesini talep etme hakkı doğacaktır. Zira sözleşmenin tarafları arasında bağlayıcı, nispi etkide bir borçlar hukuku sözleşmesinin üçüncü kişiye karşı ileri sürülmesi mümkün değildir. Ancak TBK m. 49 kapsamında, ahlaka aykırı fiil ile bir zarar sebebiyet verildiği kanıtlandığı takdirde, hak sahibi üçüncü kişiden aynen tazmin yolu ile payı geri isteyebilecektir.

8.   Bu pay devir sınırlandırmalarını düzenleyen hükümlerin etkisini güçlendirmek adına, payların arkasına hakların ve hak sahiplerinin yazılması, ilgili hakların esas sözleşmeye nakledilmesi, payların üçüncü kişi bir yed-i emine teslim edilmesi veya bağlam hükümleri ile güçlendirilmesi gibi yöntemlere başvurulmaktadır. Ancak bu yöntemlerden hiç biri tam olarak istenilen sonuca ulaşılmasını sağlamamaktadır. Buna karşın, bunların arasından iyi bir seçenek olarak, her ne kadar pay sahipleri sözleşmeleri kapsamında düzenlenen usule aykırı olarak yapılan devirler yeni TTK’daki sistem kapsamında bağlam hükmü olarak önemli sebep teşkil etmeyecek olsa da, düzenlemeleri bağlam hükümleri

ile güçlendirerek pay devrini şirket yönetim kurulunun onayına tabi tutma, pratik anlamda ulaşılması amaçlanan sonuca yaklaştıracak bir seçenek olmaktadır.

9.   Esas sözleşmesel bağlam sistemi çerçevesinde pay sahipleri esas sözleşmede yapacakları düzenlemeler ile nama yazılı payları bağlam sistemine tabi tutarak bağlı nama yazılı paylar yaratabilmektedir. Bu sayede, esas sözleşmede belirtilecek pay devrinin onaylanmasına ilişkin istemin şirket tarafından reddedilebileceği belirli önemli sebepler düzenleyerek, veya şirket tarafından payını devir eden pay sahibine yapılacak payı gerçek değeri ile kendi, diğer pay sahipleri veya üçüncü kişiler hesabına alma teklifi ile payın devrinin reddedilebileceği imkanı tanınmıştır. Bu şekilde şirketin yabancı etkilere karşı korunması amaçlanmaktadır.

10.  Pay sahipleri sözleşmesi çerçevesinde düzenlenen pay devir sınırlamalarının esas sözleşmeye yansıtılmasında önem taşıyan ve bu hükümlerin korporatif nitelik kazanmalarında etkili olan üç temel nokta bulunmaktadır. Bunlar, TTK kapsamında düzenlenen tek borç ilkesi (TTK m. 480), emredici hükümlere aykırı esas sözleşme düzenlemeleri yasağı (TTK m. 340), pay devir sınırlandırmalarının ağırlaştırılamayacağı ilkesi (TTK m. 493 f. 7) şeklindedir.

11.  Pay devir sınırlandırmalarının esas sözleşmeye yansıtılması halinde korporatif nitelik kazanabilmeleri konusunda yapılan inceleme sonucunda, ancak teklifte öncelik hakkının, TTK kapsamında düzenlenen bağlam hükümleri çerçevesini aşmayacak şekilde düzenlendiği takdirde, tek borç ilkesinin bir istisnası olarak esas sözleşmede korporatif bir nitelik kazanabilecekleri, şirketin kendisini, organlarını ve pay sahiplerini bağlar bir niteliğe kavuşabilecekleri sonucuna varılmıştır.

12.  İcapta öncelik, kabulde öncelik, önalım, alım, satım, satışa katılma ve satışa katım gibi hakların esas sözleşmede düzenlenmeleri, onlara korporatif nitelik

kazandırmayacak, ancak borçlar hukuku hükümleri çerçevesinde taraflar arasında nispi bir etki doğuracaktır.

13.  Teklifte öncelik haklarının korporatif niteliğe kavuşabileceklerinin kabul edilmesi ile birlikte, bunların üçüncü kişilere karşı doğrudan ileri sürülmesi mümkün olmayacaktır. Zira sicilin olumlu etkisi ticaret sicili için geçerli değildir. Eşya hukukunda olduğu gibi özel bir kanuni düzenleme de mevcut olmadığından ötürü, üçüncü kişi kötü niyetli olsa dahi, esas sözleşmede düzenlenen bu hakların kendilerine karşı ileri sürülmesi mümkün olmayacaktır.

14.  Ancak nihayetinde bağlam hükümleri çerçevesinde korporatif etkiyi kazanan bir öncelik hakkının varlığı ve dolayısıyla şirket yönetim kurulunun bu düzenleme ile bağlı olduğunun tespiti sonucu, şayet bu haklara riayet edilmeden üçüncü kişiye bir devir yapılır ise, yeni TTK’da “birlik teorisinin” benimsenmesi sonucu TTK m. 494 f. 1 düzenlemesi nezdinde, bağlı nama yazılı payların devrinde şirket onayı olmadan payların mülkiyeti ve paylara bağlı tüm hakların devredende kalacağı düşünüldüğünde, şirketin “kaçış klozu”nu kullanması sağlanabilecek ve payın devrinin engellenmesi sonucuna ulaşılabilecektir. Ancak nihayetinde bu hakkın korporatif niteliği, kaçış klozunun kullanılması kapsamında ilave bir etki sağlamayacaktır.