II. BÖLÜM
3.3. Son Ay Üçüncü Hafta
Bu başlık altında Rasulullah’ın hastalığı, hastalığının şiddeti ve tedavi girişimleri ile Hayber’in Fethi esnasındaki zehirleme girişiminin O’nun vefatına etkisinin olup olmadığı konuları değerlendirilecektir.
3.3.1. Hz. Peygamber’in Hastalığı, Tedavi Girişimleri ve Hastalığının Şiddeti Hz. Muhammed (s.a.v.)’in vefatıyla neticelenen hastalığının ne olduğu tam olarak bilinemese de, bununla ilgili bir teşhis ortaya konamasa da, hastalık belirtilerinden hareketle tahminde bulunulabilir. Kaynaklarda geçen ifadelere göre hastalık sürecinde Rasulullah’ta belirgin bir biçimde görülen hastalık belirtileri; şiddetli baş ağrısı, yüksek ateş, sıtma, nefes darlığı, öksürük, halsizlik, iştahsızlık ve baygınlıktı. Bu belirtiler göz önünde bulundurulduğunda, günümüz tıp literatürüne göre Hz. Peygamber (s.a.v.)’in; yeri ve nedeni söylenemese de, enfeksiyona bağlı bir rahatsızlık geçirdiği söylenebilir.
Peki ama Hz. Muhammed (s.a.v.)’in bu rahatsızlığının sebebi ne olabilirdi? Vücudunda bir enfeksiyon (iltihap) varsa, bunun nedeni neydi? Bununla ilgili ilk tahmini bizzat Allah Rasulü’nün kendisi yapmış, vefat hastalığına yakalandığında, Hz. Âişe’ye: “Ey Âişe! Hâlâ Hayber’de yediğim o zehirli yemeğin acısını çekiyorum.
İşte şu anda, o zehirden dolayı şah damarımın kesildiğini hissediyorum”315 diyerek
vefatıyla sonuçlanan hastalığının sebebini, Hayber’in Fethi esnasında yediği zehirli ete bağlamıştı316. Bu durumda, Peygamber Efendimizin hissettiği gibi, rahatsızlığının
sebebi Hayber’de yediği zehirli yemekse, o zaman Rasulullah’ın hastalığının, aradan dört yıl geçmiş olmasına rağmen, zehirlenme olduğu ve bu zehirlenmenin etkilerine bağlı olarak da vefat ettiği söylenebilir ki, bu kez de ‘bir zehir, insan vücudunda nasıl olur da dört yıl boyunca insana zarar vermeden kalabilir?’ sorusu akıllara gelmektedir.
Enes b. Malik’in, bu zehirlenme olayıyla ilgili bir rivayette: “Rasulullah’ın
diş etlerinde bu zehrin etkisini sürekli görürdüm”317 demesi, vefatından dört yıl önce
gerçekleşen zehirlenmenin izlerinin, vefatına kadar sürdüğüne işaret olarak
315 İbn Sa‘d, a.g.e., II, s. 206; Buhârî, a.g.e., Meğâzî, 83; Said Havva, a.g.e., III, s. 486
316 Bu konuyla ilgili değerlendirmeler için bu çalışmanın, ‘Hz. Peygamber’i Zehirleme Girişimi ve O’nun Vefatına Etkisi’ isimli başlığına bkz. s. 104-106
gösterilebilirse de, Allah Rasulü’nün en yakınlarında bulunan sahâbîlerden biri olan Enes b. Malik’in, Allah Rasulü’nün diş etlerinin ara ara kanadığını görmesi ve buna istinaden de Rasulullah’ın vefatından sonra bu sözü söylemiş olması muhtemeldir.
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hastalığının ne olabileceğiyle ilgili bir diğer tahmini, yakınlarındakiler yapmıştır. Eşleri, akrabaları ve ashabtan bazıları Rasulullah’ın ‘zâtülcenp’318 hastalığına yakalandığını düşünmüşler, hastalığı tedavi
etmeye yönelik girişimlerde bulunmuşlardır. Ayrıca Hz. Âişe (r.ah.)’dan gelen bir rivayette: “Allah Rasulü, başka bir hastalık sebebiyle değil, ancak zâtülcenp
hastalığından vefat etmiştir”319 ifadeleri yer almaktadır. Ashabtan bazılarını, Allah
Rasulü’nün zâtülcenp hastalığına yakalandığı düşüncesine sevk eden şey, Rasulullah’ta görülen sağlık problemlerinin, zâtülcenp hastalığının belirtileri ile benzerlik göstermesidir.
Zâtülcenp, tehlikeli bir hastalıktır. Bu husus, Ümmü Seleme’den gelen şu sahih hadiste şöyle geçmektedir: “Rasulullah, Meymune’nin evinde iken hastalığı arttı. Hastalığı hafiflerse çıkıp insanlara namaz kıldırıyordu. Hastalığı ağırlaştığında ise: ‘Söyleyin Ebû Bekir’e, insanlara namazı kıldırsın’ demişti. Sonra hastalığı daha da arttı ve sancının şiddetinden bayıldı. O’nun yatakta vefat ettiğini sandık. Hanımları, amcası Abbas, Ümmü’l Fadl bt. Hâris320 ve Esmâ bt. Umeys toplanıp
Allah Rasulü’nün ağzına ilaç koyma konusunu görüştüler. Sonuçta O baygınken ağzına ilaç koydular. Ağzında ilacın tadını hisseden Rasulullah: ‘Bana bunu kim
yaptı? (Eliyle Habeşistan tarafını işaret ederek) Bu oradan gelen kadınların işidir’
buyurdu. İlacı Ümmü Seleme ile Esmâ bt. Umeys koymuştu. Onlar: ‘Ey Allah’ın
Rasulü! Zâtülcenp olmandan korktuk’ dediler. O: ‘Koyduğunuz ilacın içinde ne vardı?’ dedi. Onlar da: ‘Öd ağacı321, biraz alaçehre (sarı rengi vermek için kullnılan
318 Zâtülcenp, akciğerleri saran zarın iltihaplanması sonucu görülen bir hastalıktır. Tıp dilinde buna
plörezi denir. Nedeni, zatürre, verem veya akciğer absesinden yayılan iltihaptır. Halk arasında ‘satlıcan hastalığı’ olarak da bilinmektedir. Bu hastalığın bilinen en belirgin belirtileri; şiddetli öksürük, yüksek ateş, halsizlik, iştahsızlık ve vücut titremesidir. Bkz. http:// hastalik.terimleri.com / zatulcenp.html; www.hemensaglik.com ve www.hastane.com.tr (Erişim Tarihi: 12.01.2018)
319 Rudânî, a.g.e., I, s. 367
320 Tam adı, Ümmü’l Fadl Lübâbe el-Kübrâ bt. el-Hâris’tir. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in eşi Meymûne
bt. el-Hâris’in, anne-baba bir kız kardeşidir. Hz. Hatice’den sonra Mekke’de Müslüman olan ilk kadındır. Aynı zamanda Rasulullah’ın amcası Abbas’ın eşidir. Bkz. İbn Sa‘d, a.g.e., X, s. 299-301
321 Daha çok Doğu Asya ülkelerinde yetişen, yaz kış yapraklarını dökmeyen, armut biçiminde meyve
veren, yandığı zaman hoş bir koku verdiği için dinsel törenlerde ve tapınaklarda yakılan, kokulu yağ elde edilen bir ağaç türütür. Bkz. Kemal Demiray, Büyük Türkçe Sözlük, İst., 1988, s. 683
bir kök) ve birkaç damla zeytinyağı vardı’ dediler. O: ‘Allah bana bu hastalığı verecek değildir’ buyurdu ve sonra: ‘Amcam Abbas hariç, bana verdiğiniz ilaçtan, evde ağzına ilaç damlatılmadık kimse kalmasın’ emrini verdi322. Rasulullah’ın kesin
emrinden dolayı, o gün Meymûne’ye de oruçlu olduğu halde ilaç damlatıldı. Sanki bu onlara Peygamber’den bir cezaydı323.
Anlatınlara göre Hz. Peygamber (s.a.v.)’e baygınken ve kendinde değilken ilaç verilmiş, Rasulullah kendine gelip ilacın tadını ağzında hissedince, izni ve bilgisi dışında ilaç verildiği için orada bulunanlara ceza olarak o bitkisel ilaçtan içmeleri emrini vermiştir. Sahihayn (Buhari ve Müslim)’da ise, bu ilaç damlatma işi yapılırken Allah Rasulü’nün yarı baygın ama bilincinin yerinde olduğu ve el işaretiyle ağzına ilaç damlatmalarını istemediğini söylemeye çalıştığı ifade edilmiştir.
Bu durumu anlatan ve Hz. Âişe’den rivayetle gelen hadis şöyledir: “Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hastalığında istemediği halde ağzına ilaç damlattık. Oysaki O bize, ilaç vermememizi işaret etti. Biz de: ‘Hastanın ilaçtan hoşlanmaması nedeniyle
böyle yapıyor’ dedik. Kendine geldiğinde: ‘Ben size bana ilaç vermenizi yasaklamadım mı?’ buyurdu. Biz ise: ‘Hastanın ilaçtan hoşlanmaması nedeniyle böyle yaptığını zannettik’ dedik. Bunun üzerine: ‘Evde ağzına ilaç damlatılmayan kimse kalmasın, hem de gözümün önünde. Yalnız amcam Abbas dışında, çünkü O sizin yanınızda bulunmadı’ buyurdu324.
İlk rivayette bilgisi dışında ilaç verilmesine kızan Rasulullah, bu ikinci rivayete göre emrine karşı gelinmesinden dolayı kızmıştır. Ceza olarak da insânî bir tepkiyle kendisine ilaç damlatanlara aynı cezayı uygulamıştır. Hatta bu konuyu değerlendiren İbn Kayyım buradan: “Kişinin yaptığı haram olmasa bile, suç
işleyenin, yaptığının benzeri ile cezalandırılacağına ilşkin fıkhî bir prensip çıkarılabilir”325 demiştir.
İlaçla tedavi girişiminin dışında, vefat hastalığının başlangıcında Rasulullah, iyileşebilmek için kendisine rukye326 yapmış ve yapılmasına da izin vermiştir. İbn
322 İbn Şihâb ez-Zührî, el-Meğâzî, s. 121; İbn Hişâm, a.g.e., IV, s. 405; İbnü’l Esîr, a.g.e., II, s. 274-
275; İbn Kayyım, Zâdü’l Meâd, III, s. 66
323 İbn Sa‘d, a.g.e., II, s. 241
324 Buhârî, a.g.e., Meğâzî, 83, Tıb, 21; Müslim, a.g.e., Selâm, 85 325 İbn Kayyım, Zâdü’l Meâd, III, s. 66
326 Sözlükte "yukarı çıkmak; okuyup üfleyerek tedavi etmek" manalarındaki rukye (raky, rukıyy)
Sa‘d’da geçen bir rivayete göre, Hz. Âişe (r.ah.) şöyle demiştir: ‘Rasulullah, vefatına
sebep olan hastalığında, Muavezeteyni (Felak ve Nâs Sûreleri) okur ve kendine üflerdi. Rasulullah’ın hastalığı şiddetlenince ben de bunları okuyup O’na üfleyip O’nu kendi eliyle mesh ettim’327. ‘…Kendi eliyle mesh ettim, çünkü kendi elinin bereketi benimkinden çok büyüktü’328. Bu rivayetlere göre Allah Rasulü, vefat
hastalığında kendisine rukye tedavisi uyguladığı gibi eşi Hz. Âişe’nin de uygulamasına izin vermiştir.
Ne var ki, bununla ilgili başka rivayetlerde ise tam tersi, yani Rasulullah’ın vefat hastalığı sırasında rukye yapmadığı ve yapılmasına da izin vermediği söylenir. Bu durumu anlatan bir rivayette Hz. Âişe (r.ah.) şöyle demiştir: “Bizden birimiz hastalandığında Rasulullah, sağ elini hasta olan kişiye sürer ve: ‘Ey insanların
Rabbi! Sıkıntıyı gider. Şifa veren Sensin, Sen şifa ver. Senin şifandan başka şifa yoktur. Öyle bir şifa ver ki, hiçbir rahatsızlık kalmasın’ diye dua ederdi. Rasulullah
hastalanıp da hastalığı ağırlaştığında, kendisinin yaptığı gibi yapmak için (vücudunu mesh etmek için) sağ elini tuttum, bu sırada elini elimden çekti ve yukarı kaldırıp:
‘Allahım! Beni bağışla ve beni yüce dostlarla beraber eyle’ buyurdu. Kendisine
baktım, bir de ne göreyim! Ruhunu teslim etmiş”329.
Yine Hz. Âişe (r.ah)’tan rivayetle gelen başka benzer hadislerde Hz. Âişe, yukarıdaki hadiste geçtiği gibi, Allah Rasulü’nün yaptığı dua gibi dua yaptığını, eliyle meshetmek istediğinde ise Rasulullah’ın elini çekerek: ‘Allahım! Cennetinin en
yüksek yerini istiyorum’ diye dua ettiğini; aynı zamanda: ‘Elini üzerimden çek. Bunlar daha önce bana fayda verirdi’330 buyurduğunu söylemiştir.
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in vefatıyla neticelenen hastalığında, dua etmediğine dair bir yorumda ise şöyle denilmektedir: “Hz Peygamber (s.a.v.)’in vefatıyla neticelenen hastalığı sırasında şifa için dua etmediğini görüyoruz. Hatta kendi kendini kınayarak: ‘Ey nefs! Sana ne oldu ki, her sığınılacak yere sığınıyor, her
bir duayı okuyup üflemek" anlamında kullanılır. Bkz. İlyas Çelebi, “Rukye” mad., D.İ.A., XXXV, İst., 2008, s. 219
327 İbn Sa‘d, a.g.e., II, s. 216
328 Buhârî, a.g.e., Meğâzî, 83; Müslim, a.g.e., Selâm, 50 329 Buhârî, a.g.e., Mezrâ, 20; Müslim, a.g.e., Selâm, 46 330 İbn Sa‘d, a.g.e., II, s. 215-216
şeyden medet umuyorsun’ diyordu. Kendisine dua eden eşi Hz. Âişe’ye: ‘Üzerimden elini çek. Bu okuman bana yarar vermez. Ben müddetimi bekliyorum’ demişti331.
Yukarıda geçen rukyeyle ilgili rivayetlerin tamamı değerlendirildiğinde anlaşılıyor ki Rasulullah, vefat hastalığının başlangıcında, dua okuyup üfleme diye ifade ettiğimiz rukye tedavisini, hem kendisi uygulamış hem de eşi Hz. Âişe’nin uygulamasına ses çıkarmamıştır. Ancak vefatının yaklaştığını, ruhunun teslim alınacağını hissettiği son anlarında ise, kendisine rukye tedavisi yapmadığı gibi, eşi Hz. Âişe’nin de yapmasına rıza göstermemiş, artık bu saatten sonra bunun bir faydasının olmadığını ve Rabbine kavuşma zamanının geldiğini söylemek istemiştir. Yoksa duanın bir işe yaramayacağını kastetmemiştir. Nitekim Hz. Âişe, Allah Rasulü’nün ‘Beni bağışla ve yüce dostlarla beraber eyle’ dedikten ve vücudunun meshedilmesine izin vermemesinden hemen sonra, ruhunu teslim ettiğini söylemiştir.
İlaçla tedavi girişimi ve rukye tedavisi dışında Hz. Peygamber (s.a.v.), ateşi yükseldiği zamanlarda ateşini düşürmek için yıkanmış, yüzünü su ile mesh ederek rahatlamaya çalışmıştır. Ayrıca moralini yüksek tutarak gündelik hayatına gücü yettiğince devam etmeye gayret etmiş, ailesi ve ashabı da O’nu yalnız bırakmayarak O’na moral vermeye çalışmışlardır.
Rasulullah’ın, hastalığının ilk günlerinde nispeten hafif olan ağrıları ise, gün geçtikçe artmış; bu artan ağrılara, yüksek ateş ve bayılma nöbetleri de eklenmiştir. Hz. Âişe, Peygamber Efendimizin şiddetli ağrılarıyla ilgili olarak: “Gerçekten, Allah
Rasulü’nün ağrılarından daha şiddetli bir hastalık görmedim”332demiştir. Hz. Âişe,
bir başka rivayette ise şöyle der: “Rasulullah hastalandı. Ağrısı ve şikâyetleri O’nu bayıltana kadar arttı. O’na: ‘Hastalığında öyle şikâyet ettin ki, eğer biz eşlerinden
biri böyle şikâyet etseydi, ona şaşırarak, kızarak bakardın’ dedim. Rasulullah da
bana: ‘Sen mü’minin gühahlarına kefaret olsun diye hastalığının şiddetlendiğini
bilmez misin?’ buyurdu”333.
Ağrıları şiddetlenen Hz. Peygamber (s.a.v.)’in, zamanla ateşi de yükselmeye başladı. Rasulullah’ın yüksek ateşiyle ilgili, Buhârî ve Müslim’de, Abdullah b. Mes’ud’un şöyle anlattığı rivayet edilir: “Rasulullah’ın hastalığında, vücudu yüksek
331 Mehmet Azimli, Siyeri Farklı Okumak II, Ank., 2009, s. 225
332 Buhârî, a.g.e., Merdâ, 2; Müslim, a.g.e., Birr ve Sıla, 44; İbn Sa‘d, a.g.e., II, s. 212; Belâzürî, Ensâbü’l Eşrâf, II, s. 246
ateşin şiddetinden sarsıldığı sırada, huzuruna girdim. Daha sonra elimle O’na dokunarak: ‘Ey Allah’ın Rasulü! Belli ki ateşin şiddetinden çok acı çekiyorsunuz’ dedim. Rasulullah: ‘Evet, ben sizden iki kişinin çektiği acı kadar acı çekiyorum’ dedi. Ben de: ‘O halde bu yüksek ateşten dolayı size iki kat ecir vardır’ dedim. Bunun üzerine Rasulullah, ‘Evet’ diyerek beni tasdik ettikten sonra: ‘Bir mü’mine hastalık
veya başka türden herhangi bir sıkıntı isabet ederse, Allah bu sıkıntı sebebiyle o mü’minin günahlarını, ağacın yapraklarını dökmesi gibi döker’ buyurdu334.
Benzer bir hadise göre ise Ebû Saîd el-Hudrî ile Peygamber Efendimizin arasında şu diyalog geçer: “Ebû Saîd el-Hudrî, Allah Rasulü’nü ziyaret etti. Hastaydı ve üzerinde kadife bir örtü vardı. Ebû Saîd elini üzerine koydu. Ateşin sıcaklığını kadife örtünün üzerinden hissetti. Rasulullah’a: ‘Ne kadar da ateşin var’ dedi. Rasulullah: ‘Biz peygamberlerin imtihanı şiddetli olur ve ecrimiz katlanır’ buyurdu. Ebû Saîd: ‘Ey Allah’ın Rasulü! Başlarına en fazla bela gelenler kimlerdir?’ diye sordu. Allah Rasulü: ‘Peygamberler! Sonra da Salihler! Öyleleri vardı ki, öldüresiye
dek ona bitler musallat olurdu. Öyleleri de vardı ki, bir abadan başka avretini örtecek bir giyeceği yoktu. Onlardan birinin başına gelen belaya karşı sevinci, sizden birinize verilen hediyenin sevincinden daha fazlaydı’ buyurdu”335.
Hz. Peygamber (s.a.v.), şiddetli ağrıları ve yüksek ateşine rağmen ibadetlerini de aksatmadan yerine getirmeye çalışmıştır. Bununla ilgili İbn Sa‘d’da geçen bir rivayet şöyledir: “Hz. Ömer, Rasulullah’ı ateşler içinde yanarken O’nu ziyaret etmişti. Elini O’nun üzerine koyunca, ateşinin şiddetinden hemen çekti. Ömer: ‘Ey
Allah’ı Rasulü! Ne kadar da ateşin var’ deyince Allah Rasulü: ‘Allah’a şükürler olsun ki, buna rağmen dün gece, aralarında yedi uzun sûre de olmak üzere yetmiş sûre okudum’ buyurdu. Ömer O’na: ‘Ey Allah’ın Elçisi! Geçmiş ve gelecek tüm günahların bağışlanmış, biraz da istirahat etsen’ deyince Rasulullah: ‘Şükreden kullardan olmayayım mı?’ cevabını verdi”336.
Şiddetli ağrılar ve yüksek ateş, Peygamber Efendimizin vücut dengesini sarsmış, akabinde bayılma nöbetleri geçirmesine neden olmuştur. Buna rağmen, hiçbir zaman bilincini kaybetmemiş, Rabbine ve ümmetine karşı olan görev ve
334 Buhârî, a.g.e., Merdâ, 2, 3, 13, 16; Müslim, a.g.e., Birr ve Sıla, 45; Said Havva, a.g.e., III, s. 490 335 İbn Sa‘d, a.g.e., II, s. 213
sorumluluklarını eksiksiz bir şekilde, hem de son nefesini verinceye kadar yerine getirmeye çalışmıştır. Bu hususu en güzel anlatan olaylardan biri de, daha sonra anlatılacağı üzere, bayılma nöbetleri nedeniyle namazları kıldıramadığı zaman bu durumu kendine dert edip çabalaması, en sonunda da peygamber sorumluluğu çerçevesinde Hz. Ebû Bekir’i namazları kıldırmakla görevlendirmesidir.
3.3.2. Hz. Peygamber’i Zehirleme Girişimi ve O’nun Vefatına Etkisi
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in vefat hastalığının değerlendirildiği bu bölümde, kaynaklarda Hayber’in Fethi’nden sonra bir Yahudi kadını tarafından, Allah Rasulü’ne yönelik gerçekleştirilen zehirleme girişiminden bahsedilerek vefat hastalığının bu zehirlenmeyle bir ilişkisinin olup olmadığı konusu üzerinde durulacaktır.
Bu zehirleme girişimini, İbn Sa‘d şöyle anlatır: “Rasulullah, Hayber’i fethinin ardından ashabıyla birlikte istirahat ediyordu. Yahudi Sellam b. Mişkem’in karısı Zeynep bt. el-Hâris337 etrafındakilere: ‘Muhammed koyunun hangi tarafını sever?’
diye sormaya başladı. Ona, ‘But etini çok sever’ dediler. Bunun üzerine sürüsünden bir keçi kesip kızarttı ve her tarafına etkili bir zehir sürdü. Zira diğer Yahudilerden hangi zehrin daha etkili olduğunu öğrenmeye çalışmış, onlar da sürdüğü bu zehiri tavsiye etmişlerdi. Güneş batıp Rasulullah Müslümanlara akşam namazını kıldırdıktan sonra Zeynep, ‘Ey Ebû’l Kasım! Bu yemeği (zehirli koyunu) sana hediye
olarak getirdim’ dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.) yemeğin kadının elinden alınmasını
emretti ve orada bulunan ashabına, önüne konulan yemeği işaret ederek, ‘Yaklaşın ve
akşam yemeğinizi yiyin’ buyurdu. Allah Rasulü kol etinden bir lokma aldı. Ashabtan
Bişr b. Berâ338 ise ikinci lokmayı da yutmuştu. Bu sırada Rasulullah ashabına: ‘Ellerinizi yemekten çekin! Bu but, etin zehirlenmiş olduğunu bana bildirdi’ dedi.
337 Zeynep bt. el-Hâris; Hayberli Yahudi savaşçı Merhab’ın kız kardeşi ve Yahudilerin reislerinden
Sellam b. Mişkem’in karısıydı. Babası el-Hâris, amcası Yesar ve kocası Sellam b. Mişkem, Hayber’in Fethi sırasında öldürülmüş, onların intikamını alma hırsıyla Hz. Muhammed (s.a.v.)’e bir suikast girişiminde bulunmuştu. Bkz. Vâkıdî, a.g.e., II, s. 336
338 Tam adı, Bişr b. Berâ b. Ma‘rûr el-Ensârî el-Hazrecî’dir. Medine’nin Hazrec kabilesinden Seleme
oğulları sülalesine mensuptur. Hicretten önce Müslüman olmuş ve babası Berâ b. Ma‘rûr ile birlikte, 622’de İkinci Akabe Biatı’na katılmıştır. Hicretten sonra Hz. Peygamber (s.a.v.), O’nunla Vâkıd b. Abdullah el-Leysî arasında kardeşlik bağı kurmuştur. Hayber’de zehirlenmeden önce Bedir Savaşı’na, ileri saflarda okçu olarak çarpıştığı Uhut Savaşı’na, Hendek Gazvesi’ne ve Hudeybiye Musâlahası’na da katılmıştır. Bkz. Ali Yardım, “ Bişr b. Berâ” mad., D.İ.A., VI, İst., 1992, s. 219
Uyarı üzerine herkes yemekten elini çekti. Bişr ise Hz. Peygamber (s.a.v.)’e: ‘Seni
şereflendiren Allah’a yemin ederim ki, ilk yuttuğum lokmada tadında bir gariplik olduğunu sezmiş, ancak seni yemekten tiksindirmemek için onu çıkarmamıştım’
dedi339.
Bu konuşmalardan bir süre sonra Bişr, oturduğu yerde birdenbire morardı ve hareket edemez hale geldi. Kaskatı kesilmişti. Hastalığı bir sene sürdü. Onu birileri sağa sola çevirmese, kendi çabasıyla dönemiyordu. Olaydan bir yıl sonra ise öldü. Kimileri ise O’nun olay esnasında daha yerinden kalkamadan öldüğünü söylediler. Hatta kimileri o etten bir parça bir köpeğe verdiler de köpek oracıkta hemen ölüverdi dediler340.
Bunun üzerine Rasulullah, Zeynep bt. el-Hâris’i yanına çağırıp O’na: ‘Bunu
neden yaptın?’ diye sorunca O: ‘Sen benim kavmime yapacağını yaptın. Babamı, amcamı ve kocamı öldürdün. Kendi kendime, eğer Muhammed gerçekten bir peygamber ise, O’na yemeğin zehirli olduğu haber verilir. Yok, eğer sadece bir hükümdar ise zehir sayesinde kendimizi ondan kurtarmış oluruz diye düşündüm’
dedi341.
Bu sorgulamadan sonra Allah Rasulü Zeynep bt. el-Hâris’i, zehirlenerek ölen Bişr b. Berâ’nın akrabalarına teslim etti. Onlar da kendisini kısas olarak öldürdüler. Sağlam olan rivayet budur342. Başka bir rivayette ise Hz. Peygamber (s.a.v.), o kadını
affetti ve cezalandırmadı. Koyundan yiyen bazı sahabeleri vefat ettiler. Rasulullah da zehirli koyundan biraz yemiş olduğu için Ebû Hind343 isimli şahsa sol omzunun
altından ya da sırtının üst kısmından kan aldırdı, yani hacamat yaptırdı. Rasulullah bu olaydan sonra dört yıl daha yaşadı. Vefatına sebep olan rahatsızlığı ortaya çıkınca:
‘Hâlâ Hayber’de yediğim o zehirli yemeğin acısını çekiyorum’ demişti. Hatta bu
339 Vâkıdî, a.g.e., II, s. 334; İbn Hişâm, a.g.e., III, s. 465-466; İbn Sa‘d, a.g.e., II, s. 206-207 340 İbn Sa‘d, a.g.e., II, s. 207; Şâmî, a.g.e., V., s. 175-176
341 Vâkıdî, a.g.e., II, s. 335; İbn Sa‘d, aynı yer; İbn Hibbân, a.g.e., s. 231 342 İbn Sa‘d, aynı yer
343 Ebû Hind, Ferve b. Amr el-Beyâdî’nin azadlı kölesidir. İslam’a ilk zamanlarda girmiştir ancak ne
Bedir ne de Uhut savaşlarına katılmış değildir. Rasulullah Bedir Savaşı’ndan döndüğü sırada onunla karşılaşmış ve orada bulunanlara: ‘Şüphesiz ki Ebû Hind Ensâr’dan biridir, O’nu evlendirin’ deyince orada bulunanlar da onu evlendirmişlerdir. Ebû Hind, boynuz ve tıraş bıçağıyla Rasulullah’ın omzundan kan alma işlemini yapardı. Bkz. Vâkıdî, a.g.e., II, s. 335; İbn Sa‘d, a.g.e., IV, s. 454-455
zehirleme girişiminden dolayı ‘Allah Rasulü şehit olarak vefat etmiştir’344
denilmiştir.
Beyhakî, konuyla ilgili olarak: ‘Rasulullah Zeynep bt. el-Hâris’i muhtemelen
işin başında öldürmedi. Fakat daha sonra Bişr b. Berâ, o zehirli koyunun etinden yediği için vefat edince Allah Rasulü, o kadının Bişr’e kısas olarak öldürülmesini emretti’ demiştir345.
Hz. Peygamber (s.a.v.), vefatından dört yıl önce yaşadığı bu olayı ve hissettiklerini, vefat hastalığı sırasında kendisini ziyarete gelen Bişr b. Berâ’nın yakınlarına anlatmış, vefat nedeninin bu zehirlenme olayından kaynaklandığını îmâ eden sözler sarfetmiştir. Bu konuyla ilgili olarak İbn İshak’ta geçen rivayet şöyledir: “Vefat ettiği hastalığı sırasında, Bişr b. Berâ’nın kız kardeşi, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in yanına gelmişti. Rasulullah ona: ‘Ey Bişr’in kardeşi! İşte bu anlarda senin