• Sonuç bulunamadı

Sistemleştirilmiş Bir Kişilik Gelişim Unsuru Olarak On Bir Esas

II. BÖLÜM: TASAVVUFÎ EĞİTİMDE KİŞİLİK GELİŞİMİ

2.6. Sistemleştirilmiş Bir Kişilik Gelişim Unsuru Olarak On Bir Esas

Nakşibendî şeyhlerinden Abdulhâlık Gucduvâni tarafından tanzim edilen on bir esasın sûfî kişiliğin oluşumunda önemli bir yeri vardır.

2.6.1. Hûş Der Dem

Hûş, akıl; dem, nefes demektir. Hûş der dem ise, alıp verilen her bir nefeste gafletten uzak olmayı, her nefeste kalbin uyanık ve huzurda olmasını ifade eden bir kavramdır.676 Her nefes alıp vermede Allah’tan gafil olmamak, zor ve meşakkatli olsa da tasavvuf insandan, aldığı nefesin idrakinde olmaya gayret etmesini istemektedir. Zira mutasavvıflar, Allah’tan gafil olarak tek nefes bile almamanın, kalbi huzurla dolduracağını ifade etmişlerdir. Tasavvufta bu huzur, Allah’ın “Hayy” isminin bir tecellisi sayılmaktadır.677 Zira kendisini “yaşatanın” Allah olduğunu her daim tefekkür ederek nefes alıp veren bir insanın gönlü, huzurda olmaktadır. Bununla beraber, kendisine hayat bahşettiği için Allah’a karşı daima şükür halinde olmaktadır. Ayrıca nefesini, içinde bulunduğu zamanda en uygun olan işle meşgul olurken harcamaya gayret etmektir. Böylece geçmişe ahlanmaktan ve gelecek için büyük planlar yapmaktan, kısaca geçmiş ve gelecek endişesinden kurtulmaktadır. Tasavvufta bu durum vaktin oğlu anlamında “ibnu’l-vakt” kavramıyla karşılanmaktadır. Bu bağlamda sûfî, alıp verdiği nefesin ve geçmekte olan vaktin kıymetini bildiğinden, bu kıymetten dolayı da vaktini rıza-i ilâhîye uygun değerlendirdiğinden ibnu’l-vakt olmaktadır. 2.6.2. Nazar Ber-Kadem

Nazar ber kadem, sâlikin, şehirde ya da çölde her nerede olursa olsun yürürken ayakucuna bakmasını ifade eden kavramdır. Bu kavramla, sûfînin yürüdüğü mânevî yolda gaflette olmaması ve attığı adımın bilincinde olması kastedilmektedir.678 Gözün gördüğü, gönle girip onu meşgul ettiğinden gönlü, lüzumsuz bakışların kirinden, haram nazarlardan korumak önemli görülmüştür. Bu sebeple de sûfîler, yürürken zaruret dışında sağa sola bakmayı uygun görmemektedir.679 Bu davranışları, Hz. Peygamber’in de yürürken önüne baktığına dair nakillere dayanmaktadır. Bu sebeple de yürürken önüne bakmak, sünnet-i seniyyeden kabul edilmiştir. Başı önünde, sağa sola bakmadan

676 Ankaravî, Minhâcü’l-Fukarâ, 28.

677 Sâfî, Reşahât, 33, 34; Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, 376.

678 Ankaravî, Minhâcü’l-Fukarâ, 28.

162

yürüyen bir kimsede edeb ve tevazu vasfı kuvvet bulurken; haset, kibir, riya, ucb gibi kötü hasletlerde tedavi edilmektedir. Zira sağa sola bakmamakla kendisinden aşağıdakilere üstünlük taslamamış ve kendisinden yukarıdakilere de kıskançlık duyarak haline isyan etmemiş olmaktadır.680 Bununla beraber etrafındaki insanların yanlışlarını fark etmediğinden gıybete de düşmekten kendisini korumuş olmaktadır.

2.6.3. Sefer Der-Vatan

Sâlikin, ahlâk-ı zemîmeden ahlâk-ı hamîdeye doğru gerçekleşen kişilik dönüşüm ve gelişimi anlamında bir kavramdır. İnsana, kendi huyu güzel görünse dahi, tasavvuf ona, kendisinden daha üstün ulu insanlara nisbetle, ahlâkını zayıf görmek suretiyle daha iyisi için gayret sarfetmesini öğütlemektedir. İnsanın kendini üstün ahlâkta görmesini sûfîler, büyük bela olarak kabul etmişlerdir.681 Çünkü insanın kendisini üstün kabul etmesi, gayretini sonlandıracağından kişilik gelişimi önünde büyük engel teşkil etmektedir. Tasavvufta bu ahlâkî dönüşüm, mânevî/bâtınî/derûnî/ezoterik682 bir sefer olarak kabul edilmiştir. Bununla beraber seferin bir de zâhirî yönü bulunmaktadır. Zâhirî sefer, insanın, nefis terbiyesinde yanında ona yol gösterecek bir rehber istemesi sonucunda, kâmil bir mürşide intisab etmeyi elzem görmesi ve kendisine bu talimi verebilecek bir mürşidi bulmak gayesiyle memleket memleket dolaşmasını ifade etmektedir.683

2.6.4. Halvet Der-Encümen

Zâhirde halk ile, bâtında Hakk Teâlâ ile birlikte olmak anlamına gelen bir kavramdır. Bu esası benimseyen Nakşibendiyye tarikatında, halvet değil, sohbet esastır. Tarikatın kurucusu Bahâeddin Nakşbend “Hayır cemiyettedir, cemiyet sohbettedir” demiştir. Başka bir ifadeyle bu yolda, halktan uzaklaşarak kendini inzivaya çekmek yoktur; halkın arasına karışmak, onlarla oturup kalkmak, alışverişte bulunmak, dostluklar kurmak vardır. Ancak tüm bu sosyal birlikteliklerin yanında Allah’tan gâfil olmamak en önemli düstûr kabul edilmektedir. Halk arasında Hakk ile beraberliğin sağlanabilmesi için de “zikir” metodu kullanılmaktadır. Devamlı zikir ile gönül Allah’a raptedildiğinde,

680 Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, 377

681 Sâfî, Reşahât, 36.

682 Ezoterik, Grekçede iç veya derûnî olan anlamına gelen “esoteros”dan gelmektedir. Bk. Mahmut Erol

Kılıç, Anadolu’nun Ruhu, Tasavvuf, Felsefe, Siyaset Konuşmaları, 4.Baskı (İstanbul: Sûfî Kitap Yayınları, 2016)

163

artık sâlik, halkın arasına karıştığında çarşı pazarda duyduğu sesleri dahi zikir olarak algılamaktadır.684

2.6.5. Yâd-Kerd:

Bu kavram, dilin kalp ile beraber, riyâsız, zikretmesini ifade etmektedir. Murâkabe mertebesine ermiş olan sâlik, kelime-i tevhid zikrini dil ile yapmaktadır. Dil ile yapılmasından maksad, önce dilin sonra kalbin pasının silinmesi görülmüştür. Böylece sâlikin, murâkabe halinden müşâhede mertebesine yükselmesi hedeflenmektedir. Bu makamda artık dil damağa yapıştırılır, gözler yumulur ve sadece kalp ile kelime-i tevhid söylenir. Zikir, kalbin ayrılmaz bir sıfatı olana kadar, yani kalp her daim zikreder hale gelene kadar, zikre büyük bir kararlılık ile devam etmek önemli görülmüştür.685

Kelime-i Tevhid, nefiy ve ispattan meydana gelmektedir. “La ilahe” nefy kısmıdır ve kalpteki kötülüklerin, nefsî hastalıkların atılmasını ifade etmektedir. İnsanın kişilik gelişimi ve mânevî değişimi için öncelikle kötü hasletlerden arınması esastır. Bu bağlamda, kelime-i tevhidin nefy ile yani “la” ile başlaması hikmetli görülmüştür. “La” ile nefsinin hastalıklarından arınan insan, “illallah” sırrıyla da kalbî ve ruhî sağlığına kavuşmaktadır. Bu ilahi nur ile insan asıl fıtratına tekrar dönmektedir.686 Böylece ahsen-i takvahsen-im üzere yaratılışına tekrar kavuşan ahsen-insan, zübde-ahsen-i âlem olma şerefahsen-ine naahsen-il olmaktadır. Bununla beraber Necmeddin-i Kübrâ, zikir ile kişilikte değişim ve gelişimin gerçekleşebilmesi için zikirde sürekliliğin önemine dikkat çekmiştir. Ona göre ara sıra yapılan zikir “kesik zikir”dir ve zikri kesik olanın kulluk hizmeti de kesik olmaktadır.687 Böyle bir durumda zikirden istenen maksat hâsıl olmamakta ve insanın kişilik gelişimi sağlanamamaktadır. Kısaca sûfîlere göre, zikirde devamlılık sağlandığı müddetçe, sâlik, kötü ahlâkını iyi vasıflarla değiştirebilmekte; istikâmet sağlandığında da iyi vasıflarını geliştirerek daha da mükemmelleştirmektedir.

2.6.6. Bâz- Geşt:

Bâz-geşt; sâlikin, dili ve kalbiyle beraber samimi bir şekilde “İlahî ente maksûdî ve rızâke matlûbî” (Allah’ım benim maksadım ve muradım sensin, isteğim senin rızana kavuşmaktır) diyerek, zikirde zihnine gelen iyi veya kötü düşünceleri bertaraf etmeye

684 Sâfî, Reşahât, 40; Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, 378

685 Sâfî, Reşahât, 41, 42; 260; Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, 378, 379

686 Necmeddin-i Kübrâ, Tarîkatlarda On Esas, 106, 107

164

gayret etmesidir. Sâlik, mâsivâdan arınmış bir zikre erişinceye kadar ara ara bu cümleyi söylemektedir. Ancak sûfîler, zikir esnasında zihnî arınma sağlanmasa bile zikrin terk edilmesini uygun görmemişlerdir. Bu bağlamda zikir mâsivâdan arınana kadar, gayret göstermek ve zikre devam etmek gerekli kabul edilmiştir.688

2.6.7. Nigâh-Daşt:

Kalbi, nefsânî düşüncelerden muhafaza etmek manasına gelen bir kavramdır. Tecelligâh-ı ilâhi olan kalbi, havâtır ve vesveselerden kurtarmak için insanın hayal gücünü kontrol altına alması gerekli görülmüştür. Zihin kontrolü kolay olmadığından, sûfîler, bu konuda zikrin gücünden istifade ederler. Mevlânâ Sâdeddin Kaşgarî, akla başka bir şey getirmeksizin, bir iki saat kelime-i tevhidin manasını düşünmenin zihnî ve kalbî muhafazanın gerçekleşmesinde önemli olduğunu vurgulamıştır.689 Bu kavram, meditasyon ve yoga ile ulaşılmak istenen “zihindeki düşüncelere bağlanmama”yı sağlayan bir metottur. Ancak meditasyon ve yogada hiçbirşey düşünülmez iken, nigâh-daştta Allah dışında hiçbirşeyin düşünülmemesi esastır. Ayrıca yoga ve meditasyonda akıp giden düşüncelere müdâhale edilmezken, nigâh-daştta kötü düşüncelerin engellenmesiyle zihin kontrolü de sağlanmış olmaktadır.

2.6.8. Yâd-Daşt:

Yâd-daşt, nigâh-daştın derinliğini anlamak olarak tarif edilmektedir. Bu kavramla, nefsâni düşüncelerden ve mâsivadan temizlenen kalbin, Allah’ın zikri ve muhabbetiyle doldurulması esastır. Başka bir ifadeyle kalbin Allah Teâlâ’ya karşı gafletten uyanması ve “agâh” olmasını ifade etmektedir.690 Bu kavramın ortaya çıkardığı netice, tasavvufun kişilik gelişiminde gerçekleştirmek istediği asıl hedeflerden biridir. Tasavvufun belirlediği kişilik gelişim unsurları bu “uyanıklık” ile yol almakla birlikte, kişilik gelişiminin başlayabilmesi için de gerekli bir unsurdur. Başka bir ifadeyle kalbin gafletten uyanması ile kişilik dönüşümü başlamakta, bu haldeki istikrarla da kişilik gelişimini sağlanmaktadır.

688 Sâfî, Reşahât, 43; Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, 379

689 Sâfî, Reşahât, 44; Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, 379, 380.

165 2.6.9. Vukûf-i Zamanî:

Zamanı iyi değerlendirmek ve her halin muhâsebesini yapabilmek hatta nefes alıp verirken dahi uyanık olmaktır. Bu hali, mürid hayata geçirdiğinde artık her an Allah’ın kendisini murâkabe ettiğinin şuurunda olarak zamanını boşa geçirmekten ve gaflete düşmekten uzak olmaktadır. Bahâeddin Nakşibend, kabz halinde yani kalbin daraldığı ve sıkıldığı zamanlarda istiğfar etmeyi; bast yani kalbin genişlik ve bollukla huzura erdiği zamanlarda da şükretmeyi vukûf-i zamanî olarak değerlendirmiştir. Ayrıca zamanın, gafletle mi yoksa rızaya uygun olarak mı geçmekte olduğuna dair muhâsebenin yapılmasının önemli olduğuna da işaret edilmiştir. Sûfîler, geçmekte olan vaktin gaflet ile geçtiği idrak edildiğinde “bâz-geşt” yani “Allah’ım benim maksadım ve muradım sensin, isteğim senin rızana kavuşmaktır” diyerek vaktin içinde Allah’ın rızasına en uygun işe yönelmeyi tavsiye etmişlerdir. 691

2.6.10. Vukûf-i Adedî:

Vukûf-i adedî, zikirde sayıya riâyet etmek demektir. Burada zikir sayısından maksat zihni dağınıklıktan toplamak ve dikkati arttırarak zikir ile kalbin huzur bulmasını sağlamaktır. Zikrin çok ya da az söylenmesinden ziyâde ihlas ile söylenmesi esas olmakla beraber, bu kavramda, belli bir sayıya işaret edilmesi kalpte zikrin yerleşebilmesi bakımından sayının gerekliliğini ifade etmektedir.692 Nasıl ki, spor yapan bir kişinin kaslarının açılması için bir haraketi belli bir sayının üstünde yapması gerekiyorsa, kalbin manevî kaslarının da açılabilmesi için zikre belli sayıda devam etmek gerekli görülmüştür.

2.9.11. Vukûf-i Kalbî:

Vukûf-i kalbî, kavramının iki manası vardır. Birincisi: Yâd-daşt ile aynı manayı içeren, kalpte Allah dışında bir şeye yer vermemektir. Başka ifadeyle, zâkirin gönlünün mezkûra bağlaması olarak tarif edilmiştir. Diğer bir manası da zikir esnasında kalbe yönelmek ve kalbi uyanık tutmaya gayret etmektir. Mutasavvıflar, ancak uyanık bir kalp ile zikirden fayda sağlanabileceğini ifade etmişlerdir. Kalbi uyanık tutmak için de sol göğsün altındaki çam kozalağına benzeyen et parçasına yönelmek suretiyle693 dikkati

691 Sâfî, Reşahât, 46, 47; Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, 375

692 Sâfî, Reşahât, 47;Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, 375

166

belli bir noktaya toplamayı hedeflemişlerdir. Dikkat belli bir noktaya toplandığında ise zihin dağınıklığı büyük ölçüde kontrol altına alınmaktadır. Buradaki dikkat bir süre devam ettiğinde de dış âlemden soyutlanma ve zikirde yoğunlaşma hali yaşanmaktadır. Bu hal sona erdiğinde de “Kalpler ancak Allah’ı anmakla mutmain olur” (er-Ra’d 13/28) ayetindeki huzur hali yakalanmış olmaktadır.

167

III. BÖLÜM: TASAVVUFÎ EĞİTİMİN KİŞİLİK GELİŞİMİ İLE