• Sonuç bulunamadı

II. BÖLÜM: TASAVVUFÎ EĞİTİMDE KİŞİLİK GELİŞİMİ

2.3. Nefsin Tezkiyesi

2.3.3. Tezkiye Unsurları

2.3.3.2. Riyâzet/Kıllet

Sözlükte “yabani bir hayvanı evcilleştirmek, serkeş bir atı eğitmek, egzersiz yapmak” anlamlarına gelen riyâzet, tasavvuf ıstılahında “nefsi eğitmek için onu bir takım tabii ve meşru işlerden mahrum bırakmak” demektir. İslam dininde haram olandan uzak durmak ve mekruh olandan sakınmak esastır. Ancak sûfîler nefsi terbiye etmek, onun üzerinde hâkimiyet kurmak ve kişiliklerini sağlam bir zemine oturtmak adına mubah olan hazlardan dahi nefislerini uzak tutmayı benimsemişlerdir.570 Zira mubah olan bazı hazlar insanı, İslam’ın çizdiği sınırların üzerinde dolaştırabilmekte; her an bu sınırları aşma tehlikesi doğabilmektedir.

Yahyâ b. Muâz Râzî (ö.258/871), riyâzetin, hem insanın biyolojik ve psikolojik yapısına hem de dinin esaslarına aykırı olmaması gerektiğini söyleyerek, Allah’ın helal kıldığını insanın kendisine haram kılmasının yanlış olduğunu belirtmiştir. Ona göre riyâzet yokluk değil kıllettir.571 Başka bir ifadeyle nefsin isteklerini sıfırlamak değil; aza indirmek esastır. Mutasavvıflara göre, nefsini eğitmek ve kişiliğini sağlam bir şekilde inşa etmek isteyen insanda; niyet ve iradede doğruluk, taate götüren sebeplere sarılmak ve kötü arkadaşı terk etmek, Allah dostlarıyla birlikte olmak ve sâlih insanlarla arkadaşlık kurmak, nefsin hallerini tanımak, tevbe-i nasuh ve helalinden yemek gibi hasletler bulunması gerekmektedir. Kıllet, insanın bu hasletleri gerçekleştirmesini destekleyecek ve nefsin azgınlığını dizginleyecek olan önemli kuvvet olarak kullanılmaktadır. Azlık anlamına gelen kıllet tasavvufta, nefsin şehvetlerine getirilen

568 Kuşeyri, er-Risâle, 251-253.

569 Uludağ, “Mücâhede”, 441; Ebrar, ahyar ve şüttar yollarından ileride bahsedeceğiz.

570 Süleyman Uludağ, “Riyâzet”, DİA, (Ankara: TDV Yayınları, 2008), 35: 143.

133

kısıtlamayı ifade etmektedir. Bu azlık metodu yemede, uykuda ve konuşmada uygulanmaktadır.572

Az yemek yoluyla nefsi terbiye etmeyi Ebu Talip el-Mekkî, vücudun açlıkla rahat bulması ve hafiflemesinden yola çıkarak izah etmiştir. Açlıkla kalpte deveran eden kanın azalacağından kalbin aydınlanacağını ve idrakin artacağını ifade etmiştir. Ayrıca kalpteki yağların da erimesi suretiyle katı olan kalpte incelme ve hassasiyetin olacağını, böylelikle nefis ve şeytanın kalp üzerindeki hâkimiyetinin azalacağını açıklamıştır. 573 Nitekim Hz. Peygamber “Çok yiyip içmekle kalplerinizi öldürmeyiniz. Zira kalp bir ekin

tarlası gibidir, fazla su basınca tohumu keser ve çürütür.” sözüyle çok yemenin

kalpteki etkisine dikkat çekmiş ve insanlara midelerinin üçte birini yemekle üçte birini suyla doldurup üçte birini de boş bırakmalarını tavsiye etmiştir.574 Bu hadis çerçevesinde sûfîler, çok acıkmadan sofraya oturmamayı ve doymadan da sofradan kalkmayı düstûr edinmişlerdir. Sûfîlerin, kişilik gelişim metodu olarak uyguladığı, az yemek suretiyle nefsin terbiye altına alınması; ya öğünlerin sayısını azaltmak ya da öğünlerin arasını uzatmak veyahut yemek miktarını ve çeşitliliğini azaltmak şeklinde yapılmaktadır.575

Az yemenin neticesinde, az uyumak ortaya çıkmaktadır. Zira çok yemek gaflete ve çok uyumaya sebep olmaktadır.576 Az yemek ise, insanı tâat ve ibadete sevk etmekte; gönlün Hakk’ın muhabbetiyle dolmasını sağlamakta, nefsin kontrol altında tutulmasını sağlamaktadır. Bununla birlikte az yiyenlerde tevâzû, tatlı dillilik, ölümü çokça hatırlama, cömertlik gibi güzel hasletlerin görüleceği de ifade edilmiştir.577 Sûfîlerde uyku hali iyice bastırmadan uykuya yönelmemek esastır. Çok uyumak da insanda gaflete, akıl ve anlayış azlığına ve kalp duyarsızlığına sebep olmaktadır. Bu sebeple sûfîler, uyku bastırmadan yatağa girmezler ve çok uyumadan da kalkarlar. Uykuya yenik düşene kadar, vakit içinde Allah’ın rızası için ne yapılması icap ediyorsa onunla meşgul olurlar. Gece uykusuzluğundan dolayı, gündüz bedenleri yorgun düşmemesi için, Hz. Peygamberin sünneti olan “kaylûle”578 yaparlar. Hz. Peygamber bir hadisinde

572 Ebu Tâlip el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb, 1: 382.

573 Ebu Tâlip el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb, 1: 382.

574 Gazâli, İhyâ, 5: 287.

575 Bu konuda Bk.Ebu Tâlip el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb, 4: 104- 115.

576Gazâlî, İhyâ, 5: 267.

577Eşrefoğlu Rûmî, Müzekkin-Nüfus, 275.

134

kaylûlenin insanın gece ibadetlerine kalkmasına destek sağladığını579 buyurmuştur. Bu uykusuzluktan tek murad edilen; ömrü uykuyla heba etmemek ve ibadete çokça zaman ayırmak değildir. Gece herkesin ve herşeyin uyuduğu, sükûnetin sağlandığı vakitte uyanık durarak kalbi gaflet uykusundan uyandırmak amaçlanır. Mutasavvıflara göre kalp uyandığında ancak uykusuzluğun hikmeti ortaya çıkmaktadır. Zira uyuyan bir kalp ile gece uyanık kalınsa bile elde kalan sadece uykusuzluk olacaktır. Hasan-ı Basrî’ye göre gecesini çok uyku ile geçiren kimseler gündüzünde çok ve boş konuşan kimselerdir.580 Gecesini ibadet, tefekkür ve zikirle geçiren insanlar, bu manevî halin etkisini gün içinde de hissederek az konuşup çok tefekkür ederler. Az uyku insan bedenine dinçlik, zindelik kattığı gibi konuşmada itidal sağlamaktadır.

Az konuşmak yani sükûttan kastedilen gereksiz konuşmayı terk etmektir. Nitekim Hz. Peygamber “Boş ve faydasız işleri terk etmek, kişinin İslamiyetinin güzelliğindendir.”581 buyurmuştur. Ebu Talip el-Mekkî gereksiz konuşmayı terk eden kimsenin aklının gelişeceğini, vera ve takvayı öğreneceğini ve Allah’ın o kuluna faydalı ilim, doğru görüş ve muhâkeme gücü, doğru söz ve güzel amel ihsan edeceğini söylemiştir. Ancak az konuşmak ve susmak kişiye zâhirde fayda sağladığı halde, susması tefekkür için değilse bu sükût insanın gelişimine hiçbir katkı sağlamamaktadır. Bu sebeple sûfîler az konuşmakla, sessizliği değil tefekkürü kastederler. Zira az konuşup çok tefekkür eden kimsenin zihni kuvvetleneceği gibi dil ile yaptığı hatalar da en aza inecektir. Âriflerden biri “Akıl çok olunca, kelam az olur. Akıl az olduğunda söz çoğalır” diyerek akıllı kimselerin az konuştuğuna dikkat çekmiştir. Ayrıca sükût âlimin süsü, cahilin de sıkıntısı olarak tarif edilmiştir. Sûfîler, konuşmaktan ziyade susmakta daha büyük faydalar görmüşlerdir. Gerek cahil gerekse âlim karşısında susmanın önemini şöyle ifade etmişlerdir: “Konuşmayı öğrendiğin gibi susmayı da öğren. Konuşman seni

doğruya ulaştırırsa, sükûtun seni tehlikelerden korur. Sükûtunda senin için iki fayda vardır: Birincisi susarak senden daha cahil birinin cahilliğini ve edepsizliğini defedersin. İkincisi susarak senden daha âlim birisinden ilim öğrenirsin.” Sûfiler,

insanın kendisine şu soruları yöneltmek suretiyle çok ve gereksiz sözden uzak durmasını tavsiye etmişlerdir:

 Bunu niçin söyledin, konuştuğun seni ilgilendirir miydi?

579 Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, VII, 112.

580 Ebu Tâlip el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb, 1: 385.

135  Konuşmanda bir fayda oldu mu?

 Konuşmasan bir zararı olur muydu?  Konuşmasan daha kazançlı olmaz mıydın?

 O sözün yerine “Sübhanallah”, “Elhamdülillah” diyerek sevabını alsan daha iyi olmaz mıydı?582

Sûfîler, insanın bu soruları kendisine sorarak, konuşmadan önce düşünmeyi öğrenmesini istemektedirler. Hasan-ı Basrî, mü’minin dilinin kalbinin arkasında olduğunu; dolayısıyla konuşmadan önce düşünüp, faydasına ise konuştuğunu zararına ise sustuğunu ifade etmiştir. Hatta kalbine ne gelirse düşünmeden söylemenin münafıkların özelliği olduğunu söylemiştir. İnsanın diline sahip olmasını birçok hadisinde öğütleyen Hz.Peygamber, kulun kalbi doğru olmadıkça halinin; dili doğru olmadıkça da kalbinin düzgün olmayacağını söylemiştir.583 İnsan ağzından çıkan her sözden mesul kabul edilir. Bu sebeple sûfîler, kendilerini susmaya alıştırmak için ilginç yöntemler denemişlerdir. Kimi sûfînin, ağzına çakıl taşı koyarak, konuşacağı esnada dilinin çakıl taşına çarpmasıyla sustuğu nakledilmektedir. Kimisinin de her boş konuşmasına karşılık kendisine oruç ve namaz gibi nafile ibadetler yüklemek suretiyle sükûtu öğrendiği anlatılmaktadır.584

Gazâlî, riyâzete, kılletin yanında halveti de eklemektedir. Ona göre az yemek şehveti öldürür, kalbi yumuşatır; az uyumak kalbi nurlandırır, dünyaya meyli azaltır ve ahirete teveccühü arttırır; az konuşmak aklı takviye eder, şüpheli şeylerden uzak durmayı ve takvayı öğretir; halvet yani yalnızlık ise meşgaleyi azaltır; kalbe giden yol olan göz ve kulağı korur.585