• Sonuç bulunamadı

SİNEMAYA KAYNAKLIK EDEN ANLATI GELENEĞİ VE DIŞ GERÇEKLİK

2.1. Sinemanın Yapısı ve Dış Gerçeklikle İlişkis

2.1.3. Sinematografik Anlam ve Anlatım

James Monaco, tamamen olgunlaşmış bir sanat olarak sinemayı bağımsız bir girişim şeklinde değil modern Batı kültürünün dokusunda tamamlayıcı bir bileşen olarak görmektedir. Sinema ona göre, yönetmen ve konu, film ve izleyici, psikoloji ve politika, görüntü ve ses, kurgu ve mizansen, göstergeler ve anlam, kültür ve toplum, biçim ve işlev gibi bir dizi karşıtlıklar serisidir. Monaco sinemayı hayat, sanat ve gerçeklik üzerinde temel soruları soran kod ve alt kodlar dizisi olarak tanımlar.173

Sinemada sanatsal alana giren her şey bir anlam taşımaktadır. Zaten sinemanın etkileme gücü de bu, bir plan çerçevesi içinde kurulmuş anlam taşıyan parçaların birleştirilerek oluşmasından ve bu bütünün bir enformasyon taşımasından kaynaklanmaktadır. Bir filmi izlerken gördüğümüz her şey, hem bir anlam hem de

171y.a.g.e., 38 s.

172Armes, a.g.e., 1974, 167s. 173Monaco, a.g.e., 402 s.

87 bir enformasyon taşımaktadır. Sinematografik anlam, sadece film dilinin araçlarıyla dışa vurulan bir anlama sahiptir ve sadece sinemaya ait tekniklerle gerçekleştirilen semiyotik öğelerin bir araya gelişiyle ortaya çıkar. Sinema dilinin temelinde dünyanın görsel olarak algılanması söz konusudur.174

Sinematografik anlatım formel bir sistemdir ve biçimsel yapı anlam üretimi üzerinde büyük etkiye sahiptir. Biçim ve içerik sanatın diğer tüm alanlarında olduğu gibi sinemada da diyalektik bir bütün teşkil eder. İkisi birbirine bağlıdır ve birbirlerinden etkilenirler. Öz ve biçimin diyalektik bir çatışma sonucunda sanat yapıtını bir denge içinde meydana getirdiğini, sanat yapıtında ise, bu ikisi arasından birine verilecek önemin, biri adına dengeyi bozacağını ve böyle bir sanat eserininse değerini yitireceğini söyleyebilmek mümkündür. Kısaca belirtecek olursak biçim ve içerik diyalektik bir ilişki içinde var olan bir bütündür. Sanat yapıtlarında belirleyici öğe olmakla birlikte öz, tek başına asla artistik bir etki yaratmaz. Artistik etki özün gerektirdiği biçimleniş sonucunda ortaya çıkmaktadır. Bir sanat eserinde biçim çok gereklidir zira o zaman hiçbir özen gösterilmeden anlatılan her olay hikâye, tuval üzerine vurulan her fırça resim olurdu. Bunun gibi arka arkaya konan her görüntü de bir film oluşturabilirdi.175 Oysa bu mümkün değildir ve bir anlam bağıyla birbirine bağlanmamış ve bir ilişki içermeyen tesadüfî görüntüler, bir film oluşturabilme şansını taşımamaktadırlar. Sinemaya özgü bu anlatım dilinde anlatılmak istenen en kısa ve en etkili şekilde verilmek durumundadır.

“Filmin söz hazinesi (vocabulary), çekilmiş basit görüntüdür; filmin grameri ve söz

dizimi (syntax), çekimlerin bir düzene sokulduğu kesme, birleştirme ya da kurgu süreçleridir. Tek tek çekimlerin, tek tek sözcüklerinki gibi anlamı vardır, fakat dikkatle düzenlenmiş bir seri çekim, sözcüklerden kurulu bir cümle gibi iletir anlamı. Yanan bir evin, ağlayan bir kadının, hemen tepede uçan bir uçağın çekimlerinin her birinin basit birer içeriği (özü) vardır, fakat uçak/ev/kadın sırasıyla düzenlenirse, her üçü bir söyleyiş, bir anlatım meydana getirir.”176

174Yuriy M. Lotman, Sinema Estetiğinin Sorunları, çev. Oğuz Özügül, İkinci basım, Öteki Yayınevi,

Ankara, 1999, 71 s.

175 Mehmet H. Doğan, Estetik, Üçüncü basım, Dokuz Eylül Yayınları, İzmir, 2003, 233s. 176 “Robert Richardson, Litarature and Film, s.65, Indiana Unıversity Press, 1969” Mehmet H.

88 Sinema genelde (aynı zamanda teknik bir icat olarak) resimsel, dramatik ve anlatımsal alanların çoğunu kapsar. Sinemanın grameri yoktur ama bir kodlar sistemi vardır. Adanır, bilimsel açıklamalara göre anlamın mantıksal yapısının dilbilgisel ya da söz dizimsel kurallarla belirlendiğini ve mantığın doğru düşünme kurallarının bilgisi olduğunu söylemektedir.177 Bu noktadan hareketle sinemanın, akıl yürütme ve doğru düşünme kurallarının bilgisi olan mantık ile çok sıkı bir ilişkisi olduğunu ifade eder. Yani yönetmen sinematografik dilini imgeler aracılığıyla, belli bir mantık çerçevesinde oluştururken, senaryo ve oyunculuğun dışavurumu, ışık ve renk, hepsi bu mantık etrafında birleşmelidir. Adanır’ın vurguladığı sinemanın dil gibi mantıklı bir sistem üzerine kurulması gerekliliği fikri onun inandırıcılığıyla yakından ilgilidir. Sinemada anlam bu şekilde sistematize edilmiş imgelerin mantıklı birliğinden ve sinemanın içerdiği tüm öğelerin (ses, müzik, oyunculuk, ışık vs.) mantıklı birleşiminden yaratılır. Adanır sinemanın dil gibi mantıklı bir dizgeden oluştuğu fikrini şu şekilde dile getirmektedir;

“Sinema genelinde psikolojik ya da simgesel bir anlam taşıyıcı ve aktarıcıdır. Ancak

sözcükler gibi bu işi bir dayanak aracılığıyla yapabilmektedir. Dilin dayandığı sözcükler ve yazı, sinemanınkiyse film şeridi ve imgelerdir. Dildeki sözcüklerin kısıtlı anlamlarına karşılık filmdeki imgelerin sınırsız anlamı olabilmektedir.”178

Jean Mitry’e göre de sinema ideografik bir dil biçimidir. Ancak yine de ikisinin arasında önemli farklar vardır. Dil yetisi sözleşmesel ve değişmeyen simgelere sahipken, sinemadaki kaygan simgelere anlamını veren yeniden canlandırılan olaylar değil içinde bulundukları görsel bağlamdır. Ve bu bağlamda içerdiği ilişki açısından olaylara geçici bir anlam yüklemektedir. Bu nedenle sinemada bir fikri çeşitli şekillerde anlatabilmek mümkünken, bu fikri her seferinde aynı imgelerle anlatamayız. Çünkü sinemada gösterenle gösterilen arasında bir sabitlik ve değişmezlik yoktur.179 Estetiği, sanat yapıtının var oluş koşullarını ve onu bir sanat yapıtı yapan değerleri belirleyen kurallar bütünü olarak tanımlarsak, bu durumda Mitry (sinemanın diğer sanatlardan daha özgün bir yapıya sahip olması nedeniyle) böyle bir sinema estetiğinin mümkün olmadığını belirtmektedir.

177Oğuz Adanır, Sinemada Anlam ve Anlatım, İkinci basım, Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel

Sanatlar Fakültesi Yayınları, İzmir, 1994, 47 s.

178y.a.g.e., 51 s.

89 Sinemanın mantığını ortaya koyarken onun diğer sanatlardan farklı olarak, sadece estetik ilkeler üzerine asla kurulamayacağını bu ilkelerin, biçimsel uygulaması olan psikolojik ve mantıksal işlevler üzerine kurulması gerektiğini belirtir.180 Çünkü bu şekildeki bir estetik sadece klasik anlamdaki bir sanat için geçerlidir. Mitry sinemayı; “yalnızca bir gösteri değil, bir yazım biçimi, az çok anlamla yüklenmiş imgelerle bir öykü anlatma biçimi”181 olarak tanımlayarak filmsel biçimlerin varlıklarını, yeniden canlandırılmış şeylere bir biçim kazandırarak ve dönüştürerek, kendi imgesi aracılığıyla kendini sunan gerçeğe borçlu olduğunu belirtir. Böylelikle Mitry, sinemanın, belirli estetik kurallarla açıklanamayacak kadar kompleks ve birçok bileşene sahip, sınırlarının da oldukça geniş bir sanat dalı olduğunu vurgular.

Sözcükler ya da göstergeler düzeyinde sözcüklerin bir sözlüksel ya da temel anlamları bir de kullanıldıkları bağlama göre değişen ruhsal anlamları vardır. İşte göstergelerin sinemada bir temel anlamları ve bir de içinde yer aldıkları bağlama göre değişebilen ruhsal anlamları mevcuttur. Anlamı taşıyan araç dildir. Bir dışavurum ve iletişim aracı olan dil anlamlı sözcükler ve söz dizimsel kurallardan oluşmaktadır. Burada sözleşmesel bir anlam birliği bulunmaktadır. Sinemada sözleşmesel bir anlam birliği yoktur. Ancak sinemanın kendine özgü kuralları vardır. Sinema psikolojik ya da simgesel bir anlam taşıyıcısıdır. Dilde anlamı aktaran nasıl sözcükler ise, sinemada da bu aktarımı film şeridi ve imgeler yapar.182

Metz’e göre, sinema ve dil arasında bir karşılaştırma yapılacak olursa imge bir sözcük değildir, sekans da bir cümle değildir. Yine de film dil gibidir. Sinemayı diğer dillerden ayıran, sinemada gösterenle gösterilenin neredeyse aynı olup göstergeye kısa devre yaptırmış olmasıdır. Bir dili kullanırken dilin seslerini ve anlamlarını anlayabilmek gerekir. Ancak sinemada gösterilenle gösteren aynıdır. Yani gördüğümüz anladığımızdır.183 Christian Metz, sinemasal anlamı oluşturan kodlar sistemi açıklarken bir filmden anlam çıkaracağımızı belirleyen nedir sorusuna yanıt aramıştır. Filmde işleyen birçok kod kültürün diğer alanlarından gelir. Bunlar

180y.a.g.e., 199 s. 181y.a.g.e., 207 s.

182Adanır, a.g.e., 1994, 50 s. 183Monaco, a.g.e., 397 s.

90 sinemaya özgü olmayan kodlardır. Ayrıca sinemanın ödünç aldığı ya da diğer kitle iletişim araçlarıyla paylaştığı ortak kodlar vardır. Kodlar alt kodlara ayrılabilir. Film tamamen bu kodların olası dizisidir. Buna göre filmde anlam, bu kodlar aracılığıyla oluşturulmaktadır.184

Sinematografik anlam çeşitli kodlar aracılığıyla oluşturulur. Ancak bu kodların bir dil gibi kesinliği yoktur. İçerik olarak her film bir şey ifade eder ve bir şey iletir. Bu içerik ise yine sinematografik anlatım sayesinde oluşturulan biçimle kendini sunar. Sinematografik anlatım çeşitli tekniklerden oluşmuştur. Sinemayı farklı kılan bu tekniklerin başında, onun dış dünyayı ve hareketi insan gözüne benzer bir biçimde kaydedip sunması ve bu nedenle de büyük bir yanılsama yaratabilmesi gelir. Böyle bir yanılsama bize, izlediğimiz şeyin bir kamera tarafından kaydedildiğini unutturur. Ama bu illüzyonu kuvvetlendiren bir başka etki de, sinema sanatının zamanla teknolojik bir buluş olmaktan çıkıp insanlara öyküler anlatan bir anlatım aracına dönüşmesi sürecinde, daha iyi öykü anlatabilmek için geliştirdiği tekniklerdir. İşte bu teknikler sinemanın dilini, biçimini ya da kısaca sinematografik anlatımı oluştururlar. Sinematografik anlamsa bu dilin ilettiği söylemdir, o eserin anlattığı şey yani içeriğidir.

Sinematografik anlatımın gelişim süreci öncelikle alıcının -tıpkı insan gözü gibi- hareket edebilme yetisinin fark edilmesi ve kullanılmasıyla başlamıştır. Buna göre bir nesneyi sabit bir alıcı ile kaydedip sunmaktaki fotografik etki de terk edilmeye başlanmıştır. Çünkü sabit alıcı tıpkı bir fotoğraf makinesi gibi olabildiğince sınırlı anlatım olanaklarına sahiptir. Ancak alıcının hareketlenmesi sağdan sola, yukardan aşağıya çevrinmesi, nesneyi değişik açılardan sunabilmesini sağlamaktadır. Bunun yanı sıra bir diğer önemli gelişim kurgu tekniklerinin bulunmasıdır. Bu olanak sinematografik anlatımın sınırlarını da değiştirecektir. Kurgu, bir çekimi, çeşitli açılardan ya da çeşitli kereler tekrarlanmış benzerleri arasından seçebilme şansını kazandırmış bu sayede eldeki çekimlerle oynayarak, onları sübjektif bir bakışın isteği doğrultusunda kesip biçerek yeni bir anlatım yaratabilmek mümkün olabilmiştir. Aynı zamanda bu buluş sinemanın tiyatro gibi, belirli bir zamana ve

91 mekâna sıkışıp kalmasının da önüne geçmiştir. Ancak tüm bu teknik ifade biçimlerinin tek olumsuz tarafı, dramatik bir anlatımı tercih eden klasik sinemasal anlatımın, dramatik öyküyü oluşturmada ona bir yandan katkı sağlayan bu tekniklerin bir yandan da alıcıyı hissettirdiği için -zira hareketsiz duran bir alıcı devinen bir alıcıya göre, hiç kesmeksizin süren çekimleri aktaran alıcı ise parçalanıp kurgulanmış çekimleri aktaran alıcıya göre daha az fark edilecekti- sinemanın yarattığı illüzyon sürecinde kırılmalara sebep olacaktı. Oysa sinema tarihi bunun böyle olmadığını göstermektedir. Tam aksine sinema, parçalanıp kurgulanmış çekimlerle, kamera hareketleriyle, dramatik bir öykü anlatabilmiş ve alıcı büyük bir sihirbazlıkla hiç hissettirmeden gizlenmeyi başarmıştır. Hatta bu gün hareket etmeyen bir alıcı ve kesmelere tabi tutulmayan görüntüler bizi anlatıya daha çok yabancılaştırır gibi görünmektedir. Peki, sinematografik anlatım bunu nasıl başarmıştır? Sinematografik anlatım bunu dramatik anlatımı kurma yolunda geliştirdiği kendine has tekniklere borçludur. Sinemanın dramatik anlatıma dayalı öykü anlatma yetisi diğer bölümlerde ele alınacaktır.