• Sonuç bulunamadı

1.3. Anadolu’da Anlatı Yapısının Kökenler

1.3.1. İslamiyet Öncesi Türklerin Halk Edebiyatı

Türklerde de Fuad Köprülü’ye göre yazı yayılmadan evvel “milli-şifahi” (sözlü) bir edebiyat söz konusudur. Bu edebiyat, muhtelif yazıların Türklerin arasına yayılmasından sonra da devam etmiştir. İslamiyet’in yerleşmesinden sonra bile Türklerin Şamanist inançlarından kalma eski inançların İslamiyet adı altında yaşadığı Köprülü’nün de üzerinde durduğu bir durumdur. Şamanlar hakkında Köprülü, bize şu bilgileri vermektedir: En eski Türk şairleri Tonguzların “Şaman”, Altay Türklerinin “Kam”, Yakutların “Oyun”, Oğuzların “Ozan” dedikleri şairlerdir. Bu Şamanlar sihirbazlık, dansçılık, müzisyenlik, hekimlik ve şairlik gibi birçok özelliği bir arada toplamaktadırlar. Bu Şamanların halk üzerinde büyük etkileri vardır. Köprülü, Şamanların muhtelif zamanlarda yaptıkları işlerin şeklinin, kıyafetlerinin vs. değiştiğini ama gökteki tanrılara kurbanlar sunmak, ölümler, kötülükler, hastalıklar gibi kötü cinler ya da ruhlar tarafından yapılan işleri efsunla yok etmek gibi görevlerinin daima değişmeden varlığını koruduğunu söylemektedir. Bu işler için yapılan ayinlerde Şaman kendisinden geçmiş bir hale gelerek dans etmekte ve bir takım şiirler okumaktadır. Kendi müzik aletiyle çalıp söylediği bu şiirler, Türk şiirinin de en eski halini oluşturmaktadır.112 Köprülü’nün de belirttiği gibi Eski Türk anlatıları, yazının kullanılmadığı ya da çok sınırlı olarak kullanıldığı tüm kültürlerde olduğu gibi, sözlü anlatılardan ibarettir. Sözlü kültür ise genel olarak şiir ve destanlardan oluşur. Yazının bulunması ve yaygınlaşmasıyla anlatı biçimleri de gelişmiş ve değişmiştir. Ancak genel olarak bu çalışmayı ilgilendiren ve bu nedenle üzerinde durulacak konu; sözlü geleneğe dayanan anlatı biçimlerinin, çok uzun süre - Türklerin Anadolu’ya yerleşip Anadolu kültürü içinde yer almalarından sonra da- devam ederek, Anadolu kültürü içinde genel ve baskın bir anlatı biçimini teşkil ediyor olmasıdır.

53 Uzun süreli ve sözlü temele dayanan düşünce genellikle şiir kalıbındadır ya da ritim ağırlıklıdır. Yukarıda da bahsedildiği gibi Türklerin edebi biçimlerinin en arkaik şeklinde Şamanların kopuzlarıyla ayinlerde söyledikleri şiirler bulunur. Düşüncenin ya da sözün yazı ile saklanamıyor oluşu onun ritim veya tekrarlı biçimlerle hafızada kalması yolunda biçimleri geliştirmiş bu doğrultuda da dans ve bedensel ritim önem kazanmıştır. Çünkü bu tarz tekrarlar düşüncenin ya da sözün hafızada kalmasını kolaylaştırmaktadır. Walter J.Ong sözlü düşünce biçiminin geliştikçe hazır deyişler ve kalıpların kullanımında ustalık kazanıldığını vurgulamaktadır.113 Bu anlamda arkaik ve sözel iletişime dayalı kültürlerde tekrara dayalı biçimlerin -şiir gibi- önem kazandığı görülmektedir.

Köprülü, Türklerin çeşitli zamanlarda başka din ve uygarlıkların etkisi altında kaldıklarında bile Ozan/Şamanların varlıklarına zarar gelmediğini belirterek onların önemini vurgulamaktadır. Nüfusları çok fazla olan bu Şamanlar, eski Türk ordularında hükümdarların yanında mutlaka bulunmuşlardır. Bu Şamanlar sadece yeni olaylara ve kahramanlık durumlarına ait şiirler okumakla kalmamışlar milli Türk destanından alınmış parçaları da okumuşlardır. İslamiyet’ten sonra ise Şaman/Ozanların menkıbeleri, İslam mutasavvıflarına geçmiştir. Ozanlar da ellerinde sazları ile Müslüman halk şairi olarak -hatta az çok mutasavvıf olarak- kalmışlardır.114 Buna göre sözlü kültüre dayanan, Şaman/Ozanların aktararak getirdikleri anlatı biçimleri Türk edebiyatı içinde kalıcı olmuştur.

Köprülü’nün, Şamanizm’in en önemli unsurlarından olan ayinlerde Şaman şairlerin rolü üzerine söylediklerine bakılacak olursa, Türklerin İslamiyet öncesi edebiyatını destanlar (menkıbe/epos) ve Şaman/Ozanların şiirlerinden yani sadece sözlü eserlerden ibaret olduğu görülmektedir. Şamanlarda önemli bir unsur olan bu ayinlerden birincisi sığır yani öküz denilen sürgün avlarıdır. “Sığır” yani öküz, Oğuzların milli totemidir. Bu ayin kutsal öküzün avlanmasından sonra bir kominyon ziyafeti yapılmasıyla oluşur. Bu ayin daha sonra dini özelliğini kaybetmiş olmakla

113Walter J. Ong, Sözlü ve Yazılı Kültür, çev. Sema Postacıoğlu Banon, Birinci basım, Metis

Yayınları, İstanbul, 1995, 50 s.

54 birlikte Osmanlılara kadar devam etmiştir. Bu av ayininin özellikleri bir yana, burada önemli olan Şaman/Ozanların avdaki rolleridir. İslamiyet’ten önce bu av/ayinlerde dini/sihri şiirler okuyan Şamanlar daha sonra da avları takip eden bu ziyafetlerde hükümdarların büyüklüğünü ve ululuğunu anlatan şiirler ya da eski kahramanlık menkıbeleri anlatmaya başlamışlardır. Köprülü’ye göre başlangıçta bu av törenlerinde dini destanlar okuyan şairlerden sonraları zafernameciler, şehnameciler ve halk destancıları çıkmıştır.115

Diğer önemli ayin de genel olarak yapılan kurban ziyafetleridir ki bunlara şölen/toy adı verilir. Burada da Şaman şairler dini-sihri bir takım ezgiler söylemişlerdir. Bu törenlerde de önemli role sahip olan şairler İslamiyet’in kabulünden sonra halk arasında varlıklarını sürdürmeye devam etmişlerdir. Matem ayini olan “Yuğ” larda da ilk zamanlarda ruhani bir niteliği olan Şaman/Ozan, ölünün defni için kopuzu ile çaldığı esrarlı bir takım şarkıların etkisi ile ölenin ruhu için istirahat dilemiştir. Şairin sadece dini bir görev gördüğü bu ilk zamanlardan sonra, matem ayinlerinde ölünün hatırasını yaşatacak şiirler oluşmaya başlamıştır. Ölenin kahramanlıkları kopuz eşliğinde belli bir kitleye karşı okunmuştur. Türklerin halk edebiyatındaki mevcut kahramanlık destanlarının birçoğu Köprülü’ye göre bu matem ayinlerinin kalıntısıdır. Bütün bu dini ayinlerde oluşagelen bu eserler, gerek şölenlerdeki kasideler gerek sığırdaki destanlar ya da matemlerdeki mersiyeler olsun başında dini/Şamanistik bir içerik taşımaktadır. Bunlar Şamanizm’in en eski dönemlerinde daha çok tanrılara söylenen ilahi (hymne) halindedirler. Daha sonra din dışı olmuşlar ve eski tanrıların yerini menkıbevi kahramanlar, hükümdarlar ve tarihi kahramanlar almışlardır.Bu kasideler, destanlar ve mersiyeler uzun yıllar iç içe geçmiş halde bulunmaktaydılar. Köprülü bu kahramanlık destanlarının ve mersiyelerin tüm topluluklarda edebiyatın ilk nüvelerini oluşturduğunu şu şekilde ifade etmektedir;

“Şair bir taraftan kahramanın vefatına pek coşkun bir hisle ağlarken, diğer taraftan tamamıyla suskun ve ağır bir eda ile onun menkıbelerini, cenklerini, kahramanlıklarını anlatıyordu. Hulasa, bugünkü bilgimize göre Türklerde edebi

55

gelişmenin ilk safhalarının başka milletlerdekinden tamamen farksız olduğunu kesinlikle iddia edebiliriz.”116

Köprülü’ye göre Türk edebiyatını diğer ulusların edebiyatından ayıran şey onun hala bu izleri taşımasında aranmalıdır. Bu anlamda Köprülü eski Türk edebiyatının kavmi bir niteliğe sahip olduğunu ve Türklerin bugünkü halk edebiyatında bile bu eski kavmi edebiyatın birçok unsuru hala büyük bir ölçüde yaşadığını belirtmektedir. İslam-İran medeniyetinin asırlardır devam eden etkisine rağmen bu eski edebiyatın izleri kendini korumaktadır. Bu edebiyatın en önemli yapısal özelliği Köprülü’nün de belirttiği gibi sözlü-şifahi bir niteliğe sahip olmasıdır. Sözlü anlatım biçimi Türklerin oldukça statik olan zihniyet biçimlerinin içinde var olan bir unsur olarak, günümüze kadar çeşitli şekillerde gelerek bugünkü anlatı biçimlerimizi belirleyen bir etkinliğe sahip olmayı sürdürmüştür.