• Sonuç bulunamadı

1.3. Anadolu’da Anlatı Yapısının Kökenler

1.3.2. İslamiyet Sonrası Anadolu’da Halk Edebiyatı

Türkler, İslamiyet’i kabul ettikten sonra Arap ve Acemlerin ortak ürünü olan klasik edebiyatla tanışmışlardır. İslam toplumunun ortak üretimi sayılabilecek bu medeniyet; edebiyatta da ortak bir takım kalıplar oluşturmuştur. Bu medeniyetin içine giren her kavim kendi kültürünü korusa da, ruh ve hissiyatını bu oluşmuş ortak kalıplar içinde anlatmıştır. Türkler İslam medeniyeti ve edebiyatıyla tanıştıklarında Acemlerin edebiyatı belirli şekil ve kuralları ile tam bir klasik edebiyat haline gelmiştir. Böyle olunca İslam ve Acem kültürüyle tanışan Türkler, Türk saraylarında birkaç yüzyıldan beri büyük bir yer kazanmış olan bu edebiyatın şekil ve kurallarını almışlar ve Acem edebiyatı içindeki eserleri taklide başlamışlardır. Acem kelimeleri, Acem nazım şekilleri ve hatta Acem ruh ve zevki de Türk edebiyatı içerisinde girmeye başlamıştır. Türk halk edebiyatı geleneğinin güçlü bir biçimde varlığını sürdürmesi nedeniyle, bu saray ve medreselerdeki taklit edebiyat halk kitlelerinde karşılık bulmamıştır. Ancak Köprülü’ye göre, okumuş sınıflarla halk kitleleri arasında sürekli bir iletişim ve etkileşim olacağı düşünülürse, bu okumuş kitlenin

56 (Acemleri taklit ederek) oluşturdukları klasik edebiyat üzerinde halk edebiyatının ve halk edebiyatı üzerinde de bu klasik edebiyatın etkisi mutlaka büyük olmuştur.117

İslamiyet’ten sonra yazılmış olan en eski Türkçe eser Kutadgu Bilig’dir. Köprülü, Kutadgu Bilig ve benzeri eserlerin medrese vs. gibi yerlerde ve okumuş eğitimli saray çevrelerinde okunduğunu, halkın ise kendi ihtiyaçlarını halk şairlerinin eserleriyle karşıladığını vurgulamaktadır. Halk edebiyatının uzun asırlar boyunca çok az değiştiğini, zaten değişme kabiliyetinin düşük olduğunu belirten Köprülü, İslamiyet sonrası halk edebiyatının, İslamiyet öncesi ana yapıları koruduğunu söylemektedir. Bunlar arasında öğreticiolanlar sayılabilir. Bu eserler birtakım ahlaki konuları içermektedir. Cimriliğin kötülüğü, kahramanlığın ve cömertliğin önemi vs. Bu eserler arasında en önemlileri sagu- mersiyelerdir. Bu mersiyeler İslamiyet’ten önce dini (Şamanist) bir özellik taşımaktaydılar. İslamiyet’ten sonra bu dini içerikleri ortadan kalktıysa da mersiyeler varlıklarını korumaya devam etmişlerdir. Ölen kişinin arkasından yapılan bu mersiyelerde ölünün faziletleri, kahramanlıkları, ölen kişi için kavmin hatta tabiatın ne denli üzgün olduğu tasvir edilmekteydi. Bu mersiyelerde doğa, uzun uzun tasvir edilip canlandırılır. Bunlarda sadece doğaya karşı değil hayatın tüm tezahürlerine karşı bir bağlılık görülür. Mersiyeci, hayatın güzelliklerini de aktarır. Yaz gelince bülbüllerin öteceği, aşıkların sevişeceği vs.118

Türkler Anadolu’ya gelmeden önce, İslamiyet’i kabulden sonra çok fazla sayıda eser vermişlerdir. Ancak genel olarak bu çalışmanın ilgilendiği eserler, daha geniş kitlelere yayılmış olmaları bağlamında halk edebiyatı örnekleri olacaktır. Çünkü bu eserler belirli bir zihniyetin somut dışavurumlarını oluşturmaktadırlar. Ayrıca Türklerin Anadolu’ya gelişi bu çalışma için daha belirleyici sınırlar çizmektedir. Çünkü Anadolu üzerinden filizlenen düşünceler ve bunların somutlaşmış biçimleri olan halk edebiyatı örnekleri bugün varlığını hala sürdüren bir zihniyetin de taşıyıcıları olarak o zihniyetin kökenlerini oluşturmaktadır. Bu oluşum Anadolu coğrafyasının özgün varlığından bağımsız düşünülemez.

117y.a.g.e., 141 s.

57 Türklerin İslamiyet’i kabulünden sonra batıya doğru göçleriyle Oğuz göçebeleri kendileriyle birlikte eski edebi geleneklerini ve halk edebiyatlarını da ozanlarını/kopuzcularını da götürmüşlerdir. Ozanların kopuzlarıyla çalıp söyledikleri eski halk destanları ve eski milli destan parçaları Anadolu’ya gelip yüzyıllarca yaşamıştır. Köprülü’ye göre örneğin Dede Korkut anlatıları bu büyük göçlerde yayılmıştır.

Tasavvuf edebiyatı ise, Türklerin İslamiyet’i kabul etmelerinin ardından hızla yayılan Tasavvuf düşüncesi ile Türklerin eski edebi eserlerinin birleşmesiyle oluşmuştur. Tasavvuf edebiyatında en önemli isimlerden biri, aynı zamanda Yesevilik tarikatının da kurucusu olan ilk Türk Sufisi Ahmed Yesevidir. Yesevilik tarikatı daha sonradan Haydarilik, Bektaşilik, Nakşibendîlik gibi üç büyük ve kuvvetli tarikatın doğuşunda rol oynamıştır. Köprülüye göre; zikir tarzı ve diğer ayinlerinde ve geleneklerinde açık bir biçimde Türk paganizminin izleri görülmektedir. Bu nedenle önemini kaybetmemiştir. Azerbaycan’dan Anadolu’ya kadar çok geniş bir coğrafyaya yayılmıştır.119

Tasavvuf edebiyatının doğması 13.yy’da Anadolu’da çok güçlenen Tasavvuf akımı ve bunun yayılması ile doğrudan orantılıdır. Anadolu Selçukluları zamanından itibaren Sufilere karşı derin bir hürmet ve ilgi gösterilmiştir. Bu durumun oluşmasında siyasi yararların yanı sıra Tasavvufun bir zihniyet olarak eski Türk gelenekleri ve dini ile İslamiyet’i birleştiren yanının da etkisi büyüktür. Yunus Emre de 13.yy sonunda Anadolu’da yaşamış olan Tasavvufi halk şairidir. Yunus’un hece vezni ile yazdığı ilahiler halk arasında büyük bir zevkle okunmuştur. Yunus Emre’nin Vahdet-i vücut felsefesi ile dolu eserleri aynı zamanda geniş ve özgür bir Tasavvuf felsefesini de barındırmaktadır. Bu nedenle Bektaşiler ve Kızılbaş Türkmenler üzerinde çok büyük bir etkiye sahip olmuştur. Yunus Emre’nin mesnevisi ve ilahilerinin bir kısmı öğretici bir mahiyettedir. Yunus bunlarla bir nevi Tasavvufi ahlakı yaymaya çalışmıştır. Birçok manzumelerinde sabır, kanaat, cömertlik gibi ahlaki kurallara uymanın gerekliliğini anlatmıştır. Yunus’un asıl “Tasavvufi ahlak”ını savunan yanı tarikata davetle başlar. Ancak bu Tasavvuf yolu

58 çok zahmetlidir. Çekilecek zorluklar, dünyaya bağlı insanlar için oldukça zordur. O nedenle bu zorlukları Yunus önceden belirtir. Tasavvuf ahlakına göre; dervişlik - Tasavvufun zamanla göstergelerine dönüşmüş olan- hırka, taç ve mürit ile olmaz. Bunlar bir kenara bırakılmalı ve aşk ile vahdet sırrı çözülmelidir. Varlık hakkındaki bu sufiyane bakış açısı “tevekkül ve teslimiyet” dünya işlerinden sıyrılmayı içermektedir. Bunu becerebilen dervişler her şeyi iyi ve hoş görmek zorundadırlar. Bir kez bu makama erenler, insanlar arasında iyi, kötü, Müslim, Mecusi gibi ayrımcılık yapmazlar. Yunus Emre geniş ve insani bir sufi ahlakı oluşturulmasında çok samimidir. Köprülü’ye göre buradan şöyle bir sonuç çıkmaktadır; eski Türk mutasavvıflarına göre Tasavvuf kurallar ve düsturlardan ibaret cansız bir şey değil, Mevlana’da olduğu gibi yaşayan ve yaşanan bir şey, ruhi bir ihtiyaçtır.120

Bunun yanı sıra Tasavvuf edebiyatı içinde, Yunus Emre’den etkilenmiş bir aşık edebiyatından bahsedilebilir. Aşık edebiyatı Türklerin en eski halk şairleri ozanları ve onların kopuzlarla çalıp söyledikleri halk edebiyatının bir devamıdır. Anadolu Türklerinin ilk zamanlardaki ifade biçimlerini oluşturmuş olan bu saz şairleri 14.ve 15.yy’lara kadar faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. 15.yy’da saraylarda bile hala ozanlara yer verilmiştir. Tarikatlar çoğalıp Tasavvuf felsefesi ve yaşam biçimi halk arasında iyice yayılınca, ozanlar bir pire bağlanarak eserlerinde Tasavvufa yer vermişlerdir. İslamiyet’ten önceki gelenekleri saklayan bu ozan (kam-Şaman) isminin yerini mutasavvıf şair manasında olan aşık lakabı almıştır. Bu değişiklik 15.yy veya 16.yy’da gerçekleşir. Bu edebiyat asıl niteliğini eski halk edebiyatından almakla beraber, gerek yüksek sınıfların acem taklidi klasik edebiyatından, gerekse Tasavvuf edebiyatından birçok şey almış ve aşık edebiyatı oluşmuştur. Ancak aşık edebiyatında aşıklar daha çok bir tarikata üye olduklarından hatta büyük bir kısmı, özellikle yeniçeriler arsında yetişenler mutlaka Bektaşi olduklarından, aşık edebiyatında Bektaşi şairlerin Tasavvufi şiirlerinin etkisi altında kalmışlardır. Yunus Emre’nin de bu edebiyattaki etkisi çok büyüktür. Aşık edebiyatının da sufiyane şiirlerinde bu etki açıkça görülür.121

120Köprülü, a.g.e., 1984, 314 s. 121y.a.g.e., 353-354-355 s.

59 Sonuç itibarı ile Köprülü, Ahmed Yesevi’den başlayarak Yunus Emre’ye kadar, sonrasında da bu güne kadar uzanan bir silsile halinde başlıca unsurlarını halk edebiyatından alan bir Tasavvuf edebiyatının devam edip durduğunu söylemektedir. Bu edebiyatın İslamiyet’ten önceki halk edebiyatıyla büyük bir alakası vardır. Halkın bu nedenle ilgisini kazanmış ve Tasavvufun Türkler arasında yerleşmesine katkıda bulunmuştur.