• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM II TÜRK VE DÜNYA SĠNEMASINDA KORKU FĠLMĠNĠN

2.1.3. Sinemacılar Dönemi (1952-1970)

Eskiye nazaran konu çeşitliği yaşanan ve birçok kaynakta „Sinemacılar Dönemi‟ olarak adlandırılan bu dönemde; Atıf Yılmaz, Lütfi Akad, Osman Seden, Memduh Ün, Metin Erksan gibi yönetmenler isminden bahsettirmiştir. Lütfi Akad 1949 yılında Vurun Kahpeye, Metin Erksan 1952 yılında Karanlık Dünya, Atıf Yılmaz 1952 yılında Kanlı Feryat, Osman Seden 1955 yılında Kanlarıyla Ödediler, Memduh Ün 1955 yılında Yetim Yavrular‟ ı çekmiştir (Gökmen, 1989: 41).

Esen‟e göre; “1950‟lerin başlarında Türk sineması; sinemanın dilini kavramış, kendine özgü sinema ortamı, çekim, gösterim, kurgu düzeneği oluşturmuştur. Sinema salonları, film çekim ve dağıtım şirketleri, laboratuvarları, çalışan ve çalıştıranlarıyla ticari anlamda bir çark kurulmuştur. Film üretimi ve tüketimi rutine girmiş sinemanın sanat olduğu düşüncesini oluşturan iki film yapılmıştır. Ömer Lütfi Akad‟ın çektiği, 1949 yapımı Vurun Kahpeye ve 1952 yapımı Kanun Namına sinemanın sanat olduğu anlayışını getiren ve bu dönemi başlatan yapımlardır” (Esen, 2010: 48).

Anlatım açısından 1949-1959 yılları sinema fimi üretimi açısından verimli bir dönemdir. Bu dönemde; seyirci ile iç içe olarak, iletişim halinde kalarak onun duygularını sömürmek, ona yaklaşmak, sinemaya yaklaştırmak gibi yaklaşımlarda bulunularak sinemaya karşı talep oluşturmak hedeflenmiştir (Scognamillo, 1988: 146).

Özön ise bu dönemde; sinema terimleriyle düşünmek, sinema diliyle anlatmak çabalarına girilmiştir. Bu çabaların karşılığı az ve verimsizdir. Bunun en büyük nedeni gecikme ve sinema alanında geri kalmaktı. Bu dönemde sinema eleştirileri başlamış, ciddi sinema yayınları ile sinemacı, eleştirmen, izleyici arasında bir bağ kurulmuştu (Özön, 1995:33).

Bu dönemde yetişmiş insan gücünün eksikliği, teknik araç gereç eksikliği, ham filmin karaborsaya düşmesi, sinema filmlerinin sayısının artmasını engellemedi. Bu

filmlerde yaygın olarak kullanılan ögeler; minare, ezan, mevlit, mezarlık, gazelhanlar, hanendeler, rakkaseler, kötü zengin adam ve kadınlar, iyi yürekli yoksul genç kız ve delikanlılar, iyi yürekli kötü yola düşmüş fahişeler, namus cinayetleri, aldatılan eşler, tecavüze uğrayan kadınlar oldu (Teksoy, 2005: 197-198)

Eğer bu dönem 1950 ve 1960 diye iki döneme ayrılırsa, 1960‟lar 1961 Anayasası‟nın getirdiği özgürlük ortamı ve eleştirel görüşün genişlemesi ve serbestlikle daha gelişmiştir. Bu dönemde gerçek sorunlar üzerine eğilim daha da artmıştır. 1960-1965 yılları arasında toplum sorunlarını perdeye yansıtan filmler artmıştır. 1950‟leri kapsayan zaman diliminde Türkiye‟yi içine alan bir dağıtım ağı örülememiştir. 50‟lerin sonu, 60‟ların başında Anadolu‟da sinema salonları yaygınlaşmaya başlayınca Bölge İşletmeciliği Sistemi oluşmuştur. Sinemacıların örgütlenmesi de bu dönemde baş göstermiştir (Esen, 2010: 72-78).

Sinemacılar döneminin içinde Yeşilçam tabirini, Metin Erksan, “sinemanın bir eğlence niteliğinde, hoşça vakit geçirmek olarak” anlaşıldığı dönemi, 1950-1960 dönemini nitelemek için kullanmaktadır. Engin Ayça‟ya göre ise Yeşilçam, Türk Sineması‟nın ikinci dönemini işaret eden bir kavramdır. Yeşilçam sineması tabiri, özellikle 1965-70 yılları arasında, Sinematek çevresinin tamamıyla olumsuzladığı popüler sinemayı ifade etmek için kullanılmış ve bir çeşit küçümseme ifade eden bir kavram haline gelmiştir. Hatta aynı dönemdeki Yeşilçam yönetmenleri, Yeşilçam sineması yerine Halk Sineması, Ulusal Sinema gibi kavramlar kullanmışlardır (Arslan, 2004: 29).

Sinemacılar dönemi, Türk Sineması‟nın bu döneme kadarki en popüler dönemidir. Bu dönem çoğu zaman içerikte gelenekselden yana tutum sergiler. Abisel; bu dönemin popüler olmasının nedenini geleneklerin ve göreneklerin mitlerini, hikâyelerini yansıtması, onlara ters düşmemesi, düzeni korumasına bağlar. Abisel ‟e göre izleyicinin filmlerle duygusal bağ kurması, filmlerin yeniden kendini tekrara düşmesine neden olur (1994: 7-8).

Türkiye‟de sinemanın tarihi gelişim tarihsel gelişim sürecinde; 1950‟lerin başında farklılaşmalar söz konusudur. 1948 yılında uygulanan “vergi indirimi” ve dönemin pozitif gelişmeleri Türk sinemasının etki alanını genişletmiştir. Sinema

sektöründe film şirketleri artmış, daha fazla film çekilmeye başlanmıştır. Seyirci ile temas halinde olan Türk sineması seyircisini kendine bağlamış, Türk filmlerinin izlenirliğini artırmışlardır. Sinema, teknik bakımından, dilin gelişmesi açısından birçok olumlu anlamda ilerlemeye başlamıştır (Hakan, 2012: 121-147).

1960‟larda Esen‟e göre; sinema seyirci arasındaki ilişki belirleyici bir unsur olmuş Türk sinemasının, film üretiminin biçimini tarzını şekillendirmiştir. Kendi üretim şeklini oluşturmasına sebep olmuştur. Etki-tepki ilişkisi ile yönetmenler seyircinin seveceği karakterler üretmeye başlamış, bu karakterleri de seyircinin çok uzak olmadığı, kendi mahallelerinden, esnafından, ailesinden kendini yakın hissedeceği kişilerden oluşturmuşlardır. Bu süreç 70‟lere kadar devam etmiştir. Sinema bir endüstri olmuştur artık. Olumsuz anlamda siyasi süreç toplumsal yaşantıyı ve seyirciyi etkilemiş doğal olarak bu durum filmlere de yansımıştır (2010: 70-87).

1960‟lı yıllarda Türk sinema tarihi içinde yerleşik bir öğe haline gelecek olan yıldız sisteminin temelleri bu dönemde atılmıştır. Sinema alanında gerçekleşen bu olumlu gelişmeler, sinemaya yeni bir iş kolu olarak bakılmasını sağlamıştır. Dolayısıyla bu dönemde insanlar yeni bir iş olanağı haline gelen sinemadan para kazanmaya başlamışlardır. Yaşanan bütün bu gelişmelerin sonucunda üzerinde durulması gereken en önemli nokta, bu dönemde sinema-seyirci ilişkisinin kurulmuş olması ve Türk sinemasının kendine has üslubunun da yine bu dönemde şekillenmeye başlamasıdır.

60‟lı yıllarda Türk Sineması‟nda yeni bir akım görülmeye başlanmıştır: “Toplumsal Gerçekçilik”. 27 Mayıs öncesi uygulanan sansür nedeniyle filmlerde yer almayan söylemler, bu akımla birlikte filmlere girmiş, ülkenin bu dönemden önceki konularına da tezahür etmiştir. Bu dönemden önce ülkenin içinde bulunduğu siyasi durum daha öncesinde halkın yaşadığı problemler toplumsal gerçekçilik ile yalın, nesnel, sade bir dil kullanılarak ifade edilmiştir. Bu akım Türk Sineması‟na yeni bir ses, yeni bir nefes olmuş, yeni bir bakış açısı geliştirmesine olanak sağlamıştır. Daldal‟ a göre Toplumsal Gerçekçilik en önemli sinema olayıdır. Türkiye‟de 1960‟dan sonra ortaya çıkan ilericilik daha çok kent merkezlidir ve Kemalist-

bürokratik kadroların etrafında yoğunlaşmıştır. Türk Sineması‟nda Toplumsal Gerçekçi filmlerin çekilmesinin en önemli etkisi Demokrat Parti rejimine ordu müdahalesi ve 1961 Anayasası‟nın kabul edilmesiyle direkt ilişkilidir (Daldal, 2005: 56-57).

Bu yıllarda sinema gelişmiş, ancak sinema piyasası henüz oluşmamıştır. Malzeme eksikliği, yabancı filmlerin rekabeti, ham film karaborsası sinemayı etkileyen sorunlar arasındadır. Çekim donanımı, çekim sonrası teknik alt yapı bakımından Türk sineması dünya standartlarına göre geri kalmıştır. Ham film ithalatına getirilen sınırlandırmalar nedeniyle ham madde sıkıntısı bu dönemde kendini ciddi biçimde hissettirmiştir. 1958‟deki devalüasyonun doğrudan etkisi ise film ithalatına getirilen kotanın da rolüyle bir film karaborsasının oluşmasıdır. Bu koşullarda, bir yandan film yapımında sayısal olarak büyük bir artış meydana gelirken, diğer yandan filmlerin niteliğinde düşüşler görülmeye başlamıştır. 1964 yılında film sayısı 180'e ulaşmıştır.

1965‟den sonra sinemada Toplumsal Gerçekçilik akımı büyük oranda etkisini kaybetmiştir. Bu durumun sebepleri; 1965 seçimlerinde iktidara Adalet Partisi‟nin gelmesi, eleştirmenler ve sinemacıların uzlaşamaması, çatışmasıdır. Uçakan‟a göre; sona eren bu akımla “Toplumsal Gerçekçi” akımının savunurlarının bir kısmı milli görüşe yönelir Bu durum yeni iki sinema akımını oluşturur: Devrimci Sinema ve Ulusal Sinema. 1968-1970‟lerden sonra diğer akımı başka bir düşünce takip eder; Milli Sinema (Uçakan, 1977:36).

Benzer Belgeler