• Sonuç bulunamadı

SİVİL TOPLUM KAVRAMI ve SİVİL TOPLUMUN TARİHSEL GELİŞİMİ

II. BÖLÜM: SİVİL TOPLUM KURULUŞLARINDA HALKLA İLİŞKİLER

2.1. SİVİL TOPLUM KAVRAMI ve SİVİL TOPLUMUN TARİHSEL GELİŞİMİ

 

Sivil toplum, modern doğal hukuktan başlayıp Cicero’nun “societas civilis” fikrinden geçerek klasik felsefeye ve hepsinden önce de polis anlamında kullanıldığı Aristoteles’e kadar geriye götürülebilen bir kavramdır ve eski Avrupa geleneğinin önemli bir parçasını oluşturmaktadır (Yıldırım, 2003: 227). Fransızca "askeri olanın karşısında olan" anlamında kullanılan sivil toplum, tarihsel süreç içerisinde „devletten olmayan‟, hatta yer yer devlete karşı olan‟ anlamını da taşımaktadır (Sülüş, 2009: 42).

Kavram olarak sivil toplumu ilk kullanan Aristoteles olmuştur (Biber, 2006: 10). Bu bakımdan kavramın ilk klasik versiyonunu tanımlayan Aristoteles, sivil toplumu, yasalarla belirlenmiş kurallar sistemi içindeki özgür ve eşit kabul edilen yurttaşların bir siyasal toplumu olarak adlandırmıştır (Yıldırım, 2003: 227). Aristoteles, insanların güven içinde yaşayabileceği, insan hayatının değer kazanabileceği siyasal bir toplumu, yani şehir devletini tanımlamak için “Politika” adlı eserinde “Politike Koinonia” (polis) kavramını kullanmıştır (Sülüş, 2009: 43).

Sivil toplum konusunda hem toplumsal yapılanmalar hem de felsefi anlayışın geliştiği coğrafya başta İngiltere ve Fransa olmak üzere Batı Avrupa’dır (Doğan,2002: 29). Burada sivil toplum, devlete bağımlı olmayan sosyal sınıfların ve grupların öncülüğünde gelişme sağlanmıştır (Çaha, 2000: 3). Sivil topluma özgün anlamını kazandıracak olan gelişmelerin kökü ortaçağa kadar uzanır. Bu bağlamda kentlerin ortaya çıkışın sivil topluma doğru gelişimin başlangıcıdır (Doğan, 2002: 15). Orta Çağ Avrupa’sında sivil toplum kavramının değişim ve dönüşümüne etken olarak ayrıcalıklı kentlerin doğuşu, burjuvazinin sosyal ve ekonomik alanda baskınlığını arttırması ve son olarak da burjuvazinin geleneksel ortaçağ

siyasal düşünüşünden uzaklaşmasını gösterilebilir (Sülüş, 2009: 45). Bu noktada Şerif Mardin (2000: 9), sivil toplum kavramı için şu sözleri belirtmiştir:

“Sivil toplum, Batı’dan aldığımız siyasetle ilgili kavramlar arasında, en çok yanılgı yaratanlardan biridir. Kavramın karşıtı birçok kez zannedildiği gibi, ‘askeri’ toplum değildir. Terimin vurgusu ‘şehir adabı’dır, karşıtı olsa olsa ‘gayrımedeni’ olabilir… Batı Avrupa’da, 12. yüzyıldan itibaren şehirlerin yeniden önem kazanmaya başlamasıyla, şehir hayatını düzenleyen Roma Hukuku yeniden kullanılmaya başlanmıştır. Fakat bu canlanmanın beraberinde getirdiği ‘sivil’ köklü kavram ve uygulamalar, bu defa yepyeni bir dinamik de oluşturmuştur. 17. Ve 18. yüzyılda Batı düşünürleri arasında bu kökün artık hürriyetlerden söz açıldığında kullanılmakta olduğu görüyoruz. Sivil toplum etrafında kümelenen tarihi ve felsefi kavramların ise Hegel ve Marx’ın kullanımları ile ortaya çıkmıştır”.

Liberal devletin, toplum, devlet ve iktidar anlayışı bireye ve birey iradesine dayanır. Bu devlet anlayışında toplumun, devletin ve siyasal iktidarın köklü bireyden ve birey iradesinden hareket edilerek açıklanır. Bu anlayış ilk çağda Sofist’lerde ilk belirtisini gösteren, XV-XVI’ncı yüzyıllarda Reform hareketi döneminde savunulmaya başlayan ve XVIII inci yüzyılda Fransız Devriminin teorik dayanağını oluşturan Doğal Hukuk Doktrininden kaynaklanmaktadır. Bu doktrine göre, insanlar akıl ve irade sahibi varlıkları olarak doğuştan eşit ve özgürdürler. Bu insanlar toplum halinde, bir devlet düzeni içinde yaşamadan önce, ‘doğal yaşama dönemi’ adı verilen bir yaşam biçiminden geçmişlerdir. İnsanlar bu dönemden irade ve istekleri ile çıkmışlar, aralarında anlaşarak, sosyal ve siyasal sözleşme akdederek toplumu (sosyal sözleşme) devleti ve iktidarı (siyasal sözleşme) kurmuşlardır ve böylece, toplumun, devletin ve iktidarın kaynağı doğuştan eşit ve özgür olan birey iradesine bağlıdır (Göze, 2009: 381). On yedinci yüzyıl sonlarıyla on sekizinci yüzyıl başlarında yaşamış olup ve Liberalizm, Marksizm veya Muhafazakarlık gibi farklı siyasal paradigmalar içerisinde yer alan hemen hemen her düşünür yeni siyasal yapının özelliklerini tartışmış, bunun bir parçası olarak da sivil toplum-devlet ilişkisi üzerinde durmuşlardır (Çaha, 200: 17).

Sivil toplum kavramının ilgili olduğu noktaları Mardin (2000: 10) şu şekilde sıralandırmıştır:

 Bir medenilik anlayışı ile,

 Batı Avrupa’nın toplumsal tarihinde çok önemli bir sosyal tarih aşamasıyla,  Tarih felsefesi alanında bir tartışma ile ilgili olduğu görülmektedir.

Hobbes, Locke ve Rousseau gibi yaşadıkları döneme yön veren düşünürler tarafından şekillenen toplumsal sözleşme fikri, Aydınlanma Çağı’na kadar kavram ve kuramlara temel oluşturan egemen düşünce olma özelliğini korumuştur (Biber,2007:11). Bu düşünürlere göre, bireyler arasında gerçekleşen sözleşme neticesinde doğal durumdaki sivil toplumdan “medeni toplum”a geçilmiştir. İşte ilişkilerini hukuksal normlara göre düzenleyen bu medeni toplumu tanımlamak için sivil toplum terimi kullanılmıştır (Sülüş, 2009: 46). Hobbes’da sözleşmenin gerçekleştiği sivil toplum, aslında bireylerin doğal haklarının karşıtı olan sivil halin bir anlatımından ibarettir (Çaha, 2000: 21). Rousseau (2011: 14) ise toplumsal sözleşme için şu sözleri vurgulamıştır:

“Üyelerin her birinin canını, malını bütün ortak güçle savunup koruyan öyle bir toplum biçimi bulmalı ki, orada her insan hem herkesle birleştiği halde yine kendi buyruğunda kalsın, hem de eskisi kadar özgür olsun. İşte, toplum sözleşmesinin çözüm yolunu bulduğu ana sorun budur”.

Locke’da ise birey ile devlet arasındaki ilişkiyi belirleyen temel kavram ‘rıza’ olmakla beraber ona göre sivil toplum, bireylerin rasyonel tercihlerinin bir uzantısı olarak gelişmekte ve bu tercihlerin sonucu olarak da kamusal alanda şekil bulmaktadır (Çaha, 2000: 38).

Marksist literatürde sivil toplum ile ilgili ayrıntılı çalışmalar İtalyan düşünür Antonio Gramsci tarafından ortaya atılmıştır (Çaha, 2000: 31). Gramsci devletin yapısının ikili bir yapı olduğunu öne sürer. Bu yapılar; siyasal toplum ve sivil toplumdur (Vergin,2003:77). Gramsci’ye göre bir toplumun siyasal toplumu içerecek kadar yaygınlaşmasıyla mümkündür ve bir bakıma siyasal toplumun kapsadığı, işgal ettiği tüm alanların sivil toplum tarafından işgal edilmesi gerekmektedir (Çaha, 2000: 33). Gramsci, iki alan arasında böyle bir metodolojik ayrım yaparak, sivil toplumu bütünüyle ayrı özgür bir bireysellik alanı olarak gören liberal indirgemecilikten de, toplumdaki her şeyi devlete ait ve onun çıkarlarına hizmet eden şeyler olarak gören devletçi ve işlevci anlayıştan da ayırır (Forgacs, 2010: 274). Gramsci’ye göre, sivil toplum özel olarak niteleyebileceğimiz kesimin tümünü kapsamaktadır (Vergin,2003:77).

Sivil toplum kavramı ile devlet ve demokrasi kavramları arasında önemli bir ilişki vardır. Sivil toplum için demokrasi olmazsa olmaz bir fenomen olurken, sivil toplum kavramı da literatürdeki yerini önce devlet benzerliğine daha sonra da devlet karşıtlığına borçludur denilebilir. Başka bir ifade ile sivil toplum kavramı, bütün varlığını ve anlamını devlet karşısında kazanmıştır da denebilir (Abay,2009 :272). Sivil Toplum, gönüllülük esasına

dayanarak kendisini kamusal alanda var eden, kendi desteklerine sahip, devletten ve sektörden özerk, ancak özel alan ile devlet arasında aracılık yapma niteliğine sahip, örgütlü bir yapıdır. (Sayımer vd. , 2013: 20).

Çağdaş anlamıyla sivil toplum; gönüllü, kendini üreten, kendini destekleyici, devletten özerk ve belirlenmiş bir dizi kurallardan oluşan yasal bir düzene bağlı (Yıldırım,2003:227), toplumun sivil özelliğini ortaya koyan sosyolojik (Cılızoğlu ve Karagöz,2007:10) ve örgütlü toplumsal yaşamın bir alanıdır (Yıldırım,2003:227). Sivil toplum, aile, devlet, piyasa ilişkilerinin dışında kalan ve insanların ortak çıkarlarını geliştirmek için bir araya geldikleri alan olarak tanımlanabilir (Özdemir ve Yamanoğlu,2010:3) ve ikna mekanizmasına beyinleri cezp etme mekanizmasına dayanmaktadır (Vergin,2003:77).

Redfield’in ( akt.Cılızoğlu ve Karagöz, 2007: 11) sivil topluma yönelik tanımında toplumsal katılım ve eylemin önemine vurgu yapılmaktadır. “Belirlenen toplumsal ihtiyaçlar doğrultusunda, bilinçlenen bireylerin tek başına başaramayacakları, aralarında dayanışma sağlayarak, katılımcı bir anlayışla etkin bir biçimde davranarak, çalışmaya başlamaları doğrultusunda oluşan organizasyonlardır. Asıl amaç ise toplumun yönetiminde söz sahibi olmak, en azından yandaşlarının benzer endişeler ile bir araya gelmiş insanların mutluluğunu sağlamaktır”.

Sivil toplumun oluşabilmesi için devletten ayrışabilen bir sivil alanın, sivil referansın ve sivil kimliğin oluşması gerekir. Bu da ancak bireysel bilinci ön planda tutan bireylerle mümkündür. Sivil toplum bir bakıma devletten ayrışabilen bireylerin bulunduğu toplulukların alanını oluşturmaktadır. Devletin toplumsal yaşamın en ince titreşim noktasına kadar sirayet ettiği bir toplumda bireylerin doğal olarak yüzü sivil topluma değil, devlete dönük olur. Türkiye’de sosyalist, Kemalist, milliyetçi, İslamcı gibi başat kesimlerin yüzlerinin neden devlete dönük olduğunu anlamak bu bakımdan fazla da güç değildir (Çaha, 2007: 3). Genelde, kendi çıkarlarını, hırslarını ve ideallerini ifade etmek, bilgi alışverişinde bulunmak, karşılıklı hedeflerini başarmak, devletten isteklerde bulunmak ve devlet kurumlarını sorumlu tutmak için bir kamu alanında ortak bir biçimde hareket eden yurttaşları içerdiğinden “toplum”dan farklıdır (Yıldırım, 2003: 227). Sivil toplum kavramı ile devlet ve demokrasi kavramları arasında önemli bir ilişki vardır. Sivil toplum için demokrasi olmazsa olmaz bir fenomen olurken, sivil toplum kavramı da literatürdeki yerini önce devlet benzerliğine daha sonra da devlet karşıtlığına borçludur (Sülüş, 2009: 42).

Sivil toplum ve devlet kavramları birbirine ters orantılıdır. Devletin baskın olduğu yerde sivil toplum küçülür, sivil toplumun baskın olduğu yerlerde ise devlet küçülür. Sivil toplum demokrasi kavramı ile bağlantılıdır. Sivil toplumun yüksek olduğu yerlerde demokrasi büyür. Sivil toplumun olmadığı yerlerde ise demokrasi yoktur. Sivilin kamusal alanda çoğalması yayılması sonucunda demokrasiyi beraberinde getirecektir.

Sivil toplum, sivil toplum kuruluşları ve devlet arasındaki ideal bir ilişkiye rengini veren kavram, “demokrasi” olmaktadır. Sivil toplum, devletin formel yapısı içerisinde yer almaması, kendi içerisinde de çok sayıda, demokratik değerleri özümsemiş örgütlenmeleri barındırması, bunların varlıklarını sürdürmelerinin sağlanmasını vurgulayan bir kavramdır. Bu ilişkide, devlet, sivil toplum ve kuruluşları karsısında sorumlu tutulacağı gibi toplumun plüralist yapısının korunmasının da bir güvencesi olacaktır (Yıldırım, 2003: 226). Siyasal toplum ve onun ödev ahlakı zorlayıcı olarak, modern dünyayı sivil toplum anlayışına ve sivil toplumun aslında devletten daha fazla yer alması gerektiği düşüncesine itmiştir (Touraine, 2011: 171). Sivil toplum bir gönüllülük esasına, özerkliğe dayanmaktadır. Kavramın üzerinde durduğu sivillik, asker sınıfından olmayan bireye işaret etmektedir ve karşıtlık anlatan bu kavram, sosyolojinin toplum sınıflandırılmasında da kullandığı ölçütlerle ilişkilidir (Cılızoğlu ve Karagöz, 2007: 10).

Benzer Belgeler