• Sonuç bulunamadı

C. DÖNEMLERE GÖRE TÜRK SİNEMASI

3. SİNEMACILAR DÖNEMİ (1950-1970)

1950 yılına gelindiğinde yerli filmlerden alınan rüsumda74 indirime gidilmesi

nedeniyle sinema karlı bir gelir kaynağı olarak görülmeye başlamış ve filmlere olan ilginin artmasıyla, çekilen film sayısı da artmıştır. Fakat bu yıllarda sinema ve din adına çatışma devam etmiştir. Önceki yıllarda olduğu gibi 1950 yılından sonra da sinemamızda, çıplak kadınlar, açık dans sahneleri, tarihsel filmlerde uygunsuz harem görüntüleri fazlasıyla kullanılmaya devam edilmiştir.75 Tiyatrocular döneminde

olduğu gibi yabancı filmlerden esinlenilmesi ile kullanıldığını düşündüğümüz bu sahneler halkın gerçek yaşantısından uzaktır ve eski ile yeniyi çatıştırma psikolojisiyle hazırlandığı akla gelmektedir. Çünkü yeni rejim ve yeni rejimin ön gördüğü yaşam sitili bu filmler vesilesiyle halka sunulurken, bir taraftan Osmanlı’yı temsil ettiği düşünülen başta din adamı figürü olmak üzere her figür olabildiğince karalanmıştır. Bunun en belirgin örneği bahsi geçen Vurun Kahpeye filmidir.76 1949 yılında

çekildiğini söylediğimiz film Halit Refiğ tarafından 1964 yılında tekrar çekilmiş ve aynı senaryo ile dini hususlardaki karalamalar devam etmiştir. 1952 yılında Muharrem

70 Adolf Körner’in yazıp yönettiği film sınıf atlayan bir fahişenin öyküsünü konu almaktadır. 71 Lüleci, a.g.e., ss.60-61. 72 http://www.tsa.org.tr/film/filmgoster/5382/sehvet-kurbani, erşim:04.02.2017. 73 http://www.tsa.org.tr/film/filmgoster/5391/surtuk, erşim:04.02.2017. 74 Rüsum: Vergiler. 75 Lüleci, a.g.e., s. 62. 76 Maraşlı (2011), a.g.e., s. 18.

Gürses tarafından çekilen menemen vakasının ele alındığı “Kubilay” adlı film bu dönemde yine olumsuz dini ögelerle karşımıza çıkan başka bir filmdir. Bu filmde Vurun Kahpeye filmindeki gibi halkı ayaklandırıp isyan çıkaran Haccı Fettah karakteriyle benzer özellikler taşıyan din adamı Mehmet Derviş karakteri vardır. Filmde çıkarılan isyanını bastırmaya çalışan saygın özellikler taşıyan öğretmen(subay) Kubilay karakteri, Mehmet Derviş önderliğinde ayaklanan halk tarafından vahşice öldürülmüştür.77

Bu filmlerin alt metinleri okunduğunda iyi vasıflar taşıyan karakterlerin Cumhuriyet yanlısı, sahtekâr, menfaatçi, cahil gibi kötü özelliklere sahip tiplerin de Osmanlıyı temsil ettiği anlaşılmaktadır. Bu dönemde çekilen filmlerde sinemasal anlatım ve sinema dili geliştirilmeye çalışılsa da, tiyatro etkisinden arınmaya başlayan sinemamızın, kültürümüzün sinema dilini oluşturamadığı, batılı sinema dilinin etkisinde kalmaktan kurtulamadığı görülmektedir.78

Ülkemiz, 1950 yılından sonra siyasi olarak demokrat partinin iktidara gelmesiyle büyük bir değişime kapı aralamıştır. 1950’lere kadar devam ettirilen modernleşme çabaları ve batılılaşma politikaları, bu yıllardan sonra bazı sanatçı, düşünür ve edebiyatçı tarafından eleştirilmeye, üzerine fikirler üretilmeye ve çözümlenmeye başlamıştır. Tüm bunlar neticesinde ülkemiz sinemasında da modernleşme ve batılılaşma hikâyelerinden uzaklaşıp, daha ziyade bu politikaların neden olduğu toplumsal krizlere eleştirel senaryolar görmeye başladığımız yıllar 1950’li yıllar olarak karşımıza çıkmaktadır. 1960’lı yıllardan sonra ise dünyada ortaya çıkan kapitalizm gibi siyasal ve ekonomik gelişmelere ülkemizde de bir takım eleştiriler ve karşı duruşlar olmuştur. Türk sinemasının toplumdan ve sorunlarında kopuk olduğu yılların aksine bu dönemlerde Türk sinemasının toplumun sorunlarını sinemaya az da olsa taşıyabildiği görülür. Toplumdaki zengin fakir ayrımını inceleyerek ağalık sistemini eleştiren 1962 yapımı “Yılanların Öcü” filmi79 buna güzel bir örnek olarak verilebilir.

1961 anayasasının yürürlüğe girmesinden sonra da toplumda var olan eşitlik, adalet, özgürlük, hak, grev, sendikalaşma, kadın hakları gibi konuların yanında göç ve

77Ağah Özgüç, Türlerle Türk Sineması, Dünya Kitapları, İstanbul, 2005, s.187. 78 Refiğ, a.g.e., s.91.

gecekondulaşma sorunları da sinemamızın meşgul olduğu konular arasındadır.80

Toplumda ortaya çıkan isyan, hak arayışı, başkaldırı, eylem yapma gibi söylemler sinemada da yer bulmaya ve filmlerde işlenmeye başlamıştır.

1920’lerden başlayarak 1940’lara kadar süren halka tepeden inme Batılılaşma politikalarıyla sunulan filmler, 1960 sonrası dönemde halkın sorunlarına eğilerek, toplumun mevcut durumuna ilişkin eserler vermeye doğru evrilmeye başlamıştır. Türkiye’de sinema adına yaşanan önemli olaylardan biri olarak gösterilebilecek bu dönem bu zaman kadar ortaya konan modernleştirici tutumun yerine toplumu olduğu gibi anlamaya ve bu anlayışla eserler vermeye adım atılması adına da önemlidir. Bu dönemde tamamıyla topluma dönük bir sinemadan bahsetmek mümkün olmasa da sayıları az olan bazı sinemacıların dönemin simgeleri olduğu söylenebilir. Bahsi geçen sinemacılara, Ömer Lütfü Akad, Halit Refiğ, Atilla İlhan, Osman Seden, Tarık Dursun Kakınç, Yeşilçam’ın bilindik isimleri Atıf Yılmaz ve Faruk Kenç gibi isimler ve onların filmleri örnek verilebilir.81

Genel itibariyle 1950-1970 yılları arasında sinemamızda iki farklı sinemasal anlatım olduğu görülmektedir. Bir tarafta Atıf Yılmaz, Faruk Kenç, Muharrem Gürses, gibi Yeşilçam akımının ilk örneklerini veren sinemacılar, diğer tarafta da Ömer Lütfü Akad, Metin Erksan, Halit Refiğ gibi filmleri kendine has bir sanat formu olarak algılayarak toplumsal sorunlara entelektüel bir bakış açısı ortaya koyan yönetmenlerin ürettiği filmler sinemamızda yer almaya başlamıştır.82

4. 1970′LER KARŞITLIKLAR DÖNEMİ (1970-1980)

1950 ve 1960 yılları arasında Türk sinemasında görülen halkın sıkıntılarına yönelik, toplumsal konuları sorgulayan, eleştiren filmler görülürken, 1970’ li yıllara gelindiğinde tam tersi bir durum ortaya çıkmıştır. Bu yıllarda sinemamda kendini göstermeye başlayan Müstehcen filmler furyası ve bu filmler sebebiyle sinemaya küsen seyircileri tekrar sinemaya döndürmek amacıyla yapılmış bazısı bir takım ekonomik kaygılarla çekildiği düşünülen dini konulu filmler vardır. Bu döneme karşıtlıklar dönemi denilmesinin sebebi de birbirine zıt olan dini filmler ve cinsellik

80Metin Kasım, Deniz Atayeter, “1960lı yıllarda Türk Sinemasında Toplumsal Gerçekçilik”, Gümüşhane Üniversitesi İletişim Fakültesi Elektronik Dergisi, Eylül 2012, C. 1, Sy. 4, s.23.

81 Şükrü Sim, Hasan Ramazan Yılmaz, a.g.m, s.420.

82 Şükrü Sim, Hasan Ramazan Yılmaz, “Politikadan Poetikaya Türk Sinemasında Din”, Sinema ve Din, Dem Yay., İstanbul, 2015, s.419.

içeren filmlerin ortak bir zeminde bulunuyor olmasıdır. Aslında bu dönem ülkemizin siyasi olarak darbeye uğramasının ardından geliştiği için sinemamızın da darbeye uğradığı dönemdir denilebilir. Darbe dönemleri fikir içerikli filmler ve siyasal eleştiri taşıyan senaryolara karşı tehlikeli bir zemin oluşturduğu için sinemamızdaki durgunluğu gidermek adına seyirciyi sinemaya çekmesi umulan müstehcen içerikli filmlerle bu açık kapatılmaya çalışılmıştır. Aradan geçen yıllardan sonra sinemamız adına bir utanç olarak nitelendirilecek olan bu filmler sinemadaki durgunluğu gidermekte yetersiz kalınca dönemin sinema yapımcıları dindar insanları sinemaya çekecek alternatifler üretmeye başlamışlardır. İslam’ın örnek şahsiyetleri, evliyaları ve bazı peygamberlerin hayat hikâyelerinin senaryolaştırılması ile başlayan dini filmler furyası halkın dikkatini çekmeyi başarabilmiştir. Rabia tül Adeviyye83, Hz Ömer’in

Adaleti, Hasan Basri, Hac, Yunus Emre vb. filmler konuyla alakalı örnekler olarak verilebilir.84

Hz Rabia ve Hz Ömer film afişleri 85

Bu filmler ise o dönemde izleyicisinden teveccüh görmüş ve müstehcen filmlerin karşısında bir alternatif olmuştur. Bununla beraber bu filmlerde bazı yanlış bilgilerin olması, İslami içerikli olsalar da kostüm ve çekim mekânlarındaki hatalar daha sonraları bazı sinema eleştirmenleri ve bazı izleyiciler tarafından eleştirilmiştir.

83 Filmin ismi filmin jeneriğinde ve afişinde Rabia (ilk kadın evliya) olarak geçmekteyken Agah Özgüç, Ansiklopedik Türk filmleri Sözlüğünde Rabia (İslam’ın Nuru) olarak geçmektedir; Agah Özgüç, Ansiklopedik Türk Filmleri Sözlüğü, s, 410.

84 Özgüç (1988), a.g.e. s, 302.