• Sonuç bulunamadı

ANILARDA TOPLULUKLAR

IV.1. SERVET-İ FÜNÛN DERGİSİ VE TOPLULUĞU (1896-1901)

Servet-i Fünûn edebiyatının doğuşu, Recaizade Mahmut Ekrem Bey’in ve Ahmet İhsan’ın bu derginin başına Tevfik Fikret’i getirmesiyle olur. 54 yıl boyunca çıkan Servet-i Fünûn (daha sonra Servet-i Fünûn-Uyanış) dergisi, etrafında toplanan şair ve yazarlarla edebiyatımızda ilk defa bir topluluğun oluşumuna zemin hazırlayan dergi olmuştur. Bir ekol olarak anılan Edebiyât-ı Cedîde mensupları, edebiyatı baskı ortamına karşı bir kalkan olarak görmüşlerdir. Servet-i Fünûn’cuların anılarını yazma eğilimlerinin diğer dönemlere göre daha fazladır. Ahmet İhsan başta olmak üzere Hüseyin Cahit, Halit Ziya, Ali Ekrem gibi isimlerin anıları incelenmiş olup Servet-i Fünûn’un oluşumunu hazırlayan evreler, topluluğa katılan isimler ve daha sonra ayrılanlar hakkında bilgiler verilmiştir. İncelenen dönemdeki aydınların yaşadıkları baskıya direnişleri ve edebiyat dünyasına sağladıkları katkılar dikkate şayandır.

Edebiyât-ı Cedîde topluluğunun Servet-i Fünûn dergisi etrafında gelişmesi nedeniyle bu derginin kurucusu olan Ahmet İhsan’ın anıları, dönem ve topluluk hakkında ayrıntılı bilgilerle doludur. Ahmet İhsan, Nikolaidi ile Servet’e ek olarak çıkacak fennî bir ek için anlaşmaya varmıştır. Böylelikle Servet’e ek olarak çıkan Servet-i Fünûn’un hazırlıklarına başlamıştır. İyi bir resimli haftalık gazete çıkarmak için gerekli imkânı bulunmayan Ahmet İhsan’a göre, bu dönemde Avrupa’da gelişen çinkografi İstanbul’da bilinmemektedir. II.

Meşrutiyet’ten sonra yayımlanan Karagöz’ün kurucusu Ali Fuat, Musavver Cihan’ı çıkarmak için çinkografiyi denemiştir fakat başarılı olamamıştır. Ahmet İhsan ise tekniği geliştirmek için Avrupa ile yazışarak pek çok galvano kalıp getirtmiştir. Bu kalıplar, o dönemin ünlülerinin resimleridir. O dönemde Mercan’da Protestanlık propagandası yapan Bible

House’dan doğa manzaralı kalıpları da kiralayan Ahmet İhsan, 1891 Mart’ının 27. Gününde Servet-i Fünûn’un ilk sayısını çıkarmıştır. (Tokgöz, 2012: 72)

Resimleri bulmak ve bastırmak konusunda yaşadığı sıkıntı Ahmet İhsan’ı alternatif çözümler bulmaya itmiştir. Mutlak suretle bir inceleme gezisi yapmaya karar veren yazar, bu Avrupa seyahatinin giderlerini nasıl karşılayacağı konusunda tereddütler yaşamıştır.

Bir sene evvel doğubilimciler kongresine gönderilen ve dönüşünde Avrupa’da Bir Cevelan’ı yazan Ahmet Mithat, yazar için emsal teşkil etmiştir. Yapacağı inceleme seyahatinden dönüşte yazacağı gezi notları ile bu esere basacağı resimler, okuyuculara ulaşacak ve gezinin masraflarını karşılayacaktır. Servet-i Fünûn’un altıncı sayısı çıktığı vakitlerde yazar, gerekli hazırlıkları yapmış ve Kamboç vapuru ile seyahatine başlamıştır. (Tokgöz, 2012: 74) Bu durum, yazarın sorunlara karşı çözüm yolu bulma ve bunları uygulama konusunda yaratıcı bir yapıda olduğunu göstermektedir. Paris ve Viyana gibi şehirlerde matbaacılık adına pek çok bilgiye ulaşmış ve yeni çevreler tanımıştır. Servet-i Fünûn’da basılan Ortaköy Camii ve Kız Kulesi ise yoğun ilgiyle karşılanmıştır.(Tokgöz, 2012: 78-79) Bu ilgi, onun heyecanını da canlı tutmuştur.

Matbaa adına bu gelişmeler devam ederken Ahmet İhsan, Avrupa’da Ne Gördüm?’ ü yayımlamaya başlamıştır. Umulandan daha çok talep gören eserin, her hafta yayımlanan formaları merakla kapışılmıştır. Bu sırada Ahmet İhsan, Jules Verne’in romanları serisine de devam etmektedir. (Tokgöz, 2012: 79)

Servet-i Fünûn’un 1892’de sayfalarını çoğalttığını ifade eden Ahmet İhsan, resimlerini de güzelleştiren derginin ilmî ve fennî içerikle yayın hayatına devam ettiğini söylemektedir. Ahmet İhsan’ın verdiği bilgiye göre, derginin ilk yazarı Nabizâde Nâzım’dır.

Mahmut Sadık, Ahmet Rasim ve Doktor Ömer Besim Paşa da bu dönemde dergide yazan diğer isimlerdir. (Tokgöz, 2012: 93) Ahmet İhsan’a göre “İğne İplik” makalesiyle Servet-i

Fünûn’da yazmaya başlayan Hüseyin Cahit, Cavit Bey ve Ruşen Eşref’in de dergi için önemi çok büyüktür. (Tokgöz, 2012: 282)

İlk yıllarda Ahmet İhsan’a arkadaşlık eden, Ahmet Rasim, Halit Ziya, Reşit Saffet gibi isimlere Samipaşazade Sezai Bey, Alphonse Daudet’den tercüme ettiği Jacques ile katılmıştır. (Tokgöz, 2012:108) Bu sıralarda Paris’te öğrenim gören Ali Kemal ve Agah Bey ile görüşmeleri süren Ahmet İhsan, bu isimlerin Avrupa basınına ilk Türk gazete muhabirleri olarak girdiklerine değinmiştir. (Tokgöz, 2012:109)

Servet-i Fünûn’a Chicago Sergisi, diploma ile madalya vermiş ve Paris’te çıkan Basın Yıllığı, Servet-i Fünûn’un bir sayfasını tıpkıbasım olarak yayımlamış ve dergiye dair takdirlerini yazmıştır. Dergi yazarlarının bu övgüler neticesinde oluşan sevinci çok uzun sürmemiştir; ilk darbe jurnal’den gelmiştir. Sezai Bey’in Jacques roman tercümesi yasaklanmıştır. (Tokgöz, 2012: 109) Servet-i Fünûn’un aldığı ödül ve takdirleri, belki de tehlikeli görülmüş ve hemen önü kesilmek istenmiştir.

Recaizade Mahmut Ekrem’in, Şemsa isimli eserinin Malûmât risalesinde, Baba Tahir tarafından izinsiz yayımlanması yazarı çok üzmüştür. Recaizade Mahmut Ekrem, aynı eseri yayımlayan Ahmet İhsan’a Servet-i Fünûn’ un nazik davranışları ve övgüleri nedeniyle bir teşekkür mektubu yazmıştır. (Tokgöz, 2012: 116) Bu olaydan sonra Tevfik Fikret’i, Servet-i Fünûn ile buluşturan da Recaizade Mahmut Ekrem olmuştur. (Tokgöz, 2012: 119) Özellikle yazı ve düzeltme konusunda kendisine yetki verilmiştir. (Tokgöz, 2012: 120) Fikret’in Servet-i Fünûn’un başına getirilmesi bomba transfer etkisi yaratmıştır. Dergi, eskisinden olduğundan daha çok edebî kimlik kazanmış ve genç isimleri yörüngesine çekmiştir.

Edebiyât-ı Cedîde’nin kurulması işte bu vakitlere rastlamaktadır. Üstat Ekrem’in yanı sıra Tevfik Fikret, Cenap Şehabettin, Ali Ekrem, İsmail Safa, Halit Ziya, Hüseyin Siret, Süleymanpaşazade Sami, Ahmet Reşit Bey, Mehmed Rauf, Hüseyin Suat, Süleyman Nazif,

Hüseyin Cahit, Mehmet Cavit, Ahmet Şuayp, Ahmet Hikmet, Hüseyin Kâzım gibi isimler tarafından Edebiyât-ı Cedîde kurulmuştur. Ahmet İhsan’a göre bu topluluğun başını Tevfik Fikret çekmektedir. (Tokgöz, 2012: 120)

Zamanla iyi eserler vücuda getiren topluluk, yazılarını yayımlarken aynı zamanda dergiye resim de koymak düşüncesi ile ressam arayışına girmişlerdir. Üstad Ekrem’in Araba Sevdası romanını resimlemek için Halil Paşa’nın fırçasından yararlandıklarını söyleyen Ahmet İhsan, bazı manzumeleri Tevfik Fikret’in bizzat süslediğini söylemektedir. Diran isminde yetenekli bir diğer ressam ile anlaştıktan sonra Tevfik Fikret’in “Âveng-i Şühûr”unu ve daha birçok manzumesini bu ressam resimlemiştir. Halit Ziya’nın Mai ve Siyah’ ını da bu ressam illüstre etmiştir. (Tokgöz, 2012: 130) Gazetecilik serüvenimizde Ahmet İhsan’ın bu çabaları kuşkusuz ki çok kıymetlidir. Edebiyât- Cedîde ekolünün tuğlaları bu çaba ve isteğin neticesinde örülmüştür.

Miladi 4 Ağustos 1910 tarihinde Fecr-i Âti mensubu gençlerle Servet-i Fünûn’un 1000. haftası kutlanmıştır. Servet-i Fünûn 1000. nüshasıyla 20 yıllık bir serüveni geride bırakmıştır. Ahmet İhsan, anılarını kaleme aldığı dönemde ise Servet-i Fünûn-Uyanış’ın üzerinde 1757 rakamı bulunmaktadır. (Tokgöz, 2012: 275-276) Yazar bu durumu müterake döneminde verilen 3 yıllık araya bağlamaktadır. 1930’da 40 yaşına giren derginin bu başarısını Ahmet İhsan, etrafında çalışan hevesli, aydın kalemlerin bulunmasına yormaktadır.

(Tokgöz, 2012: 276)

Servet-i Fünûn’un dil anlayışını da değinen Ahmet İhsan, önceleri daha tumturaklı bir lisanı yeğleyen yazarların özellikle Tevfik Fikret’in zamanında Mehmet Emin ve Ahmet Hikmet sayesinde Türklük akımının etkisine girdiklerini vurgulamaktadır. Mehmet Emin’in başlattığı Türkçe akımı diğer şairler tarafından alaycı bir şekilde karşılanmıştır. (Tokgöz, 2012: 149)

Servet-i Fünûn’un aleyhinde hareketlerin sıklaştığına değinen yazar; Siret Bey, İsmail Safa ve Ubeydullah Efendi’nin sürgüne yollandığına yer vermektedir. Yine aynı zamanlara denk gelmek üzere Tevfik Fikret’in de evi aranmıştır. Hüseyin Cahit’in “Edebiyat ve Hukuk” başlıklı makalesi bahane edilerek Servet-i Fünûn kapatılmıştır. Gerekçe olarak zararlı yayın yapılması gösterilmiştir. Yazarları sürgün kararından kurtaran kimi gelişmeler olsa da dergi kısa süreliğine kapatılmıştır. (Tokgöz, 2012: 135) Tüm bu gelişmeler ve özellikle Tevfik Fikret’in bu denli bir kıskaca alınması şairi bunalımlı bir ruh haline büründürecektir.

Dergi kapanınca Ahmet İhsan, oluşan boş vakitlerinde Ahırkapı’da bir kereste fabrikasında müdür olarak çalışmıştır. (Tokgöz, 2012: 139) İlerleyen süreçte üzerlerindeki ithamlar ortadan kalkmış ve padişahın gönlüne uygun olmayan yazılar yazmamaları hakkında bir senet alınarak dergi, kırk günü aşkın bir süre sonra tekrardan çıkmaya başlamıştır. Bu kapanıştan sonraki kapanış, Ahmet İhsan’ın İstanbul’un işgali sırasında müttefik güçlerle çıkardığı Le Soir ile birlikte kapanması olmuştur. Millî Mücadelenin zaferle sonuçlanması dergiyi tamamen kapanmaktan kurtarmıştır. (Tokgöz, 2012: 147)

Hüseyin Cahit, Yeni Zelanda’da ütopik bir koloni kurma düşüncesi ile hareket eden Servet-i Fünûn edebiyatı üyeleri hakkında ve bu ütopik hayat düşüncesine dair bilgiler vermiştir. Bu düşüncenin temelinde yatan istibdat uygulamasının baskısı olmuştur. Bu baskıdan kurtularak düşsel bir şehir kurma fikrinin kaynağında Fikret’in olduğu kabul görmektedir. (Yalçın, 1975: 116) Londra’da bulunan ve Yeni Zelanda adalarına göçmen gönderdiği reklamını yapan bir kuruluşun broşürünü elde eden Mehmet Rauf, bu broşürü Türkçeye çevirerek arkadaşlarını hayli yüreklendirmiştir. Topluluğun bütün üyeleri bu göç fikrinde istekli olmuşlardır. (Yalçın, 1975: 116)

Hüseyin Cahit, Edebiyat Anıları’nın “Başka Dünyalar Düşü” başlıklı bölümünde yazar, Servet-i Fünûn’a yazdıkları yazılar için hiçbir ücret almadıklarını ifade etmiştir. Tevfik

Fikret’in bu duruma isyan ederek aldığı seksen kuruşluk yazarlık ödeneğini kendileri arasında paylaştırdığını söyleyen Hüseyin Cahit, topluluktaki yazarların ülküleri uğruna ve maddi çıkar gözetilmeksizin bir arada bulunduğunun altını çizmektedir. (Yalçın, 1975: 115)

Yeni Zelanda hayali Hüseyin Cahit’in anılarında da kendisine yer bulur. Esat Paşa’nın Ankara’da bulunan ve hayli büyük olan çiftliği satılarak göçmenlerin gidişi için gerekli olan para toparlanmış olacaktır. Hüseyin Cahit, Hayat-ı Muhayyel isimli eserini işte bu diyarın hülyasıyla yazdığını ifade etmektedir. (Yalçın, 1975: 116) Bu denli etkili olan bu girişim hayali, Esat Paşa’nın yeterli kaynağı bulamaması üzerine son bulmuştur. Ve ardından Hüseyin Kâzım’ın Manisa’da bulunan arazisine bir ev yapıp orada yaşamak fikri doğmuştur.

(Yalçın, 1975: 117) Hüseyin Cahit, önceden giderek bu yeri tetkik etmiş ve hayli beğenmişse de bu fikir de hayata geçememiştir. (Yalçın, 1975: 118-119)

Hüseyin Cahit, epeyce zenginlik gösterdiğini düşündüğü Servet-i Fünûn yayınlarının toplu halde bulunduğu bir “Edebiyât-ı Cedîde Kitaplığı” şeklinde bir yazı dizisi oluşturmak istemiştir. O dönemdeki matbaa ve basım işlerini ve ayrıca yaprak kalitesini, kâğıt boyutunu, düzen ve görünüm açısından yetersiz bulduğu için basım işlerinde Avrupa’yı örnek almayı istemiştir. Bu fikrini Tevfik Fikret ve Mehmet Rauf da coşkuyla karşılamışlardır.

“Edebiyât-ı Cedîde Kitaplığı”nın ilk sayısında Hüseyin Cahit’in o zamana kadar yazdığı hikâyeleri Hayat-ı Muhayyel adıyla yayımlanmıştır. (Yalçın, 1975: 123)

Basılan kitapların belki de en şaşırtıcı özelliği bir ön sözlerinin olmayışıdır.

Hüseyin Cahit, ön sözde Abdülhamit’e dua edildiği ve bu durumun kendi görüşlerinin yanı sıra yurtseverlikleriyle örtüşmediği gerekçesiyle eserlere ön söz koymadıklarını ifade etmektedir. Yine Hüseyin Cahit’in dayatmasıyla kırmızı kapak üzerine beyaz yazı tercihinde bulunmaları ona göre, yurt ve bayrak sevgisi ile ayrıca devrim ile özdeşleştirilmiştir. Bu durumlar Hüseyin Cahit üzerinde bir jurnal tehdidi oluşturup onu korkutsa da Hayat-ı Muhayyel basılmıştır. Bu eserin gelirini Tevfik Fikret’e ödünç veren yazar, Rübâb-ı

Şikeste’nin basımını sağlamıştır. (Yalçın, 1975: 124) İktidar-yazar çatışmasının bu sözlerde çok belirginleştiği görülmektedir. Padişaha duydukları kin, onları eserlerini ön söz olmadan bastırmaya kadar götürmüş ve bu durum denetleme kurulunun daha ilk aşamadan şüphesine sebep olmuştur.

“Edebiyât-ı Cedîde Kitaplığı” dizisi içinde Hüseyin Cahit’in Hayal İçinde isimli romanı da vardır. (Yalçın, 1975: 124) Bu roman, yazarın Tepebaşında bir bahçede otururken karşılaştığı gençlerden ilham alarak yazdığı bir eserdir. Eser bittiğinde onu Tevfik Fikret’in evindeki bir toplantıda okuyan Hüseyin Cahit, o toplantıda Halit Ziya’nın da bulunduğunu söylemektedir. (Yalçın, 1975: 125) Biraz fazla okuyarak diğer yazarları sıktığı için, mecburen beğendiklerini düşünen Hüseyin Cahit aslında oldukça takdir edilmiştir. Anılarını yazdığı sırada bu eseri tekrar okuyan yazar, dil bakımından eserini oldukça komik bulmuştur.

Yazıldığı dönemin şartlarına ve topluluğun diğer üyelerinin diline bakılarak, oldukça sade olduğuna inandığı eserinin ufak bir düzenleme ile gayet açık bir Türkçeye ulaşacağını düşünmektedir. (Yalçın, 1975: 126) İncelenen pek çok eserde yazarların ustalaştıkça çıraklık eserleriyle alay etmeleri hatta bazen onları bütün kitapçılardan toplatarak imha etme girişimleri dikkat çekicidir.

Hüseyin Cahit, Servet-i Fünûn toplantılarında da eserlerini diğer yazarlara sunmuştur. Yazıları biçiminden çok içeriği nedeniyle eleştirilmiştir. Bir keresinde “Sukut”

(Düşüş) adlı hikâyesi yoğun eleştirilere maruz kalmıştır. Genç bir öğrenci ile yaşlıca bir yengenin gönül ilişkisinin anlatıldığı bu eser, diğer yazarlarca ahlâka aykırı bulunmuştur.

Genel bir karşı çıkışın ardından kimi kısımları çıkarılarak hikâye Servet-i Fünûn’a kabul edilmiştir. “Fifi” başlığını taşıyan ve Beyoğlu’nun bilinen sokaklarındaki bir evin betimlemelerini içeren hikâye de yine topluluğun denetiminden geçmiştir. Tevfik Fikret’in bu denetimlerde etkili olduğu kısım ise konudan çok yazım ve imla üzerine olmuştur. (Yalçın, 1975: 128)

Hüseyin Cahit, anılarında Servet-i Fünûn’un dağılışının belki de ilk ayağı olarak, Tevfik Fikret ve Ahmet İhsan arasındaki tartışma ya da kırgınlığı göstermektedir. Bu kırgınlıklar çoğu zaman görülmekle birlikte en son yaşadıkları geçimsizlik Tevfik Fikret’in dergiyi bırakmasına neden olmuştur. Tüm ısrarlara rağmen Tevfik Fikret görevine dönmemiştir. Servet-i Fünûn’un başına geçip, yazı işlerini yönetmesini Hüseyin Cahit’ten rica etmiştir. Hüseyin Cahit, Tevfik Fikret’in kırılgan yapısını bildiği için teklifi kabul etmekte aceleci olmadığını; bu durumun onu yaralamayacağına emin olmak için kendisiyle konuştuğunu ifade etmiştir. Tevfik Fikret kendisine kırılmayacağını vaat etse de araları açılmıştır. Hüseyin Cahit’in Vefa Lisesi’ndeki bir öğretmenliğe atanması üzerine ona imalı bir kartpostal göndermiştir. (Yalçın, 1975: 148) Sitem etmesinin nedeni o dönem memuriyetlerinde Abdülhamit’e bağlılık yemini ettirilmesi ve bu durumun ülküleriyle çelişmesidir. Hüseyin Cahit, bu durumun yurtsevmezlikle ilgili olmadığını ifade etmiştir.

(Yalçın, 1975: 148-149)

Tevfik Fikret’in çekilişinin ardından dergi pek çok saldırıya uğrasa da yayın hayatına devam etmiştir. Hüseyin Cahit’in Fransızca’dan çevirdiği “Edebiyat ve Hukuk” adlı makale, sansürcünün denetiminden geçip, uygun olmayan kısımlar atıldıktan sonra dergide yayımlanmıştır. Bu yazı hakkında verilen bir jurnal nedeniyle yazarlar hakkında dava açılmıştır. Hüseyin Cahit, bu jurnal konusunda Musavver Malûmât’ın sahibi Baba Tahir’den şüphelendiklerini söylemektedir. (Yalçın, 1975: 149)

Bu süreçte kapanan dergi, yazarların bir ceza almaması ve haksızlıkları yönünde bir delil bulunmaması üzerine yeniden yayına başlamıştır. (Yalçın, 1975: 156) Ancak saray, edebiyat adına her şeyin basımını yasaklamıştır. (Yalçın, 1975: 159) Bu tarihten sonra Servet-i Fünûn’da yalnızca fen ve teknServet-ikle Servet-ilgServet-ilServet-i yazılar yazılmıştır. HüseyServet-in CahServet-it, Ahmet İhsan’ın kendisinin işine son vermesi üzerine daha çok dilbilgisi ve Türkçe konulu eserler yazmaya

yönelmiştir. (Yalçın, 1975: 159) II. Meşrutiyet’in ilanından sonra bir süre İkdam’da çalışmış ve tekrar Servet-i Fünûn’da boy göstermiştir. (Yalçın, 1975: 165)

Halit Ziya, Edebiyât-ı Cedîde’nin bir gebelik evresi oluşturmadan doğduğunu ifade eder. Hazırlığı bulunmadığı gibi doğduktan sonra ismi bile yoktur. Topluluk etrafındaki isimler adeta tesadüfen orada bulunmuştur. Bir araya geldiklerinde destekçileri olduğu gibi yadırgayan hatta saldıranlar da yok değildir. Bâbıâli’den başlayarak bütün hükümet mensupları alıştıkları edebiyattan başka bir yazı ile resmî dile hiç benzemeyen bu yeni tarza ve özellikle de bu yazıları yazanların gençliğini bahane ederek muhalefet konumuna geçmiştir. (Uşaklıgil, 2014: 625)

Sonrasında Ali Ekrem, A. Nadir, Ahmet Reşit, H. Nazım imzaları da dergiye dâhil olmuştur. Halit Ziya’ya göre bu uğurda ilk fedakârlık, gizlice ya da kendisini tehlikeye atarak: “ Süleyman Nazif Bursa mektupçuluğundan saklı bir imza ile Süleyman Paşazade Sami babasının unvanını bir tehlike adderek [sayarak] ancak Süleyman Nesip ismiyle gelip bu yeni yolun kervanına katıldılar.” (Uşaklıgil, 2014: 627) sözlerinde gizlidir. Memuriyetini tehlikeye atması ve kaleminin sesini kesmeyişi dikkat çekicidir ve bu gözü karalık çoğu isimde de mevcuttur.

Yine aynı konuda bilgi veren Halit Ziya’ya göre genç olanlar daha cesur davranmıştır: “Ahmet Şuayp, Hüseyin Suat, Hüseyin Siret, Ahmet Hikmet, hatta Celâl Sâhir…

Fakat herkesten ziyâde, hatta ilk üç yaşlıdan daha büyük bir iman cesareti ve mahsul mebzuliyeti Hüseyin Cahit ve Mehmet Rauf vardı.” Halit Ziya’ya göre bu isimler vesilesiyle gün geçtikçe sevenleri çoğalan topluluk, yeni bir dostluk kuşağı da oluşturmuştur. (Uşaklıgil, 2014: 628)

Halit Ziya, Edebiyât-ı Cedîde isminin bir alaysılamadan doğduğunu ifade etmiştir:

“Edebiyât-ı Cedîde, sonraları edebiyat tarihiyle iştigal edenlerin [uğraşanların] Tanzimat Edebiyatı dedikleri Şinasi ve Namık Kemal mektebinin [ekolünün] unvanı idi ve Recaizade ile

Abdülhak Hamit’in yürüttükleri hareket-i edebiyeye [edebi harekete] izafe edilmişti [kadar uzatılmıştı].” Kısa fakat dolgun bir ömür yaşayan Edebiyât-ı Cedîde için Yeni Edebiyât-ı Cedîde diyerek topluluğu yerden yere vuran muhalifler olsa da bu “Yeni” kelimesi sonraları düşmüştür. (Uşaklıgil, 2014: 629)

Edebiyât-ı Cedîde fikrinin, Ahmet İhsan’ın resimli mecmuası Servet-i Fünûn’da yazma düşüncesi ile kendisi, Tevfik Fikret ve Cenap Şehabettin tarafından gerçekleştirildiğini söylemektedir. (Uşaklıgil, 2014: 631) Şarkın kendilerine muhtaç oldukları edebî sarhoşluğu veremediğini görmek onları garba doğru itmiştir. Onlardan evvel de Türk edebiyatı garba yönelme eğilimi gösterse de yapılan tercümeler bu konuda yetersizdir. (Uşaklıgil, 2014: 633) Halit Ziya’ya göre bu yetersizliği keşfeden topluluk üyeleri, ilk toplantılarında ya da yayımladıkları bir makale ile batıya yönelimlerinin olacağını anlatmamakla çok iyi etmişlerdir. Zira bu durum önlenmeye müsaittir. (Uşaklıgil, 2014: 635)

Edebiyât-ı Cedîde’nin yanında olan isimler arasında İsmail Safa (s. 644) ve Süleyman Nazif’i gösteren Halit Ziya, Hüseyin Rahmi’nin de topluluğa destek olduğunu fakat inzivayı seven yapısı dolayısıyla onlara dâhil olmadığını belirtir. (Uşaklıgil, 2014: 645) Ahmet Rasim’in ise kendilerine yakınlık kurmaktan ziyâde Malûmât’ın sahibinin yakınında olduğunu vurgular. Ayrıca İkdam gazetesi Paris muhabiri olan Ali Kemal de her fırsatta topluluğa olan kinini yansıtmaktadır. Bu girişimlere destek olan bir diğer isim de Edebiyât-ı Cedîde’nin dekadanlıkla suçlandığı çeşitli yazılar yazan Ahmet Mithat olmuştur. (Uşaklıgil, 2014: 646) Halit Ziya’ya göre durum öyle bir hâl almıştır ki yazılarıyla sürekli sarayın şüphesine maruz kalan Recaizade Mahmut Ekrem’in karşısına Baba Tahir’i koymak ve başkanlık ettiği Servet-i Fünûn’un karşısına Malûmât’ı getirmek uygun görülmüştür.

(Uşaklıgil, 2014: 647)

Servet-i Fünûn, kendisini kuşatan olumsuz şartlara rağmen hayatta kalmayı başarmıştır. Halit Ziya’ya göre, dergi ya da risale türünden teftişe tutulmamış olmaları bir

avantajdır çünkü bu türlerin denetimi daha sıkı yapılmaktadır. Dönemin gazeteleri ile birlikte Hıfzı Bey’in muayenesinden geçen Servet-i Fünûn için bu durum büyük bir şans olmuştur.

(Uşaklıgil, 2014: 664) Edebiyât-ı Cedîde taraftarı Hıfzı Bey, topluluğun devamlılığı için cesaretli davranışlar sergilemiştir. Aynı şekilde Acem ve Arap edebiyatının derin bir bilgini olan Velet Çelebi de topluluğa desteğini esirgememiştir. (Uşaklıgil, 2014: 665)

Hüseyin Cahit, Mehmet Rauf gibi isimlerin yanı sıra Ahmet Hikmet, Saffeti Ziya gibi yazarlar da topluluğa katkı sağlamışlardır. Bu isimler içinde Ahmet Şuayp, Hayat ve Kitaplar silsilesi isimli deneme ve eleştirileri ile Ahmet Reşit ise şiirleriyle topluluğa destek olmuşlardır. Gruba açıkça dâhil olmamakla birlikte destek veren bir isim de Rıza Tevfik’tir.

(Uşaklıgil, 2014: 796) Huşenk ve Kerbela sahibi İbnürreşat Ali Ferruh’un da destekçi

(Uşaklıgil, 2014: 796) Huşenk ve Kerbela sahibi İbnürreşat Ali Ferruh’un da destekçi

Benzer Belgeler