• Sonuç bulunamadı

YAZARLAR ARASINDAKİ TARTIŞMALAR, ALINGANLIKLAR

VIII. 2. DÜNYA EDEBİYATININ SANATÇILARIMIZA YANSIMALARI

Fransa’da Victor Hugo ile tanışma şansı yakalayan Abdülhak Hamit Tarhan, Hugo’nun kendisinin edebiyat geçmişiyle alakalı bilgisi olmadığı için kişiliği ya da şairliği hakkında yorum yapmayarak memuriyetini övdüğünü söyler. Şair-i Âzam, bu dönemde daha çok Corneille ve Racine’i okuma fırsatı yakalar. Voltaire’in Corneille hakkındaki eleştirilerini okur. Corneille’in eserlerinden Le Cid’in tesiriyle Paris’te Nesteren tiyatrosunu ve Horace’ın etkisiyle İstanbul’a dönüşte ise Eşber’i yazmıştır. (Enginün, 2013: 124-125) Londra’da bulunduğu zamanlarda ise İngiliz dilbilimci James Redhouse ve dönemin edebiyatı hakkında sohbet ettiği Mr. Gibb’i sık sık ziyaret etmiştir. (Enginün, 2013: 204) İskoçyalı yazarı, üdebâ-yı Osmanîyyeden kabul ettiğini belirtmiştir. (Enginün, 2013: 206) Farsça ve Türkçe’ye olan ilgisi ile bilinen Gibb, Osmanlı şiiri üzerine araştırmalar yapmış ve bu araştırmalarda mümkün olduğu kadarıyla Divan Edebiyatı şiirlerini İngilizceye çevirmiştir. Onun bu ilgisi ve eski edebiyatımıza dair incelemeler yapması pek çok yazarın da dikkatinden kaçmamış başta Abdülhak Hamit olmak üzere yazarlarımız onunla görüşmüş ve mektuplaşmıştır.

Ahmet Rasim, özellikle Voltaire ile Jean Jacques Rousseau’nun genç edebiyatçılar arasında dikkati çeken isimler olduğunu belirtmiştir. Tercümân-ı Hakîkat’te Victor Hugo, Lamartine, Voltaire, Delille, Alfred de Musset, Shakespeare, Goethe, Schiller, Racine, Boileau, Jean Jack Rousseau’nun tercümeleri yer almıştır. (Ahmet Rasim, 2016a: 94) Bu çeviriler ile popüler bir çeviri edebiyatı oluşturulmuştur.

Fransızca roman çevirisine olan ilgisinin zamanla azaldığını vurgulayan Hüseyin Cahit, cinayet romanlarının yerini giderek duygusal romanların aldığını belirtmektedir.

Duygusal roman okuma modasına uyan yazarın en çok beğendiği isimler, George Ohnet ve Bir Yoksul Delikanlının Romanı isimli eserin yazarı Octave Feullet’dir. Bunlardan sonra Dumas Fils’in eserleri de ilgisini çekmiştir. Onu roman yazma sanatının son noktasına ulaşmış bir dâhî olarak görmüştür. (Yalçın, 1975: 38)

Hüseyin Cahit, Servet-i Fünûn gazetesinde duygusal bir şair olarak lanse edilip resmi basılan Paul Bourget’nin Terre Promise (Adanmış Topraklar) adlı eserini üç buçuk franga almıştır. İlk okuma denemesinde Fransızca kitap onu hayli yormuş ve hatta bir köşeye bırakmıştır. (Yalçın, 1975: 38) Aradan altı ay gibi bir süre geçtiğinde Adanmış Topraklar’ı rahatça okuyabildiğini görmüş ve sevinmiştir. Bu esnada İkdam’da aynı yazarın Andre Cornelis adlı eseri çevrilip yayımlanmaktadır. Hüseyin Cahit, Paul Bourget’nin bütün eserlerini getirtmeye başlamıştır. Yazara ait Psychologie Contempoarine (Çağdaş Psikoloji) adındaki iki cilt eseri getirttikleri arasındadır. Paul Bourget, Hüseyin Cahit’e büyük yazarları tanıtmanın yanında eleştiride izlediği yol ile de örnek olmuştur. Hipoolyte Taine’i bu vesileyle tanıdığını vurgulayan Hüseyin Cahit, yeni sihirli yollara girerken, Bourget ve Taine’nin izlerinden sıyrılamadığını söylemektedir. Paul Bourget’ye olan bu hayranlığı Dreyfus18 davasına kadar sürmüştür. Bu davada krallık ve papaz yanlılığı nedeniyle Hüseyin Cahit, yazardan uzaklaşmış ve eserlerini okuyamamıştır. (Yalçın, 1975: 39) Hüseyin Cahit’in anılarında dikkat çeken nokta, genç okur kitlesinin popüler olan eser ve yazarları takip etmesidir. Kendine özgü bir okuma zevkine henüz erişemeyen yazarlarımız, gazetelerin tanıtımı ve yönlendirmeleri ile edebiyat zevklerine yön vermişlerdir.

Mehmet Rauf, yabancı sanatçılardan özellikle Maupassant ve D’annunzio’dan etkilendiğini belirtir. Etkisinde olduğu Fransız, İngiliz ve Rus yazarların isimlerine değinmektedir. Fransızlardan; Alfred de Vigny, Leconte de Lisle, Baudelaire, Flaubert, Goncourt Kardeşler, Daudet ve Mauppasant, İngilizlerden; Shelley, Keats, Swinburne Ruslardan; Turgenyev, Dostoyevski; İtalyanlardan; bilhassa Leopardi ve De Annunzio gibi isimlere yer verir. (Mehmet Rauf, 2008: 82)

18 Casuslukla suçlanan Yüzbaşı Dreyfus yaşam boyu hapis cezasını çekmek üzere 1895'te Şeytan Adası'na gönderilmiştir. Mahkumun Fransa'da yaygınlaşan Yahudi düşmanlığının kurbanı olduğunu anlayan Emile Zola, davanın yeniden görülmesi için savaşır. (Baysan. G.T. Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi:

Dreyfus Davası: Gerçek ve Adalet Savaşçısı Zola, Cilt: 19 / Sayı: 1/ ss. 181-195)

Halide Edip’in, Salih Zeki Bey ile olan evliliğinin ardından fikrî çalışmaları ve yazı faaliyetleri devam etmiştir. Salih Zeki Bey’in Kamus-u Riyaziyât eserinin yazım sürecinde adeta bir araştırmacı ve kâtip vazifesi görmüştür. Akşamları da babası ve eşine Conan Doyle’nin hikâyelerini okumak vazifesini üstlenmiştir. Bir eseri İngilizceden Türkçeye çevirmek konusunda bu okumaların oldukça faydasını görmüştür. Çok etkilendiği Sherlock Holmes’dan, Sultan Abdülhamit de oldukça etkilenmiş, Halide Edip’in aktardığına göre sabaha kadar bu eserin tercümesini okutturmuştur. (Adıvar, 2016: 161-162)

Anne olmayı arzuladığı iki yıl boyunca Fransız edebiyatına olan ilgisi oldukça artmıştır. “Fransız dilinin güzelliği, edebiyat şekillerinin kusursuzluğu beni teshir ediyordu.”

dediği bu ulusun edebiyatının yanı sıra hürriyet konusundaki düşüncelerinden de etkilenmiştir. Özellikle Daudet’in eserlerini okumuş ve tesirinde kalmıştır. Buna karşın Emile Zola, fikir dünyasına en fazla tesir eden isim olmuştur. (Adıvar, 2016:162) İlk okumalarında sevimsiz bulduğu yazarın; üslûbunu kavradıktan, hayat tablolarındaki acayipliği gördükten ve mide bulandıran çirkin ve hayvanî içgüdülerini hazmettikten sonra Zola’yı yavaş yavaş idrak etmeye başlamıştır. Yalnızca onun cinsî zaaflar üzerindeki mübalağalı tutumu, yazarı olumsuz etkilemiştir. (Adıvar, 2016: 163) Yazarın okuma zevkinin giderek değişmesi, onun edebî bakış açısında oluşan değişimlerin yansımasıdır. Salih Zeki Bey ile olan evliliğinde iki sene kadar bir süre çocuk sahibi olması yasaklanmıştır. Bundan sonraki süreçte eşi kendisiyle evliyken başka bir kadınla daha birlikte olmak istemiştir. Okuma zevklerinin değişiminde özel hayatındaki bazı sorunların etkisinden söz etmek de yerinde olur.

Emile Zola’dan sonra Shakespeare’e dönen Halide Edip, yazarın İngilizcesinin ahengini çok azgın olarak ifade eder ve ona göre dili, Anglosakson ruhunun kudretini ve sadeliğini de taşımaktadır. (Adıvar, 2015: 165) Bu dönemde tercümesine başladığı Hamlet’i kendi zevkine göre tercüme etmiştir. Eşi Salih Zeki Bey de Hamlet’in Fransızcasını okumuştur. Tercümesinde Türk dilinde fazla kullanılmayan tumturaklı ifadeler ve gösterişli

tabirler kullanmıştır. Sone’leri tercümeye başladığında ise yazarın lirik ifadelerinin Türkçede karşılığını bulamamak onu adeta sendeletmiştir. (Adıvar, 2016: 166) Aslına uygun çeviri yapma sorunu Sone’lerde de karşımıza çıkmaktadır. Türkçe kelimelerin özellikle şiir çevirilerinde anlamı yansıtmakta başarısız olduğu düşünülmüştür. Ancak bu çevirilerde bazen yazarın ilk metninden daha özgün, daha etkili bir yeni forma ulaşılması da söz konusudur.

1906’da Shakespeare’i en iyi şekilde anlamaya başladığını belirten Halide Edip,

“Erkek ve kadın, sanatta ve kültür şekillerinde umumiyetle birbirlerinden başka hususiyetler göstermişlerdir.” (Adıvar, 2016: 166-167) fikrine ulaşmıştır. Kadın ve erkek ruhunun anlaşılması ve anlatılması konusunda tespitlerde bulunan yazar, Süleyman Çelebi’nin, Mevlit’i ve İncil’in bir kısmının ancak bir kadının duyacağı inceliğe sahip olduğunu söyler.

Buna rağmen yazara göre Shakespeare, ifadesinde erkek kalmıştır. (Adıvar, 2016: 167)

Halide Edip, İngiltere gezisinde daha evvelden tanıştığı Miss Fry’ın evinde görüşmüş olduğu muharrir Nevinson’un tesiri altında kalmıştır. (Adıvar, 2016: 199) İdealist çizgisini etkileyici bulduğu eşi Adnan Adıvar ve Nevinson kadar hiçbir idealist yazardan etkilenmemiştir. Bu gezisi sırasında İngiliz şair John Masefield’un da tesiri altına girmiştir. O dönemde çok meşhur olmayan bu şair, sonradan büyük ve ünlü bir şair olmuştur. Bu isim, kendisine şöhret getirecek olan Pompey adlı eserini, ziyareti sırasından Halide Edip’e baştanbaşa okumuştur. (Adıvar, 2016: 200) Bu gezi sırasında Türkçe ve Farsça dillerinde dönemin en büyük profesörlerinden olan Edward G. Browne ile de tanışma şansı yakalamıştır.

Bu isim, Gibb’in Osmanlı Şiir Tarihi19 adlı eski edebiyatımız hakkındaki eserinin oluşumunda da tesir sahibidir. (Adıvar, 2016: 201)

Shakespeare’in başlıca dramlarını okuyan Yahya Kemal, Londra hayatında okuduğu eserler arasında “okuya okuya içime sindirdim” dediği iki eser olmuştur: Gustave Flaubert’in Salambo’su ve Paul Verlaine’in şiirleri. (Beyatlı, 2015: 103) Yahya Kemal,

19 Halide Edip, Gibb’den de Osmanlı Şiiri Tarihi I (1943) adlı tercümeyi yapmıştır. (Enginün, 1988: 377)

Paris’te tanıdığı Guy Rober Costal isimli komünist ve dekadan bir şair vesilesiyle Chimere adlı bir mecmua çıkaran şairleri tanır. Kendisinin de tercüme şeklinde yazılar gönderdiği mecmuanın üyelerinden, Vincent Muselly şiirde; Alfred Machar ise nesirde çok başarılı olurlar. (Beyatlı, 2015:106)

Şiirinin oluşum aşamasında Yahya Kemal, Victor Hugo’nun Asırların Masalı eserinden büyük oranda etkilenmekle birlikte sonraları bu tarz bir şiiri ‘kaba saba’ olarak niteler. Sonrasında Theophile Gautier ve Theodore de Banville gibi şairlerden etkilense de kendisi üzerinde en önemli tesirlerden birini yapacak olan Charles Baudelaire’in şiirini tadar.

Bu durumu, “Şiirin bu merhalesi bütün hissimi bütün havâssımı bir büyü gibi tutmuştu.”(

Beyatlı, 2015: 106) diyerek tarif etmeye çalışır. Şer Çiçekleri’nin büyük kısmını ezberler.

“Buadelairecilik üstümde uzun zaman bir sıtma gibi kaldı.” diyen yazar için bu şair, yeni kapılar aralar: Edgar Allen Poe’yi anlamak ve Paul Verlaine’i daha fazla zevk alarak okumak gibi. (Beyatlı, 2015: 107)

Victor Hugo, Gautier, Banville, Verlaine, Baudelaire, Maeterlinck, Verhaeren gibi isimlerden etkilenen Yahya Kemal, asıl şairlik zevkini Jose-Maria de Heredia’dan aldığını belirtir. (Beyatlı, 2015: 108) Heredia’yı “Çok gecikmiş, klâsik bir sanatkâr” olarak niteler ve

“Heredia’nın derli toplu eserlerine bağlanmak hayâtımın en esaslı bir tâlihi olduğunu îtirâf ederim.” derken Heredia’ya olan hayranlığı ortaya çıkar. Yahya Kemal, Heredia’yı şu sözlerle anlatır:

….Avrupa’nın klâsikleri ve romantikleri ne vücûda getirmişse onda sıkı bir inbikten geçirilmiş haldeydi. Lâtin ve Yunan şâirlerinin değerlerini ondan öğrendim. Heredia’nın her sonnet’si üzerinde bir iki ay kalıyordum. Bir soneden dîğer soneye geçiş benimçün yeni bir heyecan oluyordu. Şiirin asıl mâdenine elimle dokunduğumu hissediyordum. (Beyatlı, 2015: 108)

Heredia’nın etkisiyle Yunan ve Lâtin şiirini sevmeye başlayan Yahya Kemal,

“Öteden beri aradığım yeni Türkçenin yanına yaklaştığımın farkına vardım.” (s. 108)

diyecektir. Eski şairlerimizin mısra-ı bercestelerinin güzelliklerine bu vesileyle varmaya başlar:

“‘Geçdi Gaalib Dede candan yâhû’ mısra’ı, eski edâda olmakla berâber Türkçeydi ve bir Mevlevî dedesinin öldüğünü, bir Mevlevî dergâhının sabâhında, münzevî ve mu’tekif dedelerin odalarına, hâlis bir şiir sesiyle haber veriyordu.” (Beyatlı, 2015: 109) derken, şiirde saf Türkçe’den beslenme fikrine erişen Yahya Kemal için: “Ağlarım hâtıra geldikçe gülüştüklerimiz”, “Bugün şâdım ki yâr ağlar benimçün”, “Sürdü yelken-kürek a’dâyı Kapûdan Pâşâ” gibi mısralar artık olabildiğince Türkçe görünmeye başlar. (Beyatlı, 2015:108-109)

Yahya Kemal, Fransız şairlerin şiirlerini yalnızca okamakla kalmamış, aynı zamanda bu şairlerin şiirlerinin kökenine de inmeye çalışmıştır. Bunu başardıktan sonraki hedefi, kendi ülkesindeki şiir geleneğinin tarihsel süreç içindeki yerini araştırmak olmuştur.

Fransız şairlerin; tarihe, kültüre, millî benliğe yönelişleri onun da aynı arayış içine girmesinin nedenidir. Bu doğrultuda oluşturdğu faaliyet olan Nev-Yunanilik, Anadolu insanının Akdeniz havzasında yaşayan milletlerden olduğunu ve şiirimizin bu geleneğe yaslandığını ispatlamak düşüncesinden beslenmiştir.

Yahya Kemal’in Siyâsî ve Edebi Portreler’inde ve Halit Ziya’nin Saray ve Ötesi adlı eserinde üzerinde durulan isim ise Pierre Loti’dir. Halit Ziya, anılarında yazara olan hayranlığını “Ben ona yalnız Türklüğe dost sıfatıyla değil, Fransız edebiyatının en büyük mefahirinden [övünçlerinden] biri olmak itibarı ile meftun [tutkun] idim” (Uşaklıgil, 2014:

623) sözleriyle ifade etmektedir. Yahya Kemal ise Loti’nin İstanbul’a dair kitabını okuduktan sonra gerçek şair ve Pierre Loti hakkındaki düşüncelerine yer vermektedir:

“Hâlis bir şâirin fârikası bence yalnız budur: Hâlis bir şâirin eseri kaariine yegâne eser görünür, kaari, onun sihrine tutulduğu sıralarda, sanır ki başka eserler renksiz ve tatsızdırlar. İşte her hâlis şâirin şiirinde tecellî eden bu “yegâne” görünüş Loti’nin şiirinde bir kat daha sihirkâr oluyor.” (Beyatlı, 2014: 100)

Loti’nin son kitabını okuyan Yahya Kemal’in adeta gözleri kamaşmıştır. Yazar, bir büyü olarak nitelediği bu şiiri, nakletmekte yetersiz olunduğuna inandığı için üzülmektedir. (Beyatlı, 2014: 100)

Loti’nin uzun yıllar Türkiyede yaşaması ve Osmanlı toplum hayatı hakkında eserler vermesi, Türk milletinin yanında yer alması gibi nedenlerle ülkemizde sevilen bir isim olduğu açıktır. Ancak yapılan son araştırmalar onun Fransız ajanı olabileceğine ve Türklere karşı olan kimi savaşlarda cephede yer aldığına kadar gitmiştir. Edebiyat konusunda takdir edilmeyen yönü ise Aziyade isimli eserinde Osmanlı toplum hayatını yanlış aksetmesidir ve bu durum, Halit Ziya ve Tevfik Fikret gibi isimler tarafından eleştirilmiştir.

Yakup Kadri, dönemin en realist hikâyecisi olarak kabul edilen Mauppassant’ın eserlerinden oldukça etkilenmiştir. Maupassant’ı sevmesinin nedeni olarak hikâyelerindeki objektifliği ve karamsar dünya görüşünü dile getirmiştir. Refik Halit’in de aynı isme farklı gerekçelerle ilgi duyduğunu belirtmiştir. (Karaosmanoğlu, 2015: 56)

İslamiyet’in kabülüne kadar dış etkilerden nispeten uzak kalan edebiyatımız, dini değişiklik ile Arap, İran ve Fars edebiyatının etkisinde kalmıştır. İmparatorluğun eski gücünü yitirmesi ile Batı’nın askeri, ekonomik ve sosyal yönden ilerleyemeyişi göz önüne alınarak toplumun ileri gelenlerinin yönü Batı’ya çevrilmiştir. Bu gelişmeler ile yeni türler olan;

roman, tiyatro, eleştiri vb. edebî türler incelenmiş ve genç yazarlar, Avrupalı aydınları takip etmeye başlamışlardır. Bu ilk etkilenmelerde özellikle Fransız edebiyatının biçim ve içerik yönündeki gelişimi, edebiyatçılarımızın dikkatini çekmiştir.

Namık Kemal’den itibaren reddedilen Divan edebiyatının yerine yeni bir edebiyat oluşturma fikri oluşsa da bu edebî birikimden vazgeçilmesi kolay olacak bir iş değildir. Konu ve şekil açısından yapılan değişiklikler ile ürünler farklılılaşarak günümüz edebiyatının temelleri atılmıştır. Özellikle Telemak (1859), Sefiller (Mağdûrîn Hikâyesi) (1862), Robenson Crusoe (1864) gibi çeviriler ile başta roman olmak üzere farklı türler edebiyatımıza girdikçe

yazarlarımız, kendileri de bunları taklit ederek ya da bunlardan ilham alarak ürünlerini vermiş olurlar. Roman, edebiyatçılarımız için toplumu yönlendirmeye de yarayan, okuyucunun dikkatini çeken bir tür olarak edebiyatımızda yer edinir. Bu yer edinmenin gerçek kaynağı dünya edebiyatının artık yerleşmeye başlayan ürünleridir.

Etkileşimin kaçınılmaz bir gerçek olduğu bilindiğinden yazarlarımızın, dünya edebiyatının takipçisi olması doğru bir adımdır. Bu etkileşimde, edebî türlerin yanında edebiyat akımlarının da etkisi görülür. İlk eserlerde klasisizm ve romantizm görülmekle beraber sonraları realizm ve natüralizm akımları birbirini izler.

Uzun yıllar, şiir konusunda birikim sağlayan Divan edebiyatının konu ve şekil özelliklerinden uzaklaşmak mümkün olmamıştır. Şiir, Batı’nın etkisiyle alışkanlıklar ile yeniliğin çatıştığı bir tür olur. Şiirde parnasizm ve sembolizm akımlarının yansımaları görülür. Servet-i Fünûn dönemindeki pek çok şair, bu akımların özünü idrak edemeseler de akımların onlar üzerindeki etkileri belirgin olmuştur. Dünya edebiyatının etkisiyle modern edebiyatımızın temelleri atılmıştır.

IX. BÖLÜM

Benzer Belgeler