• Sonuç bulunamadı

EDEBİYAT HAYATINDAKİ ADIMLAR: ESERLERİN YAZILMASINDAKİ ESİN, SÜREÇ VE GÖRÜŞMELER

III. BÖLÜM SÜRGÜN HAYATLARI

Ahmet Mithat, halkı fen ve felsefe konusunda aydınlatmayı amaçladığı Dağarcık dergisinde İslamiyet üzerine bazı görüşlerine yer verir. (Ahmet Mithat, 2013: 225) Basiret’ten ayrıldıktan sonra çeşitli suçlamalara maruz kaldığını belirten yazar, Basiret yazarları tarafından dinsiz ilan edilmiştir. (Ahmet Mithat, 2013: 226) Hoca İshak Efendi’nin bu suçlamasına, Dağarcık’ın sekizinci sayısındaki “Redd-i İtiraz ve İzah-ı Hakîkat” adlı bir makale yazarak cevap vermiştir. Sonrasında İbret gazetesinde aynı konu ile alakalı bir cevap yayımlayan Ahmet Mithat ile Basiret’in savaşı giderek büyümüştür. (Ahmet Mithat, 2013:

227) Bâb-ı Meşihat’ta okunan eserlerinde bir aykırılık bulunmamasına rağmen (s. 228) muzır kitaplar bastığı gerekçesi ile tutuklanıp Ebuzziya Tevfik ile beraber Rodos’a sürgün edilmesine karar verilmiştir. Aynı gerekçe ile aynı gün Namık Kemal de Kıbrıs’a sürgün edilmiştir. (Ahmet Mithat, 2013: 243)

Ahmet Mithat, Rodos sürgünlüğü sırasında yazı yazmaktan vazgeçmez. Bunun nedeni, İstanbul’da kalan ve gayet büyük olarak nitelenebilecek bir ailesinin olmasıdır.

Onların ihtiyaçlarını karşılamak için yazması mecburiyete dönüşmüştür. İşte bu amaçla Dünyaya İkinci Geliş, Açık Baş, Ahz-ı Sar gibi birkaç parça kitaptan başka Kırk Ambar’ın ilk on sayısı ile Hasan Mellah isminde büyük bir romanın ilk planını oluşturmuştur. (Ahmet Mithat, 2013: 279) Gizlice gönderilen bu yazıları, kardeşi M. Cevdet kendi ismiyle bastırmıştır. Bu kitapların geliri ile hem İstanbul’daki ailesi geçimini sürdürmüş hem de kendisi sürgünde gereken parayı temin etmiştir. Bu sürgün sırasında kendisine gelen Zaman gazetesinde Eyvah adlı tiyatro oyununun Selânik’te oynandığını ve halkın büyük beğenisini kazandığını öğrenmiş fakat sürgün hayatının getirdiği burukluk nedeniyle sevinci kursağında kalmıştır. (Ahmet Mithat, 2013: 280-281)

Ahmet Rasim, Saâdet’te çalıştığı sırada sansürcülerin gazabına uğramıştır. İsmail Safa tarafından yazılan “Bahar gelmeyecek mi, bahar gelmeyecek mi?” nakaratlı şiir yüzünden Ahmet Rasim, sorguya çekilmiştir. (Ahmet Rasim, 2016a: 179) Ahmet Rasim’in yazdığını düşündükleri şiiri, İsmail Safa’nın yazdığı anlaşılınca yapılan yanlışlık ortaya çıkmış ve yazar serbest bırakılmıştır. (Ahmet Rasim, 2016a: 181)

Ahmet İhsan, ilk roman tercümesine başladığı sırada Karabet Matbaası’nda bastırıp eve getirdiği Seksen Günde Devr-i Âlem romanının formalarını ev halkıyla beraber katlamıştır. Ancak bu formaların yayımlanması sırasında Ahmet İhsan’ın iddiasına göre, Sultanzade Salâhî Efendi’nin jurnaline uğramışlardır. Evi basılıp, kendisi sorguya alınmıştır.

Ahmet İhsan, aynı roman yüzünden Ahmet Rasim’in de Zaptiye Nezareti’nde tutulduğunu aktarmaktadır. (Tokgöz, 2012: 29)

Refik Halit, Fransızca öğrenmeye başladığı zamanlarda eniştesinin odasında Papaz Gapon’un Hâtıraları adlı kitabı bulur. Bu eseri okula götürür ve o gün okulda kontrol yapılır. (Karay, 2015: 74) Lâkin Refik Halit, eser yüzünden ceza almaz. Kitap ve olay hakkındaki düşünceleri şu şekildedir:

Açık seçik bir eser miydi bu? Hayır, aksine çok ciddi idi, hatta korkunçtu: Zamanımızda Çarlık Rusya’da vuku bulmuş kanlı bir ihtilalin hikâyesiydi; adı: “Papaz Gapon’un Hâtıraları.” Düşününüz Sultan Hamit tahtında otururken böyle bir kitabı evvela elde etmek, sonra okumak, daha sonra da mektebe götürmek?

Dehşet! Cezası yüzde yüz –demin bahsettiğim- “tantuna gitmek”… Hem de haritada Yemen’den tutunuz Fizan’a kadar nereleri, ne cehennemler, ne gayya kuyuları, nereleri yazılı değildi ki!(Karay, 2015: 74-75)

Yazarın bu sözleri, dönemin yazarlarının içinde bulundukları durum ve hatta okuyucuların karşı karşıya kaldığı baskı rejimini idrak etmek adına önemlidir. Yazılan eserler ve yurda giren eserlere Encümen-i Teftiş ve Muayene’nin sıkı denetimi göze çarpmaktadır. Yazarların yakındıkları konuların ilk sırasında bu ağır denetimler ve sürgün korkusu ile düşüncelerini istedikleri gibi ifade edememeleri gelmektedir.

Meşrutiyet’in ilanından sonra Kirpinin Dedikleri adlı eseri yüzünden beş yıl sürgüne gönderilen Refik Halit’in, küçük yaşlarındaki maceralarında daha şanslı biri

olduğunu söylemek mümkündür. Öğrencilik yıllarında kitapları ciltlenmesi için bir Ermeni kitapçıya bırakan Refik Halit, kitapçıya gittiğinde iki hafiyenin kitapların sahibini aradıklarına şahit olur ve oradan uzaklaşır:

Bir ikincisi de başıma geldi: Çoktandır kendisini müzayede ile satış işlerine kaptırmış olan o zaman ki kitapçı Babikyan’dan iki kitap satın almıştım: Fransa cumhurreisliğinde sonradan maktul düşen zavallı ihtiyar Paul Doumer’in meşhur Çocuklarımın Kitabı ile Dalmeras’in Zaferden Önce isimli biyografik bir eseri.

(Karay, 2015: 76)

Yazar, yaklaşık bir ay sonra mücellitten Çocuklarımın Kitabı adlı, cumhuriyet konulu kitabın ilginç bir şekilde hafiyeler tarafından çocuk kitabı sanıldığını, tanınmış muharrirlerin şöhrete erişmeden evvelki hayatlarını mizahi bir dil ile anlatan Zaferden Önce adlı eserin ise isminden dolayı şüpheye neden olduğunu öğrenir. (Karay, 2015: 77) Yazarın yapılan teftişlerde aslında üstünkörü bir inceleme yoluna gidildiğiyle alay ettiği görülmektedir.

Birinci Dünya Savaşı’ndan önce Sinop’a sürülen Refik Halit, burada yazma işine ara verse de Nevsal-i Millî için bir yazı yazmıştır. Yazdığı yazının neşredilmesi üzerine mutluluk duyan yazar, sonrasında başka yazılar da kaleme almıştır. Yazarın dilinden bu olay şu şekilde gerçekleşmiştir:

Ben sürgünde bulunmam dolayısıyla elime kalem almıyordum. Neşredilmeyecek olduktan sonra ne diye yazacaktım? Tembelliğe alışmıştım. Ancak bir defa Nevsal-i Millî isimli bir eser için yazı istemişlerdi;

oraya “İneğe, buzağıya dair” başlıklı bir makale ve fotoğrafımı göndermiştim; nasılsa neşredilmişti. Hepsi bu kadar… Nevsal-i Millî çok rağbet görmüş, verdiği biyografiler edebiyat kitaplarına kaynaklık etmiştir. (Karay, 2015: 141)

Sinop sürgünü devam eden Refik Halit, Yakup Kadri’den bir mektup alır.

Peyâm’ın yazı heyeti müdürü olan Yakup Kadri, kendisinden haftada bir musahabe istemektedir. Sürülmeden önceki piyasasına uygun olarak bir altın ücret verilecek olması Refik Halit’i son derece memnun etmiştir. (Karay, 2015: 141) Bunun üzerine gazeteye üç adet yazı gönderdiğini belirten yazar, bu yazılarında müstear ad kullanmıştır:

Üçüncüsünü de yolladım; uykuyu öven bir yazı idi; hoştu. 1 ve 2 numaralılar “Nakş-ı ber-âb”

başlığı altında ve Aydede imzasıyla neşredildi; Ali Kemal sakladığı o makaleyi harp sonu çıkardığı gazetesinde neşretmişti. Çıkmaması pek tabii idi; zira Peyâm kapatılmıştı. Güya kapatılmasının sebebi de benim yazılarımı neşretmesiydi. (Karay, 2015: 142)

Birinci Dünya Savaşı sırasında Çorum, Ankara, Bilecik gibi şehirlerde sürgün hayatı devam eden yazar, Yeni Mecmua’da kendi ismiyle yazılar yazmaya başlayana kadar Ömer Seyfettin’in isteğiyle iki öykü kaleme almıştır. Yazıları yine siyâsî ve politik baskıların gölgesinde ve müstear isimle yayımlanmıştır. (Karay, 2015: 143) İstanbul’un kapılarının tekrar kendisine açılmasını beklemiştir. “Bu fırsatın habercisi Ömer Seyfettin’in bir mektubu olmuştu; hikâye istiyordu, aklımda doğru kaldıysa Türk Yurdu Mecmuasına koyacaktı. Durur muyum? İki tane yazdım. Biri “Boz Eşek”, öbürü “Küs Ömer” idi, zannediyorum.” Bu iki yazısı isminin baş harfleriyle neşredilen yazar, üç senedir müstear isimle yazmanın verdiği sıkıntıdan biraz olsun kurtulmuştur.

Bu dönemde mimlenen isimlerin kullandığı en etkili yöntem müstear isim kullanmak ya da eserlerini sadece baş harfler kullanarak yayımlatmaktır. Bu isimlerin başını çekenlerden olan yazar, isminin olduğu gibi kullanılacağı günleri hasretle beklemeye başlamıştır. “ (…) Hakîkaten gün gelip de Yeni Mecmua bir hikâyemi ismimle neşredince sürgünlük hayatım sona erdi. Ziya Gökalp’in gözüne girdikten kelli kimin haddi beni bir daha şehir dışı etmek!” Böylelikle yazar, Yeni Mecmua’da yazmaya devam etmiştir. (Karay, 2015:

142-143)

Yakup Kadri, yazdığı küçük hikâyelerden biri olan Şehzadebaşı Karakolu Faciası nedeniyle Dâhiliye Nazırı Reşit Bey’den dostane bir ikaz almıştır. Bu isim, H. Nazım imzasıyla Servet-i Fünûn’da çıkan şiirleriyle tanınmıştır. Yakup Kadri, Reşit Bey’in Paris Konferansı’ndan istifa ederek döndüğünü söylemektedir. Ayrıca bundan sonraki zamanlarda Divan-ı Harb Nemrut Mustafa’nın (Divan-ı Harb-i Örfi Mahkemesi Başkanı) önderliğinde Damat Ferit Paşa döneminde bir yargı mekanizması kurulur. Yargılanan isimler, fidye vererek

canını kurtarmaktadır. Bu isimlerden biri de Falih Rıfkı’dır. Yakup Kadri’nin de aralarında bulunduğu arkadaşları altı yüz lira karşılığında yazarı kurtarırlar. (Karaosmanoğlu, 2017: 58)

İkdam gazetesi yazar ve memurları ile Vakit gazetesi müdürü ve yazı heyeti ile Yakup Kadri de Nemrut Mustafa Divan-ı Harbi tarafından tevkif edilmiştir. (Karaosmanoğlu, 2016: 59) Yakup Kadri, bu sırada yazdığı Kiralık Konak adlı romanı nedeniyle suçlandığını düşünürken heyet, Anadolu Hareketi ve Ali Fuat hakkındaki bir haberi gerekçe olarak göstermiştir. (Karaosmanoğlu, 2016: 61) Bu olaylardan sonra İşgal Güçleri tarafından İkdam’a el konulması süreci baş göstermiştir. (Karaosmanoğlu, 2016: 64)

İstibdat rejiminin, baskıcı tutumu nedeniyle pek çok edebiyatçı, sürgün ve sorgulamalar yaşamıştır. Yazdıkları yazılar, görüştükleri kişiler, saraya ve otoriteye olan mesafeleri onların cezalandırılmasına neden olmuştur. Yazılan eserlerin sıkı bir denetim altında tutulduğu ve şüpheye düşürecek bir kelimenin bile sansür heyetince kırmızı kalemle çizildiği bu zorlu süreç, düşünce özgürlüğüne ve basın hürriyetine vurulmuş bir prangadır.

IV. BÖLÜM

Benzer Belgeler