• Sonuç bulunamadı

Sembolik ve İnsan Dışı Varlıklar

3. ESERLERİ

1.2. KİŞİLER

1.2.2. Kurgu Kişiler

1.2.2.2. Sembolik ve İnsan Dışı Varlıklar

Fizikî ve ruhî yönleriyle tanıtılan kişiler, birbirine bağlı olarak ve olaylardaki rollerine göre romanda bulunurlar. Roman kişileri insan dışında hayvanlar, bitkiler, cansız varlıklar, nesneler, kavramlar ve metnin kendisi de olabilir. Bütün bu varlıklar şahıs kadrosunu oluşturur. Günümüzde bu tür romanlar fantastik olarak ele alınır.

Durali Yılmaz’ın sembolik ve insan dışı varlıkların en yoğun işlendiği roman Siyah Perdeli Evler’dir. Anlatıcı karakter ve bahsi geçen anne-baba dışında diğer tüm karakterler alışılmışın dışındadır. Yine de bu romanda insanlar ve diğer canlılar birlikte işlenmiştir.

Roman karakteri olarak “gölgeler, iskeletler, siyah şapkalı adamlar, sandalyeler…” karşımıza çıkar. Bunlar birer insan gibi davranır. Romanın akışı sürecinde düşsel öge olarak bilinirler ancak yadırganmazlar.

“Karşımdaki gölgenin kollarına bırakıverdim kendimi. O, beni kucakladı ve tekrar ayaküstü dikti.” (Siyah Perdeli Evler, s.51)

Hatta bazı bölümlerde insan dışı varlıklar daha üstün yansıtılmıştır.

“Yasalarımızı tanımadığına göre hak ettiği cezayı görecektir. Biz kutlu varlıklarız; onlar lanetli. Bizim görevimiz insanlığı kurtarmak; onlarınki düzeni bozmak ve insanları bir kaos içinde boğmak. Düzenin sağlanması gerek; siyah perdeli evlerin egemenliğinin, acımasızlığının herkese gösterilmesi gerek. Bunun için de birçok kellenin uçurulması kaçınılmazdır.” (Siyah Perdeli Evler, s.62)

Üstün olarak yansıtılan bu varlıklar için ayrıntılı tasvirlere de yer verilmiştir. “Masada bize benzemeyen acayip bir gölge insan oturuyor. Gerçek bir gölgeye benzemediği gibi sahici bir insana da benzemeyen bu varlığın göğsü, boydan boya madalyalarla dolu(…)Başkan odayı bir aşağı bir yukarı adımlıyor. Olduğum yerde dikilerek göz ucuyla onu izliyorum. Uzun boylu, kızıl ve kıvırcık saçlıydı. Alnı kırış kırış. Yanakları kırmızı. Bütün bu özellikler, biçimsiz ve kocaman kellesini daha da biçimsizleştiriyordu.”(Siyah Perdeli Evler, s.75-76)

112

“Başkanın resmi bu. Kırmızı madalyaları, siyah şapkası, uzun konçlu siyah çizmeleri. Çizmelerinin arasında dolanan mini mini insanlar.” (Siyah Perdeli Evler, s.86)

Adı geçen romanın bazı yerlerinde de yine “kelepçeli adam, tabancalı adam, şapkalı adam…” gibi kişilere yer verilmiştir.

“Sandalyeler, gölgeler ve masa: işte yeni dünyanın varlıkları. Gözlerim oturan gölgede. Ona bir kurtarıcıya bakar gibi bakıyorum. Göğsü, göğsü inip kalkıyor. Belli ki nefes alıyor. Bir insan mı, gölge olarak gördüğüm bir insan? Yeniden ümitleniyorum, ben de insanım henüz gölge değilim.”(Siyah Perdeli Evler, s.39)

Romanda bir insan olarak okura aktarılan kahramanın gölgeler ve diğer insan dışı varlıklarla konuşmaları da karşımıza çıkmaktadır.

“-Her şeyi biliyorsun. Peki neden soruyla başladın konuşmaya?

-Aslında benim bildiğim sadece kendimle ilgili şeyler. Fakat senin de benden pek farkın yok sayılır. Artık soru yok, açıklama var. Ben doğduğumdan beri buradayım. Daha doğrusu gölge olduğumdan beri. Sen ne diyorsun?” (Siyah Perdeli Evler, s.41)

Yine adı geçen romanda bir “fısıltının” da komutlar verdiğine, konuştuğuna tanıklık ederiz.

“Fısıltı: -Karşıya bak!(...)Fakat fısıltı bırakmıyor: -Kalk ve onların yanına git.” (Siyah Perdeli Evler, s.47)

“Nereden ve ne zaman geldiniz buraya?

-Bu soruyu, daha önce de beni bu odaya getiren gölgeye sorduğumu hatırlıyorum. Fısıltının uyarısını bekliyorum ama gelmiyor. Rahatlıyorum ve iskeletlere bakarak alacağım cevabı bekliyorum.

-Bilmiyoruz, biz sadece iskelet olduğumuzun bilincindeyiz, diyorlar.” (Siyah Perdeli Evler, s.49)

113

Ayasofya Dile Geldi romanında da ana karakter ve anlatıcı Ayasofya’dır. Ayasofya; düşünür, konuşur, sorgular ve duygusallaşır.

“Uçan kuşlar bile benim adımı İmparatorluğun her bucağına ulaştırma görevini yüklenmişti. Ben sayılamayacak kadar çok şekillere bürünerek yayılıyordum bu büyük şehirden bütün dünyaya. Hatta benim büyüklüğüm yanında İstanbul’un büyüleyici adı bile yavaş yavaş gölgede kalıyordu. Ne İstanbul’un ne de Roma’nın, kısaca hiçbir şeyin önemi yoktu artık insanların kafasında. Sadece ben vardım, benim henüz yeryüzüne inmemiş büyüklüğüm ve ihtişamım.” (Ayasofya Dile Geldi, s.24)

“Benim hayalimin ardınca koşuyorlardı akın akın. Ben bir kurtarıcıydım; benim adım gökten İmparatorun önüne inen bir rahmetti ve bu rahmet bütün ülkeye serpiliyordu.” (Ayasofya Dile Geldi, s.26)

İnsan dışı bir varlığın gözünden ele alınan romanlardan biri de Fetva Yokuşu’dur. Bu romanda olaylar, ‘Cellat Taşı’ adı verilen bir mermerin gözünden okura aktarılır. Bu taş insanlar gibi düşünür, sevinir, üzülür, bekler. Durali Yılmaz’ın başarılı romanlarından biri olan Fetva Yokuşu, aynı zamanda cansız bir varlık aracılığıyla tarihe de ışık tutmuştur.

“Bir zamanlar dünyada olup bitenlerden habersiz, soğuk ve nemli toprağın altında büzülmüş, sessiz ve kımıltısız uyuyan bir taş kütlesiydi. Kimse bilmiyordu nerede olduğunu, nasıl olduğunu, neye yarayacağını.” (Fetva Yokuşu, s.9)

“Kendine gediğinde büyücek bir parça olarak aydınlık bir dünyada uzanmakta olduğunu anladı.” (Fetva Yokuşu, s.13)

“Mermercinin usta ve maharetli elleri onu durmadan işliyor ve güzelleştiriyordu(…)Şimdi süt gibi apak ve parıl parıldı. Ortası hafif yüksek ve hafif bir meyille kenarlarına doğru iniyordu. Kenarları beş santim kadar yüksekti. Bir kenarında da iki parmak genişliğinde bir çukurluk göze çarpıyordu.” (Fetva Yokuşu, s.25)

“Mermer taşa sonunda yeni bir ad taktı Yeniçeriler: Cellat Taşı. İşte yeryüzünde kurulan ölümsüz mermer medeniyetinde ona düşen görev ve ona verilen ad.” (Fetva Yokuşu, s.60)

114

Dinî romanlarda da insan dışı varlıklara yer verilir. Ayrıntılar okura yansıtılmaz ancak bu varlıklar kurgu içinde okura hissettirilir.

“Şimdi Suriye topraklarında ilerlerken canlı, cansız; görülür, görülmez bütün varlıklarla özdeşleştiğini hissediyordu Haris.” (Ölmeden Ölenler, s.19)

Hz. Muhammet, tüm varlıkların Resulü, Yüce Allah tüm âlemlerin rabbidir. “Ve Allah Resulü nida ediyor: ‘Ey Kureyş! Bu ses dalga dalga bütün Mekke göklerini dolaşıyor ve giderek: ‘Ey insanlar! Ey cinler!’ şekline dönüşüyor. Resulallah, ins ve cinnin peygamberidir ve hepsine birden seslenmektedir.” (Ölmeden Ölenler, s.52)

“Her bir şey ondadır: Melek, şeytan, canlı cansız her ne varsa. İlyas, yücelerden yücedir; melekler önünde yerlere kapanmıştır. Alçaklardan alçaktır, şeytan ve cinler ondan kaçmaktadırlar.” (Kıyam, s.19)

“Mus’ab taşıdığı herhangi bir kavmin sancağı değildi, milletlerin sancağıydı; yürüyen herhangi bir topluluk değildi, koca bir ümmetti. Yürüyen yalnızca görünen insanlar değildi, ruhlardı, meleklerdi... Ammar görüyordu şehit anne ve babasının ufkun ötesinden kendisine baktıklarını. Yürüyen Allah’ın ordusuydu.” (Çilekeş Müslümanlar, s.130)

“Müslümanlar, Allah’a binlerce hamdediyorlardı; Allah’ın görünmez askerleri, müşrik ordusunu bir gecede öylesine darmadağın etmişlerdi ki, bir daha kendilerine gelip toplanmaları imkânsız görünüyordu.” (Çilekeş Müslümanlar, s.171) Durali Yılmaz’ın romanlarında teknik ve tematik açıdan farklı olsa da cansız varlıklarla sıkça karşılarız. Bu, yazarı farklı kılan bir durumdur.