• Sonuç bulunamadı

Halkın İçinde Yer Alan Kişiler

3. ESERLERİ

1.2. KİŞİLER

1.2.2. Kurgu Kişiler

1.2.2.3. Halkın İçinde Yer Alan Kişiler

Durali Yılmaz’ın romanlarında özellikle Türk halkının genel mahiyetini gösteren, şartlara göre şekillenen halkın genel tutumuna yer verilmektedir. Birçok eserinde halkın içinden her gün karşılaştığımız insanlar vardır. Bunlar toplumumuzun yansıması gibidir. Yardımlaşma, dayanışma ve kültür halkın içinden bu insanlar vasıtasıyla okura sunulur.

115

Romanlarda belirtilenler göre savaşta, yoklukta, cami yapımında, duada her zaman destek olan halktır. Özellikle savaşa giden askerler için ellerinden geleni yaparlar.

“Açlık ve susuzluk ta beynime vurmuştu. Bereket sivil halk yetişti imdada. Yediden yetmişe seferber olmuşlar; su, ekmek, yiyecek, sigara dağıtıyorlar. Böylesi zamanlarda bizim halkımız bir başka olur canım. Nesi var nesi yoksa vermeye çalışır. Durup dururken istemediğimiz kadar yiyecek gelmişti ayağımıza.” (Savaş Günlüğü, s.17)

“Eski entarilerinin içinde iki büklüm, kan ter içinde, bir bardak soğuk su uzattığı herhangi bir askere coşkun bir umutla bakan yaşlı kadınlar, yorgun ve buruşuk yüzleri son kez gülen ihtiyar adamlar, pencerelerden, bahçelerden sevgi bakışlarını uzatan genç kızlar, arabaların çevresinde koşuşarak beklemedikleri bir bayramın sevincini yaşayan çocuklar(…) Sabah namazından çıkan ihtiyarlar birer ikişer düşmekte kahveye. Kahveci önce dışarıyı suladı, akşamdan kalan kâğıt ve izmarit parçalarını topladı. Birkaç masa çıkardı, on beş yirmi sandalye sıraladı çevrelerine(…) Kalın bir ses, ‘Allah korusun memleketimiz insanlık’ gibi sözler söyledi.” (Savaş Günlüğü, s.19)

“Çevremde bir halka oldu ihtiyarlar. Gözlerimi yerden ayırmaksızın, bir yandan sigaramı içiyor, bir yandan çayımı yudumluyorum. ‘Keşke beni de götürseniz.’ dedi biri içtenlikle. Yanakları al al bembeyaz sakallı bir ihtiyardı başımı kaldırınca gördüğüm. Baktığımı görünce gülümsedi, kulaklarına kadar kızardı. ‘Hemen giderdim.’ diye ilave etti yüzüme bakarak.” (Savaş Günlüğü, s.20)

Askerden gazi olarak dönen bir gencin geldiği zaman anlatılır ve yine toplumuzun simgesi halk yardımlaşmasıyla, dayanışmasıyla karşımıza çıkar.

"Burada mı çocuk? İyileşti mi? dedim. Burada, burada. Çakı gibi maşallah. Geziyor, bir şeyciği kalmadı. Geldiğinde bir görmeliydin. Bütün millet yollara düştü. Bilen bilmeyen herkes görmek istiyordu. Kral gelse bu kadar kalabalık olmazdı. Yardım da ettiler epeyce. Herkes bir iyilik etmek istiyordu, ediyordu da.”(Savaş Günlüğü, s.83)

116

Anadolu halkının sohbeti, konuştuğu konular, samimiyeti, odaklandığı noktalar da Anadolu kültürünü çok iyi bilen ve işleyen yazarımızın romanında karşımıza çıkar.

“Kalabalığın ortasındaki megafondan bozuk bir doğulu şivesi heyecanlı bir söyleve başladı. Yolun kıyısındakilerden birisi arkadaşının kulağına eğilerek ‘Bu bizim hemşerilerden zahar’ dedi gülümseyerek. Sonra Urfalı olduğunu söyledi arkadaşına. O da Urfalı olduğunu anlattı. Hâl hatır sordular. Artık iki Urfalı gırtlağını yırtarcasına bağıran gencin sesine kulak veriyordu. Megafondaki ses ‘devrim, sosyalizm, faşizm, sömürü’ gibi laflar fırlatıp duruyordu ortalığa. İki Urfalı ise İstanbul’dan, camilerden, vapurlardan, memleketteki ailelerinden; buradaki işlerinden söz ediyorlardı aralarında. Biri Eyüp Sultan Camii’nde kıldığı cuma namazından, öteki de Sultanahmet Camii’ndeki namazından bahsediyordu. Bu kez başka bir ses başladı megafondan bağırmaya. ‘Buda hemşeridir’ dedi iki Urfalı.” (Ayasofya Dile Geldi, s.10)

“Bir aydan daha fazla zamandır yollardayım. Yolculuğum Nemrut dağından başladı. Sayısız insanla karşılaştım. Gördüğüm hep acı ve umutsuzluktu. Anadolu halkları acı ve sıkıntı içinde...” (Hacı Bektaş Güvercin, s.86)

“Anadolu insanının bu denli sıcakkanlı ve misafirperver olduğunu tahmin edemezdim. Horasan taraflarından öbek öbek dervişler gelmekteydi.” (Hacı Bektaş Güvercin, s.83)

“Bunun üzerine evlerinden fırlayan halk sokağa döküldü(…)Şimdi sokaklarda asker ve sivil kol kola saraya akıyorlardı dev bir sel gibi; dün düşman olanlar bugün dosttular.” (Fetva Yokuşu, s.94)

“Halktan kimse uğramıyordu artık buraya. Herkes kuru gözlerle vatan denilen büyük ölünün cesedine bakıyordu. Fetva Kapısı işgal İstanbul’unun bir köşesinde kendi kaderini yaşıyordu.” (Fetva Yokuşu, s.177)

“İnsanlar Dede Sultan’ı karşılarında örünce dilleri tutuluyor, hayran hayran bakakalıyorlardı. Onu uzaktan görmenin bile zenginlik ve sağlık getireceğine

117

inanıyorlardı. Artık kimse onu, bir zamanlar kazaskerlik yapmış bilgin Şeyh Bedrettin olarak görmüyordu; o, Dede Sultan’dı, erenler ereniydi.” (Şeyh Bedrettin, s.104) “Cengiz’in Deccal olduğuna inanalar, bir Mehdi bekleyişindeler.” (Hacı Bektaş Güvercin, s.51)

“Her uğradığımız yerde, insanlar bize büyük ilgi gösteriyorlar, adeta bir kurtarıcıyla karşılaşmışlar gibi her şeylerini ortaya koyuyorlardı. Şaşırdığım şeyse, ortalığın gezginci dervişler kaynamasıydı. İnsanların ‘Kalenderi’ adını verdiği bu yersiz yurtsuz kimseler, umutsuzluk saçıyorlardı. Bazıları bunları Deccal’in zararsız askerleri olarak görüyorlardı. Onların hayatına imrenenler de yok değildi. Hatta umutsuzluğa kapılanlar onlara katılıyorlar ve bu nedenle de sayıları giderek artıyordu.” (Hacı Bektaş Güvercin, s.52)

“Türkmenler, Erciyes eteklerine tırmanıyorlar davarlarıyla. Erciyes, çadır çadır mutluluktur. Bir kavaldır, bir kopuzdur her bir Türkmen Erciyes’e derdini döken, onunla sevincini paylaşan.” (Kıyam, s.51)

İkinci dönem romanları olarak adlandırdığımız romanlarda Hz. Muhammet’in çevresinde yer alan kişilerden ‘Müslümanlar’, onlara karşı olan gruptan da ‘Müşrikler’ diye bahsedilir. Ayrıntılara yer verilmez ancak roman akışında içinde okura bu kalabalık hissettirilir.

“Hudeybiye anlaşmasından bu yana bir yıla yakın süre geçmişti. Müslümanlar, Resulallah’ın yeni işaretlerini bekliyorlardı.” (Ölmeden Ölenler, s.8)

“Allah Resulü, Cafer’e ve diğer Habeşistan’dan gelenlere şefkatle baktı(…)Altmış kadar Habeşli, Medine’ye gelmek üzere gemiye binmişlerdi. Ne var ki yarı yolda gemi batmış ve hepsi boğulmuştu.” (Ölmeden Ölenler, s.25)

“Esad, Mekke’de Allah’ın Resulü’yle buluşan ve Müslüman olan Medinelilerin lideri durumundaydı.” (Çilekeş Müslümanlar, s.101)

“Ordugâha kadar gelmiş olan diğer Müslümanlar da aynı şekilde mücahitlerle vedalaştılar ve onlar için dua ettiler. Dediler ki: Allah sizleri bütün tehlikelerden korusun! Yine sağ salim, ganimetlerle geri çevirsin!” (Ölmeden Ölenler, s.36)

118

“Müşriklerin bu acımasız boykotu, üç yıl sürdü.” (Çilekeş Müslümanlar, s.93) “Müslümanlara, her türlü zulme, her türlü güçlüğe dayanma gücü veren Kur’an-ı Kerim’di. İnen her ayet, Müslümanları tazeliyor, müşrikleri çıldırtıyordu.” (Çilekeş Müslümanlar, s.93)

Dervişlerin ve dergâh hayatının ele alındığı romanlarda öğrenciler, müritler de karşımıza çıkmaktadır.

“Öğrencilerin kimi oturuyor, kimi sohbet ediyor kimi de kendi halindeydi. Hiç birinin Lokman Perende’nin benimle konuştuğunu görmediğini sanıyorum çünkü kimse benden tarafa bakmıyordu.” (Hacı Bektaş Güvercin, s.44)

“Avlu kapısından çıktığımızda neredeyse bir orduyla karşılaştık. Birçok silahlı insan ve yük yük yiyecek, giyecek...” (Hacı Bektaş Güvercin, s.22)

Durali Yılmaz’ın romanlarında çocuk kahramanlar yoktur denebilir. Ancak roman kurgusu bağlamında karşımıza çıkarlar. Karakter eserdeki hareketliliği ve eserin bileşenlerini birbirine bağlama görevini üstlendiği kadar yazarın sözcüsü olma görevini de üstlenmektedir. Yazarın romanlarında bu üstlenme görevi genellikle belli bir yaşın üstündeki kişilere verilmiştir.

“Daha birkaç adım atmıştım ki, koşarak gelen çocuklar çevremi aldılar ve sevinç çığlıkları atmaya başladılar: Derviş baba, derviş baba!...” (Hacı Bektaş Güvercin, s.71)

Sonuç olarak Durali Yılmaz, romanlarında genellikle tarih sahnesi karşımıza çıkan kişilere yer vermiştir. İlk romanlarında kurgusal kahramanlar, geçiş romanlarında da cansız varlıklar karşımıza çıkar. Kısmen de olsa romanlarındaki kahramanlarla ilgili fiziksel ve ruhsal ayrıntılara yer vermiş ve kurgu bağlamında başarılı tasvirler yapmıştır.

119