• Sonuç bulunamadı

Hacı Bektaş Güvercin Anadolu İsyanda

3. ESERLERİ

3.5. Çeviri, Sadeleştirme ve Uyarlama Eserleri

1.1.10. Hacı Bektaş Güvercin Anadolu İsyanda

Moğol istilası, Anadolu tarihinde önemli bir yere sahiptir. Moğol istilasının başlamasıyla binlerce insan, kitleler halinde Anadolu’ya doğru göçe başlar. 1240 yılına gelindiğinde birçok milleti ve dini kapsayan bir yığılma ortaya çıkar. Bu yığılma sonrasında iç içe geçen yeni bir kültür kendini göstermeye başlar.

Sultan Alaaddin’in ölümüyle yerine geçen oğlu Gıyasettin’in sergilediği kötü yönetim, eşi ve annesi sebebiyle Hristiyanlara ve Gürcülere sunduğu ayrıcalıklar ve kültürel değişimleri kavrayamayıp kendi kabuğuna çekilmesi, saray ile halkın tamamen kopmasına ve Anadolu’da dirlik düzenin iyice bozulmasına yol açar.

Bir umut ışığı aramaya yönelen Anadolu halkları; Baba İlyas, Baba İshak, Hacı Bektaş gibi bu yeni oluşumun ortaya çıkardığı erenlere yönelirler. Sonunda bir dönüm noktası olan Babalılar isyanı başlar.

Roman Ozan Yayıncılık tarafından 2003 yılında basılmıştır. Girişteki ‘Yayıncının Notu’ ve sonundaki ‘Bilgi Notu’ dışında yedi bölümden oluşur. İlk dört bölümde her bir erenin yaşadıklarını kendi ağzından anlatılır. Son üç bölümde ise mekânlar üzerinde durularak erenlerin sorgulamaları, düşünceleri, hayalle gerçek arasında gidip gelmeleri ve umutla korkuyu aynı anda yaşamaları karşımıza çıkar.

Yazarın ilk olarak Kıyam adlı eserinde değindiği “Babalar Ayaklanması” ve Moğol istilası sürecinde Anadolu’nun durumu, bu romanda evliyaların kendi anlatımıyla daha kapsamlı bir şekilde ve daha yalın bir dille karşımıza çıkar. Bu romanda Baba İlyas, Baba İshak, Hacı Bektaş ve Menteş’in kendi ağızlarından yaşanılan bu süreç ve çekilen sıkıntılar, zorluklar dile getirilir.

İlk bölümde, Baba İlyas anlatmaya başlar: Baba İlyas, Dede Garkın’ın şeyh olduğu, Horasan dağlarının yamacındaki bir dergâhta mürittir. Kafası karışıktır ve aklına 80 sayısı takılmıştır. Dede Garkın onun bu düşünceli halini fark eder ve sayılara

37

takılmaması gerektiğini söyler. İlyas, hayalle gerçek arasındadır ve Dede Garkın’ın sesiyle normale döner. Dede Garkın, Anadolu’yu Güneşin Doğduğu Ülke olarak nitelendirir ve insanlığın beşiği olan bu ülkenin zor durumda olduğunu ifade eder. İlyas’a ve diğer müritleri Ayna, Bağdan ve Osman’a Anadolu’ya gidip o ülkeyi dört koldan sarmalarını söyler. Bunun üzerine Selçuklu Sultan’ı Alaaddin’in adamlarından biri içeri girer ve Dede Garkın’ı Anadolu’ya davet eder. Ayrılık ateşi etrafı sarar. Dede Garkın, Konya’ya gitmek için hazırlık yapar, İlyas’a da Amasya’ya gitmesini söyler. Arkadaşlarının yanında olması İlyas’ı rahatlatır ancak Mihman’ın bir kuşluk vakti onlara katılıp ölüm ve kan getireceğini öğrenmesi de içini ürpertir.

Ertesi gün Dede Garkın yola çıkar. Elçinin getirdiği altınları dağıtması için İlyas’a verir, bu bir nevi yerini bırakmadır. Giderken müritlerine kalplerinin ısındığı yeri mekân edinmelerini söyler. Dede Garkın’ın geçtiği yerlerde çiçekler açar.

İlyas kendini yalnız hisseder ve bir gün, şeyhinin postunun karşısına gidip oturur ve Ayna’nın sesiyle irkilir. “Dede Garkın’ın halifesi sensin Baba İlyas!” ‘Baba’ sıfatına şaşırmışken Ayna ona posta oturmasını söyler. İlyas Anadolu’ya gidilmesi gerektiğini ifade etse de post doldurulduktan sonra görevin yapılacağı fikri söylenir ve herkes aynı fikirdedir.

Baba İlyas, ertesi gün kimseye haber vermeden yola çıkar. Bir tepenin eteğinde konakladığında arkadaşları ona yetişir ve sıradan gereksinimlerini tamamlayıp Baba İlyas’ın ardınca yola devam ederler. Asasız olduğunu düşünürken Ayna Dede ona bir asa verir. Günler süren yolculuktan sonra bir dağın eteğinde dururlar. Bu dağın Anadolu’nun eşiği Ararat olduğunu sanırlar ancak yolda gördükleri çoban buranın Erciyes olduğunu söyler ve onlara Konya ile Amasya’nın yönünü gösterir. O gece orada sabahlamaları gerektiğini düşünen Baba İlyas rüyasında Dede Garkın’ı görür. Dede Garkın ona, Ayna Dede ile Şeyh Osman’ın Konya’ya; Bağdan Hacı’nın da Mekke’ye gideceğini söyler. Sabah olunca ayrılık vakitlerinin geldiğini anlarlar.

İkinci bölümde Hacı Bektaş anlatır: Nişapur’da medresede bir gün hocası kardeşi Menteş’i ve onu yanına çağırır. Nişapur’un yakında harabeye döneceğini ve Cengiz’in Anadolu’ya yürüdüğünü söyler. Onlara Anadolu’ya gitmelerini buyurur.

38

Bunun üzerine Menteş babalarından izin almalarını söylese de Hacı Bektaş onu ikna eder ve ertesi gün yola çıkarlar.

‘Kalenderi’ adı verilen dervişlerin halkı umutsuzluğa sürüklemelerine üzülürler. Ararat Dağı’na vardıklarında Anadolu’nun eşiğinde olduklarını anlarlar. Bir ardıç ağacının altında konakladıkları gece ikisi de aynı rüyanın etkisindedirler. Menteş bu rüyayı gece yiyecek aramaya gittiği sırada görmüştür. Şahinler ve güvercinler sarar ikisinin de etrafını. Ancak Hacı Bektaş güvercin, Menteş ise şahindir. Hacı Bektaş uyandığında Menteş’i yanında bulamaz. Tam umutsuzluğa düştüğü an karşısında hocasını görür ve yoluna devam ederek bir evin kapısını çalar. Evin sahipleri genç bir çifttir. Hacı Bektaş’ı evlerinde misafir etmekten mutlu olurlar. Zaman geçer ve o bölgede bereket artar. Hacı Bektaş gitmek ister ancak çift kabul etmez ve çobanlık yapmak şartıyla Hacı Bektaş kalmayı kabul eder.

Üçüncü bölümde Menteş anlatır: Hacı Bektaş ile ardıç ağacının altında kaldıkları gece acıkır ve yemek aramaya koyulur. Hacı Bektaş böyle sıradan gereksinimleri unutan bir insandır. Menteş köpek seslerine doğru ilerler bir çoban bulma umuduyla. Ancak yaklaşan köpek ve davar sesleri bir anda kesilir ve şahinler ona doğru yaklaşmaya başlar. Bu rüya-gerçek arasında Menteş şahin olur ve Anadolu’ya kanat çırpmaya başlar. Ancak aklı güvercin olan kardeşi Hacı Bektaş’tadır. Gün ağarıp uyandığında elinde yiyecekler vardır ama uyudukları ardıç ağacını bulamaz.

Epey yol gittikten sonra çadırların olduğu bir obaya rastlar. Çadırların birinden yaşlı bir adam çıkar ve onu buyur edip karnını doyurur. Menteş kardeşini aradığını söylediğinde de onu Amasya’ya Baba İlyas’a yönlendirir. Herkesin ona danıştığını, kardeşini de orda bulabileceğini ifade eder. Menteş hemen yola çıkar. Artık Hacı Bektaş, Amasya ve Baba İlyas bir bütündür.

Dördüncü bölümde Baba İshak anlatır: Baba İshak Elbistan’daki medresesinden ayrılıp yollara düşmüş bir derviştir. Dervişlerin ‘tabiatın bir parçasıyız’ sözü rehberidir. Amacı Amasya’ya varıp orada Baba İlyas’a ulaşmaktır. Nemrut Dağı’nın güney eteğinde olduğu bir vakit İbrahim’in hikâyesini hatırlar. Anadolu’nun çektiği sıkıntıları düşünür, sarayın tutumunu sorgular. Halkın artık dervişlere de

39

güveni kalmamıştır çünkü dervişlik adı altında gezinen başıboş insanlar çoğalmıştır. Yeşilırmak’a yaklaştığında burada Türkmen halkının misafirperverliğini bulamaz ancak Baba İlyas’a yaklaştığı için mutludur. Baba İlyas oraya yerleşeli yaklaşık 15 yıl olmuştur. Dergâha varır ve Baba İlyas’ın karşısına oturur. Dergâhta her sınıftan insan vardır. Baba İlyas odasına gittiğinde onun peşinden gider ve konuşmalarının ardından umudu artar.

Ertesi gün Baba İlyas onunla çamların arasında yürümek istediğini iletir. Bu yürüyüşte İshak’a hikâyesini anlatır ve ondan ‘Baba İshak’ diye bahseder. Hilafetini ona devretmiştir. Anadolu’nun her bir eşiğinde bir çerağ yanmasını söyler ve onu geldiği yere Nemrut’a yönlendirir. Yola çıktığında kendinden önce ününün gittiğini anlar ve insanlar ondan umut beklemektedir. Baba İlyas’ın Anadolu’ya girdiği yere uğramak ister. Erciyes’e gider ve onu orada Menteş karşılar. Oymak beyi onların yanına gelir ve halkı isyana davet eder. Olanlara şaşırırlar. Onların amacı kılıçla değil sözle zafer kazanmaktır. O geceyi aynı çadırda geçirirler.

Beşinci bölümde yine Hacı Bektaş çıkar karşımıza. Başından geçenleri, yamağı Sarı İsmail’i, İdris’i ve eşini anlatır. Sarı İsmail ile Hacı Bektaş’a ayrı bir ev yapılır. Bir umut ışığı arayan halk bu evin etrafını sarar ve kısa zamanda burası bir dergâha dönüşür. Ancak Hacı Bektaş bu kalabalığın ortasında yalnızdır. Arafat Dağı’na da Kocatepe’deki ardıç ağacının dibine de gidemez olur. Dergâhın bir köşesine yalnız kalıp düşünebileceği, sorgulayabileceği camsız bir oda yaptırır ve buraya Kızılca Halvet der. Hacı Bektaş düşünceler içindeyken Baba İshak ile kardeşi Menteş’in ayaklanma çıkardıklarını ve galip olduklarını öğrenir. Halkın gözü bu kez Hacı Bektaş’tadır. Bir sabah tek başına Hırka Dağı’na çıkar ve oraya bu ismi hırkalarını yakıp Anadolu’ya savurarak nasıl verdiklerini hatırlar.

Her eşikte bir eren vardır. Kimi isyandadır kiminin ise askerlerce etrafı sarılmıştır. Düşüncelere dalan ve yardım bekleyen Hacı Bektaş, şiirlerini Farsça söylemesi ve sarayın yanında yer alarak olaylara tepkisiz kalması sebebiyle Mevlana’yı eleştirir. Sonra Makalat’ın ilk kelimesi dökülür dudaklarından: Allah.

Altıncı bölümde Baba İlyas, bir Hıdırellez sabahına uyanır ve ölümün yaklaşmakta olduğunu hisseder. Ölümle yaşam iç içedir. Tarihin içine dalıp gider.

40

Sultan Alaaddin ile Gıyaseddin’i karşılaştırır. O sırada savaş başlar ve Gürcü askerleri ile Armağanşah’ın ordusu Anadolu halkını yıkar geçer. Amasya kül olmuş ve Baba İlyas diğer üç can yoldaşını kaybetmiştir. Zamanı, mekânı yitiren Baba İlyas, ölümü yaşamaktadır. Dede Garkın ve arkadaşlarıyla gökyüzünde buluşur.

Son bölümde, Baba İshak ve Menteş’in isyanı dile getirilir. Nemrut’a yürüyen bu erenlerin ardında halk vardır. Malatya’da yine bir galibiyet sevinci yaşanır. Sivas ve Tokat dolaylarında şenlik vardır. Kan akar ama halk mutludur. Harezm askerleriyle birleşen Baba İshak ve halk Gıyasettin’in Konya’dan kaçtığını öğrenince Konya’yı ele geçirip Baba İlyas’ı buraya davet etmeyi düşünürler.

Malya Ovası’nda karargâh kurulur. Ancak Gıyasettin’in Gürcü ve Frank askerlerini toplayarak büyük bir ordu oluşturduğu haberi umutsuzluğa yol açar ve Malya Ovası Behramşah’ın ordusuyla tamamen sarılır. Menteş, Sulucakarahöyük’ten, Baba İshak, Amasya’dan haber bekler Seyfe Gölü başında. Gelen haber ise Baba İlyas’ın öldürüldüğüdür. Bunun üzerine Baba İshak da öldürülür.

Bilgi Notu olarak adlandırılan kısımda yazar yaşanılan olaylar hakkında bilgi verir. Bir inanışa göre Amasya’da Baba İlyas ve arkadaşları 80 kişiymiş ve Baba İlyas, Selçuklu için ‘80 yıl esir olasın Selçuklu’ diye beddua etmiş. Bunu üzerine de Moğol istilası tam 80 yıl sürmüştür.

Roman, aynı zamanlarda yaşanan olayların farklı kişiler tarafından aktarılması şeklinde bölümlenmiştir. Romanın sonunda okura, halkın sağ kalan erenlere sığındığı ve Yunus Emre şiirleriyle umut bulduğu yansıtılmıştır.