• Sonuç bulunamadı

3. ESERLERİ

3.5. Çeviri, Sadeleştirme ve Uyarlama Eserleri

1.1.11. Şeyh Bedrettin

Şeyh Bedrettin, Durali Yılmaz’ın son romanıdır. Tarihte iz bırakmış evliyaları, alperenleri, dervişleri önceki romanlarında da sıkça işleyen yazarımız, kaleme aldığı son romanında da Şeyh Bedrettin’in hayatını ve onun yaşadığı dönemi işlemiştir. Genellikle aynı dönemde başlayıp süregelen mazlum, sefil ve işkenceye maruz kalan Anadolu halkının isyanı okurla buluşturulmuştur. Dört bir yanı çevrilen halk, Anadolu’daki erenleri, evliyaları, dervişleri bir kurtarıcı olarak görmüştür. Şeyh Bedrettin de “Şeyh Dede” lakabıyla bunlardan biridir.

41

Adı geçen roman, Ataç Yayınevi tarafından 2014 yılında basılmıştır. Romanın tamamında Şeyh Bedrettin ve çevresindekiler anlatılmaktadır. Onun millete ışık olacak olan kitabı “Teshil”i yazmaya başlamasından zorunlu göçlerine ve idamına yer verilmektedir. Tarih sıralaması doğrultusunda dönemim padişahlarına, komutanlarına ve kısmî de olsa olaylarına da değinilir.

Romanda ‘Okura Not’ adı altına bir giriş yer almaktadır. Bu kısım romanın özeti gibidir. Şeyh Bedrettin hakkında genel bilgi verildikten sonra Şeyh Bedrettin’in tarih boyunca nasıl adlandırıldığı ve hakkında ne gibi çalışmalar yapıldığı ifade edilmiş, ardından romanın yazılma amacına değinilmiştir.

“Bu roman 5 yıllık bir çalışmanın ürünüdür. Şeyh Bedrettin hakkında yazılanların tamamı incelenerek bilim adamı, düşünce adamı, eylem adamı; daha da önemlisi insan Şeyh Bedrettin, bir roman kahramanı olarak ölümsüzleştirilmek istenmiştir. Bundan böyle o, dünün toplumunda olduğu gibi bugünün ve yarının toplumlarında da etkisini daha çok hissettirerek yaşayacaktır.” 22

Adı geçen bu kısım dışında roman, kendi içinde bölümlere ayrılan dört ana bölümden oluşmaktadır.

“Sürgünde” başlığı verilen birinci bölüm, romanın en uzun bölümüdür. Ayrıntılı tasvirlere yer verilir. 26 Temmuz 1413 yılında İznik’te başlar. Kelimelerle boğuşan ve o sıralarda Teshil’i bitirmekle meşgul olan Şeyh Bedrettin’e dönemin padişahı Musa Çelebi tarafından kazaskerlik verilir. Bu görevi istemeyerek de olsa kabul eden Şeyh Bedrettin, Rumeli’deki Musa Çelebi ve Anadolu’daki Mehmet Çelebi vasıtasıyla kardeş kavgasına yakınen tanık oldukça devletin kanla kılıçla değil, kalem ve mürekkeple süreceği kanısına varır. Sofya yakınlarında savaşa başlayan bu iki kardeşten Musa Çelebi ölür. Bu haberi Edirne’de duyan Şeyh Bedrettin, Kahire’ye doğru ruhsal bir yolculuğa çıkar. O ki Hüseyin Ahlati’nin postuna oturmuş bir şeyhtir. Mehmet Çelebi başa geçince Şeyh Bedrettin oradan çıkmamak üzere İznik’e sürgüne gönderilir. Teshil’i bitirmenin boşluğuna düşen Şeyh Bedrettin hapis gibi kaldığı bu beldede ne yapacağını bilemez. Her türlü imkân sağlanmasına rağmen İznik’ten

42

çıkması kesinlikle yasaktır. Mehmet Çelebi’ye bir mukaddime yazmayı amaçlar ama yapamaz.

Kitabın bu bölümünde Şeyh Bedrettin’in bu karamsar, çaresiz ruh hali ayrıntılı tasvirlerle okura başarılı bir şekilde aktarılır. Onun yalnızlığı, özlemi, Anadolu’nun feryadına karşı diğer erenler gibi varoluşu ve iç sızısı yansıtılır.

Diğer dervişlerden farklı olarak beşerî aşk yani Cazibe’ye olan aşkı, özlemi de karşımıza çıkar. Yer yer Şeyh Bedrettin, İznik’in tarihini aktarır. İznik sokaklarında kelimelerin dansı başlar ve Eşrefoğlu Rumi ile olan benzerliği, onu bir nevi manevi doyuma ulaştırır.

Roman bu bölümde bir süre Eşrefoğlu Rumi’nin hayatından kesitler aktarır. Onun beşerî aşkı Hayrunnisa, şiirleri karşımıza çıkar. Bunun amacı Şeyh Bedrettin ile Eşrefoğlu Rumi arasındaki benzerliğe dikkat çekmektir. Şeyh Bedrettin ile Eşrefoğlu Rumi bir gün cami avlusunda karşılaşırlar ve şiirle manevi âlemde bir yolculuğa başlarlar.

Bir gün Edirne’den gelen bir elçi vasıtasıyla oğlu İsmail’in öldüğünü öğrenir. Metanetini elden bırakmaz ve torunu Halil’i yanına ister. Manevi âlemde geçmişle gelecek arasında mekik dokur. Halil’i İznik’e Torlak Kemal ile Börklüce Mustafa getirir. Bu aşamadan sonra romanda onların da başından geçenlere rastlarız. Şeyh Bedrettin’in sözlerinden Anadolu halkının feryadı sonucu ne yapılması gerektiğini anlayan Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal Aydın’a doğru yol alırlar. Yolda ve vardıklarında insanların ilgisi, bu feryada karşı beklentileri onları şaşırtır. Herkes Şeyh Bedrettin’den ve onun müritlerinden medet ummaktadır. Ancak şunu bilmezler ki koca Osmanlı ordusuna karşın onların sadece kırık dökük silahları vardır. Bu efsaneleşmeye karşı nasıl davranmalarını bilemeyen Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal, yıllar yılı Moğol ordusu ve şimdi de Osmanlı ordusu karşısında çaresiz kalmış olan halk ile Aydın’a bir konaklık uzaklıktaki küçük bir köye “Ortaklar” adı altında toplanırlar ve burası yöre halkı için bir kurtuluş, umut kapısı olur. “Dede Sultan” dedikleri şeyhin izinde gitmek onlara kuvvet verir. İzmir’den Antalya’ya kadar bir yandan feryatlar yükselirken bir yandan da Osmanlının kıyımı devam etmektedir.

43

Bir gün Stilaryos Dağı’nda savaş başlar ve halk başarılı bir taktikle Osmanlı ordusunu yener. Bu durum halkı coşkulandırır, Torlak Kemal’i, Börklüce Mustafa’yı ve özellikle Şeyh Bedrettin’i halkın gözünde daha da yüceltir. Şeyh Bedrettin daha da sıkıntılı günlerin geleceğini bilmektedir.

“Feryada Yürüyüş” adı altındaki ikinci bölüm daha kasvetlidir. Hazırlık aktarımı bitmiş ve asıl feryat, asıl durum gözler önüne serilmeye çalışılmıştır.

Şeyh Bedrettin’in İznik’ten ayrılma düşüncesiyle başlar. Yanına oğlu Cafer’i de alarak kimseye bir şey demeden bir yolculuğa çıkar. İznik özlemi, Cazibe özlemi ve yaşanılanlar zihninde yerini almıştır. İznik’ten İzmit’e yola çıkan Şeyh Bedrettin’i yolda Müslümanından Hristiyan’ına herkes büyük bir saygıyla karşılamakta ve onun mucizelerine inanmaktadır. Şeyh Bedrettin her an Anadolu için dua ekmektedir. Bir zaman Kastamonu’da konaklar ve İsfendiyar Bey’in misafiri olur. Onu önce hürmetle karşılayan hükümdar, halkın Osmanlı ordusu karşısında Şeyh Bedrettin çevresinde toplandığını fark edince bu büyük orduyu karşısına almak istemez. Bu sırada Bayazıt Paşa Anadolu’da kıyımına devam etmektedir. Ve Börklüce Mustafa’nın çarmıha gerilip öldürüldüğü haberi buraya ulaşmıştır. Şeyh Bedrettin, yola devam eder ve hükümdarın desteğiyle bir gemiye bindirilir. Hükümdar ona Tataristan’a, Giray Han’a gitmesini söylemiştir. Önce Sinop’a ardından Kırım’a gitmesi planlanan Şeyh Bedrettin, Eflak sahillerinde indirilir. Her şerde bir hayır vardır. Eflak Prensi Mirça, Şeyh Bedrettin’e büyük hürmet gösterir. Ancak yolculuk devam etmektedir.

Şeyh Bedrettin önce Dobruca’ya gidip Azep Bey ile buluşmayı istiyor, ardından bir an önce Mehmet Çelebi’ye ulaşmak istiyordu. Azep Bey onu saygıyla karşılamış ama her hükümdar gibi kuşkusunu ona yansıtmıştır. Şey Bedrettin, Deliorman’a doğru yolculuğa devam eder. Oraya vardığında “ölmeden ölmeyi” amaçlamış ama çevresindekiler tarafından Şeyh Bedrettin’in isyancı olduğuna dair sürekli kışkırtılmış olan Mehmet Çelebi’nin adamları tarafından yakalanır. Bu adamların arasında Şeyh Bedrettin’in tanıdığı ve sevdiği Elvan Ağa da vardır.

Bu bölümde yine Eşrefoğlu Rumî devreye girer ve Şeyh Bedrettin’in İznik’ten ayrılmasının onda nasıl bir etki bıraktığı okura yansıtılır.

44

“Dava ve Darağacı” adı verilen üçüncü bölüm ise diğer bölümlere göre daha kısadır. Şeyh Bedrettin’in Serez’de viran bir eve hapsedilmesiyle başlar. Şeyh Bedrettin burayı bir çilehane gibi düşünür. Yalnızlaşmak, dünyevî şeylerden uzaklaşmak ister. Tanrı ile bütünleşmek, Tanrılaşmak için can atar.

Sabah divanın toplanacağını öğrendiğinde de Mehmet Çelebi ile karşılaşacağı için sevinir. 15 Ocak günü tasvirleri de ayrıntılıdır. Günün doğumu, ezanın okunması farklıdır.

Divanın toplanması, hiyerarşik bir şekilde tarih bilgisi verilerek aktarılır. Dualar okunur ve Şeyh Bedrettin divanının huzuruna, Mehmet Çelebi’nin karşısına getirilir. Şeyh Bedrettin’e yaşananlarla, isyancılığıyla ilgili sorular sorulur. Şeyh Bedrettin ise isyancılığı kabul etmez ve hac için izin almaya geldiğini belirtir. Onca insanın ölmesinin herkesten çok kendini yaraladığını ifade eder. Tüm sorulara karşın Şeyh Bedrettin’in cevapları divandaki herkesin kafasını karıştırmaya başlar. Tüm yaşananlar sorgulanır ve Şeyh Bedrettin, Allah’ın aciz bir kulu olduğunu, Kur’an’a, Resul’e olan bağlılığını sürekli dile getirir. Ama bakar ki sonuç değişmeyecek, kendi sözleriyle kendi idam hükmünü verir. Ertesi gün Serez’de küçük bir demirci dükkânının önünde kurulmuş olan darağacında ruhu bedenden ayrılır ve Hallac-ı Mansur’a, Baba İlyas’a ve ölümsüzlüğü yakalamış nice erene doğru yürür.

Romanın “Şeyh Bedrettin’in Torunu Halil’in Notu” başlığı altında ele alınan dördüncü bölüm yani son bölüm ise dört sayfalık kısa bir bölümdür. Bu kez anlatıcı torunu Halil’dir. Şeyh Bedrettin’in ölüm haberinin İznik’teki eve nasıl geldiğini hatırlamasıyla başlar ve Eşrefoğlu Rumi’nin Halil üzerinde o günden bu güne asıl bir etkisi olduğu okura yansıtılır. Aynı döneme iz bırakmış Şeyh Bedrettin ile Eşrefoğlu Rumi’nin benzerlikleri dile getirilir ve Şeyh Bedrettin’in idam fermanını imzalayan Mehmet Çelebi’nin vefatı aktarılır.

Yine dönemde yer alan Bayazıt Paşa’nın entrikaları, taht kavgaları ve sonuçları tarihe bağlı kalınarak Halil tarafından anlatılır.

Halil, dedesinin dolaştığı yerleri dolaşır ve hürmetle karşılanır. Duyduğu sözler ve gördüğü hürmet karşısında Şeyh dedesini bütün benliğiyle hisseder. Bu duygular eşliğinde dedesinin yaşamını anlatmaya karar verir ve Elvan Çelebi’nin dedesi Baba

45

İlyas’ı anlattığı eserden esinlenerek Menakıb-ı Şeyh Bedrettin kafasında şekillenmeye başlar.

Durali Yılmaz’ın romanlarının genel mahiyetine bakıldığında ilk dönem romanlarıyla son dönem romanları arasında epey fark vardır. Özellikle konular değişmiş, günlük hayattan tarihî kahramanlara, ardından da tamamen dine yönelme olmuştur. Akademisyen ve araştırmacı yönünün yanı sıra romanları kapsamında da edebiyatımızda büyük bir yere sahip olan Durali Yılmaz, romanlarının gerek konuları gerek işlenişi bakımından bu alana büyük katkı sağlamıştır.

46