• Sonuç bulunamadı

SELÇUKLULAR DÖNEMİNDE DİNLER VE MEZHEPLER

İSLÂMÎ MEZHEPLERE VE DİĞER DİNLERE KARŞI ALPARSLAN’IN DİNÎ SİYASETİ

2.1. SELÇUKLULAR DÖNEMİNDE DİNLER VE MEZHEPLER

Selçukluların tarih sahnesine çıktığı dönemde hâkim oldukları bölgelerde tam anlamıyla bir din ve mezhep304 karmaşası yaşanmaktaydı. Çeşitli din ve mezheplerin bulunduğu bir zaman ve coğrafyada ortaya çıkmaları Selçukluların işini zorlaştırmıştır. Çünkü böyle bir ortamda tesanüdü sağlamak neredeyse imkânsız gibi görünmekteydi. Bu yüzden dışarıda özellikle Batıda Hıristiyan dünyası doğu da ise Sünniliğe düşman olan Şiî Fâtımîlerle mücadele etmek zorunda kalan Selçuklular, içerde ise mezhepler arasında denge unsurunu korumaya çalışmışlardır. Sünniliğin savunucusu olan Selçuklular bu anlamda Abbasi Halifelerini Şiî Büveyhî Devletinin baskısından kurtarıp, Batınîliğin305 temsilcisi konumunda bulunan Hasan Sabbahla306 sürekli mücadele etmişler ve Hıristiyan Bizans’a karşı Malazgirt

304 Dinin aslî ve fer’î hükümlerinin dayandığı delilleri bulmakta ve bunlardan hüküm çıkarıp yorumlamakta otorite sayılan âlimlerin ortaya koyduğu görüşlerin tamamı veya belirledikleri sistem. Mezheplerin ne zaman ve nasıl ortaya çıktığı konusunda farklı görüşler mevcuttur. Özellikle siyasi ve sosyo-kültürel sebepler mezheplerin ortaya çıkışını hazırlamıştır. Meselâ ilk mezheplerden olan Hâricilik, Şia ve Mürcie’nin başlangıcını Goldziher, hilafet üzerindeki siyasi mücadeleye dini esasların dâhil edilmesini gösterir. Konu hakkında ayrıntılı bilgi için bkz: İlyas Üzüm, “Mezhep”, DİA, C. XXIX. , İSAM Yay. , Ankara 2004, s.526–529; William Thomson, “İslâm ve Mezhepler”, DEÜİFD, C. I. , Çev: Adil Özdemir, DEÜİF Yay. , İzmir 1983, s. 313- 315; Ebu Zehra, age, s. 17–27; Mevdudi, Hilafet ve Saltanat, Hilal Yay. , İstanbul 1980, s. 289–291.

305 Nasların zahiri manalarını kabul etmeyen, gerçek anlamları ancak Tanrı ile ilişki kurabilen “masum imam” ın bilebileceği temel görüşünü savunan aşırı fırkaların ortak adı. Bâtıniyye ayrıca son derece gizli bir şekilde teşkilatlanmış örgütler vasıtasıyla merkezi idareye karşı girişilmiş isyan faaliyetlerinin başını çeken çeşitli siyasi gruplar için de kullanılmıştır. Bkz: Avni İlhan, “Bâtıniyye”, DİA, C. V. , İSAM Yay. , İstanbul 1992, s. 190–191. 306 Hicri 438–445 (1047–1054) yılları arasında İran’ın Kum şehrinde doğduğu rivayet edilir. Cüveynîye göre ise Himyeri kabilesine mensup olan babası Yemen’den Kûfe’ye, oradan Kum’a, Kum’dan Rey’e gelerek yerleşmiş ve Hasan Sabbah burada dünyaya gelmiştir. Ebu’z-Ziya Tevfik ise İsnâ Aşeriyye mezhebine bağlı olan Hasan Sabbah’ın hicri 430–440 yılları arasında Irak’ta dünyaya geldiğini söyler. İsmailiyyenin Batıniyye fırkasının reisi olan Hasan Sabbah, ilme istidadı sebebiyle din âlimi olmak istemiş ve bu sebeple dâilerin önemli bir merkezi haline gelen Rey’e yerleşerek 17 yaşına kadar burada kalmış ve tahsiline burada devam etmiştir. R.Dozy, Sabbah’ın Nişabur’da İmam Muvaffak Nişaburî’den Sünni eğitim aldığını fakat İsmaililerin en hararetli yandaşı olarak yetiştiğini söyler. Bunu da Ehl-i sünnet hocaları her zaman kendilerine benzeyen öğrenciler yetiştiremezler ifadeleriyle alaylı bir şekilde ifade eder. Bir gün Emîre Zarrâb adlı bir Fâtımî dâisiyle tanışmış ve onun konuşmalarından etkilenerek İsmailiyye mezhebine girmiştir. Birçok bölgeyi dolaşan Sabbah, 4 Eylül 1090 tarihinde Alamut kalesine yerleşerek Nizârî-ismâilî Devletini kurmuştur. Mevcut sosyal ve siyasal düzeni bozmak isteyen Nizari-İsmâililer Büyük Selçuklu Devleti içerisinde oldukça etkili olmuşlardır. Gayelerine ulaşmak için her türlü yolları deneyerek birçok din ve devlet adamını ortadan kaldırmışlar, propaganda ve tehditle de insanları kendi mezheplerine çekmişlerdir. Hasan Sabbah hakkında ayrıntılı bilgi için bkz: Abdülkerim Özaydın, “Hasan Sabbâh”, DİA, C. XVI. İSAM Yay. , İstanbul 1997, s. 347–349; Dozy, age, C. I. , s. 245–246; Tevfik, age, s. 3; Bernard Lewıs, Alamut Kalesi ve Hasan El Sabah, Çev: Müberra Güney, NK Yay. , İstanbul 2009, s. 79 vd. ; Cüveynî, age, C. III. , s. 113.

zaferini kazanarak da çok önemli bir başarı elde etmişlerdir. Selçukluların bu politikasında Sünniliği benimsemeleri ne derece rol oynamışsa aynı şekilde devletin siyasi ve sosyo- ekonomik menfaatleri de bu politikasında belirleyici olmuştur.307

Büyük Selçuklu Devleti daha önce ifade ettiğimiz üzere coğrafi açıdan çok geniş bir alana yayılmış durumdaydı. Türkistan, Horasan, Harezm, Afganistan, İran, Irak, Suriye, Anadolu, Selçukluların hüküm sürdükleri bölgelerdi.308 Fakat Selçuklular, Horasan bölgesinde ortaya çıkarak burada hâkimiyet kurmuşlar kısa bir süre sonrada İslâm dünyasına yayılarak liderliği ele geçirmişlerdir. Bunun için Horasan bölgesi dini ve siyasi açıdan önemli bir bölgedir. Hem bölgenin önemi, hem de konunun daha iyi kavranabilmesi açısından Horasan bölgesinde bulunan din ve mezheplere kısaca göz atmak istiyoruz.

Horasan309 bölgesi çeşitli milletlerin bir arada yaşadığı karmaşık bir özelliğe sahipti. Selçuklular bölgeye geldiğinde Zerdüştlük310, Maniheizm, Hinduizm311, Budizm, Hıristiyanlık,

Yahudilik312 ve daha birçok dini zümre yer almaktaydı. Zerdüştlük, Sâsânî devletinin dini olması sebebiyle bölgede oldukça yaygın bir din haline gelmişti. Sâsânî hükümdarlarından olan Afridun, Horasan’ın ve Mâverâünnehir’in313 çeşitli şehirlerine “Ateş Evi” yaptırmıştı.

307 Genç, Tuğrul Bey, s. 639; Mehmet Demirci, “Müslüman Türklerde Tasavvuf”, Türkler, C. V. , YT Yay. , Ankara 2002, s. 490.

308 Turan, Selçuklular, s. 53.

309

Farsçadaki hor (güneş) ve âsân (âyân “gelen, doğan”) kelimelerinden oluşan Horasan, güneşin doğduğu yer, güneş ülkesi doğu bölgesi anlamına gelmektedir. Tarihte günümüzdekinden çok daha geniş bir alanı kapsayan Horasan, İran’ın doğusundan başlayarak Ceyhun nehrine kadar uzanan bölgenin adıdır. Kaynaklarda çeşitli müellifler tarafından farklı iklim bölgelerinde gösterilen Horasan bölgesi, Merv, Herat, Belh, Re’y, Nisabur, Cürcan gibi önemli şehirleri kapsamaktadır. Bkz: Osman Çetin, “Horasan”, DİA, C. XVIII. , İSAM Yay. , İstanbul 1998, s. 234.

310 Kurucusu Zaratuştara ya da Zar osten adından dolayı Zerdüştlük diye anılan eski İran dini M.Ö. 628–551 yılları arasında Kuzeydoğu İran’da (Harezm-Mâveraünnehir) ortaya çıkmıştır. Zerdüştilerin kutsal kitabı, M.S. 5. Yüzyıl civarında yazıya geçirilen Avesta’dır. Zaman içerisinde oldukça değişen Avesta’da en orijinal kısım Zerdüşt’ün bizzat kendisine ait olduğu söylenilen “Gatalar”dır. Gatalara göre Tanrı “Sonsuz iyilik” olan Ahura

Mazda’dır. Dünya nizamının plânını hazırlayan odur, o katiyen aldatılamaz. Tanrı’nın karşısında “Kötülük

Prensibi”ni temsil eden Angra Manyu vardır. Bkz: Annemarıe Schımmel, Dinler Tarihi, Ed: Recep Kibar, Kırkambar Yay. , İstanbul 2007, s. 87–89; Kürşat Demirci, “Zerdüştlük”, SBA, C. IV. , Risale Yay. , İstanbul 1990, s. 275.

311 “Soylu yol” anlamına gelen Arya Dharma ibaresi Hinduizm’in etnik hüviyetini ifade eder. Arya dharma M.Ö. II. Binin ortalarından itibaren Hindistan’a göç eden Aryalar’ın (Ârîler) dinidir. Fakat Hinduizm ile asimile olan diğer halkların inançlarının katkısını göz önüne alırsak sadece Aryalarla sınırlı olmadığı görülür. Hindistan’ın geleneksel dini olan Hinduizm, Brahmanizm’in genişlemiş, yerli inançlarla (Paganizm, Budizm, Jainizm) asimile olmuş ve dış etkiler aracılığıyla yeni bir şekle bürünmüş halidir. Bkz: Kürşat Demirci, “Hinduizm”, DİA, C. XVIII. , İSAM Yay. , İstanbul 1998, s. 112–113.

312 Yahudilik, ilahi vahye dayanan bir din olmakla birlikte günümüzde tamamen ilk orijinini kaybetmiş ve din olma vasfından ziyade etnik ve kültürel tarihi bir toplumun inançları durumundadır. Öğretilerinin tamamına “tora” adı verilir. Kelime, Arapça “Tevrat”ın karşılığı olmakla beraber Hz. Musa’ya verilen kitabın ve öğretilerinin bütününün adı olmuştur. En mühim vesikaları Eski Ahid’de toplanan Yahudilik, İsrail oğullarının Babil’de geçirdikleri sürgünden sonra inkişaf etmiştir. Bkz: Schımmel, age, s. 131,143; Komisyon, “Yahudilik”,

SBA. , C. IV. , Risale Yay. , s. 224,230.

313 Mâverâünnehir, Ceyhun nehrinin doğu tarafı olup, İslâm’dan önce Hayatıla (Eftalitler), İslâm’dan sonra Mâverâünnehir olarak isimlendirilen bölgenin adıdır. Bu nehrin batı tarafına da Horasan denilmektedir.

Budizmin314, Buhara, Belh315 ve Semerkant’ta mabetleri vardı. Bölgede bulunan ve Vihara denilen Budist manastırlar da bölgenin ilmi ve fikrî yönden gelişmesine katkı sağlamıştır. Horasan’da Hıristiyanlar Yahudilere nazaran daha az sayıda bulunsalar da her iki dinde burada varlığını devam ettirmiştir. İsfahan’ın bir bölgesinin “Yahudi İsfahan” olarak isimlendirilmesi Yahudilerin bu bölgede sayıca kalabalık olduğunu gösterir. Semerkant’ta316 kilise ve manastırları bulunan Nastûrîler317, Hristiyanlığın bölgedeki en güçlü mezhebiydi. Ayrıca mehdîlik, peygamberlik ve ilahlık iddialarıyla ortaya çıkan çeşitli grupların varlığından da söz edilebilir.318 Bölgede farklı inanç ve felsefelerin çok yaygın olduğunun en güzel delillerinden birisi Aurel Stein tarafından bir Budist manastırında bulunan yazmalardır. Bir kısmı Budistlere ait olan bu yazmaların önemli bir kısmı Maniheistlere319, Hıristiyanlığın Nasturi koluna ve mektuplarında İbranice yazışan Yahudilere aittir. Yazmalarda daha dikkat

Mâverâünnehir Ortaçağ İslâm coğrafyacılarının terminolojisine göre, Türkistan’a yani İslâm ülkeleri ile Çin arasında uzanan ve Türkler ile Moğol göçebelerinin yaşadığı bölgeye dâhil değildi; fakat göçebelerin akınlarına karşı herhangi bir tabiî engebe ile korunmamış olan bu ülkenin büyük bir kısmı, siyasi bakımdan Türk topluluklarının egemenliği altındaydı. Bkz: Barthold, Türkistan, s. 67; Sönmez Kutlu, “Bilinen ve Bilinmeyen Yönleriyle İmam Mâturîdi”, İmam Mâturîdî ve Maturidilik, Kitâbiyât Yay. , Ankara 2006, s. 17.

314 Buda’nın M.Ö. VI. Yüzyılda Hindistan’da kurduğu din ve felsefe sistemi. Budizm kelimesi Batı dillerinde Buda’nın kurduğu dinin adı olarak kullanılmaktadır. Asya’da Budistler’in yaşadığı ülkelerde bu din Buda-Sâsana (Buda disiplini) diye adlandırılır. Hindistan’ın kuzeydoğusunda doğan ve merhametin önemli bir yer tuttuğu Budizm, Brahman şekilciliğine ve kast sistemine karşı çıkan, soyut metafizik tartışmaları bir yana bırakarak duyguları dizginleme, ahlâken temizlenme, insanları eşit görme, insanlara ve diğer canlılara sevgi ve şefkat duyma gibi ilkelere dayanan felsefi-teolojik bir harekettir. Bkz: Günay Tümer, “Budizm”, DİA, C. VI. , İstanbul 1992, s. 352; Schımmel, Dinler Tarihi, s. 118–124.

315 Afganistan’ın kuzeyinde bulunan Belh şehri 1043 yılında Selçuklu hâkimiyetine girmiş ve sultan Alpaslan döneminde ise Afganistan’ın fethi için hareket üssü haline getirilmiştir. Halkının ilim ehli olduğu söylenen Belh’de, hadis, tefsir, fıkıh, felsefe, tıp, coğrafya gibi ilim dallarında birçok âlim (Sûfî İbrahim b. Ethem, Şakik-i Belhi, Bahaeddin Veled gibi) yetişmiştir. Bkz: İbn Havkal, Kitâbü’l-Mesâlik, s. 150; Tahsin Yazıcı, “Belh”, DİA C. V. , İSAM Yay. , İstanbul 1992, s. 410–411.

316 Semerkant ve çevresinde yaşayan Soğdlu tüccarlar, ipek yolu ticaretini tekellerine alarak bu güzergâhta pek çok ticaret kolonisi kurmuşlardır. Böylelikle ekonomisi zenginleşen Semerkant, ilmi ve kültürel yönden de gelişme göstererek İslâmi dönemde de Şâfiî İbn Hibbân, fakih Ebu leys es-Semerkandî, kelamcı İmam Mâtürîdî, Nizâmî-i Arûzî gibi büyük ilim adamları yetiştirmiştir. Bkz: Aydınlı, agm, s. 483.

317 Nestûrîlik, İstanbul patriği Nestûr’un (öl. 451) öncülüğünde oluşan bir Hıristiyan mezhebidir. Nestûriler’e göre İsa, sadece Tanrı değil aynı zamanda insandır yani çift tabiatlıdır. Nestûriler, Abbâsiler zamanında Bağdat ve çevresinde yoğunlaşarak, Halife Me’mun döneminde kurulan Beytü’l-Hikme’de faaliyet göstermişler ve bu dönemden itibaren de Orta Asya’ya yayılma imkânı bulmuşlardır. Bkz: Kadir Albayrak, “Nestûrîlik”, DİA, C. XXXIII. , İSAM Yay. , İstanbul 2007, s. 15–16.

318 Karadaş, Din Politikası, s. 97; El-Bağdadi, age, s. 169; Yunus Kaplan, Horasan Mutezilesi ve Ebu’l-Kasım el-

Ka’bi’nin Hayatı, (MÜSBE Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 2006, s. 45.

319 III. Yüzyılda Mani tarafından eski İran’da kurulan ve günümüzde müntesibi bulunmayan gnostik bir din. Maniheist inancın temelini, ışık ve karanlık yahut iyilik ve kötülük şeklindeki birbirine zıt iki asli prensibe dayanan gnostik bir düalizm oluşturmaktadır. Nitelik olarak tamamen farklı karakterlere sahip olan bu prensiplerin her ikisi de ezeli ve ebedidir. Maniheistler şık, gösterişli ve vakur kıyafetleri ve aristokratik alışkanlıkları dolayısıyla kendi dönemlerinin sosyete adamları olarak zikredilmişlerdir. Kendilerini üst kültürlü tabakanın temsilcileri olarak gösterip tahsilli sınıflar arasında yürüttükleri propaganda ile saray çevresine ve asil ailelerin gençlerine yönelerek Müslümanları etkilemişlerdir. Saray çevresinde resmen Müslüman olduğu halde, gizli maniheist olan çok sayıda kişi olduğu bilinmektedir. Bu durum Müslümanlar için her zaman tehlike arz etmiştir. X. Asra doğru Maniheizm, İslâm dünyasında geçerliliğini kaybetmiştir. Bkz: Şinasi Gündüz, “Maniheizm”, DİA, C.XXVII. , İSAM Yay. , Ankara 2003, s. 575; Mustafa Demirci, “Mu’tezile’nin İslâm Medeniyetine Katkıları”, Marife, S. III. , SÜİF. Yay. , Konya 2003, s. 116; Hodgson, age, C. I. , s. 243–245.

çekici olan nokta ise bu eserlerin 17 ayrı dilde yazılmış olmasıdır. Buna ilaveten Horasan ve Maverâünnehirde oluşturulan medrese ve ribatlar da ilmi faaliyetler o derece ciddi boyutlara ulaşmıştı ki IX. Asrın başlarında bölgede 400 kadar Sünnî âlimin bulunduğu bildirilmektedir. Bu durum bölgenin kültürel ve felsefi bakımdan ne kadar renkli, müsamahakâr ve canlı olduğunun çok açık bir göstergesidir.320

2. 1. 1. Fıkhî Mezhepler

İslâmiyet’in ortaya çıkışından sonra Kirman ve Sistan’da Hâricîler321 yoğunlukta

bulunurken Keşan, İsfahan, Kum, Save ve Rey şehirlerinde ise Şia322 taraftarları

bulunmaktaydı. Bunların yanı sıra Zeydîler323 Taberistan’da; İsmailîler324, Batı İran, Rey ve daha sonra Horasan ve Maverâünnehir’de varlıklarını sürdürmüşlerdir.325 Sultan Alparslan’ın “Irak halkının ekserisinin itikadı bozuk ve Deylem (Şiî-Büveyhî) taraftarıdırlar”326 sözünden

320 Mustafa Demirci, “Türk-İslâm Medeniyetinin İkinci Dalgası: Orta Asya’da Gelişen Bilim ve Düşüncenin Dinamikleri (X-XIII. yy.)”, Uluslararası Türk Dünyasının İslâmiyet’e Katkıları Sempozyumu, SDÜİF Yay. , Isparta 2007, s. 81; Saffet Sarıkaya, “Türklerin İslâmlaşma Sürecinde Mezheplerin ve Tarikatlerin Yeri”,

Türkler, C. V. , YT Yay. , Ankara 2002, s. 499.

321 Müslüman toplumun, imamlığı üzerinde ittifak ettikleri hak imama başkaldıran kimseye Haricî denir. Sıffin savaşında mızraklarının ucuna Kur’ân sayfalarını takarak tahkim’in yani hükmün sadece Allah’a ait olduğu parolasıyla ortaya çıkmış oldukları söylense de menşelerinin Hz. Osman’ın şehit edilmesinden (m.656) önceki döneme götürmek mümkün. Çünkü Hâricîler’in “Osman’ı biz öldürdük” şeklindeki açıklamaları onların o dönemde varolduklarını gösterir. Bunlara Muhakkimûn denilmiş fakat genelde Hariciler olarak anılmışlardır. Harici grupları, Hz. Ali’yi hakeme başvurduğu için kâfir sayma hususunda ittifak etmelerine rağmen Hz. Ali’nin küfrünün şirk olup olmadığı konusunda ihtilafa düşmüşlerdir. Bkz: Eş-Şehristani, age, s. 105; J. Wellhausen,

İslâmiyetin İlk Devrinde Dinî-Siyasi Muhalefet Partileri, TTK Yay. , Ankara 1996, s. 3; Ebû’l-Hasen el-Eş’arî, Makâlâtü’l-İslâmiyyîn ve İhtilafu’l-Musallîn, Çev: Mehmet Dalkılıç-Ömer Aydın, Kabalcı Yay. , İstanbul 2005,

s. 102; Ethem Ruhi Fığlalı, “Hâricîler”, DİA, C. XVI. , İSAM Yay. , İstanbul 1997, s. 169.

322 Taraftar, fırka, peşinden gitmek manalarına gelen Şia, Hz. Ali’nin, Hz. Peygamberden sonra nass ve tayinle halife olduğuna inanan, imametin kıyamete kadar onun soyundan çıkmayacağını ileri süren toplulukların müşterek adıdır. Bunlara Hz. Ali’yi (r.a.) dost edindikleri ve onu Resûlullah’ın diğer ashabından üstün saydıkları için Şia denilmiştir. Bkz: El-Eş’arî, age, s. 35; Aydın Çelik, Kuruluş Dönemi Fâtımîler Devleti, Ankara 2007, s. 23.

323 Liderleri Zeyd b. Ali Zeyne’l Abidin olan bu grup Şia içerisinde İslâm cemaatine en yakın ve en mutedil olan gruptur. Fâtımîlere nazaran herhangi bir propaganda faaliyetine girmemişlerdir. Zeyd b. Ali’nin görüşlerine sarıldıkları için Zeydiyye diye isimlendirilmişlerdir. Bunlar, imamları nübüvvet derecesine yükseltmemişler onların da diğer insanlar gibi olduklarını kabul etmişlerdir. Zeydiyye’de kendi içerisinde farklı fırkalara ayrılmıştır. Bkz: Ebu Zehra, age, s. 50–51; El-Eş’arî, age, s. 83; Watt, İslâm, s. 337–338.

324 İsmail b. Cafer es-Sâdık’a nisbet edilerek varlığını günümüze kadar sürdüren aşırı Şiî mezhebi olan İsmailiyye, Şiî İslâm’ın en önemli kollarından birini oluşturur. Cafer es-Sadık’ın, oğlu İsmail’i veliahtlıktan azletmesinden sonra Ebu’l-Hattab liderliğindeki İsmail’i veliaht kabul eden Şiîler tarafından fırkanın temelleri atılmış ve bu isimle anılmışlardır. İmamlar konusunda Cafer es-Sadık’a kadar İsnaaşeriye ile birleşirler. Şiîliğin en önemli devrimci kanadını oluşturan ismaililik, IX. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren diğer Şiî hareketlerini geride bırakarak büyük önem kazanmıştır. X. Yüzyılın başlarında İslâm dünyasının birçok hanedanına meydan okuyacak güçlü bir devleti yani Fatımî Halifeliğini kurmayı başarmışlardır. Bkz: Ebu Zehra, age, s. 60; Daftary,

age, s. 7–8; Watt, İslâm, s. 335; Mustafa Öz- Mustafa Muhammed Eş-Şek’a, “İsmailiyye, DİA, C. XXIII. ,

İSAM Yay. , İstanbul 2001, s. 128; Bernard Lewıs, “İsmâilîler”, İA. , C. V/II. , MEB Yay. , İstanbul 1988, s. 1120.

325 Kaplan, agt, s. 45. 326 Nizâmülmülk, age, s.186.

bölgede Şiîliğin etkin olduğu tahmin edebiliriz. Bölge halkının genelinin Sünnî ve Şiî olması taraflar arasında zaman zaman çatışmalara sahne olmuştur.327 Lâkin Selçuklu döneminde bilhassa Horasan ve Maverâünnehir’de esas olarak iki fıkıh mezhebi göze çarpmaktaydı. Bunlardan biri ve en yaygını Hanefilik, diğeri ise Şafiîlikti. Kûfe’de doğup gelişen ve daha sonra Abbâsi devleti’nin resmi mezhebi haline gelen Hanefîlik beş yüz seneden fazla İslâm dünyasında ve özellikle Mâverâünnehir’de kendisine uygulama alanı bulmuştur ki328 “Mâverâünnehir mezhebi ve fıkhı” şeklinde nitelendirilmiştir.329 Önceleri Mısır’da gelişen Şâfiîlik ise daha sonra kurucusunun yaşadığı bölge olan Mekke, Medine ile Bağdat ve Suriye yörelerinde yayılmıştır. Hicaz ve Mısır bölgelerine de kayan Şâfiîlik Irak bölgesinde de gelişme göstermiş ve bu husus Şâfiîliğin Horasan ve Maverâünnehir bölgelerine de yayılmasını sağlamıştır.330 X. yüzyılın sonlarına doğru Horasan’ın büyük bir kısmının kadılıkları Şafiî mezhebi mensuplarının eline geçmiştir. Ehl-i Hicaz fıkhı olarak bilinen Mâlikî mezhebi, kurucusu Mâlik b. Enes’ten itibaren, özellikle Hicaz, Mısır, Endülüs ve Kuzey Afrika’da yayılma imkânı bulurken, Selçukluların hâkim oldukları Horasan, Şam ve Irak bölgelerinde pek fazla varlık gösterememiştir.331 Hanbelî Mezhebi ise mezhep imamının (İmam Ahmet b. Hanbel) yaşadığı ve fikirlerini yaydığı yer olması bakımından en çok Bağdat332 ve çevresinde yayılmıştır. Özellikle Selçukluların hâkimiyeti döneminde, Bağdat’ta Hanbelî ulemasının büyükleri yetişmiş, bu şahıslar düşünce ve davranışlarıyla dönemin fikri ve sosyal yapısına tesir etmişlerdir.333 Bunların dışında pek yaygın olmasa da Sünnî fıkıh mezheplerinden bir diğeri de Zahirilik334 mezhebidir. Zâhirîlik, kurucusu Davud ez-Zahiri (öl.

327 Şerefeddin, agm, s. 274–275.

328 Kara, age, s. 59. ( Hanefilik bilhassa Türk nüfusunun yoğun olarak yaşadığı doğu bölgelerinde daha çok yayılma alanı bulmuştur. Türkler arasında özellikle Hanefî mezhebi’nin yaygın olmasının elbette bir takım sosyo-kültürel sebepleri vardır. Her şeyden önce gerek Ebu Hanife’nin ve gerekse de öğrencilerinin yetiştirdiği birçok fakih Harizm, Horasan, Mâveraünnehir, Batı Türkistan gibi halkı yeni Müslüman olmuş bölgelere giderek oralarda hocalarının görüş ve içtihatlarının tanınması, benimsenmesi ve yayılması için büyük gayret göstermişlerdir. Âlimler tarafından kaleme alınan eserlerde bölgede Hanefiliğin yayılmasına katkı sağlamıştır. Ayrıca Türk halkları, muhtemelen Hanefiliği kendi örf ve âdetlerine, hayat anlayışlarına ve tabiatlarına daha uygun bulmuşlardır. Bkz: Ferhat Koca, İslâm Hukuk, s. 36; Yerinde, Türkler, s. 712.

329 Ferhat Koca, İslâm Hukuk, s. 37.

330 Lapıdus, age, s. C. I. , s. 240; Ocak, Din, s. 70–71.

331 Ferhat Koca, İslâm Hukuk, s. 37–38; Eyüp Said Kaya, “Mâlikî Mezhebi”, DİA, C. XXVII. , İSAM Yay. , Ankara 2003, s. 519,522; Kara, age, s. 60.

332 Önemli bir kültür, tercüme ve bilim merkezi olan Bağdat, İslâm dünyasının çok önemli şehirlerinden birisidir. Hanefi ve Hanbelî mezhepleri burada doğmuştur. Birçok şair, tarihçi ve âlim yetiştiren Bağdat’ta, Beytü’l- Hikme, Mansur Camii gibi eğitim ve öğretimin yapıldığı kurumlar (Kütüphane ve Medrese ) bulunmaktaydı. Bağdat ve özellikle Şiîler ile Türklerin yoğun olarak bulunduğu Kerh Mahallesi, Hanbelîlerle Şâfiîler ve Sünnîlerle Şiîler arasında çıkan olaylara sahne olmaktaydı. Bkz: Ed-Dûrî, Bağdat, s. 429, 431; Sevim, Tuğrul

Bey, s. 9.

333 Ocak, Din, s. 80.

334 İmam Şâfiî’ye büyük bir hayranlık besleyen Davûd ez-Zahiri, fıkıh tahsilini ilk olarak İmam Şâfiî’nin talebelerinden almıştır. Kendi oluşturduğu fıkhını, Bağdat ve Nişabur’da aldığı hadislere dayandırmış ve daha

h. 270) diye bilinen Davûd b. Ali el-İsbehânî’ye izafeten bu isimle anılmıştır. Mezhep, Selçuklu öncesinde Irak ve İran’da etkiliyken, Endülüslü fakih İbn Hazm’la birlikte Selçuklu bölgesinde etkinliğini kaybederek Endülüs ve Kuzey Afrika’ya kaymıştır.335

2. 1. 2. İtikadî Mezhepler

Horasan’ın en önemli merkezlerinden olan Herat, Merv336 ve Rey şehri halkı itikatta Sünni mezhebine bağlı olmakla birlikte özellikle Rey, mezhepler açısından karmaşık bir yapı arzetmekteydi. Gayr-ı Sünnîler (Sünnî olmayan) ile Sünnîler’in bir arada yaşadığı Rey şehrindeki Şiîler, Hamdullah Müstevfî’ye göre İmamiyye Şiîliğine mensuptur. Rey Hanefîlerinin ise Gayr-ı Sünnî kabul edilen Mu’tezile’ye mensup oldukları dikkati çeker.337 Selçuklu öncesi Hanefiler’in çok az sayıda bulunduğu Hemedan ve İsfahan’da Selçuklularla birlikte Hanefî ve Şâfiîler ön plana çıkmaya başlamış bunda da Selçuklu sultanlarının bu şehirlerde ikamet etmeleri rol oynamıştır.338 Bununla birlikte Hemedan halkının çoğu