• Sonuç bulunamadı

ALPARSLAN DÖNEMİ DİN POLİTİKASININ DIŞ İLİŞKİLERE YANSIMASI 1 1 SELÇUKLU-ABBASİ HALİFELİĞİ İLİŞKİLERİ

Tarihçiler, Selçuklu sultanlarının Abbasi halifeleri ile bir araya gelişlerini önemli olaylar olarak kabul edip ayrıntılı bir biçimde aktarırlar. İslâm’ın savunucusu rolünü üstlenen Selçuklu sultanları, İslâm âleminin dini lideri olan Abbasi halifelerine karşı her zaman saygılı davranıp hürmette kusur etmemeye oldukça özen göstermişlerdir. Ancak sultan-halife ilişkileri daima sorunsuz devam etmemiştir. Selçuklu sultanlarının Abbasi halifelerine yalnız bir dini lider olarak oynama izni vermeleri, halifeleri hoşnut etmemekteydi. Her iki taraf ta kendi otoritelerinden taviz vermek istememişlerdir. Abbasi halifesi ne zaman yetkilerini artırmak için uğraşırsa sultan-halife ilişkisinde gerginlik başlardı.159 Mesela Tuğrul Bey’in ölümünden sonra Halife el-Kaim Bağdat’ta Selçuklu hâkimiyetinden kurtulmak için çaba sarfetmiş ve istenmeyen nahoş olaylar meydana gelmiştir. Kısacası Selçuklu-Abbasi Halifeliği ilişkileri genel olarak olumlu bir hava da seyretmiş olsa da zaman zaman gergin anlar da yaşanmıştır. Fakat her iki taraf her zaman birbirlerine muhtaç olduğunun farkında olmuşlardır. Selçuklular, Müslüman toplum üzerinde manevi bir nüfuzu olan Abbasi Halifeliği aracılığıyla İslâm toplumunun değişik mensupları üzerinde otoritelerini meşrulaştırabileceklerini hesaplıyorlardı. Arslan Besasiri gibi bir baskı rejimi deneyimine sahip olan Abbasi Halifeliği ise Halifeliğin devamı için Selçuklular gibi güçlü bir siyasi otoriteye muhtaçtı.160 Bu sebeple her iki taraf ta her zaman birbirlerine ihtiyaç duymuşlardır. Ayrıca Selçukluların Sünniliğin savunucuları olmaları Abbâsîler için, Şiî Fâtımîler karşısında değerlendirilmesi gereken iyi bir fırsattı.

1. 1. 1. Selçuklu-Abbâsi Halifeliği İlişkileri’nin Başlaması

Selçuklu Devleti’nin tarih sahnesine çıktığı dönemde yani h. V/ m. XI. Asrın ilk yarısında Abbasî hilafeti’nin ve İslâm dünyasının içinde bulunduğu durum daha önce ifade

159 Irak Selçuklularının ilk hükümdarı olan Sultan Mahmud döneminde (1119–1131) bu gerginlik çatışmaya kadar gitmiştir. Sultan-halife ilişkisinde gerginlik ve savaş, halifenin sultan tarafından tutuklanmasına kadar gidebilmekteydi. Halife el-Müsterşid’in, Sultan Mesud (1134–1152) tarafından savaş sonucunda esir alınması gibi. Bkz: Samira Kortantamer, “Arap Kaynaklarında Selçuklular”, TİD, S. 8, EÜEF Yay. İzmir 1992, s. 242. 160 Lık Arıfın Mansurnoor, “Melikşah İktidarının Doğuşu”, Türkler, C. IV. , Çev: M. Faruk Çakır, YT Yay. , Ankara 2002, s. 731.

ettiğimiz üzere siyasi ve dini açıdan karmaşık bir haldeydi. Abbasi halifeleri de m. 945’ten itibaren doğu da fiilen siyasî, askerî ve ekonomik gücü ellerinde tutan Büveyhî emirleri’nin hâkimiyeti altındaydı.161 İşte Selçuklu-Abbasi ilişkileri de böyle bir dönemde h.429/m.1038 yılında Serahs civarında Selçuklular’ın Gaznelileri yenmesi ve bunun sonucunda devlet kurma kararı almaları ile başladı.

Bu konuda ilk teşebbüsü Abbâsi halifesi Kaim Biemrillah yapmıştır. Çünkü o sırada Sünnî İslâm dünyasının merkezi olan Bağdat, Şiî-Büveyhî devletinin tahakkümü altında olup, siyasi ve dini yönden büyük bir kargaşa içindeydi. Selçuklu Türklerinin samimi birer Sünnî olmaları ve öylece de kalmaları Abbâsîler için iyi bir fırsattı. Abbâsi halifelerinin de aynı mezhebi temsil etmeleri, taraflar arasındaki alakayı kuvvetlendiriyordu. Halife, Selçuklu beylerinin Horasan ve İran’da yaptıkları fetihleri ve kazandıkları zaferleri yakından takip etmiş ve onlarla hemen temas kurma ihtiyacı duymuştur.162 Aynı zamanda Selçuklu sultanları da Abbasi Halifeliğinin manevi nüfuzundan faydalanma amacındaydılar. Zira dönemin Şiî Fâtımî ve Büveyhoğulları’nın siyasi maksatlarını163 göz önüne alırsak, Selçukluların, neden

böyle bir siyaset takip ettiklerini anlamak güç olmaz.164

Abbasi halifesi Kaim Biemrillah, başta Tuğrul ve Çağrı Beyler olmak üzere, Batı İran da akınlarda bulunan Oğuz beylerine ayrı ayrı elçiler göndererek, yağma ve tahribatlar yerine imar faaliyetlerinde bulunmalarını gönderdiği elçiler vasıtasıyla istedi ( 1038 Serahs savaşı sonrası). Bu elçilik Abbâsiler ile Selçuklular arasındaki ilk resmi temastır. Halifenin elçisine gerekli ilgi ve alakayı gösteren Tuğrul Bey, Ebu Bekr et-Tusi isimli bir elçiyi hil’at165 ve hediyelerle birlikte Bağdat’a Halife’ye gönderdi. Tuğrul Bey elçiyle Gazneli Sultan Mesud’un hükümdarlığın şartlarını yerine getirmediği için kendilerinin yönetimi ele alıp, adaletle

161 Genç, Tuğrul Bey, s.640.

162 Spuler, agm, s. 158; Adalıoğlu, Selçuklu-Abbâsi, s. 660.

163 Fâtımîler’in amacı, Müslümanları Hz. Ali’nin (ra) soyundan yeni bir halifenin şemsiyesi altında birleştirmek, Bağdat Abbasi Halifeliğini ortadan kaldırıp, Sünniliğin merkezi olan Bağdat’ta Şiî egemenliğini kurmaktı ki bunda başarısız olmuşlardır. Bkz: Marshall G. S. Hodgson, İslâm’ın Serüveni, C. II. , Çev: Komisyon, İz Yay. , İstanbul 1993, s. 22.

164 M. Fuad Köprülü, Türkiye Tarihi, Akçağ Yay. , Ankara 2005, s. 205.

165 Hil’at kelimesi Arapça’daki “hal” kökünden türetilerek devlet adamlarını taltif etmek gayesiyle herhangi bir kimseye verilen libas, ziynet ve silah şeklinde tanımlanmıştır. Tıraz kelimesiyle eşanlamlı olarak da kullanılır. M. Altay Köymen’e göre Tıraz, üzerinde hükümdarın ad ve lâkaplarının işlenmiş bulunduğu elbisenin adıdır. Bunun devlet erkânına verildiği zaman ise hil’at adını aldığını belirtir. Bir hükümdarın hükümranlığının ve otoritesinin başlıca unsurlarından biri sayılan hil’at, at, çadır, sarık, külah, altın işlemeli eyer, davul, bayrak, cübbe, gulam, mızıka, kılıç gibi eşyaları da kapsar. Hil’at aynı zamanda halife ve sultanların, emrindeki tebaaya dağıttığı hediyeler biçiminde de değerlendirilebilir. Bkz: Köymen, Selçuklu Saray Teşkilatı, s. 20; Çaycı, age, s. 210–211; Mehmet Şeker, “Hil’at”, DİA, C. XVIII. , İSAM Yay. , İstanbul 1998, s. 22–23.

hükmetmeye başladıklarını, memleketi müdafaa konusunda da halifenin kölesi olduklarını, yani bir devlet olmanın şartlarını yerine getirdiklerini bildirdi.166

Bu şekilde başlayan Selçuklu-Abbâsi diplomatik ilişkileri daha sonraki yıllarda da devam etmiştir. Nitekim 1043 yılında Tuğrul Bey, Halife’ye ikinci kez bir mektup ve elçi göndererek; “Halifenin vekili olduğunu, halka huzur ve adalet getirdiğini, bu sebeple

kendinden önceki sultanlardan daha çok övülmeye ve saygı duyulmaya layık olduğunu”

belirtmiştir. Buna karşılık Halife’de meşhur âlim İmam Maverdi’yi Tuğrul Bey’e Selçuklu merkezi Rey’e göndermiştir (1043/44). Maverdi gibi bir şahsın elçi olarak gönderilmesi Selçuklulara verilen önemi gösterir. Ayrıca bilgili ve tecrübeli olan Maverdi, koyu bir Abbâsi taraftarı olduğu için Halife’nin isteklerini en güzel şekilde Tuğrul Bey’e iletebilecek kişiydi. Maverdi’nin geri döndükten sonra halife’ye aktardıklarına bakılacak olursa onun amacı, Selçuklu-Büveyhî anlaşmasını temin etmek ve Selçukluların Abbâsiler hakkındaki düşüncelerini öğrenmekti.

Selçukluların kudreti arttıkça, Büveyhîler’in endişesi de bir o kadar artmaktaydı. Abbâsi Halifesi Kaim Bi-emrillah’da böyle bir ortamda gerginliğin ortadan kaldrılması ya da Büveyhîler’in baskısının sona erdirilmesi için 1052 yılında tekrar Tuğrul Bey’e bir elçi göndererek onu Bağdat’a çağırmıştır.167 Tuğrul Bey’in 1055 yılında Bağdat’a girerek Abbasi Halifeliğini Şiî tehlikesinden kurtarması ve Sünniliğin zaferini ilân etmesiyle birlikte de Abbâsi Halifeliğinin iki yüz yıl daha yaşaması sağlandı. Bundan sonra Halife İslâm dünyasının dini lideri168 olarak kalmıştır.169

1. 1. 1. 1. Alparslan Dönemindeki İlişkilerin Seyri (1063–1072)

Selçuklu Devleti’nin kurulmasıyla birlikte Selçuklular ile Abbasî halifeliği arasında karşılıklı ilişkilerin temeli atılmış ve bu ilişkiler bazen olumlu bazen olumsuz devam etmiştir. Akrabalık ilişkilerinin kurulmasına kadar giden Selçuklu-Abbasi halifeliği ilişkileri Sultan Tuğrul Bey’in ölümünden sonra halefi Alparslan170 döneminde de hemen hemen aynı esaslar

166 Köymen, Tuğrul Bey ve Zamanı, s. 35; Adalıoğlu, Selçuklu-Abbâsi, s. 660; Kayhan, Abbâsi Halifeliği, s. 669. 167 Köymen, Selçuklu Devri, s. 168–170; Adalıoğlu, Selçuklu-Abbâsi, s. 660–661.

168 Selçuklu Sultanları, her ne kadar dinî önder olarak kalan halifenin hizmetinde idiyseler de, iktidarı kimseyle paylaşmadan ve tek başlarına, İslâm adına bağımsız olarak ellerinde tutmuşlardır. Bkz: Norman Itzkowitz,

Osmanlı İmparatorluğu ve İslâmî Gelenek, Şule Yay. , İstanbul 1997, s. 26.

169 Laszlo Rasonyı, Tarihte Türklük, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü Yay. , Ankara 1996, s. 164.

170 Asıl adı Muhammed b. Davud b. Mikâil b. Süleyman Ebu Şucâ b. Ebu Süleyman olan Alparslan, Büyük Selçuklu Devleti’nin ikinci hükümdarıdır. (Bkz: İbnü’l-Adim, age, s. 10.) Horasan meliki Çağrı Bey’in oğlu olan Alparslan İbnü’l-Esir’e göre 20 Ocak 1029 tarihinde dünyaya gelmiştir. Heybetli, siyaset sahibi, uyanık, âdil, merhametli ve Hanefi mezhebine bağlı olan Alparslan zamanında Selçuklu Devleti’nin hâkimiyet sahası oldukça

üzerinde devam etmiştir. Fakat Alparslan dönemini, Tuğrul bey dönemi ile karşılaştırdığımız zaman Selçuklu-Abbâsi ilişkilerinde bir durgunluk göze çarpmaktadır.

1. 1. 1. 1. 1. Irak’ta Selçuklu Hâkimiyetin Yeniden Kurulması

Sultan Tuğrul Bey’in ölümünden sonra Bağdat’ta henüz mutad (alışılmış olan) matem töreni bile tertip edilmeden Halife’nin yaptığı ilk iş, pek çoğu Selçuklu devletinin vasalı olan Arap ve Kürt mahalli emirlere171 mektuplar yazmak olmuştur. Halife bu mektuplarında Sultan Tuğrul Bey’in ölümünü bildiriyor, onları bundan sonra ne yapılması gerektiği hususunda hep beraber istişarelerde bulunmak üzere Halifelik katına, Bağdat’a çağırıyordu.172 Görüldüğü üzere Halifenin bu şekilde emirlere mektuplar göndererek onlarla toplantı yapmak istemesi Halifenin bu emirler üzerinde hâkimiyet (kendi otoritesini) sağlamak istemesinin veyahut yeniden şekillenecek olan Selçuklu-Abbasi Halifeliği ilişkilerinde daha etkin bir rol oynamak istemesinin bir göstergesidir. Çünkü Halifeler hiçbir zaman Selçuklu Sultanları karşısında kendi otoritelerini kaybetmek istememişler ve her fırsatta otoritelerini sağlamak yoluna gitmişlerdir. Bu anlam da Halife el-Kaim, ardından ise onun halefi el-Muktedi kukla rolünü icra etmek istemeyerek, Alparslan ve Melikşah’a danışmadan kendi başlarına politika üretmeye çalışmışlardır. Bu bağlamda en ilginç açıklama, el-Kaim’in resmi fermanlarında (tevki’) halife “Müslümanların emiri” (Emîrü’l-mu’minîn) yanı sıra, “Allah’ın ebediyen verdiği saltanatın” “sultanı” olarak tanımlanıyordu. Dikkati çeken bir diğer nokta ise olayların görgü tanığı ve halife çevresinin yakın tarihçisi İbn el-Benna’nın, Alparslan’ı sultan olarak değil de, sadece “melik”173 olarak adlandırmasıdır. El-Ka’im “bütün Müslümanların imamı”

genişlemiştir. Özellikle batı yönüne önem veren Alparslan Bizans’ın elinden Ani kalesini almış (1064) ve Malazgirt savaşını kazanarak dünya tarihine damgasını vuran bir başarı elde etmiştir. ( İbn Kesir, age, C. XII. , s. 228; İbrahim Kafesoğlu, “Alparslan”, DİA, C. II. , İSAM Yay. , İstanbul 1989, s. 526–529; Râvendî, age, C. I. , s. 115.) Sultan Alparslan Yusuf el-Harezmi adında bir kale kumandanı tarafından şehit edilmiştir. 824 Kasım 1072). Sultan Alparslan geride kendinden sonra sultan olan Melikşâh, Ayaz, Tekiş, Börü bars, Tutuş, Arslan Argun, Sâra ve Âişe adlarındaki sekiz çocukla beraber ismini bilmediğimiz bir başka kız çocuk daha bırakmıştır. Bkz: İbnü’l-Esir, El-Kamil, C. VIII. , s. 265; İbn Kesir, age, C. XII. , s. 228; Özaydın, Alparslan, s. 529.

171 Kendisine mektup gönderilen emirler arasında şu isimler bulunmaktaydı: “Musul hâkimi Şerefüddevle Müslim b. Kureyş, Nûruddevle Dübeys b. Mezyed, Ebu Kâlicâr, Hezâresb, Ebu’l-Feth, Ebu’n-Necm, İbn Verrâm, Bedr b. Mühelhil”. Bkz: İbnü’l-Esir, El-Kamil, C. VIII. , s. 226; Sıbt İbnü’l-Cevzi, Mir’âtü’z-Zeman Fî

Tarihi’l-Âyan, Yay: Ali Sevim, AÜDTCF Yay. , Ankara 1968, s. 102.

172 Köymen, Alparslan ve Zamanı, s. 69; Adalıoğlu, Selçuklu-Abbâsi, s. 662.

173 Hükümdar, Kral ve bir şehir veya bölgenin idaresiyle görevli hânedan mensubu yüksek devlet görevlileri için kullanılan unvan. Gazneli, Karahanlı, Selçuklu gibi devletler tarafından kullanılan Melik unvanı giderek yaygınlaşmıştır. Büveyhîler, Selçuklular, Eyyûbîler’de melik unvanı sadece hânedanın en büyük hükümdarına değil şehzadelere, vezirlere ve mahalli yöneticilere de verilmiştir. Bu durum da aynı ülkede çok sayıda kişinin melik lakabını alması unvanın değerinin düşmesine neden olmuştur. Bundan dolayı hükümdarlar melik kelimesiyle birlikte başka unvanlarda almaya başlamışlardır (Tuğrul bey ve Alparslan’ın “melikü’l-meşrık ve’l-

olarak görülürken, gerçek anlamda dünyevi yetkilere sahip olmamasına rağmen, geleneğe göre sultanın icraatlarına talip oluyordu.174

Halife el-Kaim’in göndermiş olduğu bu mektuplardan sonra Selçuklular’ın Bağdat temsilcisi Amîd Ebu Said Kainî175 halife’nin bu şekilde davranmasının yanlış olduğunu ve memlekette herhangi bir kargaşa çıkmaması için Tuğrul Bey’in ölümünün gizli tutulması gerektiğini bildirdi. Ayrıca Tuğrul Bey’in veziri Amîdülmülk el-Kündürî’den176 gelecek bir emirle hareket edeceğini ve kendisine aman mektubu verilmedikçe Halifelik sarayına gitmeyeceğini haber veren Selçuklu temsilcisinin bu şekilde temkinli davranması halife ile melikleri daha ileri gitmekten alıkoydu.177 Bu şekilde Selçuklu-Halifelik ilişkileri gerginleşti. Selçuklu Devletine bağlı olduğunu gösteren amîd Ebu Said, Bağdat’ta hâkimiyetini kaybetmemek, can güvenliğini sağlamak adına bir takım önlemler almaya başladı. Kendine bağlı adamlarıyla birlikte oturmakta olduğu İsa Sarayına (Kasr-ı İsa) buğday ve silah depolayıp sarayın etrafına sur yaptırmak178 suretiyle dışarıdan gelebilecek saldırılara karşı

savunma tedbirleri aldı. Ayrıca Selçuklu hâkimiyetinin devam ettiğini göstermek adına da Dâru’l-Memleke’nin179 önünde nevbet180 çaldırmaya devam etti. Tabi Ebu Said’in bu şekilde hareket etmesi ve Abbasi Halifesini dikkate almaması Halife’ye ağır geldi ve Ebu Said’in

174 Agacanov, Selçuklular, s. 139.

175 Günümüzde dekan ve tuğgeneral anlamında kullanılan amîd, Ortaçağ’da bazı İslâm ve Türk devletlerinde kullanılan bir unvandır. Samânî, Gazneli, Büveyhî devlet teşkilatında da kullanılan terim, Büyük Selçuklu devletinde muhtemelen Tuğra Divan’ının reisine verilmekteydi. Eyaletlerin başında bir çeşit vali olarak görev yapan amîd, sivil idarenin en büyük memuru olup, siyasi, askerî, idarî ve malî konular başta olmak üzere birçok meseleyle ilgilenirdi. Bkz: Erdoğan Merçil, “Amîd”, DİA, C. III. , İSAM Yay. , İstanbul 1991, s. 55.

176 Tarihe Amîdülmülk el-Kündürî olarak geçen Ebû Nasr Amîdülmülk İmâdüddîn Mansûr b. Muhammed el- Kündürî h. 415 yılında (1024) Nîşâbur’a bağlı Turaysîs bölgesindeki Kündür köyünde doğmuştur. Tuğrul Bey döneminde yaklaşık dokuz yıl vezirlik yapan Kündürî, hem vezirliği dönemindeki hadiseler hem de daha sonraki gelişmeler üzerinde kalıcı izler bırakmış bir şahsiyettir. Bazı kaynaklarda adı Muhammed b. Mansûr olarak kaydedilen Kündürî’nin, Şeybânîler’in Benî Cerrah koluna mensup olan ailesi’nin Herat'a yerleştiği kaydedilmektedir. Fıkıhla meşgul olan Kündürî zamanın edebiyat ve hukuk dilleri olan Arapça ve Farsça’yı çok iyi öğrenmiştir. (Bkz:Abbas İkbal, El-vezareti Fi Ahdi’s-Selâçüka, Farsçadan Arapçaya Çev: Kemaleddin Hilmi, Kuveyt 1984, s. 67; Abdülkerim Özaydın, “Kündürî”, DİA, C. XXVI. , İSAM Yay. , İstanbul 2002, s. 555.) İranî asıllı olan ve kaynakların âkil, fazıl olarak vasıflandırdıkları Kündürî’nin Türkçeye de vâkıf olmasından dolayı Tuğrul Bey tarafından vezir tayin edildiği belirtilmektedir. (Bkz: Aydın Taneri, “Büyük Selçuklu İmparatorluğunda Vezirlik”, TAD, C. V. , (8–9), 1967, s. 95.) Kündürî, Sultan Alparslan’a kısa bir süre vezirlik yaptıktan sonra görevden alınarak sürgüne gönderilmiş ve 1064 Kasım ayında öldürülmüştür. Bkz: İbnü’l-Esir,

age, C. VIII. , s. 230–231; Sevim, Sultan Alparslan, s. 15–20; İmamedü’l İsmail Ebu’l-Fida, Tarihi Ebul Fida,

C. II. , s. 184.

177 Köymen, Alparslan ve Zamanı, s. 69–70; Sıbt, age, s. 103. 178 İbnü’l-Esir, age, C. VIII. , s. 226.

179 Dârü’l-Emare olarak ta bilinen Dârü’l-memleke, Selçuklu hükümet sarayıdır. Bkz: Köymen, Büyük Selçuklu, C. III. , s. 53; Ali Sevim-Erdoğan Merçil, Selçuklu Devletleri Tarihi, TTK Yay. , Ankara 1995, s. 41.

180 Ortaçağ Türk ve İslâm devletlerinde hükümdarlık alâmetlerinden biri olan Nevbet, hükümdarı hükümdar yapan maddi unsurlardan biridir. Askeri mızıka takımının hükümdarın saray ve otağı önünde davul vurarak icra ettiği mûsiki anlamındadır. Selçuklu hükümdarları Tuğrul Bey’den itibaren hâkimiyet alâmeti olarak saray ve ordugâhlarda günde beş defa namaz vakitlerinde nevbet çaldırmışlardır. Selçuklulara bağlı melikler ve tâbi hükümdarlar ise günde üç defa nevbet çaldırabilirlerdi. Bkz: Köymen, Selçuklu Saray Teşkilatı, s. 25; Abdülkerim Özaydın, “Nevbet”, DİA, C. XXXIII. , İSAM Yay. , İstanbul 20078, s. 39–40; Çaycı, age, s. 166.

eman mektubunu kendisine verdi. Kendisine gelen eman mektubunu halifenin yazısından tanıyan amîd halife tarafından kabul edilmesine rağmen Tuğrul Bey için yapılan matem törenine katılmamıştır. Halifelik divanından hatiplere çıkarılan bir emirle Tuğrul Bey’in adı hutbelerden çıkarılarak181 (17 Eylül 1063) yerine başka bir hükümdarın ismi de konulmamıştır.182 Tuğrul Bey’in vefatıyla birlikte Selçuklu Devleti içerisinde baş gösteren taht kavgaları183 sebebiyle Alparslan Bağdat’ta meydana gelen olaylarla ilgilenememiştir.

Bölgede Selçuklu hâkimiyetini uzun süre korumak amîd Ebu Said için mümkün olmamıştır. Irak’ta hâkimiyetini tesis etmek isteyen halife eski iktaları geri alma yoluna gitmiş ve Ebu Said’e de bir elçi göndererek kendisini şu sözlerle tehdit etmiştir: “Sen bu memlekette

ölen melik (Tuğrul Bey) tarafından nezarete memur edildin. Elini idareden çekip sukûn içinde oturursan otur; yoksa seni bu memleketten çıkarırım”.184 Selçuklu amîdinin cevabını beklemeden de şehirde hâkimiyeti ve asayişi tam olarak sağlayabilmek için güvendiği adamlarını görevlendirdi ve çeşitli memuriyetlere atamalar yaptı. Vergi işlerine nezaret eden Türklerin yerine kendi adamlarını getirdi. Selçuklu memurları ise divandan kaçarak Selçuklu amîdinin yanına sığınmışlardır. Halife kendisine tabi olmayanlar içinde gerekli hukuki altyapıyı oluşturmuş ve Bağdat kadı ve hukukçularını huzuruna davet edip onlara, “İmama

isyan eden ve itaatinden çıkan kimseye” ne yapılması gerektiğini sormuş onlar da böyle bir

şahısla savaşmanın caiz olduğunu söylemişlerdir. Bu arada Selçuklu veziri Amîdülmülk el- Kündürî’nin durumunun zayıfladığı şayiası Bağdat’ta yayılınca amîd Ebu Said geri adım atmak zorunda kaldı. Halifeye elçi göndererek kendisinden özür dileyen Selçuklu temsilcisi toplamış olduğu vergilere karşılık ta 30 000 dinar ile bir miktar buğday göndermiştir. Ayrıca kendisi de bir müddet halifelik sarayında bir anlamda rehin olarak kalmıştır. Böylece, geçici bir süre içinde olsa Irak’taki Selçuklu idaresi çökmüş, yerini Abbasi Halifeliği almıştı.185

Görünürde şu an için Bağdat’ta hâkimiyetini kuran Abbasi Halifesi Kaim Biemrillah, diğer emirler üzerinde otorite sağlamak ve kendi liderliği altında bir birlik oluşturmak

181 Tuğrul Bey’in ölümünden sonra, siyasi iktidarı yeniden ele geçirme çabası içine giren ve bu amaçla bir müddet sultan Alparslan adına hutbe okutmayan Halife Kaim Biemrillah ile Fetret Devri taht kavgaları sırasında kısa bir süre kimin adına hutbe okutacağını bilemeyen Halife Mustahzir dışında hiçbir halife, sultanlar adına okunan hutbeyi kesmemişlerdir. Bkz: Adalıoğlu, Selçuklu-Abbâsi, s. 666.

182 Köymen, Büyük Selçuklu, C. III. , s. 53; Ocak, Din, s. 362.

183 Tuğrul Bey’in ölümü nedeniyle ülke içerisinde baş gösteren taht mücadeleleri sebebiyle vezir Amîdülmülk el- Kündürî bir matem töreni yaptırmamış ve Şehzade Süleyman’ı Tuğrul Bey’in vasiyeti üzerine Büyük Selçuklu tahtına oturtmuştur. Fakat Süleyman taraftarı olmayan Yağısıyan ile Erdem Kazvin’e giderek Alparslan adına Hutbe okutmak suretiyle Süleyman’ı hükümdar olarak kabul etmemişlerdir. Diğer taraftan Kutalmış da Girdkuh kalesinde taht iddiasında bulunarak isyan etmiştir. Tüm bu gelişmelere rağmen Alparslan taht iddiasında bulunan hem Süleyman’ı hem de Kutalmış’ı bertaraf ettikten sonra Selçuklu tahtına oturmuştur. Bkz: Sevim, Sultan

Alparslan, s. 1–2; Müneccimbaşı, age, C. I. , s. 30.

184 Köymen, Büyük Selçuklu, C. III. , s. 53.

istediyse de başarılı olamadı. Çünkü onlar Halife’ye yardım edecek yerde şahsi çıkarları için birbirleriyle mücadeleye giriştiler. Bu mücadeleler halife’nin planının daha başlamadan bitmesinin habercisi idi. Hatta halife, Musul emiri Müslim b. Kureyş’in186 tahakkümü altına girdiği gibi, Müslim b. Kureyş halifenin yardım çağrısını kendi siyasi emelleri için kullanarak arazisini genişletmeye başladı. Bağdat’a gelip Selçuklu hükümet sarayına girerek187 kendi hâkimiyetini kurmak istedi. Bunu duyan halife kendisini müdafaa etmek için hazırlıklara girişti. Halifenin hazırlıklarındaki en büyük dayanağını Türkler oluşturuyordu. Müslim b. Kureyş’in takip ettiği siyasetin kendileri içinde tehlikeli olacağını düşünen diğer emirlerde Halife’ye yardım için savaş hazırlıklarına başladı. Bunun üzerine halife ve diğer emirlerle savaşmayı göze alamayan Müslim, halifeden özür dileyerek geri adım atmıştır. Kendisine de