• Sonuç bulunamadı

ALPARSLAN ZAMANINDA GAYR-İ MÜSLİM UNSURLAR

İSLÂMÎ MEZHEPLERE VE DİĞER DİNLERE KARŞI ALPARSLAN’IN DİNÎ SİYASETİ

2.2. ALPARSLAN ZAMANINDA GAYR-İ MÜSLİM UNSURLAR

Türkistan’dan Türkiye’ye çok geniş bir coğrafyada hâkimiyet kuran Selçuklular, bu geniş topraklarda farklı kültür ve inançlardan insanları idare etmişlerdir.350 Daha önce ifade ettiğimiz üzere Selçukluların Sünnî inancı benimsemeleri, onları bu inanç sistemini korumaya itmiştir. Bu sebeple özellikle Fâtımîler ve Bizansla mücadele etmişlerdir.

Selçukluların hâkim olduğu bölgelerde Müslümanlar çoğunlukta olmakla birlikte imparatorluk genelinde bir kısım bölgelerde gayr-i müslimler de azımsanamayacak bir nüfusa sahipti. Bunlar içerisinde de sayıca en kalabalık grubu Hıristiyanlar oluşturmaktaydı. Ermeni, Gürcü ve Süryaniler’in yanı sıra Anadolu ve Ortadoğu’nun diğer bölgelerinde Hıristiyanların önemli doğu kiliseleri Yakubiyye, Nasturiyye ve Melkaiyye351 mezhep mensupları da bulunmaktaydı.352

Selçuklular her ne kadar Sünnî inancın Hanefî yorumunu benimsemiş olsalar da diğer mezheplere karşıda müsamaha ile yaklaşmışlardır. Bunun yanı sıra Hıristiyan ve Yahudi

347 Kara, age, s. 99–100.

348 Biçer, agm, s. 511; Saray, agm, s. 9. 349 Kafesoğlu, Sultan Melikşah, s. 132.

350 Turan, Selçuklular, s. 53; Ocak, Din, s. 292.

351 İslâmi kaynaklarda Melekiyye, Melkiyye ve Melkâniyye olarak geçen Melkâiyye Hıristiyanlıkta bir mezheptir. Melkâiler Kadıköy konsili kararlarını benimseyerek Hz. İsa’da iki tabiatın bulunduğu, bu tabiatların kendi aralarından birleşme, bölünme, ayrılma ve değişikliğe uğramadığını kabul etmişlerdir. Böylelikle Hz. İsa’nın insanî tabiatını öne çıkaran ve uluhiyetin daha sonra isa’nın bedenine hulûl ettiğini ileri süren Nestûriler’den, hem de ilahi tabiatı öne çıkarıp onun insanî yönünü ihmal eden monofizitlerden ayrılmış oluyorlardı. Bkz: Mustafa Sinanoğlu, “Melkâiyye”, DİA, C. XXIX. , İSAM Yay. , Ankara 2004, s. 84.

unsurlar da bu müsamaha ve hoşgörüden gerektiği şekilde istifade etmişlerdir. Nitekim Alparslan, Hıristiyan beldeleri fethetmiş olmasına rağmen Hıristiyan müellifler tarafından âdil ve merhametli bir sultan olarak tasvir edilir353 ve aleyhinde hiçbir şey söylenmez.354 Hatta Malazgirt savaşından sonra, Alparslan esir edilen Bizans İmparatoruna sarılarak “İmparator!

Müteessir olmayınız; insanların maceraları böyledir. Size esir değil, büyük bir hükümdar muamelesi yapacağım”355 diyerek insani vasıflarını göstermiştir. Ayrıca saltanat imamı olan Ebu’l-Fazl-ı Kirmanî, esir edilen Romanus Diogenes’in ensesine bir tokat indirdiği zaman Alparslan, “Bugün dahi Rum ülkesinin sahibi olan ve 50 bin seçkin süvarisi bulunan bu

adama böyle bir davranışı nasıl reva görürsün? diye çıkışınca Kirmani, “Küfrü zelil kılmak için” cevabını verir. Bunun üzerine Alparslan Kirmani’ye “Zillete düşen kavmin büyüğüne acıyınız” sözünü hatırlatır. Alparslan’ın bu tutumu onun ne kadar hoşgörülü ve müsamahalı

olduğunun bir göstergesidir.356 Yine Sultan Melikşâh için Urfalı Mateos: “…Kalbi

Hıristiyanlara karşı şefkatle dolu idi, geçtiği memleketlerin halkına baba gibi davrandı. Ermenistan ve Rum memleketleri onun kanunlarını tanıdılar. Ermenistan Melikşahla birlikte sulh ve asyişe kavuştu”357 ifadelerini kullanır. Selçuklu sultanları dine ve devlete zarar vermeyen din ve mezheplere karşı hoşgörülü olurken, devlet nizamına karşı, devletin siyasi hâkimiyetini zedeleyici faaliyetlere girişen gayr-i Sünni inançlar karşısında ise gerekli önlemleri almışlardır.

Büyük Selçukluların batı politikasını Hıristiyan Bizans ve Şiî Fâtımî Devleti oluşturuyordu. Devlet içerisinde herhangi bir tehlike oluşturmayan gayr-i Müslimlerle uğraşmayı ikinci plâna iten Selçuklular, öncelikle, tehlike oluşturabilecek bu mühim iki siyasi güçle mücadele etmişlerdir. Nitekim diğer taraftan gayr-i Müslimler devlete olan yükümlülüklerini de yerine getirmekteydiler.358

Selçuklular, Anadolu topraklarına hâkim olmadan önce bölgenin hâkimi olan Bizans, Hıristiyan Ermenilerine karşı baskıcı bir politika izlemekteydi.359 Bu sebeple Bizans ile

353 “Ne zaman ki Sultan Alparslan hâkimiyette bağımsız oldu ve hükümdarlık tahtını eline geçirdi, o tebaasının

üzerine adalet kanatlarını gerdi ve onları merhamet ve cömertlik şemsiyesi altında korudu. O, tebaayı (ra’iya), yılda iki defa toplanan vergiden (el harac el asli) muaf tuttu.”. Bkz: Hüseynî, age, s. 20–21; İbnü’l-Adim, age, s.

22–23.

354 Köymen, Büyük Selçuklu, C. III. , s. 492; Turan, Selçuklular, s. 320. 355 Turan, Selçuklular, s. 184.

356 Aksarayi, age, s. 12–13.

357 Urfalı Mateos, Urfalı Mateos Vekayi-Nâmesi ve Papaz Grigor’un Zeyli, Çev: Hrant D. Andreasyan, TTK Yay. , Ankara 2000, s. 146, 171.

358 Ocak, Din, s. 292.

Ermeni ve Gürcü prenslikleri arasında anlaşmazlıklar mevcuttu.360 Hatta Ermeni ve Gürcü prenslikleri Bizans İmparatoru II. Basil’in tehcirine maruz kalmışlardı. Ermeni tarihçi Urfalı Matthieu “İktidarsız ve kadınlaşmış iğrenç Rum milleti Ermenistan’ın en cesur evlatlarını

yurtlarından koparıp dağıttılar, milletimizi tahrip edip, Türklerin istilasını kolaylaştırdılar”361

ifadeleriyle Bizans’ın baskıcı politikasını dile getirir. Yine bir başka tarihçi Urfalı Mateos da “Onlar (Bizanslılar), doğru inanca karşı küfrediyorlar, azizlik hayatından nefret ediyorlardı.

Oruç ve perhize düşman ve fenalıklar işleyen adamlar olup Ermeni inancına karşı daima zulüm yapıyorlardı. Onlar, sokaklarda oturup dil uzatan ve başkalarının aleyhinde lafazanlık eden hastalıklı ve aciz kadınlara benziyorlardı” diyerek Bizans’ın diğer Hıristiyanlara karşı

tavrını ortaya koymuştur.362

Bizans İmparatorluğunun Ermenilere karşı bu tutumu, Ermenilerin Bizans’a olan kin ve nefretini artırmış ve onları Bizans’a karşı ihanete sevk etmiştir. Nitekim Ermeniler’in bu ihaneti de Büyük Selçuklulara yaramıştır ki, Malazgirt savaşında Bizans ordusundaki Ermeniler, savaş alanını terk etmişlerdir. Süryanî Mihael’in, “Bizanslıların bozuk

mezheplerini kabule zorladıkları Ermeniler muharebede sırtını çevirerek kaçtılar” ifadeleri bu

durumu çok açık bir şekilde gösterir.363

Selçuklu Devlet yönetimi inanış açısından Müslümanlara olduğu kadar gayr-i Müslimlere de hoşgörü ve adaletle364 yaklaşmıştır. Selçuklular, Anadolu’yu fethe başladıktan sonra Kafkaslarda ve Doğu Anadolu’da muhatap oldukları Ermenilere karşı müsamahakâr bir tavır sergilemişlerdir. Selçukluların bu tutumu Ermenileri Türklere karşı meylettirmiştir. Çünkü Anadolu’nun fethinden önce Doğu Anadolu’da yaşayan ve Gregoryan mezhebine mensup Ermeniler ile Süryanîler, Bizanslı Rumlar tarafından Ortodoks mezhebine geçmeye zorlanmışlar, kabul etmeyenlerin toprakları ellerinden alınarak, bulundukları yerden zorla göç ettirilmiştir. Bu da doğal olarak Ermeniler’i Bizans’a karşı aleyhte davranmaya sevkederken,365 Türklere karşı da yaklaştırmıştır. Selçuklular getirmiş oldukları mîrî toprak sistemi ile Bizans toprak aristokrasisi karşısında ezilen köylülere de toprak sağlamışlar ve onların dini inanışlarına da karışmamışlardır.366

360 İbrahim Kafesoğlu, “Doğu Anadolu’ya İlk Selçuklu Akını ve Tarihi Ehemmiyeti”, Fuad Köprülü Armağanı, AÜDTCF Yay. , İstanbul 1953, s. 265–266; Köprülü, Türkiye, s. 187.

361 Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, Ötüken Yay. , İstanbul 2004, s. 49. 362 Urfalı Mateos, age, s. 162.

363 Turan, Selçuklular, s. 183; Ocak, Din, s. 293.

364 “…Allah, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder”. “…Hem onlarla birlikte

adalet terazisini indirdik ki, insanlar adaleti ayakta tutsunlar”. Bkz: Kur’ân-ı Kerim, Nisâ, 58; Hadîd, 25.

365 Turan, Türkiye, s. 49; Mehmet Sağlam, “Geleneksel Türk Hoşgörüsü”, ERDEM, C. VIII. , S. 8, TTK Yay. , Ankara 1996, s. 360; Ocak, Din, s. 294.

Bizans’ın baskısına maruz kalan sadece Ermeniler değildi. Ermeniler’in yanı sıra Monofizit367 inanca sahip olan Süryanilerde Bizans’ın baskısı altındaydı. Kadıköy Konsili kararlarına uymayan ve mezhep değiştirmeyen Süryaniler, Anadolu, Suriye ve Filistin bölgelerinde Bizans tarafından takibata uğramışlar ve birçok Süryani Antakya’ya yerleşmiştir. Türklerin Suriye bölgesindeki fetihleri ile Süryaniler rahat bir nefes almış ve Antakya kısa sürede önemli bir kültür merkezi haline gelmiştir.368

Bizans’ın dini inancından dolayı baskıya maruz kalan Süryaniler ve Ermeniler, Alparslan ve Melikşâh dönemlerinde kendi istek ve arzularıyla Selçuklu idaresini kabul etmişlerdir. Elbette ki kendilerine dini özgürlüğü sağlayan ve sağlamayan iki siyasi güçten hangisini tercih edecekleri malumdur. Ermeni ve Süryani topluluklara dini özgürlüklerinin yanı sıra ekonomik özgürlüklerinin de verilmiş olması onların Selçuklu idaresini kabul etmelerini sağlamıştır. Nitekim Sultan Alparslan ve Melikşah, onlara ibadetlerini serbestçe yapabilmeleri için kilise yapmalarına izin vermişlerdir.369

Semerkant bölgesinde kilise ve manastırları bulunan ve Hıristiyanlığın bölgedeki en güçlü mezhebi olan370 Nastûriler’de sayıca kalabalıktı. Bu mezhep Selçuklular döneminde mevcut olup, daha sonra da varlığını devam ettirmiştir. Bu durum Nastûriler’in diğer Hıristiyan mezhepleri gibi Selçukluların hoşgörüsünden istifade ettiğini ortaya koyar.371

Görüldüğü üzere Selçuklu sultanları ve devlet adamları gayr-i müslimler’in kendi dinlerini yaşamalarına, ibadetlerini özgürce yapabilmelerine fırsat vermişlerdir. Fakat devlet kademesinde görev alacak şahıslarda seçici davranmışlardır. Nitekim vezir Nizâmülmülk yazmış olduğu Siyasetnâme adlı eserinde Şiî, Rafızî ve Hıristiyanların bürokraside görev almak için başvuruda bulunmaya cesaret edemediklerini aktarır.372 Nizâmülmülk’e göre “İnsana iyiyi ve doğruyu gösteren iki mezhep vardır ki bunlardan biri Hanefîlik, diğeri

Şâfiiîlik’tir. Bunların dışında kalanlar ise bid’at’tır ve şüphelidir”.373 Bu durum hem Nizâmülmülk’ün mezheplere bakışını, hem de devletin Sünnîlik politikasını ortaya koyar. Nizâmülmülk Hıristiyan, Yahudi veya diğerlerinin neden devlet kademelerine alınmadığını da

367 Hz. İsa’da ilâhi ve insanî tabiatın birleşerek tek tabiat olduğunu savunan ve diğer kiliselerden bu noktada ayrılmış bulunan Kiliseler, Monofizit diye adlandırılır. Monofizitler, Doğu Ortodoks Kiliseleri içinde gösterilmelerine rağmen, bağımsız ve özerk kiliselerdir. Bunlar Ermeni, Süryani, Habeş ve Kıptî kiliseleridir. Bkz: Günay Tümer-Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, Ocak Yay. , Ankara 1997, s. 303.

368 Ocak, Din, s. 295. Süryaniler hakkında ayrıntılı bilgi için bkz: Mehmet Çelik, Süryani Tarihi, Ayraç Yay. , Ankara 1996.

369 Abdurrahman Küçük, “Türklerin Anadolu’da Azınlıklara Dini Hoşgörüsü”, ERDEM, C. VIII. , S. 23, TTK Yay. , Ankara 1996, s. 558–559.

370 El-Bağdadi, age, s. 169. 371 Ocak, Din, s. 297.

372 Nizâmülmülk, Siyasetnâme, s. 185. 373 Nizâmülmülk, Siyasetnâme, s. 117.

belirtir. Ona göre devlet kademesinde görev alan bu şahıslar her ne kadar işlerinde ehil olsalar da kötü mezhepli veya Yahudi, Hıristiyan ve Zerdüşt gibi kötü itikatlı oldukları için Müslümanlara hesaplarını bahane ederek zulmederler ve onları hafife alırlar. Nizâmülmülk’ün çekincesinin sebebi de bunların ellerindeki yetkiler sebebiyle halkı ezebilecekleri ve onları küçümseyecekleri endişesidir. Bu sebeple istisnalar374 olmuş olsa da Selçuklular gayr-i müslimlere devlet kademelerinde görev vermemişlerdir.375

Sonuç olarak gayr-i müslimler Selçuklular döneminde herhangi bir baskıya maruz kalmamışlar ve İslâm hukukunun kendilerine tanıdığı haklardan gerektiği şekilde faydalanmışlardır. Selçuklu sultanları ve devlet adamları halk arasında ayrım yapmaksızın halkın hukukuna özen göstermişler, insanların zulüm ve haksızlığa uğramaması için çalışmışlardır.376 Bu nedenle Selçuklu veziri Nizâmülmülk devlet kapısının şikâyetçilere daima açık olmasını istemiştir.377

2. 3. SELÇUKLULAR DÖNEMİNDE MEZHEP İHTİLAFLARI

Yukarıda bahsettiğimiz üzere Horasan ve Mâverâünnehir bölgeleri mezhepler açısından o kadar renkli bir görüntü sergilemekteydi ki bu çeşitlilik insanlar için yararlı mı, yoksa zararlı mı olmuştur, sorusunu akla getirmektedir. Elbette ki mezheplerin ortaya çıkışı ilmi ölçülerden ayrılmamak şartı ve sadece inanç, ibadet ve uygulama alanındaki samimi duygularla İslâm ve insan için faydalı olmuştur. İslâmiyet’in yayılmasını kolaylaştıran ve İslâmi hükümlerin yeni şartlara uygulanmasında kolaylık sağlayan mezhepler İslâm için faydalı olmuş ve ona esneklik kazandırmıştır. Lakin bu samimiyetin içerisine siyaset, menfi duygular, cehalet, taklitçilik ve aşırı taassup gibi insanları ayrımcılığa götürecek davranışlar girdiği zaman insanlar zarar görmüştür. Bu gibi sebeplerden dolayı “Acaba hangi taraf haklı,

hangisi haksız? Hangisi batıl, hangisi değil?” gibi sorular neticesinde insanların zihinleri

karışmıştır.378 Böylece insanlar mensubu bulunduğu mezhebin doğruluğunu savunurken

374 Bu istisnalardan biri Basra mültezimi olan Yahudi asıllı İbn Dârest’tir. İbn Allân olarak tanınan bu şahıs hem büyük bir nüfuza hem de pek çok mala sahipti. Bu sebeple karısı öldüğü zaman Basra kadısı hariç tüm Basralılar cenazesine katılmıştır. Bkz: İbnü’l-Esir, El-Kâmil, C. VIII. , s. 223,295.

375 Nizâmülmülk, Siyasetnâme, s. 195; Ocak, Din, s. 299.

376 Mevdudi’ye göre devletlerin önemli vasıflarından birisi beşeri hayatta adaleti tesis etmek ve zulmü ortan kaldırmaktır. Bunun yanı sıra kanun karşısında bütün vatandaşlar eşit muameleye tutulmalıdır. Herkes lisan, renk, soy-sop ayrımı yapılmaksızın kanun karşısında eşittir. Bkz: Mevdudi, Hilafet ve Saltanat, s. 45,69.

377 Özaydın, Nizâmülmülk, s. 194; Turan, Mefkûre, C. I-II. , s. 135; Will Durant, İslâm Medeniyeti, Çev: Orhan Bahaeddin, 1001 Temel Eser, İstanbul, s. 217.

378 Abdülkadir Şener, “İslâm’da Mezhepler ve Hukuk Ekolleri”, AÜİFD, S. 26, AÜİF Yay. , Ankara 1953, s. 372–373; Mevdudi, Hilafet ve Saltanat, s. 290.

diğerlerinin bâtıl olduğunu söylemeye başlamışlardır. Taraflar arasında meydana gelen fiili çatışmalar da buna eklenince huzur ve sükûnet tamamen ortadan kalkmıştır. İşte Hz. Peygamber’in vefatından sonra ortaya çıkan mezhepler ve daha sonraki kavgalar Selçuklular döneminde de devam etmiştir. Selçuklular döneminde ki mezhep çekişmeleri de daha önceden oluşmuş meselelerin devamı mahiyetindedir. Daha önce ifade ettiğimiz üzere Selçukluların ortaya çıktığı dönemde o kadar çok mezhep vardı ki, bu yüzden Selçuklular dönemi İslâm hukuk mezhepleri açısından tam bir rekabet ve mücadele dönemi olmuştur. Mezhepler arası bu mücadeleler hem ilmi ortamlarda eser yazmak ve tartışmalar yapmak şeklinde olurken hem de devlet kademelerine kendi mezhep mensuplarını yerleştirmek suretiyle siyasi arenada da devam etmiştir. İmâmü’l-Harameyn el-Cüveynî’nin Şafiî mezhebinin tercihe daha layık olduğunu ispat etmesi için yazdığı “Mugisü’l-halk fî ihtiyari’l-ehak”; İmam Kuşeyrî’nin Eş’ârilerin şikayetini dile getirmek için yazdığı “Şikâyetu ehli’s-sünne ma nalehum mine’l-

mihne” ve Gazzali’nin Şafiî mezhebini diğer mezheplere tercih ediş sebebini yazdığı “el- Menhûl” adlı eserleri379 mezhepler arasında yaşanmakta olan mücedeleye örnek olarak

gösterilebilir.

Ayrıca Selçuklular dönemi mezheplerin tam anlamıyla kökleştiği, anlamlarını bulduğu bir dönem olmakla birlikte İslâm dünyasında Şiî-Sünnî çatışmasının Sünnîlik lehine sonuçlandığı ve mezhepler arası geçişlerin de olduğu bir dönemdir.380 Selçukluların tarih sahnesine çıktığı miladi XI. asırda İslâm dünyasının mevcut siyasi ve askeri dengeleri Ehl-i Sünnet ve Abbasi Halifeliği lehine değişmeye başlayınca buna istinaden bazı tarihçiler m. XI. Yüzyılı, genellikle Sünnîliğin yeniden güçlenip yükseliş hatta zafer yüzyılı olarak tanımlamışlardır. Mesela İslâm dünyasının siyasi ve kültürel sahalarında çalışmalar yapan George Makdisi, konuyla alakalı yapmış olduğu bir makalenin başlığını “The Sunni Revival” koymuştur.381 Diğer taraftan Selçuklu sultanları kendi mezheplerine ne kadar bağlı olmuş olsalar da siyasi ve sosyal dengeyi bozucu faaliyetlere girişmedikten sonra diğer mezheplere de müsamaha ile yaklaşmışlar ve bunun sonucunda şahıslar bir mezhepten başka bir mezhebe kolaylıkla geçme imkânı elde etmişlerdir.

379 Şerefeddin, agm, s. 268; Ferhat Koca, İslâm Hukuk, s. 40.

380 Koca, İslâm Hukuk, s. 40. Hanbeli âlimlerden Hatib-i Bağdadi (öl. 1071) ve Ebu Nasr İbn Rûma (öl. 1148) Şafiî mezhebine; Şafiî Ebu’l-Hattâb el-Bağdadi (öl. 1083) Hanbeli mezhebine; Hanbeli Ebu’l-Kasım el-Ukberi (öl. 1064) Hanefi mezhebine; Hanefi fakih Ebu’l-Muzaffer es-Sem’ani (öl. 1096) ve Mansur b. Muhammed Sem’ani Mervezi Şafiî mezhebine geçmiştir. Bkz: Ferhat Koca, İslâm Hukuk, s. 40–41; Köymen, Büyük

Selçuklu, C. III. , s. 365.

381 Süleyman Genç, “H. V/ M. XI. Asırda Ehl-i-Sünnet’in Yeniden Yükselişi”, DEÜİFD, S. XXV. , İzmir 2005, s. 274–275.

Selçuklular döneminde yaşanan mezhep çekişmelerinin başında Tuğrul Bey döneminde meydana gelen ve siyasi-sosyal gerginliğe neden olan Eş’âriler’in lânetlenmesi hususuna, Sultan Alp Arslan dönemi mezhep tartışmalarına geçmeden önce kısaca değinmek istiyoruz.

2. 3. 1. Tuğrul Bey Döneminde Mu’tezile-Eş’ârî Mücadelesi

Tuğrul Bey döneminin (1040–1063) önemli olaylarından biri de hiç şüphesiz ki Rafızîler’in382 ve Eş’âriler’in minberlerde lanetlenmesi hususudur. Selçuklu veziri Amîdü’l- mülk el-Kündürî’nin383 Mutezile olması sebebiyle bu mezhebi yeniden ihya etmek istemesi ve siyasi ihtiraslarına yenik düşmesi, Abbasiler zamanında bir dönemde başlayan Mutezîle- Eş’ari mezhebi mücadelesini yeniden gündeme taşımış oldu.384 Bu döneme gelinceye kadar zaten aralarında hasımlık bulunan ve her fırsatta birbirlerini yeren iki mezhep mensuplarının çatışması Selçuklular döneminde de aynen devam ettiği görülür.385

Vezir Kündürî’nin siyasi ihtirasları doğrultusunda bu işi başlattığı konusunda birçok kaynak hemfikirdir. Hakikaten de bu dönemde Nişabur Şafiîleri’nin reisi olan Cemâlü’l-İslâm Kadı Ebu Ömer’in (öl.1048) vefat etmesinin ardından yerine Kuşeyri’nin tavsiyesi sonucunda Eş’arî mezhebine mensup ve bu mezhebin hararetli bir savunucusu olan oğlu Ebu Sehl Muhammed b. El-Muvaffak getirilmişti.386 Ebu Sehl’in, Kündürî’yi Tuğrul Bey’e kâtip olarak öneren el-Muvaffak’ın oğlu olması ve sultandan kendisine hilat gönderilmesi kendisine verilen önemi gösterdiği gibi etkili bir aileden de geldiğini göstermesi açısından önemlidir.387

382 Terk etmek, ayrılmak manasında Rafz kökünden türeyen Râfıza, bir gruptan ayrılan kişi veya topluluk demektir. Râfızîler, başlangıçta Zeyd b. Ali’den ayrılan İmâmiler’e verilen isimken, daha sonra bütün Şiî fırkaları ile Şiî unsurları taşıyan bazı Bâtınî gruplara da Râfızî denilmiştir. Ebul Yusr Muhammed Pezdevi, Râfizilere, Hz. Ebubekr ve Hz. Ömer (R.A.) hakkında kötü söz söylemelerinden dolayı Râfızî dendiğini belirtir. Sahabelerin ekserisine küfür suçlaması yapan Râfızîlere göre, Hz. Osman ve Hz. Ali’ye karşı savaşanlar kâfirdirler. Bkz: Pezdevi, age, s. 356; Watt, İslâm, 197,201; Mustafa Öz, “Râfızîler”, DİA, C. XXXIV. , İSAM Yay. , İstanbul 2007, s. 396.

383 Tarihe Amîdülmülk el-Kündürî olarak geçen Ebû Nasr Amîdülmülk İmâdüddîn Mansûr b. Muhammed el- Kündürî ilk Selçuklu sultanı Tuğrul Bey’in veziri olup, Mu’tezile mezhebine mensuptu. Kündürî, Subki’nin ifadesiyle, Kaderiyye’nin kulların fiillerine dair yanlış ve sapık fikirleri savunmuş, Rafızîler gibi şeyheyn (Hz. Ömer ve Hz. Ebubekir) ve sahabeye kötü sözler sarfetmiştir. Ayrıca Kerrâmiye ve Mücessime gibi Allah’ı yarattıklarına benzetmiştir. Yukarıda açıkladığımız sebepler dolayısıyla başlayan Eş’ârileri lânetleme hususu, yine Subki’nin ifadesiyle makam ve mevkileri elde edene kadar devam etmiştir. Zaten, bu işin aslı tamamen siyasi sebeplere dayanmaktadır. Bkz: Taceddin Ebû Nasr Abdülvehhâb b. Ali b. Abdülkâfi Es-Subki,

Tabakatü’ş-Şafiyyetü’l-Kübrâ, C. III. , Tah: Mahmud Muhammed et-Tenâhi, Abdülfettâh Muhammed el-Hulv,

Mısır, s. 390–391; Özaydın, Kündürî, s. 555.

384 Şerefeddin, agm, s. 265; Mikâil Bayram, Türkiye Selçukluları Üzerine Araştırmalar, Kömen Yay. , Konya 2005, s. 63.

385 Kara, age, s. 283.

386 Şerefeddin, agm, s. 265; Avcıoğlu, age, C. IV. , s. 1742. 387 Kara, age, s. 277.

Ayrıca Ebu Sehl halkın sevgisini kazanmış, asâletli, cömert, cesur, ilim sahibi bir âlim olup evi Hanefî ve Şafiî mezheplerine mensup büyük âlimlerin buluşma noktasıydı. Eş’ârî mezhebinin inanç esaslarını çok iyi bilen Ebu Sehl, mezhebe yapılan saldırıları da müdafaa ederdi.388 Amîdülmülk el-Kündürî de insanlar tarafından çok sevilen ve dini usullere vâkıf olan Ebu Sehl’in bir gün vezirlik makamına getirilmesinden şüphe duymaktaydı. Bu yüzden vezirlik makamından azledilmesinden ya da daha düşük derecede bir memuriyete getirileceğinden endişe eden Kündürî, başta Ebu Sehl ve Eş’ari’ler’i Sultan Tuğrul Bey’in gözünden düşürmek istemiştir. Bu amaçla Tuğrul Bey’in Sünnî ve Hanefî olmasından istifade ederek minberlerde bidatçilerin lânetlenmesi için izin almış sonra da bunun içerisine Eş’arîleri de dâhil ederek mezhebi temayülünü ortaya koymuş ve Ebu Sehl’i devre dışı bırakmayı amaçlamıştır. Ne var ki, Sultan Tuğrul Bey de vezirinin tertipleri sonucunda bu olayların içerisine girmiştir.389 Kündürî’nin, Ebu Sehl’den nefret etmesinin ya da ona hasım gözüyle bakmasının sebebi mezhebine bağlılık değil aksine onun vezir olmasından endişesi gösterilir.390

Eş’âriler’in lanetlenmeye başlamasıyla birlikte Eş’arî mezhebine mensup bulunan Ebu’l-Kasım Kuşeyri391, İmamü’l-Harameyn Cüveynî392 gibi bazı âlimler zor durumda kalmışlardır. Eş’arîler aleyhinde yapılan bu karalama kampanyası sonucunda vezir Kündürî aleyhtarı büyük bir siyasî ve dinî mücadele başlatıldı. Eş’arî mezhebinden olan meşhur mutasavvıf Ebu’l- Kasım el Kuşeyrî “Şikâyetu ehli’s-sünne ma nalehum mine’l-mihne” (Maruz Kaldıkları Baskılardan Sünnîlerin Şikâyeti) adlı bir eser kaleme alarak kendilerine

388 Subki, age, C. III. , s. 390; Şerefeddin, agm, s. 265–266. 389 İbnü’l-Esir, age, C. VIII. , s. 231; Şerefeddin, agm, s. 265–266. 390 Subki, age, C. III. , s. 290–291.

391 Mutasavvıf, kelâm, tefsir ve hadis âlimi olan Zeynu’l-İslâm Ebû Kasım Abdülkerim b. Harazin b. Abdülmuttalib b. Talha el-Kuşeyrî en-Nişaburî, 986 yılında Nişabur civarındaki Üstüva (Bugün İran’ın Türkmenistan sınırı yakını) kasabasında doğmuştur. Hocası Ebu Ali ed-Dekkak’ın tavsiyesiyle Şafiî fıkhını