• Sonuç bulunamadı

Sanayi Nefise Mektebi (Güzel Sanatlar Akademisi)

1.2. Problem Durumu

2.1.3. Türkiye’de Baskıresmin Serüveni

2.1.3.1. Sanayi Nefise Mektebi (Güzel Sanatlar Akademisi)

19.yüzyılda batıyla ilişkilerin artması özellikle yüzyılın sonlarına doğru batı tarzı resimlerin yavaş yavaş gündeme gelmesi bir sanat eğitimi kurumu ihtiyacını doğurmuştur.

İstanbul’da 1882’de Avrupa’da sanat eğitimi alan arkeolog, müzeci, Osman Hamdi Bey’in çabasıyla “Mekteb-i Sanayi-i Nefise-i Şahane” ismiyle Güzel Sanatlar Akademisi açılmış; kendisi de okula kurucu müdür olarak atanmıştır. Vefatına kadarda bu görevini sürdürmüştür. Okul resim alanındaki gelişim sürecini önemli ölçüde hızlandırmış, o güne kadar sadece askeri okullarda verilen resim eğitimin sivil topluma da verilebilmesini sağlamıştır.

Sanayi-i Nefise Mektebi’nin kuruluşundan itibaren, gravür sanatı ve eğitimi bu kurumun temel disiplinlerinden biri olmuştur. 1883 yılında Resim, Heykel, Hakk (Gravür) ve Mimarlık bölümleri oluşturulmuştur. Başlangıçta Hakk bölümünde eğitim verecek öğretmen bulunamamış, 1892 yılında bölümün ilk öğretim üyesi olan Fransız Stanislav Arthur Napier’in yurtdışından getirilmesi ile bu disiplinin öğretimine başlanabilmiştir. Napier beş yıl çalıştıktan sonra kurumdan ayrılmış, yerine 1898’de Nesim Efendi adı ile anılan bir usta getirilmiştir. Bu dönemde şimşir kalıpla ahşap gravür ve metal kazı gravürü, resim, kitap, süsleme ağırlıklı amaçlara yönelik basın yayın alanında hizmet edecek ve kuyumculukta oyma yapacak elemanlar yetişmiştir. Sanayi-i Nefise Mektebi Hakkaklık Bölümü 1924 yönetmeliği ile daha sonra kapatılmıştır ( İşler,1995).

Cumhuriyetin kurulmasından sonra, 1924 yılında okulun eğitim – öğretim programlarında reformlara gidilmiş ve yenilikçi hareketlere paralel olarak, çok sayıda sanatçı Avrupa’ya, özellikle Fransa ve Almanya’ya öğrenim görmek üzere gönderilmiştir. İstanbul’da akademide çalışan yurtdışına gönderilmiş sanatçılar yenilikçi hareketlerin etkisiyle dar kalıplardan kurtularak yurda döndükten sonra ağırlıklı tual resmi yapmaya başlamış fakat baskı resimle ilgilenmemişlerdir. Bu

nedenle 1936 yılına kadar baskıresim alanında hiçbir çalışma görülmemektedir (Akalan, 2000:107).

Şekil-7: Leopold Levy (Peyzaj, 19x25 cm, Gravür)

Kaynak: (“Sanal-11”:2014)

1936-1937 akademinin reform yılları olarak bilinmektedir. Bu yıllarda hemen hemen bütün bölümlere Avrupa’dan hocalar getirilmiştir. Bunlardan biri de Leopold Levy’dir. Fransız sanatçı ve eğitici Leopold Levy Resim Bölümü’ndeki yeniden yapılandırmayı üstlenmiş, gravür atölyesini kurmuş ve atölyesine disiplinli bir çalışma düzeni getirmiştir. Yeniden faaliyete geçirilen, metal kalıplardan çukur baskı ve taş baskı yapmaya elverişli özgün baskıresim atölyesinin başına daha sonra Levy’nin asistanı olan, Floransa’da öğrenim görmüş gravür teknikleriyle eserler vermiş Sabri Berkel getirilir. Gravürü ciddi bir çalışma alanı olarak benimseyen Berkel; 1929-1935 yılları arasında sanat eğitimini geliştirdiği Floransa Akademisi’nde iki yıl gravür çalışmış, 1935’te İstanbul’da düzenlediği ilk kişisel sergisinde desen ve gravürlerini sergilemiştir. Sabri Berkel’in 1940’lı yıllarda yaptığı bir dizi çinko gravür, o dönemin önemli çalışmaları arasında yerini almıştır. Sabri Berkel, bu dönemde modern resmin Türkiye’de gelişimi, yaygınlaşması ve eğitiminde önemli bir rol yüklenmiş, sanat anlayışı ve disiplini, çağdaş resme olan tutkusu ve eğitici gücü ile Güzel Sanatlar Akademisi ve atölyenin gelişimine büyük katkıda bulunmuştur. 1940’lı yılların başında Resim Bölümü’nde yetişen Mazhar Ongun, Nejat Melih, Mümtaz Yener, Fethi Karakaş, Avni Arbaş, Kemal İncesu, Selim Turan, Ferruh Başağa, Nuri İyem ve Neşet Günal gibi genç sanatçıların yaptığı daha çok metal kazıma veya asitle yedirme tekniği ile gerçekleştirilmiş tek renkli

çukur baskılar ve birkaç tane de renkli taş baskı bugün Türkiye’nin ilk bilinçli Özgün Baskıresim Sanatı ürünleri arasında yerini almıştır (Boyancı,1994:79).

“Bugün arşivlerde çalışmaları bulunan dönem öğrenicileri Mazhar Olgun, Ferruh Başağa, Nuri İyem, Hüseyin Bilişik, Neşet Günal ve Nejat Devrim’in yaptığı gravürler önemli oranda çizgisel yapıda genel konuları işleyen örneklerle tanınırlar.30’lu yıllarda görülen bu gravür ilgisi ve öğrencilerin keşfettiği ifade biçimi, Avrupa gravür sanatının tipik bir yansıması ve uzantısıdır. Çalışmalar konu açısından tamamen çevresel kaynaklara dayanır. Teknik kapasite tarafından zayıf, ilgi ve çalışma açısından ise dikkate değerdir”(İşler,2001:4).

Bu atölye 1948 büyük akademi yangınına kadar faaliyetini sürdürmüştür. 1948’deki akademi yangını atölyeyi de etkilemiş ve 1960’lı yıllara kadar uzun bir süre işletilememiştir.

Şekil-8: Sabri Berkel’e Ait Baskıresim (1934-Gravür)

Şekil-9: Sabri Berkel’e Ait Baskıresim

Kaynak: (“Sanal-13”:2014)

1960’lı yıllarda yangın zararları giderilmiş, atölye ve presler Prof. Sabri Berkel yönetiminde yeniden faaliyete geçirilmiştir. Sabri Berkel özellikle 1960’dan sonra elek baskı ve monotipi tekniği ile soyut biçimlerde özgün baskılar yapmıştır. Bu dönemde 1947’de Nurullah Berk Atölyesi’nden mezun olmuş ve Leopold Levy’den gravür dersleri almış Fethi Kayaalp bölüme yardımcı öğretici olarak atanmıştır. Prof. Sabri Berkel yönetiminde ki gravür kürsüsünün, Fethi Kayaalp ve laborant Kani Aksoy’un yer aldığı atölyesi, tüm yöntem ve öğretilerin öğrenciye yansıdığı büyük çeşitlilik ve araştırma zenginliğiyle çalışmıştır. 1960 sonrasında bu atölyeden mezun olmuş ve baskıresim alanında adını duyurmuş isimlerden bazıları Gündüz Gölünü, Ercan Gülen, Devrim Erbil, Adnan Çoker, Aydın Ayan, Özer Kabaş, Ali Teoman Germaner, Güngör İblikçi, Asım İşler, Gülseren ve Teoman Südor’dur. Yine bu yıllarda Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Nurullah Berk de özgün baskı resimle uğraşmışlardır. Bedri Rahmi birkaç metal baskı ve guaj resimlerinden bir dizi çok renkli elek baskılar gerçekleştirmiş, Nurullah Berk ise linol oyma tekniği ile özgün baskılar yapmıştır. O dönede 1906 doğumlu ve yaşıtları arasında en çok özgün baskıresim yapmış bir başka sanatçı da Turgut Zaim’dir. Öğrenciliği sırasında 1930-

1940 arası çukur baskı, 1960-1966 arasında ise yüksek baskı üretmiştir (Boyancı,1994:83).

Şekil - 10: Turgut Zaim (Göremeden-Linol Baskı)

Kaynak: (“Sanal-14”: 2014)

Şekil-11: Fethi Kayaalp’a Ait Bir Baskıresim

80’li yıllara gelindiğinde atölyedeki eğitim ve öğretimin vardığı prestij, başarı ve coşku, sanatsal yöneliş ve arayışlara yeni bir dinamizm kazandırmıştır. Litografi ve serigrafi disiplinleri gravür kürsüsünün dışına çıkarak ayrı atölyeler haline gelmişlerdir. 80’li yıllarda görülen öğrenci birikimindeki gelişim, plastik sanatlarda güçlü arayışlara yol açan bilinç düzeyi gravür sanatında ve çalışmalarda siyah- beyaz formların yanında temel öğretiler ile birlikte geleneksel ve modern tüm tekniklerin büyük çeşitlilik ve zenginlikte resimsel biçimlere ve ilginç uygulamalara yol açmasına neden olmuştur. Aquatinta, Mezzotint, Viskozite, Kolaj Gravür ve karışık tekniklerin oluşturduğu renkli uygulamalar, renkli linol baskıda ulaşılan sanatsal düzey ve geniş boyutlar, bu dönemin ilerleme anlayışını yansıtmaktadır. Her öğrencinin kişisel yetkinlik ve eğilimleri ile baskı sanatının ifade olanaklarını tanıma ve bütünleştirme çabaları, resimsel yetkinliğin artışı ve gelişimini doğurmuştur. Bu yıllar gravür sanatına kurumsal ve artistik yaygınlık planında dışa açılma ve iletişim olanakları da getirmiştir (Aktaran: Toprak,2009).

İlk adı ‘Mekteb-i Sanayi-i Nefise Şahane’ olan okulun adı 1928 yılında Güzel Sanatlar Akademisi’ne çevrilmiş; 1969 yılında bir yasa kabulü ile de, bundan sonraki etkinliklerini İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi adı altında sürdürmüştür. 1982 yılında da kurum Mimar Sinan Üniversitesi adını almıştır. 2004 yılında ise Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununun da yapılan bir değişiklikle ‘Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ olarak ismi değiştirilmiştir (Aydın Ayan ile Kişisel İletişim,23 Mayıs 2014).