• Sonuç bulunamadı

Sabahattin Zaim’in İnsan Anlayışı

1. HOMO ECONOMİCUS ve HOMO İSLAMİCUS’A GENEL BİR BAKIŞ

1.2. Homo İslamicus

1.2.1. Sabahattin Zaim’in İnsan Anlayışı

İslam iktisadı çalışmalarının ülkemize de taşınması yönünde önemli girişimlerde bulunmuş merhum Sabahattin Zaim, alanla ilgili görüşlerinin ana hatlarını çizdiği, ayrıca kapitalizm ve sosyalizm özelinde mukayeselerde bulunduğu kitabının adını İnsan, İslam ve Ekonomi (1992) olarak belirlemiştir. Bu durum, kendisinin konuya verdiği ehemmiyeti görmek açısından önemlidir. Eserinde, homo economicus ve homo islamicus arasında karşılaştırmalar yapmak sureti ile kendi anlayışı doğrultusunda, iki kavram arasındaki farklılıkları ortaya koymaktadır. Homo islamicus üzerine yaptığı tanımlama ve ayrım noktalarını ele alınacaktır.

Zaim, İslam iktisadının ele alacağı insan tipinin Müslüman insan yani homo islamicus olması gerektiğini belirtmektedir. Bahsi geçen Müslüman insan ise, İslam dininin gereklilikleri doğrultusunda oluşmuş toplumun bir parçası olmaktadır. Bu toplum adalet, eşitlik, özgürlük, kardeşlik ve birlik temelinde ve İslam şeriatının yaşanması ile ortaya çıkmaktadır. Böyle bir toplumun ferdi olması sayesinde insan, yaratılmışların en şereflisi mertebesine ulaşacak ve Allah’ın yeryüzündeki halifesi olacaktır. Hz. Muhammed öncesinde gelen vahiyler de insanın içindeki bu cevheri ortaya çıkarıp, hak ettiği seviyeye ulaştırma doğrultusundadır (Zaim, 1992, s.161). Öte yandan homo economicus kavramını ele aldığında yaptığı tanım ise rönesansla birlikte Avrupa’da başlayan sürecin ortaya çıkardığı, akılcı, seküler bir makine gibi işleyen ve aldığı her kararda faydasını ençoklaştırma saikiyle hareket eden bir insan modeli olmaktadır. Homo economicusun hem kapitalizm, hem de Marksizm’de geçerli olan insan anlayışı olduğu belirtilmektedir (Zaim, 1992, s.161).

Kavramlara ait tanımlar ortaya konulduktan sonra Zaim, temel ayrım noktasını izah etmektedir. Ona göre din, insanların sadece ölüm sonrası hayatlarını tanzim etmek üzere gönderilmiş kurallar bütünü değildir (Zaim, 1992, s.162). Esasen din, insanların yaşamış oldukları dünya hayatını belirleyen kuralları da ortaya koyar ve inananlarının yaşaması gereken hayatı tasvir eder. Gerek dünya gerek ahiret hayatındaki kurtuluşu ve refahı belirleyecek olan da kişilerin bu kurallara ne derece uyup uymadıklarıdır. Sadece yaşanmakta olan dünyanın iyiliği ve refahı peşinden koşanların ebedi bir hüsranla karşılaşacağı bilgisi Müslümanlarda verili olduğundan, bu tutum doğru olmayacaktır.

Dolayısıyla, fayda çoklaştırma peşinde koşan bir homo economicusun aslında refaha ulaşamayacağı sonucuna ulaşılmaktadır.

Fakat, homo islamicus için bu geçerli değildir çünkü ona telkin edilen şey hem dünya hem ahiret hayatının iyiliğini istemesidir. Yani Müslüman bir kimse için ölüm, varlığın sonu anlamına gelmeyeceğinden hem ölümünden öncesi hem sonrası için çalışmalarda bulunması gerekir. Bu noktada Zaim, Müslüman’ın hesap defterini iyi hazırlaması gerektiği tavsiyesinde bulunmaktadır (Zaim, 1992, s.161).

Fakat bu durum rasyonalite ile yeniden bir hesaplaşmayı ya da daha doğru bir ifade ile hakkının verilmesini gerektirmektedir. Resmedilen insan, homo economicusun bir benzeridir. Onunla aynı karar alma mekanizmasına sahiptir. Aralarındaki tek fark ise homo economicusun, daha önce ifade edildiği gibi, sekülerleşme süreçlerinden geçmesi sonucu ölümden sonraki hayat gibi bir mefhuma sahip olmadan kararlarını vermesidir.

Homo islamikusun yaptığı şey, fayda fonksiyonuna yeni değişkenler eklemesi ve aynı fonksiyona göre hareket etmesidir. Yani, homo islamicusun faydasını ençoklaştırmak için ahiret faktörünü de düşünmesi gerekir aksi taktirde başarıya ulaşamayacaktır. Aslında bu durum, ilk kısımda rasyonaliteye getirilen eleştiriler arasında bulunan sınırlı rasyonalite kavramının izah edilmesi sırasında tartışılmıştır. İnsanın rasyonel bir varlık olarak, hesap yapmayı bırakması gibi bir durum burada da söz konusu olmamaktadır. Bu zeminde durarak, insanın rasyonel ve fayda azamileştirme odaklı hareket etmediğini söylemek tutarlı bir çıkarım olmayacaktır. İslam iktisadı çalışmaları ana akım iktisadın insanla ilgili bahsi geçen varsayımlarını inkar etmek yerine, kurulmuş olan fonksiyona yeni değişkenler ve kısıtlar getirmektedir.

Homo islamicus, Sabahattin Zaim’in iktisat anlayışı için çok kritik bir öneme sahiptir.

Teorik zeminde inşa edilmesi planlanan (veyahut inşa edilmiş) İslam iktisadının gerçek hayatta pratik bir yansımasının olmasının birinci şartı, bu insan tipinin yetiştirilmesi olarak gösterilmektedir (Zaim, 1992, s.164). Dolayısıyla homo islamicus, toplum içindeki hakim kişilik yapısını oluşturmadığı sürece İslam iktisadının uygulanabilir olmadığı söylenebilir. Bundan ötürü Zaim, homo islamicusun egemen olmadığı toplumlarda ortaya çıkarılacak her türlü kurumsal yapının, beklenilen operasyonel yeterliliği karşılamayacağını belirtmektedir. Bu tür kurumlar, hali hazırda cari olan ve dengesiz bir yapıya sahip olan serbest piyasa sisteminin dengesizliğini artırma ihtimaline sahiptirler.

Faizsiz bankacılık ve zekat kurumları gibi uygulamaların piyasaya uyumsuzluğu gösterilmiş ve İslam ülkelerinin durumu bu şekilde açıklanmıştır (Zaim, 1992, s.164). Bir kişinin Müslüman olması, Zaim’in tasavvurundaki homo islamicus gibi hareket etmesi

için tek başına yeterli gözükmemektedir. İmanın ve İslam’ın gereklerini bilmeyen bir Müslüman, iktisadi alanda dönüşümü sağlayacak hareket ve tutumlara sahip olmayacaktır. Dolayısıyla yapılması gereken ilk iş, imanın şartları yerine getirildikten sonra İslam’ın şartlarının insanlara öğretilmesidir. Zaim, bu noktada seküler eğitim anlayışını eleştiriye tabi tutmaktadır. Çocukların, ergenlik çağlarına kadar herhangi bir dini eğitime tabi tutulmadan, din ile ilişkisini belirlemelerinin önünü açmanın sakıncalı bir davranış olduğunu düşünmektedir. Her Müslüman’ın, tasavvur edilen homo islamicus gibi davranmamasının en önemli nedenlerinden biri, yeterli dini terbiyeyi almaması olarak gösterilmektedir (Zaim, 1992, s.162-163). Bilginin ahlaklı olmak için yeterli olması kabulü burada da ortaya çıkmış gözükmektedir. Fakat bilgi sahibi olan her Müslüman’ın, Zaim’in tasavvurundaki homo islamicus gibi hareket ettiğini varsaymak doğru olmayacaktır. Bunun farkında olan Zaim, asıl mücadelenin bilgi edindikten sonra gerçekleştiğini belirtmektedir. Kişilerin, öğrendiklerini yaşamlarında ortaya koyabilmeleri için ciddi bir uğraş gerekmekte, bu çaba ise cihad-ı ekber olarak nitelendirilmektedir (Zaim, 1992, s.163). Sonuç olarak Sabahattin Zaim’in homo islamicusu, İslam dininin esaslarına göre toplum içinde yaşayan bir kişidir.