• Sonuç bulunamadı

Ahmet Tabakoğlu’nun İnsan Anlayışı

1. HOMO ECONOMİCUS ve HOMO İSLAMİCUS’A GENEL BİR BAKIŞ

1.2. Homo İslamicus

1.2.2. Ahmet Tabakoğlu’nun İnsan Anlayışı

İktisat tarihi alanında yapmış olduğu çalışmaları İslam iktisadı ile birleştiren ve ilk baskısı 1979 yılında yapılmış İslam İktisadına Giriş adlı eserin sahibi olan Ahmet Tabakoğlu, alanla ilgili Türkçe yayın yapmış önemli isimlerden birisidir. Eserlerinde, İslam iktisadının sadece tarihi yönünü değil, düşüncesini de ortaya koymaktadır. Bu nedenle insan ile ilgili yapmış olduğu tespitlere yer verilecektir. Ayrıca Tabakoğlu’nun bu çalışma için bir önemi daha bulunmaktadır. Kendisi, yukarda zikredilen eserinde mevcut olan yazılarının bir kısmını Hareket Dergisi için yazmıştır. Yani, Nurettin Topçu’nun oluşturmuş olduğu entelektüel çevre içerisinde bulunmaktadır. Tabakoğlu’nun sahip olduğu insan anlayışının Topçu’dan ne derece etkilendiği ilerleyen kısımlarda Topçu’nun insan üzerine olan görüşleri incelenirken ortaya konacaktır.

İslam iktisadı çalışmalarının temel İslami ilimler arasından temel referans kaynağı fıkıh olagelmiştir. Fakat Tabakoğlu, söz konusu insan meselesi olduğunda iktisadın ve tasavvufun bir araya geldiğini belirtmektedir (Tabakoğlu, 2005, s.47). Buradan hareketle yapacağı insan tanımı da tasavvufta vurgulanan insan tanımıyla aynı olmaktadır. İslam

iktisadının öznesi olan insan, insan-ı kamildir. Tabakoğlu, bu insan tipi için örneklerin müslüman toplumlardaki ahilik ve fütüvvet teşkilatlarında var olduğunu düşünmektedir.

Buna göre, insan-ı kamilin sahip olduğu temel özellikler arasında ilk olarak özgecilik bulunmaktadır. Yani bu insan, kendi yararının yanı sıra bir başkasını da düşünmekte hatta bazı durumlarda başkasını kendisine tercih etmektedir. Bu ise homo economicus için geçerli olamayacak bir özelliktir. Homo economicusun başkasının yararını düşünmesi ancak kendi fayda maksimizasyonu fonksiyonu için olumlu bir etkiye sahip olmasına bağlıdır. İnsan-ı kamil için bir diğer özellik, toplum adına yararlı faaliyetlerde bulunmasıdır. Bu özellik aslında bir öncekinin tezahürü olarak da değerlendirilebilir.

Üçüncü olarak gördüğümüz özellik kanaatkarlık olmaktadır. Kanaat denildiğinde ilk akla gelecek tanım sahip olduğu ile yetinme olmaktadır. Fakat bu tanım, kanaati tam anlamıyla yansıtmamaktadır. İnsanın elinden gelen çabayı gösterdikten sonra elde ettiği ile yetinmeyi bilmesi aslında tamahkar olmadığına bir işaret olarak da görülebilir. Kanaat, hep daha fazlası adına elinden gelen çabayı göstermeden elde edilen ile yetinmek olarak tanımlandığında konumuz açısından daha doğru olarak anlaşılabilecektir. Tabakoğlu’nun ahilerle ilgili verdiği bilgiler incelendiğinde bu tanım daha net olarak anlaşılacaktır. Son olarak görülen özellik ise dünyanın bir imtihan yeri olarak algılanmasıdır. Bu şekilde bir anlayışa sahip olan insan, imtihanı gerçekleştirenin isteklerini ve yasaklarını sürekli göz önünde bulunduracaktır (Tabakoğlu, 2005, s.47).

İslam iktisadı için önerilecek insan modelinin tasavvufun içinde aranması gerektiği ve pratikteki yansımasının ahiler sayesinde görülebileceği belirtilmişti. Tasavvuf öznel yapısı gereği çok fazla tanıma sahiptir. Bu nedenle Tabakoğlu’nun kastının ne olduğunun anlaşılması için kendi tasavvuf tanımına bakılması gerekmektedir. Aynı durum ahilik için de geçerlidir. Farklı bakış açıları kurumların değişik algılanmasına neden olmaktadır.

Dolayısıyla iki kavram için de yazarın tarifleri incelenecektir. İlk olarak tasavvuf, masivadan yani Allah’tan gayrısından kalbin irtibatını koparmak olarak tanımlanmaktadır (Tabakoğlu, 2005, s.44). Burada kast edilen, mevcudatın tasavvuf yolunda bulunan salikin gönlünde asli bir yer tutmamasıdır. Yani, var olana karşı duyulan sevgi, nefret, hırs ve tamah gibi duyguların hepsi gönlün asıl sahibi Allah’tan gelmelidir.

İnsanlar girmiş oldukları ekonomik ilişkiler sonucu belli kazançlar elde etmekte veyahut sosyal hayatın içinde olmalarından ötürü bazılarına sevgi, bazılarına nefret beslemektedirler. Dünya hayatına ait her ne varsa Allah tarafından verildiğinin ve

dilediğinde geri alınabileceğinin farkında olması hedeflenen kişi, Allah dışında bir şeye mutlak manada ehemmiyet de atfetmeyecektir. Yani, Tabakoğlu’nun insan anlayışının dayandığı tasavvuf yorumuna göre kişilerin eşya ile ilişkisi, mutlak manada özel mülkiyete izin vermeyecek bir şekilde çizilmektedir. Bu durum kendisi tarafından da mülkün sahibinin Allah olduğu ve insanlara emanet olarak verilerek mesuliyet konusu haline getirildiği şeklinde belirtilmektedir (Tabakoğlu, 2013, s.277). Ahiler ise, kökleri İslam coğrafyasında bulunan fütüvvet teşkilatından gelmekle birlikte Anadolu’da kurulumu Ahi Evren’e dayanmaktadır. Genel özellikleri arasında ilk sırada gelen helal kazanç elde etmek için bir zanaat sahibi olmaları bulunmaktadır. Ayrıca ahiler yardımsever insanlar olup toplumdaki yoksullarla ilgilenmelidirler. Bu görevlerini yerine getirirken alçak gönüllülüğü elden bırakmamaları gerekmektedir. Toplumsal rolleri bununla da sınırlı kalmamaktadır. İlim ehline, ihtiyaç duydukları desteği sağlamayı da üstlenmişlerdir. Kendi içlerinde de liyakat meselesine ihtimam göstermişler, meslek içi eğitim noktasında ihmalkar davranmamışlardır. Ahilerin sahip oldukları kişisel özelliklerin en başında kanaatkarlık vurgulanmaktadır. Bir ahi, belirlenen kurallar gereğince en fazla 18 dirhemlik bir kazanca sahip olabilmektedir (Tabakoğlu, 2005, s.46).

Bu durum, kanaatle ilgili yukarıda yapmış olduğumuz tanıma da uygun düşmektedir.

Ahilik müessesinden yola çıkılarak ortaya konulacak insan modeli için fayda ençoklaştırma gibi bir nosyonun mevcut olmadığı çok rahatlıkla söylenebilir. Tabakoğlu da bu durumu ifade etmektedir. Ona göre, Batı iktisadının insan tipi olan homo economicusun somut hali burjuvada ortaya çıkmaktadır. Burjuva ve ahi arasındaki temel fark kişisel çıkar dürtüsüyle hareket edip etmemektir. Ayrıca bu ayrım, ahi zihniyetine sahip olan toplumumuzun kapitalistleşememesinin izahında kullanılmaktadır (Tabakoğlu, 2005, s.47).

Tabakoğlu’nun insana dair yaklaşımında bir diğer önemli ayrım noktası, toplum ve birey meselelerinde durduğu nokta olmuştur. Daha öncesinde de bahsedildiği üzere, homo economicus varsayımı atomistik bir birey anlayışına dayanmaktadır. Öte yandan, bu varsayımı kabul etmeyenler insanın sosyal yönüne işaret etmekte ve onu homo sociologicus olarak tanımlamaktadırlar. Yani kabaca ifade edilecek olursa, insan-cemiyet ilişkisini belirlemede yaygın olan iki akım vardır. Bunlar bireyci ve toplumcu anlayışlardır. Tabakoğlu ise bunların arasında şahsiyetçi bir anlayışa sahiptir.

Ona göre bireyci anlayış, insanı toplumun üstünde bir konuma yerleştirmesinden ötürü İslam’ın emirlerine tezat teşkil etmektedir. Kişiler, Allah’a karşı olan sorumluluklarının yanı sıra beraber yaşadığı insanlara karşı da belli sorumluluklara sahiptirler. Bunların görmezden gelinmesi kabul edilemeyecek bir durumdur. Fakat toplumcu anlayışın sahip olduğu, kişileri bütünün sıradan bir parçası görüp onların üstünde mutlak otorite olarak toplumu kabul etmek de İslam’ın ortaya koyduğu nizama aykırı olmaktadır. Şahsiyetçilik ise bu iki anlayışın arasında, ifrat ve tefrite kaçmadan, kişiyi topluma ezdirmeden hak ettiği yeri vererek, bireyi ise topluma karşı yükümlülüklerini yerine getirmesi noktasında teşvik ederek orta noktayı temsil etmektedir. Bu nedenle Tabakoğlu, şahsiyetçiliğin İslam’ın öngördüğü birey toplum ilişkileri ile örtüştüğünü belirtmektedir (Tabakoğlu, 2013, s.259). Şahsiyetçi yaklaşımın önemli taraflarından biri insanın kişisel tekamülü için gerekli mücadeleyi, toplum hayatı içerisinde göstermesini salık vermesidir. Kişilerin vereceği bu mücadele sonucu samimiyet elde edilecek ve bu da davranışların değer kazanması için gereken şeyi sağlayacaktır. Böylelikle kişiler, hem kendileri hem de içerisinde bulundukları cemiyet için yararlı işler yapabilme imkanına kavuşacaklardır.

Kendi faydalarını, diğer insanların faydasının üstüne koymayacaklardır. İnfak adı altında yapılan ibadetler, aslında bu anlayışın bir tezahürü olmaktadır (Tabakoğlu, 2013, s.259).

Şahsiyetçilik kavramı ilerleyen kısımlarda daha detaylı tartışılacaktır.