• Sonuç bulunamadı

Farklı boyutlarda ele alınan sürdürülebilir tasarım bilgi, teknoloji ve iletişim çağında, ekosistem dengelerini bozmadan insanın nitelikli bir çevrede varlığını sürdüreceği geleceğin yapılarını tasarlamak olarak tanımlanabilir. “Sürdürülebilir mimarlık en basit anlamda, olabildiğince az kaynakla çok iş gerçekleştirmektir ve bir moda değil yaşamda kalma meselesi olmalıdır” (Foster, 2007). Ekolojik tasarımdan, akıllı bina tasarımına kadar pek çok anlam yüklenen bir ifade olarak, gerek literatürde, gerek üretim ve uygulamada karşımıza çıkar.

Sürdürülebilir gelişme ve kent sağlığı birbirinden ayrılamaz iki olgudur. Mekansal stratejik planlama ise belirlenen vizyonla başlayan ulusal ve bölgesel stratejileri olan sürdürülebilir gelişim için yaklaşım kararları bütünüdür. Sürdürülebilir gelişme stratejilerinin küresel iklim değişikliği ve insan sağlığı ile ilgili mücadelesinde, kaliteli yaşam alanları oluşturmada yeşil alan artışı, temiz ve güvenli çevrede çeşitlilik önem kazanır. Bu da yaşam ve mekan kalitesinin artması demektir(Türkoğlu, 2012). Çahantimur’un aktarımına göre çevresel sürdürülebilirlik dünyanın doğal sermayesinin korunması ve sürdürülebilmesidir (Çahantimur, 2007). Mitlin ve Satterthwaite ise doğal sermayeyi aşağıdaki başlıklar altında açıklamaktadır:

• Yenilenemeyen kaynakların kısıtlı stoğu,

• Yerel ve küresel ekosistemlerin çözünebilir atıkları çözmek ve emmek için yenilenemeyen ve kısıtlı olan doğal kapasiteleri,

• Yenilenebilir kaynakları sürdürülebilir seviyelerde tutabilmek için ekosistemlerin sınırlı kapasiteleri.

Çahantimur’un aktarımına göre, Buckingham-Hatfield ve Evans ile Elliott sürdürülebilir gelişmeyi, kentlerin yaşam standartlarını iyileştirip mevcut doğal kapasitelerini koruyarak gelişmeleri ve doğal kaynakları tüketmeyen, gelecek kuşakların da gereksinmelerini karşılayabilme olanakları sağlayan, ekonomi ile ekosistem dengesini koruyan, ekolojik sürdürülebilir ilkelerini yerine getiren ekonomik gelişme olarak betimlemişlerdir. (Çahantimur, 2007)

Redclift’de sürdürülebilirliği bireylerle doğal, ekonomik ve politik çevreleri şartlayan sosyal kurumlar arasındaki bağların devam ettirilmesi anlamında ele almaktadır. Redclift’e göre sürdürülebilirliğin sınırlarının gerçek dünya tarafından olduğu kadar kültürel ve tarihsel etmenler dolayısı ile sosyolojik modeller - tarafından da belirlendiği dikkate alınmalıdır (Redclift 1996, 1997). Bu noktada sosyal sürdürülebilirliğin “kültürel“ boyutu önem kazanmaktadır. Britanica Ansiklopedisi’ndeki tanıma göre; kültürün gelişmesi insanın öğrenme ve öğrendiği bilgileri gelecek nesillere başarılı bir şekilde aktarma kapasitesine bağlıdır (Britanica Ansiklopedisi, 1990). Kültürlerde uyum ve değişiklik ekolojik ve çevresel değişiklikler ile birlikte görülür. Bu durumda hiç bir zaman statik bir yapıya sahip olmayan kültürün sürdürülebilir olması gerektiğini iddia etmek onun değişen ve gelişen yapısını ihmal etmek olur. En geniş anlamda insan faaliyetlerini kapsayan ve zaman içinde gelişen kültür tanımlayıcı bir kavram olduğu için değerlendirme kriterleri ile birlikte anlam kazanmaktadır (Nyström, 1999). Bu durum Darlow tarafından açık bir şekilde belirtilmiştir; “eğer kültür yaşam biçimimiz ise, çevre üzerinde kaçınılmaz olarak çok büyük etkisi vardır. Dolayısı ile yerel otoriteler tarafından uygulanan kültürel politikalar yaşam biçimimizi etkileyerek sürdürülebilir gelişmenin sağlanmasına katkıda bulunacaktır” (Darlow, 1996).

Binalarda ölçeğine, bulunduğu yere, yapı tipine ve kullanım yerine gore, toprak- kerpiç, saman balyası, sıkıştırılmış kağıt-karton kullanımlarının denenmesi, taşıyıcı strüktür olamasa bile en azından dolgu malzemesi olmaya zorlanması, yarışmalarda, fuarlarda ya dergilerde-medyada sürekli karşımıza çıkmaktadır. 1999 depreminden sonra ahşap ve çelik binaların depreme dayanıklı olarak sunulan örnekleri yapı fuarlarında, yol kenarlarında inşa edilerek dikkat çekilmiş, gazete ve dergilerde reklamlar ile güvenlikli yapı sloganları ile sürekli gündeme getirilmiştir. Son yıllarda ise kendi enerjisini üreten ve birçok teknolojik özelliğe sahip akıllı binaların üretimi hızla artmaktadır.

payla enerji tüketiminin büyük bir kısmını oluşturmaktadır. Bu nedenle günümüzde enerjinin optimize kullanılması sorunu, bina tasarım ve işletmesi alanındaki en önemli sorun haline gelmiştir. Bu bağlamda, bina tasarımının en önemli aktörleri olan mimarlara önemli bir rol düşmektedir. Çünkü bina, şehir ve bunların mekansal organizasyonu, sürdürülebilir kalkınmaya dayalı bir gelecek oluşturmak için gerekli anahtar noktalardır. Temel veri, sürdürülebilirlik çerçevesindeki dinamik alanların değişebilirliği ve gün geçtikçe büyüyen yapılı çevrede ‘neyin nasıl yapılacağı’ (know- how) konusudur (Cesur, 2012).

Yeang, Doğa ile Tasarım (Designing with Nature) isimli kitabında ekolojik mimarlığın amacını dünya ekolojik sistemine yapılan değişiklikleri minimize etmek olarak belirtmektedir. Yeang’a gore, çevresel problemler kısaca insan hareket ve aktivitelerinin sebep olduğu ekosistemdeki değişiklikler olarak tanımlanabilir. Bunlar, tüketme, değiştirme ve eklenme etkilerinin birini veya hepsini içerebilir. (Yeang, 1995)

Türkiye’deki mimaride enerji etkin yapılara örnek olarak, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı koordinasyonunda Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı tarafından yürütülen, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Çevre Koruma Daire Başkanlığı tarafından gerçekleştirilen "Güneş Evi" projesi verilebilir. Tüm enerji ihtiyaçlarını kendi karşılayabilen “Güneş Evi”, ülkemizde ilk defa yerel yönetimler tarafından hayata geçirilmiştir (http.wowturkey.com., 2009).

Enerjisini üretecek şekilde yapılan Diyarbakır Güneş Evi’nin, 120 metrekarelik kullanım alanı bulunmaktadır. Toplam 130 bin TL’ye mal olan bu bina, ürettiği enerjiyi elektrik şirketine satacak geleceğin evlerinin de ilk örneğidir. Kendi enerjisini üreten, ısıtma ve soğutmada tamamen doğal yollar kullanılan, Diyarbakır’daki Güneş Evi’nin 72 sponsoru vardır. (Erengezgin, 2009).

Sürdürülebilirliğin sağlanması, bütüncül yaklaşımların geliştirilmesini gerektirir. Küreselleşmenin bazı kültürlerde ve ülkelerde yarattığı yıkıcı etkileri ancak bu şekilde en aza indirgeyebiliriz. Sürdürülebilir bir politika ile yeni düşünme biçimleri yaratarak, geleceği şekillendirerek yönlendirebiliriz. Bu noktada mimarlık pratiğinin diğer mesleklerle yapacağı disiplinlerarası işbirliği oldukça önemli olacaktır (Durmuş, 2009).

Çevre dostu ve enerji tasarrufunu hedefleyen sürdürülebilir binalar olarak tanımlanan yeşil binalar ile ilgili uygulamaların giderek artması ile sürdürülebilir

binalar ile ilgili standartlaşma ve sertifikalandırma çalışmaları artık dünyada ve ülkemizde de geçerlik kazanmış olup, bu kapsamda ortaya çıkan sorumlu kurum ve kuruluşlar sürdürülebilir bina standartlarına uyan yapılara sertifika vermeye başlamıştır. Sertifikalarla ilgili kapsamlı açıklamalara tezin 4. bölümünde yer verilmiş, 5. Bölüm de konu detaylarıyla ele alınmış, alan çalışmasını içeren 6. bölümde ise konu örnekler üzerinden incelenerek ele alınmıştır.

Sonuç olarak sürdürülebilir mimari kentsel planlamadan, mimari tasarıma ve sağlıklı yapı üretimine kadar çok geniş bir yelpazede detayları ile ele alınması gereken bir konudur. Tüm bu konuların odak noktası “insan”dır. Çalışmaların temel hedefi ise, geçmişin iz ve deneyimlerini geleceğe taşıyan mesleki ve uzmanlık alanında disiplinler arası bir entegrasyon sağlayarak, insanlar için her tür yerleşim alanında yaşanılabilir çevreler yaratmak ve çevresel sürdürülebilirliği sağlamak olmalıdır. Hoşkara’ nın (2010) aktarımına göre Du Plesis (1998) çevresel sürdürülebilirlik ilkeleri;

Yeryüzünün canlılığının ve çeşitliliğin korunması, yaşam destek sistemlerinin korunması, yenilenebilir kaynakların sürdürülebilir kullanımı, yenilenemeyen kaynaklarının kullanımının en aza indirgenmesi, çevreye ve bütün yaşayan canlıların sağlığına verilen zararın ve kirliliğin en aza indirgenmesi, kültürel ve tarihi çevrenin korunması, başlıkları altında tanımlanmaktadır.

Benzer Belgeler