• Sonuç bulunamadı

 

Sürdürülebilir kalkınma ve çevre konuları ilk olarak 1971 yılında İsviçre’de yapılan bir panelde ele alınmıştır. Sonuç raporu yorumlanacak olursa; çevre kirliliğine sanayileşmiş ülkelerin üretim ve tüketim vb. yapılarından kaynaklandığı belirtilse de, bir başka bakış açısı ile de az gelişmiş ülkelerin de çevre kirliliğine sebep olması sorunlarını da yansıtır. Aslında bu sonuç sürdürülebilir kalkınma yaklaşımının kırılma noktası ve günümüze kadar gelen en büyük tetikleyicisi olmuştur. 1972’de Stockholm’de gerçekleştirilen “1. Dünya Çevre Konferansı” gelişmekte olan ülkelerin katılımında rol oynamıştır. 1983 yılındaki Birleşmiş Milletler Genel Kurul toplantısının sonunda, “ortak geleceğimiz” temalı sonuç raporu yazılmıştır. 1987 yılında ise, Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu tarafından hazırlanan raporda, sürdürülebilir kalkınma, “bugünün gereksinmelerini, gelecek nesilleri, kendi gereksinmelerini karşılama yetisinden yoksun bırakmadan karşılayarak kalkınma” olarak tanımlanmaktadır. 1992 yılında Rio de Janerio şehrindeki Dünya Zirvesi’nde, ana tema sürdürülebilir kalkınma olmak üzere, doğal kaynaklara yönelik ekonomik büyüme ve çevre konuları öncelikle ele alınmıştır. 1993’te Chicago’da Uluslararası Mimarlar Birliği Dünya Kongresi’nde ise, yapı alanında tasarımcıların çalışmalarını sürdürülebilir kalkınma çerçevesinde yürütmeleri gerektiği savunulmuştur. Bu kongrede genel çerçeve olarak ve sosyal sürdürülebilirlik açısından alınan kararlar aşağıdaki şekilde özetlenebilir; (Sev, 2009).

• Çalışmaların odağına çevresel ve sosyal sürdürülebilirliği almak,

• Sürdürülebilir tasarımda, uygulamaya yönelik yöntem, ürün, hizmet ve standart geliştirmek,

• Meslekle ilgili her aktöre, yapı sektörü üyelerine, mal sahibine, işverene, öğrencilere v.b. toplumun her kesiminde konu ile ilgili eğitim vermek,

• Üst düzeyde politikalar, yönetmelik ve düzenlemeler hazırlamak, sürdürülebilir tasarım uygulamasını olağan kabul etmek,

Avrupa Birliği’nin sürdürülebilirlikle ilgili aldığı kararlardan da anlaşılacağı gibi gelecek kuşakların sağlıklı çevresel koşullarda var olabilmesi, tüm insanlığı ilgilendiren böylesine bir konuda, tüm ülkelerin ilgili kurumlarının katılımıyla alınan kararlar ve bu kararların uygulanması ile mümkün olabilmektedir.

Ekonomik kalkınmanın sürekliliğini sağlamak ve yaşam koşullarının niteliğini yükseltmek için doğal çevrenin çok önemli bir sermaye olarak değerlendirilmesi ve ekonomik kullanılması zorunluluğu giderek artmaktadır. Doğada canlı yaşama özgü ekosistem zincirinin evrensel bir bütünlük içinde olması nedeniyle ülkelerin ve bölgelerin gelişme ve kalkınma planlarında, bölgelere ilişkin farklı doğal ve kültürel özelliklere sahip bölge ve alanların planlanması, birbiriyle bütünleşen bir mekansal düzenlemenin ortaya konulması söz konusu olmuştur. Bu bağlamda, tasarımın geleceğine yönelik mimarlar için yeni sorumluluklar ortaya çıkmıştır. Bunlar aşağıdaki gibi sıralanabilir (Uçurum, 2007).

• Müşterileri çevresel konularda bilinçlendirmek, • Çevre dostu tasarımın yapılabilirliğini test etmek,

• ‘Yeşil’ konusunda uzmanlaşmış kurumlarla ilgili tavsiyelerde bulunmak, • Tasarımda ‘yeşil’ yöntemler geliştirmek,

• Tasarımda çevresel etkileri ve yeni enerji kullanımlarını geliştirmek, • Tasarımla beraber çevresel etkileri değerlendirmek,

• Tasarım ve yapı maliyet ve kanunlara uygunluk ve ‘yeşil’ kapsamında kontrol etmek,

• Ürünlerin yararlılıklarına göre sınıflandırılması,

• Yapı öğelerinin ömürleri boyunca geçirdikleri süreçleri değerlendirmek,

• Tasarımın, detayların ve tüm öğelerin günün gerektirdiği çevresel görevlere uygunluğundan emin olmaktır.

Sürdürülebilir kalkınma içeriğinde; politik yapı, ekonomik yapı ve toplumsal yapıyı da içeren birçok değişken bulunmaktadır. Sürdürülebilir kalkınma stratejileri kentsel tasarım, ekonomik gelişme ve büyüme, ekosistem yönetimi, tasarım, ekolojik mimari enerji korunumu, çevre kirliliği v.b. birçok alanı kapsar. Sürdürülebilirlik kavramı içinde ele alınması gereken en önemli konular, kentleşme ve nüfus artışı etkisi, çevre kirliliği, enerji tüketimi ve kaynak azalımı, teknoloji ve bilimsel bilgi, sağlık ve güvenlik ile ekonomik koşullardır.

hammaddelerin doğadan çıkarılıp, değerlendirilmesinden, binaların ve altyapıların sökümü ve meydana gelen atıkların yönetimine kadar olan geniş çaplı yapım döngüsü anlamına gelmektedir. Sürdürülebilir yapım, insan saygınlığına yakışan ve ekonomik adaleti teşvik eden yerleşimleri meydana getirirken, doğal ve yapılaşmış çevre arasındaki uyumu yeniden sağlamayı ve sürdürmeyi hedefleyen bütüncül bir süreçtir (Hoşkara, 2007).

Dünyanın doğal kaynaklarının hızla tükenmesi çağın en büyük sorunudur. Ekosistemin kalıcı zararlara uğramasına neden olabilecek biyolojik canlı çeşitliliğindeki azalma, giderek önlenemeyen şekilde artan çevre kirliliği ekolojik tasarım kavramının vazgeçilmezliğini her geçen gün daha da ortaya çıkarmaktadır. 1980’lerden günümüze, gittikçe artan bir ivme ile mimarlık alanında, eğitim, bilimsel etkinlikler ve uygulama alanında yerini gündemde tutan ekolojik tasarım kavramının her geçen gün öneminin arttığını görmekteyiz.

Artık kentleride deprem gerçeği, kimlik arayışları, kentsel dönüşüm ve fiziksel- ekonomik ömrünü doldurmuş yapıların değişimi, dönüşümü ve yenilenmesi çabaları gerek yerel yönetimlerin, gerek özel kuruluşların çabaları, yapı sektöründe farklı dinamikleri tetiklemiştir. İnsanlığın sağlıklı yaşam geleceğini uzun vadede tehlikeye sokabilecek “ekolojik kriz”, 70’lerden günümüze alternatif bir yaklaşım olmaktan ortak bir hedef olma noktasına gelmiştir.

Cole’in aktarımına göre (Cole 1999), ekolojik sürdürülebilirlik, kaynakların tutumlu kullanılmasını, yenilenebilir enerji kaynaklarının tercih edilmesini ve ekosistemlerin korunumunu içermektedir. Ekonomik sürdürülebilirlik yatırım ve kullanım maliyeti olarak ikiye ayrılmaktadır. Yapım süreçlerinin ve yapı elemanları ile malzemelerinin düşük maliyetli olmalarının yanı sıra, yüksek dayanıklılığa ve tekrar kullanılabilirliğe sahip olmaları önemli olmaktadır. Bu şekilde binaların yenilenerek tekrar kullanılabilmeleri yoluyla “kaynağın uzun vadeli verimliliği” sağlanmaktadır. Düşük kullanım giderleri, binanın enerjiyi tutumlu kullanması ve bakım ve işletiminin kolay olması ile sağlanmaktadır. Sürdürülebilirliğin sosyal ve kültürel boyutları ise sağlık ve konforun sağlanması ve koruma projelerinin temel amacı olan değerlerin ön plana alınmasıdır. Ekonomik, ekolojik ve sosyal/kültürel sürdürülebilirlik şeklindeki faktörler toplam sürdürülebilirliği oluşturmaktadır (Evren, 2012).

Sürdürülebilir tasarım ürünü, içinde bulunduğu koşullarda ve varlığının her döneminde, gelecek nesilleri de dikkate alarak, yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımına öncelik veren, çevreye duyarlı, enerji, suyu, malzemeyi ve bulunduğu

alanı etkin şekilde kullanan, insanların sağlık ve konforunu koruyan binalar ortaya koyma eylemlerini içerir. Sürdürülebilir binalar, doğal ışık ve iyi bir mekan kalitesiyle, kullanıcıların sağlığını, konforunu, üretkenliğini korur ve geliştirir; yapım ve kullanımı sırasında doğal kaynakların tüketimine duyarlıdır, çevre kirliliği oluşturmaz, yıkımından sonra diğer yapılar için kaynak oluşturur ya da çevreye zarar vermeden doğaya geri döner.

Tasarımdan sorumlu mimarlar başta olmak üzere, ekolojiyle beslenmek için doğa bilimleri ve teknolojiyle kurulmaya çalışılan ilişki, yalnızca çevresel duyarlılık bazında önem taşımıyor. Mimarlığın sürdürülebilir yaşam alanları yaratma gayesi taşıması, aynı zamanda yaşamsal bir gereklilik. Dünyanın her yanında sürdürülebilirlik kavramı ve stratejileri tüm binalarda proje-yapım-kullanım sürecinde tasarım kararlarını etkilemektedir. Kentler için ülkemizde de, “sağlıklı kent”, “yeşil kent”, “marka kent”, “karbon sıfır”, “ekolojik ayak izi”, “ekolojik kent”, gibi pek çok kavramın geliştirildiği göz önüne alınarak, kullanılan kavramların altını çizecek iyi uygulamaları hayata geçirmek gereklidir. Konutlar, ofisler, oteller gibi binalar için geçerli ekolojik kriterlerin yasal bir platforma taşınması, ülkemizde artık daha çok önemini kazanmıştır. Çevre ve enerji konusunda, Bakanlıklar düzeyinde çeşitli çalışmalar yapılmaktadır. 5 Aralık 2008 tarihli 27075 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan “Binalarda Enerji Performansı Yönetmeliği” ülkemiz için yaşam ve yapı kalitesinde ölçülebilirlik için atılmış, çok önemli bir adımdır (http://www.mevzuat.gov.tr/Metin.Aspx?Mevzuat, 2008) .

Ayrıca binaların ve ürünün sürdürülebilirlik açısından değerlendirilmesi için; yapıyı bir bütün olarak ele alan, ya da bileşenlerine ilişkin çok farklı standartlar ve değerlendirme sistemleri geliştirilmiştir. Alan çalışmasında, çeşitli örnekler üzerinden değerlendirilmiştir. Detayları 5. Bölüm’de açıklanan bu puanlama sistemi farklı kategorilerden oluşup, yüksek performanslı yeşil binaların yaşam döngüsünde detaylı değerlendirilmesini sağlar. LEED, mimarlar, mühendisler, peyzaj mimarları, yapı üretim sektöründeki yöneticiler, gayrimenkul uzmanları ve daha birçok ilgili kurum ve kuruluş tarafından yaygın olarak kullanılan, en çok tercih edilen puanlama değerlendirme sistemidir. Sürdürülebilirlik sistemi aşağıdaki ana başlıklar altında değerlendirilmektedir (Sev, 2009).

• Sürdürülebilir Arazi • Su Etkinliği

• Malzemeler ve Kaynaklar • İç Mekan Çevre Kalitesi • Yenilik ve Tasarım Süreci

Ayrıca, çok farklı kategorilerde puanlama sistemi vardır. Bunlardan konutlar için geliştirilmiş olan LEED H, yüksek performanslı yeşil konutlarda tasarım, yapım ve kullanım sürecinde, tezin alan çalışmasında da geçerli olan sürdürülebilirlik ilkeleri doğrultusunda strateji ve ilkeler tarifler.

Gelişmiş ülkeler sürdürülebilir kalkınma hedeflerini yıllar önce belirlemişler ve kentlerin sağlıklı değişim ve büyüme için planlarını hazırlamışlardır. Sürdürülebilir tasarımın öneminin ülkemizde henüz yeterince anlaşılamamış olmasının yanı sıra tasarımcı, uygulayıcı ve kullanıcıların yeterince sürdürülebilirlik bilincini içselleştirememiş olmalarından dolayı günümüz yapılarının büyük bir bölümü; yaşam standartları, ekolojik yaklaşımlar, konfor ve sağlık koşulları geri planda bırakılarak rant amacı ile yapılmakta ve bu yapılar tüm yaşam döngüleri boyunca çevreyi göz ardı etmektedir. Tasarım aşamasında öncelikli kriter yapılaşma alanını en üst düzeye çıkarma olmakta, yer-çevre-yapı ilişkilerinin kurulması ve binada kullanılacak olan malzemelerin seçimi sadece ekonomik ve estetik kaygılar göz önünde bulundurularak gerçekleştirilmektedir. Binanın inşaat aşamasında oluşan atıklardan çoğunlukla en kısa ve ekonomik yönden kurtulmaya çalışılmakta, ortaya çıkan atık malzemelerin ve toprağa karışan kirli suların çevreye ve insan sağlığına etkisi dikkate alınmamaktadır. Ülkemizde öncelikli hedef bir yapıyı en az maliyetle bitirerek daha fazla ekonomik gelir elde etmek olduğundan hiçbir ekolojik yaklaşım sergilenmemekte, ekolojik yaklaşımlarla yapının uzun vadede kaynak tüketiminden sağlayacağı olumlu geri dönüşüm bilincine varılamamaktadır. Oysa, tasarımda her bina için sürdürülebilir tasarım ilkeleri benimsenir ve gözden geçirilirse, hem yaşam kalitesi yükseltilmiş hem de binanın ömrü boyunca çevreye vereceği zarar en aza indirilmiş olur.

Benzer Belgeler