• Sonuç bulunamadı

Sözlü ve Görsel Kitle İletişim Araçları: Radyo ve Televizyon

Yayınları kalıcı olmayan ve sadece kulağa hitap eden radyo, duyma yoluyla dinleyicilerine ulaşır. Radyo, kitle iletişim araçları içinde en hızlı olarak mesajını dinleyiciye ulaştıran araç olma özelliğine sahiptir. Hem kulağa de göze hitap edebilen televizyonda ise görüntüyle eş zamanlı olarak kullanılan ses, görüntüyü tamamlayan bir öge konumundadır. Günlük yayın süresi 24 saat ile sınırlı olan radyo ve televizyonlarda yayınlanan haberler yazılı basında olduğu gibi derinlemesine değil daha yüzeysel olarak ele alınır. Bu kitle iletişim araçlarının en büyük avantajı okuma-yazma bilgisi gerektirmiyor olması sebebiyle her kesimden izleyiciye sahip olabilmesidir (Tokgöz, 1981: 6).

Sürekli radyo yayıncılığı 1920 yılında Amerika’da seçim programlarını yayınlamak için KDKA adındaki radyo kanalı aracılığıyla yapılmış ve bu yayınlar ile 500-2000 civarında dinleyiciye ulaşılmıştır. Türkiye’ de ilk radyo yayıncılığı “6 Ocak 1926’ da TTTAŞ” denetiminde başlamıştır. Avrupa ülkelerinden İngiltere, Almanya ve Fransa’da olduğu gibi Türkiye’de de ilk radyo yayıncılığı özel bir şirket tarafından yapılmıştır (Vural, 1986: 103-105). Ülkemizdeki ilk radyo yayını, 6 Mayıs

1927 tarihinde İstanbul’da yapılmıştır (Çankaya, 1997: 2). Neredeyse tüm sanat dallarının ve haberleşme biçimlerinin birleşimi olarak tanımlanan radyo her alandan her tür konunun insanlara ulaşıp yayılmasını sağlayan dolayısıyla dünyaya açılan bir pencere konumundadır (Öngören, 1972: 42).

Teknik çalışanlarla program birimi çalışanlarının işbirliğinin gerekli olduğu radyo yayıncılığında, yapım ekibi genel olarak üç-dört kişiden oluşmaktadır. Televizyon yayıncılığına bakıldığında ise radyoya göre çok daha kalabalık bir ekip çalışmaktadır. Radyo yayıncılığında teknik eleman sayısı azdır televizyonda ise fazladır. Ayrıca televizyonda çalışan teknik elemanların teknik bilgilerinin yanı sıra yaratıcı olmaları da gerekebilir. Örneğin kameramanın teknik bilgi dışında sanatsal yaklaşımının da olması beklenir. Radyo yayıncılığında önemli olan sestir. Radyo, sesin tek boyutlu olması sebebiyle, dinleyicinin hayal dünyasında resimler görmesini sağlar. Televizyonda ise izleyici gördüğünü algılar. Dolayısıyla televizyon programının başarıya ulaşması, izleyicinin hayal dünyasına ses ve görüntü ile bir takım eklemeler yapmasıyla mümkün olmaktadır (Öngören, 1972: 104).

On dokuzuncu yüzyılda telgrafla başlayan iletişim araçlarının gelişim süreci televizyonun icadı devam etmiştir. Uzaktan görüntü anlamına gelen “televizyon” sözcüğü İngilizce kökenli bir sözcüktür ve bu cihaz görüntülerin elektronik olarak gösterilen sahnelerin anında, uzun süreli olarak ve defalarca gösterilebilmesini mümkün kılmaktadır. Dünya’da ilk televizyon yayını, 27 Ocak 1926 tarihinde İskoçyalı bilim adamı John Logie Baird tarafından, Londra’ daki bir evin çatı katından, başka bir yere aktarılan titrek siluet şeklindeki görüntülerle yapılmıştır. Daha çocuk yaşlarda iken keşfetme merakı olan Baird, henüz 12 yaşındayken evine bir elektik sistemi döşeyerek yoldayken arkadaşlarıyla konuşmasını mümkün kılacak ilk telefon santralini geliştirmiştir (Wikipedia, 15.03.2012).

Türkiye’de resmi olarak ilk televizyon yayını TRT tarafından Ocak 1968’de yapılmış olsa da, Türkiye’de televizyon yayıncılığına dair ilk çalışmalar daha önceki yıllara dayanmaktadır (Tekinalp, 2003: 240). Televizyondan eğitim vermek amacıyla 1948 yılında kurulmak istenen laboratuvar çalışmaları, yarı resmi olarak Türkiye’de ki ilk televizyon çalışmaları olarak kabul edilmektedir. Resmi olarak 1952 yılında yapılan televizyon yayıncılığı çalışmaları birçok uzman elemanın yetişmesini sağlarken aynı zamanda program türünün oluşmasına da katkıda bulunmuştur (Şener, 1984: 20). Genel olarak bilinen televizyon tarihi, 1 Mayıs 1964’te TRT’nin kurulmasıyla başlar. 1960 anayasası ile özerkliği tanınan bir kurum olan TRT, fiili

olarak 1990’a hukuki olarak da 1994’e kadar önce radyo sonra televizyon yayınlarının devlet eliyle yürütüldüğü bir televizyon kurumudur (Mutlu, 1991: 19). Ülkemizde 1968 yılında resmi olarak yayın hayatına başlayan televizyon; gazete, dergi ve radyoya göre kitlelere daha hızlı yayılmıştır. Televizyon izleyen birey sayısı 1968’de 5000 iken on yıl içinde 1978 yılında 2,5 milyona ve akabinde de 1982 yılında televizyon izleyici 4 milyona ulaşmıştır. Televizyonun bu denli hızlı bir şekilde yaygınlaşması, izler kitlenin yaşamını televizyona göre yönlendirmesine neden olmuştur.

Ucuz ve kolay erişilebilir olması, izleyicinin istediğini sunması, toplumun her kesimine ve her yaş gurubuna hitap edebiliyor olması, farklı kanallar aracılığıyla siyasi ve mezhepsel olarak birbirinden farklı düşüncelere sahip olan kitlelere aynı anda seslenebiliyor olması televizyonun etkin bir kitle iletişim aracı olmasını sağlamıştır. Bu sebepledir ki, diğer kitle iletişim araçlarıyla kıyaslandığında çok daha belirsiz bir kitleye hitap etmektedir (Türkoğlu, 2006: 3).

Raymond Williams’a göre; televizyon teknolojik açıdan gelişmişliğe sahip olmasının yanı sıra, kültürün üretilerek aktarıldığı bir araç olma özelliğine de sahiptir. Ona göre televizyon programlarındaki içerik günlük yaşamın bir uzantısı şeklindedir. Toplumların gelişim sürecinde yaygın olarak kullanılan televizyon diğer iletişim araçlarından daha etkilidir. Bireylerin sosyal kimliklerinin belirlenmesinde de önemli katkılarda bulunarak, popüler kültürün yaygınlaşıp geleneksel kültürün unutulmasında etkili rol oynamıştır; ancak Williams televizyonun tek başına dünyanın tamamını bir gösteri toplumuna çevirdiği düşüncesini benimsememekle birlikte buna karşı duruş sergilemektedir. Ona göre insanların televizyon izlemelerindeki en önemli neden televizyonun, insanların bilgileriyle kurgulanmış bir araç olmasındandır (Mutlu, 1991: 11-12).

Televizyon; yazılı, görsel ve işitsel basın dışında günümüzde yaygın olarak kullanılan elektronik kitle iletişim araçları arasında yer alır. Herhangi bir iletinin aynı anda dünyanın pek çok farklı noktasına ulaştırılması kitle iletişim araçlarının kitlesel olduğunu göstermektedir. Bu kitlesellik kullanılan kitle iletişim araçlarının modernliğinden ziyade ulaştığı hedef kitlesinin ve erişim alanının genişliğinin bir

sonucudur (Oktay, 2000: 222). Her varlığı seyirlik bir nesne gözüyle değerlendiren televizyon, özellikle çocukların televizyon izleme saatlerinde yoğun olarak kullandığı şiddet görüntüleriyle uçlarda yaşayan bir insan tipi ortaya çıkarmıştır. “Yaşam çiçeklerle kaplı bir yol değildir. Şuraya buraya atılmış birkaç çiçeğin

görüntüsü, yolculuğumuzu bir parça daha çekilir hale getirebilir. Burada anlatılmak

istenen, televizyonun eğlendirici olmasından öte, eğlenmeyi, her türlü

deneyimlerimizin temsilinin doğal çerçevesi haline getirmesidir. Sorun, televizyonun bize eğlendirici temalar sunması değil, bütün temaların eğlence olarak sunulmasıdır ve bu da bambaşka bir sorun oluşturur. Eğlence, televizyondaki her türlü söylemin üst - ideolojisidir. Neyin gösterildiğinin ya da hangi bakış açısının yansıtıldığının hiçbir önemi yoktur. Her şeyin üstünde tutulan varsayım, hepsinin bizim eğlenmemiz ve haz almamız gözetilerek sunulmasıdır” (Postman, 1995: 100).