• Sonuç bulunamadı

5. Eserin Konusunu Oluşturan Siyasetname ve Türk Siyasetname Geleneği

1.2. İKTİDAR FELSEFESİ BAĞLAMINDA SÖYLEM ÇÖZÜMLEMESİ

1.2.1. Söylem ve Söylem Çözümlemesi

Dilbilim alanındaki gelişmeler, dilin felsefi boyutuyla incelenmesi gerektiği düşüncesini doğurmuştur. Özellikle dilin düşünce alanında ve toplum hayatındaki rolünü belirlemede dilbilim, felsefenin ortaya koyduğu verilerden geniş olarak yararlanmaktadır (Meriç ve Vardar, 2001: 65). Bu duruma koşut olarak, yirminci yüzyılın sonundan itibaren sosyal bilimlerin önemli dayanak noktalarından biri hâline gelen ve dilbilimin alt dalı niteliğinde olan söylem çözümlemesinin (Aydemir, 2010: 56) farklı disiplinlerle, özellikle felsefeyle sıkı ilişkiler ağı içerisinde olduğu bir gerçektir. Hatta felsefenin kendisinin başlı başına bir söylem olduğu da dile getirilir. Felsefenin bilgisel etkinlik olması ve özne tarafından üretilen bir yapıda belirmesi (Çotuksöken, 2013: 199), onun söylem biçiminde ortaya çıktığının işaretidir.

“Bu doğrultuda söylemin başta felsefe olmak üzere, ilgili sosyal bilimler ile olan eklemli yapısını, belirlemek gerekmektedir. Bu nedenle dili felsefeden, felsefeyi dilden ayrı addederek yapılan söylem çözümlemeleri bilimsel yönüyle eksik kalmak durumundadırlar. Bu eksikliğe yer verilmeyen çalışmalarda ise ilgili felsefi akımların hangisinin, hangi gerekçeyle benimsendiği belirtilmez ise bu defa felsefi karmaşaya dayalı olarak söylem çözümlemelerinin sonuçları belirsizlik ekseninde bulunacaklardır.” (Aydemir, 2010: 56).

Belirtilen öneme bağlı olarak, metnimizin söylemini iktidar felsefesinin sunduğu veriler ışığında çözümlemeye çalışacağız. Bu noktada söylem ve söylem çözümlemesi kavramlarının, tarihsel bağlamı içerisindeki gelişimine ve yorumlanışına bakmakta yarar görüyoruz. Öncelikle sözü edilen kavramların genel söz varlığını içeren sözlüklerde ve terim sözlüklerinde hangi anlamlarla karşılandığını belirlemek gerekmektedir.

Türk Dil Kurumu tarafından hazırlanan Türkçe Sözlük’te söylem maddesinde şu ifadeler yer almaktadır: “1. Söyleyiş, söyleniş, sesletim, telaffuz. 2. İfade, kalıplaşmış, klişeleşmiş söz. 3. Bir veya birçok cümleden oluşan, başı ve sonu olan bildiri, tez.” (Komisyon, 2009: 1802).

İlhan Ayverdi’nin Misalli Büyük Türkçe Sözlük’ünde, “Kavram tanımlamaları kendine mahsus olan ve ifade ettiği görüşler kendi içinde bir bütünlük oluşturan anlatım tarzı, söylenenden çok daha üst bir boyutta hissettirilen ifâde, bir fikri ortaya koymaktaki yaklaşım tarzı.” (Ayverdi, 2006: 2837) şeklinde açıklanmıştır.

Yaşar Çağbayır’ın Ötüken Türkçe Sözlük’ünde, söylem kavramının şu anlamları sıralanmıştır:

“1. Bir düşüncenin sözlü ya da yazılı olarak anlatılması; dilin birey tarafından gerçekleştirilmesi; söz; natıka. 2. Başı ve sonu olan bir ya da daha çok tümceden oluşan bildiri; sözce. 3. Bilimsel yazı ve konuşmanın tümü. 4. Bir nesneyi yorumlamayı veya tanımlamayı amaçlayan düzenlenmiş göstergeler bütünü. 5. Cümle sınırını aşan, cümle dizilerinin birbirlerine bağlanma kuralları açısından ele alınan sözce. 6. mant. Özgül ve öz yeterli bir mantıkla birbirine bağlı, kaçınılmaz olarak doğal bir dilin anlamına girmeyen kural ve yasalardan oluşan maddî ya da kavramsal nesneler üzerine bilgiler veren sözceler topluluğu. 7. {ağız} Şive.” (Çağbayır, 2007: 4321).

Ali Püsküllüoğlu’nun hazırladığı sözlükte ise söylem maddesinin karşılığı olarak şu anlamlara yer verilmiştir:

“1. söyleyiş, söyleniş. 2. bireyin dili, sözlü ya da yazılı olarak, tümce sınırını aşan kullanımı, söz. 3. dil. dilin sözlü ya da yazılı gerçekleşmesi. 4. bir ya da birçok tümceden oluşan, başı ve sonu olan bildiri. 5. tümce sınırlarını aşan, tümcelerin birbirlerine bağlanması yönünden ele alınan söz zinciri.” (Püsküllüoğlu, 1995: 1382).

Türkçenin genel sözcüklerini kapsayan sözlüklerde, söylem kavramının yaygın kullanımına değinilmiş, ileriki maddelerde terimsel kullanımına ilişkin açıklamalara yer verilmiştir. Yaşar Çağbayır, sözce terimiyle ilişkilendirerek farklı bir açıklamaya gitmiştir. Genel sözlüklerden sonra, söylem kavramıyla ilgili olarak dilbilim terimleri sözlüklerinde şu açıklamalara yer verilmiştir:

Berke Vardar, Türkiye’de söylem kavramıyla ilgili ilk bilgileri veren araştırmacılardan biridir. Vardar’ın öncülüğünde hazırlanan Açıklamalı Dilbilim Terimleri Sözlüğü’nde şu tanımlara yer verilmiştir:

“1. Söz; dilin sözlü ya da yazılı gerçekleşmesi, konuşan bireyin kullanımı. 2. Sözce; bir ya da birden çok tümceden oluşan, başı ve sonu olan bildiri. 3. Tümce sınırlarını aşan, tümcelerin birbirine bağlanması açısından ele alınan sözce. Z. S. Harris’in tümceleri de öbür birimler gibi dağılımsal açıdan incelemeye başlamasıyla dilbilimin önünde yeni bir alan (söylem çözümlemesi) açılmıştır. Böylece tümcelerin birbirlerine eklenme kuralları araştırılmış, dağılımsal ölçütler dışında dönüşümsel ölçütler de incelemelere yön vermiştir.” (Vardar vd., 1980: 131-132; Vardar vd., 2007:179).

Vardar ve arkadaşları, söylem kavramını Türkiye’de ilk defa dilbilimsel bağlamda ele alan bir bakışla değerlendirmişlerdir.

Kâmile İmer, Ahmet Kocaman ve A. Sumru Özsoy’un hazırladığı Dilbilim Sözlüğü’nde söylem terimi şöyle açıklanmıştır:

“Yapısal yaklaşıma göre tümce ötesi, tümceden büyük dil birimi; dilin toplumsal boyutu vurgulandığında ise dilsel büyüklüğüne bakılmaksızın (tek sözcük, tümce, paragraf) işlevsel, iletişim değerli birim olarak tanımlanabilecek sözce. Söylem salt sözlü birim, metin yazılı birim olarak ele alındığı gibi hem sözlü hem de yazılı söylem olarak da kabul edilir.” (İmer vd., 2013: 232).

Dilbilgisi ve Dilbilim Terimleri Sözlüğü’nde İmer ve arkadaşlarının yaptığı açıklamaya benzer bir açıklama yapılmış ve söylem, daha çok tümce üstü birim olarak sözce kavramıyla ilişkilendirilmiştir: “Dilin konuşma ortamında üretilen ve incelemeye alınan bölümü. Bu anlamda tek bir sözcük, cümle söylem olabileceği gibi cümleler tutan bir bölüm de söylem olabilir.” (Hengirmen, 2009: 334).

Yukarıda alıntılanan söylem tanımlarındaki ortak nokta, söylemin sözce terimiyle ilişkilendirilmesidir. Konunun daha iyi anlaşılması bakımından ilgili sözlüklerde verilen sözce tanımlarına değinmek yararlı olacaktır:

Açıklamalı Dilbilim Terimleri Sözlüğü’nde sözce kavramı şu anlamlarıyla verilmiştir:

“Bir konuşucunun ürettiği, iki susku arasında yer alan söz zinciri parçası; sözceleme edimiyle ortaya çıkan söylem. Tümce, sözün çözümlenmesiyle ortaya çıkan bir birimdir, sözceyse bu türlü bir işlemden önce belirlenen bir bütündür. Üretici dilbilgisi sözceyi, bir edim olgusu biçiminde yorumlayarak edinç olgusu saydığı tümceye karşıt bir kavram olarak ele alır; kimi dilbilimcilerse sözceyi tümce ya da birbirini izleyen tümceler bütünü olarak görür.” (Vardar vd., 1980: 133; Vardar vd., 2007:181).

Dilbilgisi ve Dilbilim Terimleri Sözlüğü’nde “dilin, konuşmada söze başlama ile ilk suskunluk arasında kalan bölümü. Buna göre tek bir sözcük de sözce olabildiği gibi cümleler tutan bir sözce de olabilir.” (Hengirmen, 2009: 336) karşılığıyla anlamlandırılmıştır.

Dilbilim Sözlüğü’nde ise sözce terimi şöyle açıklanmıştır: “Bir konuşurun iki durak(lama) arasında ürettiği söz birimi. Sözce tek bir sözcükten ya da birkaç tümceden oluşabilir. Dil yetisi kapsamında olan soyut tümce kavramına karşılık sözce, somut dil kullanımına ilişkin bir kavramdır.” (İmer vd., 2013: 234).

Belirtilen sözlüklerde sözce kavramının, tümce üstü bir birim olduğu ve tümceyle karşıtlık ilişkisi içerisinde bulunduğuna vurgu yapılmıştır.

Günay Karaağaç’ın hazırladığı Dil Bilimi Terimleri Sözlüğü’nde söylem kavramının disiplinlerarası boyutuna değinilerek toplumsal yönüne vurgu yapılmıştır:

“Metin ve metnin oluşma şartlarının birlikteliğine söylem denir. Söylem, dil bilimi kadar, psikoloji, sosyoloji, tarih vb. alanlarla da ilişkilidir. Söylem, içine metinlerin yerleştirildiği toplumsal bir süreçtir; metin ise, söylemin içinde üretilen somut, elle tutulur bir varlığı ifade eder.” (Karaağaç, 2013: 713).

Karaağaç’ın da belirttiği üzere söylem kavramı, sosyal bilimlerin öteki disiplinleriyle de ilişkilidir. Dolayısıyla ilgili disiplinlere yönelik hazırlanmış sözlüklerde söylem kavramına da yer verilmiştir.

Ahmet Cevizci’nin Felsefe Sözlüğü’nde söylem ve söylem çözümlemesiyle ilgili şu bilgiler bulunmaktadır:

“1 Genel olarak, dilin sözel ya da yazılı bir biçimde aktüelleşmesi süreci; yazılı ya da sözlü olan, bir iletişime ya da diyaloga davet eden herşey. 2 Bir etkinlik alanına, bir faaliyet türü veya disipline özgü kavramsallaştırmalar bütünü veya ağı; birtakım ortak kabullerle desteklenen veya bütünlenen ürünler toplamı. 3 Özel olarak da, algılama tarz ya da şemalarını, dil ve bilgi pratiğini yöneten, kontrolü altında tutan, kültürel kod, derin yapı; dilin düşünceyi, bilgiyi ve entelektüel faaliyeti örgütleyen düzenleyen ardalanı, ek dilsel yapılar bütününden meydana gelen ideolojik boyutu. Bu bağlamda, yukarıda sözü edilen 1. ve 2. anlamı içinde söyleme ilişkin incelemeye, dile, dilin yapısına, onun aktüelleşmis veya kullanım düzeyinde ortaya çıkan işlevleriyle temel modellerine dair analize söylem çözümlemesi adı verilirken, 3. anlamıyla söylemi konu alan, dilin toplumsal ve ideolojik boyutunu ortaya çıkaran analiz eleştirel söylem çözümlemesi olarak nitelenir. Söylemle ilgili analizin geçmişi Aristoteles’e kadar geri gitmekle birlikte, söylem çözümlemesi esas Ferdinand de Saussure’le, ama daha ziyade Saussure sonrası araştırmacılarla ve özellikle de Roland Barthes ve Michel Foucault’yla gelişmiştir.” (Cevizci, 1999: 795).

Cevizci, söylem, söylemin ortaya çıkışı ve tarihsel gelişimiyle ilgili olarak kapsayıcı bilgi vermiş, söylemi genel anlamının dışında toplumsal ve ideolojik boyutuyla değerlendirmiştir. Gordon Marshall Sosyoloji Sözlüğü’nde söylemi, “Dilin, yapısının, işlevlerinin ve kullanılma kalıplarının incelenmesi.” (Marshall, 1999: 692) olarak

tanımladıktan sonra söylemle ilgili belirlemelerini Foucaultcu bakış açısından sunma yoluna gitmiştir:

“Foucault’nun metodolojik kitabı The Archeology of Knowledge’da (1969) ortaya koyduğu çerçeveye göre, bu ek yapıları mümkün kılan, kendisinin ‘söylem oluşumları’ diye adlandırdığı, tarihsel süreçle oluşturulmuş, esnek biçimde yapılandırılmış ilgiler, kavramlar, temalar ve ifade türlerinin bileşimidir. Bu oluşumlar kendilerinin mümkün kıldığı söylemlerden çok daha esnek bir yapıya sahip olmalarına rağmen, yananlamsal yapıların birbirlerinden farklılaşmalarına, sözgelimi sosyolojinin ırkçılıktan ve hukuktan farklılaşmasına olanak tanıyacak kadar belirleyicidirler.” (Marshall, 1999: 693).

Foucault’nun söyleme yüklediği anlam ise Marshall tarafından şu tümcelerle dile getirilir: “Foucault, bu şekilde üretilmiş olan söylemlerin langue’a anlam kattığını göstermek için, onların artık ürünlerini bir cümle olarak değil bir ‘ifade’ olarak tanımlar. Daha sonra da onu bir dizi göstergeler olarak tanımlar: buna göre ilk olarak, ilgili söylem oluşumunun ortaya çıkarttığı özel bir özne konumunun bulunduğunu varsayar, ikincisi söz konusu ifadeyi oluşturan gösterenler kümesine belli bir dinamik yükler ve son olarak da başka ifadelerden dikkat çekici derecede farklı olması nedeniyle bunun kesin bir materyalizme sahip olduğu varsayılır. Demek ki bir söylem, ‘aynı söylem oluşumuyla mümkün kılındığı ölçüde bir ifadeler grubu’dur.” (Marshall, 1999: 693).

Türkçenin temel söz varlığını içeren sözlükler içerisinden Yaşar Çağbayır’ın Ötüken Türkçe Sözlük’ünde söylem çözümlemesi, madde başı olarak yer almış ve ilgili maddeye şu anlam verilmiştir: “Cümleden büyük bir sözceyi, söylem üretim koşullarına indirgeyerek inceleyen yardımcı dil bilimi dalı.” (Çağbayır, 2007: 4321).

Berke Vardar yönetiminde hazırlanan Açıklamalı Dilbilim Terimleri Sözlüğü, söylem çözümlemesi maddesinde şu açıklamalara yer vermiştir:

“Tümce sınırlarını aşarak daha üst düzeyde yer alan söz ürünlerine yönelen çözümleme (Sözce çözümlemesi de denir). Özellikle dile karşıt olarak ele alınan söz incelemelerinden kaynaklanan söylem çözümlemesine ilişkin çalışmalar günümüzde büyük bir çeşitlilik göstermektedir. Kimi araştırmacılar betiklerdeki gösterilenleri (içeriği) incelerken, kimileri geniş bağlamlar içinde göstergeleri ele almaktadır. Özellikle konuşan bireyle ürettiği tümceler ya da sözceyle yöneldiği topluluk üstünde durulmakta, bir ürün olarak sözceyle bir üretim ya da edim biçiminde algılanan sözceleme birbirinden ayrılmaktadır. Araştırmacılar

dağılımsal dilbilimle üretici-dönüşümsel dilbilgisinin yanı sıra, anlambilim ve göstergebilimden de büyük ölçüde yararlanmaktadır.” (Vardar vd., 1980: 132; Vardar vd., 2007:179-180).

Dilbilgisi ve Dilbilim Terimleri Sözlüğü’nde “Dilin konuşma ortamına bağlı olarak büründüğü yapıyı, dil öğelerinin üstlendiği işlevleri inceleyen bilim dalı.” (Hengirmen, 2009: 335) olarak tanımlanmıştır.

Dil Bilimi Terimleri Sözlüğü’nde söylem çözümlemesi maddesi, içerik çözümlemesi maddesine göndermede bulunularak şöyle anlamlandırılmıştır:

“Metin çözümlemesinin daha geniş bir biçimi, birden çok metin ve girdi kullanarak, bu metinlerin biçim ve içerik bakımından yorumlanmasıyla genel sonuçlara varma çabasıdır. Çeşitli cümle ve söylemlerle gönderilen ileti yumaklarının çözülmesi, içerik çözümlemesi olarak bilinir. İçerik çözümlemesi, çeşitli söylemlere uygulanan birtakım araç ve yollarla, bu söylemleri çözmek, anlamlandırmak ve buradan bazı genel çıkarsamalara ulaşmak eylemidir.” (Karaağaç, 2013: 464).

Kâmile İmer, Ahmet Kocaman ve A. Sumru Özsoy’un hazırladığı Dilbilim Sözlüğü’nde söylem çözümlemesi terimi şöyle açıklanmıştır:

“Yazılı ve sözlü dilde tümcelerin, sözcelerin ya da işlevsel birimlerin daha büyük birimler oluşturmalarının, kısacası sil kullanımının incelenmesi işlemi. Söylem çözümlemesinin başlıca ilgi alanları şunlardır: a) konuşma çözümlemesi (konuşmada sıra düzeni, konuşmacıların rolleri, konu, konu değiştirme vb.), b) bağlaşıklık, bağdaşıklık (örn. Ad-adıl ilişkileri, kavramlar arasındaki ilişkiler), c) iletişim ilkeleri (konuşanlar arasında uzaklık yakınlık, el yüz devinimleri vb.), d) değişik dilsel işlevlerin gerçekleşmesi (selamlaşma, açıklama, özür dileme vb.). ” (İmer vd., 2013: 233).

Türkiye’de Berke Vardar yönetiminde hazırlanan Dilbilim ve Dilbilgisi Terimleri Sözlüğü (1980)’nde yer alan söylem maddesinden sonra, bu konudaki ilk çalışma Zeynel Kıran tarafından yapılmıştır. Onun, “Dilbilimde Yeni Yönelimler: Sözcükten Söyleme” adlı makalesi (Kıran, 1981: 33-44), konuya ilişkin ilk çalışmalardan olması dolayısıyla kayda değerdir. Kıran, adı geçen makalesinde söylem çözümlemesine ilişkin çalışmaları şöyle sıralamıştır: Z. S. Harris’in başını çektiği ve söylem çözümlemesini bir istatistik araştırması olarak gören ve ekinsel ögeleri gözardı eden yaklaşım; Fransız söylem çözümlemesi okulunun, söylemi sözcenin karşıtı olarak konumlandıran ve çeşitli

betiklerde bulunan çok sınırlı sözdizimsel yapıların incelenmesini temel alan yaklaşım; M. Pécheux’nun, sözdizimsel verilerin bilgisayara kaydedilmesiyle söylemin otomatik çözümlemesini yapan yaklaşım ve Amerikalı dilbilimci Nida’dan esinlenen Violette Morin’in, söylemi sözlük ve sözdizimsel birimlere bölümlemek yerine doğrudan içeriğin incelenmesini öneren yaklaşımı (Kıran, 1981: 42).

Kıran ve Vardar’ın da belirttiği üzere ilk söylem çözümlemesi başlığını taşıyan yazı 1952’de Zellig Harris tarafından İngiltere’de yazılmıştır (Kocaman, 2009: 2). Elbette Harris’e gelinceye kadar söylem üzerinde çalışan dilbilimciler olmuştur. Bunun yanında, söyleme doğrudan değinmeyen, çalışmalarıyla söylem çözümlemesi yönteminin hazırlayıcısı durumunda olan dilbilimcilerden de söz etmek gerekmektedir. Bu noktada ilk akla gelen kişi kuşkusuz, çağdaş dilbilimin temellerini atan ve düşünceleriyle yirminci yüzyıldaki toplumsal bilimleri derinden etkileyen Ferdinand de Saussure olacaktır. Bu anlamda dilbilim tarihi içerisinde söylemin gelişimini ve söyleme farklı dilbilimciler ve farklı ekollerce ne anlam verildiğini belirlemek gerekmektedir. Bu durum aynı zamanda, tezimizin de ana omurgasını oluşturan ve söylem çalışmalarında temel dayanak noktalarından biri olarak gösterilen Michel Foucault’nun söylemle ilgili görüşlerinin daha sağlıklı bir şekilde konumlanmasına katkı sunacaktır.

İlk kez dilin iç ve eş zamanlı yapısını incelemeyi önererek günümüz dilbiliminin temellerini atan Sauussure (Kıran, 1986: 148), dili bir göstergeler dizgesi olarak tanımlar ve çalışmalarını toplumsal olan dil ile bireysel olan söz karşıtlığı üzerine konumlandırır. Saussure’de söz kavramının toplumsal hiçbir şey içermediği, sözün tüm gerçekleşmelerinin bireysel ve anlık olduğu (Saussure, 2001: 50) vurgulanır.

1996’da bulunan ve ilk defa 2002’de yayımlanan Saussure’e ait notlarda söylemle ilgili şu belirlemelere yer verilmiştir: “Dil ancak ve ancak söylem uğruna yaratılmıştır, ama söylemi dilden ayıran nedir veya belli bir anda dilin söylem olarak eyleme girdiği’ni söyleme olanağını veren şey nedir?” (Saussure, 2014: 271). Saussure’ün söyleme yüklediği anlam, dilin kullanıma girmiş biçimi, yani söz olarak anlaşılmaktadır. Nitekim söylem nedir sorusuna aradığı yanıt, benzer bilgileri içermektedir:

“Dilde kullanıma hazır bekleyen terimler kullanılarak bir şey anlatılmak istendiği düşüncesine sahip olmamız için ne gerekir? Bu soru, söylem nedir sorusuyla aynıdır ve ilk bakışta cevabı basittir: söylem, en yalın biçimiyle ve bilmediğimiz yollardan, dilsel biçim kuşanmış halde boy gösteren iki kavram arasında bir bağ kesinlemekten meydana gelir; oysa dil, düşünce imleyebilmesi için kendi

aralarında bağ kurulmasını bekleyen tek tek kavramları önceden gerçekleştirmekten başka bir şey yapmaz.” (Saussure, 2014: 271).

Saussure, sözün veya kullanılan dilin bireyselleşmesinden dolayı dilbilimsel araştırmaya konu olamayacağını savunmasına karşın onun izleyicileri, anlamı ortaya çıkarmak ve tamamlayabilmek için dilsel yapıların gerisindeki ek yapıları ortaya çıkarmak amacıyla söze önem vermişlerdir. Dolayısıyla düzanlam karşısında yananlamın ayrıcalıklı duruma gelmesinin önü açılmıştır (Cevizci, 1999: 795-796). Saussure’den sonra dilin göstergesel işlevleri konusunda iki görüş belirmiştir. Birincisi, dilin temel işlevinin bildirişim olduğunu savunan işlevsel dilbilim (linguistique fonctionnelle), diğeri ise, dilin soyut yapılarını incelemeyi amaçlayan üretici-dönüşümsel dilbilgisidir. Anlambilimin karmaşık sorunları karşısında çaresiz kalan işlevsel dilbilim doğal olarak sesbilime, üretici dönüşümsel dilbilgisi de sözdizimine yönelmiştir (Kıran, 1986: 148).

Saussure’den sonra dilbilimciler, yapısal dilbilim alanında ortaya çıkan ilkeler aracılığıyla, dilsel gerçekliğin öbür yanını oluşturan söze de yönelmeye başlamışlardır. Bu noktada,

“Dil / söylem ikilisini kullanan Emile Benveniste söylemi, konuşan bireyin üstlenip dönüştürdüğü, söz alışverişinde ya da bildirişim sürecinde dilin gerçekleşen biçimi olarak tanımlamış; ‘konuşan bireyin işleyişini vurgulamasıyla yeni bir karşıtlık oluşturmuştur: Sözceleme ve sözce’ (Greimas ve Court, 1979: 270’ten aktaran Vardar, 2001b: 50). Bu terimler Saussure’deki söz kavramının, birbirini bütünleyen iki yönünü belirtir. Sözce, bir tümce ya da söylem olarak ürün niteliği taşıyan söz olgusudur; sözceleme ise, dili söyleme dönüştüren etkinliktir, belli bir durumda tümceleri gerçekleştirmektir. Kısacası bir üretim sürecidir.” (Vardar, 2001b: 49-50).

Emile Benveniste söylemi, konuşmacıya dönemsel-uzamsal yerini, kullanım bağlamının yerini belirtmeye yarayan türden değişkenlerle yorumlanabildiği sürece bir dil olarak değerlendirir. Bu anlamda söylem, kişi adıllarının, yer bildiren belirteçlerin, zaman belirteçlerinin incelenmesiyle belirlenebilecektir. Dolayısıyla, bunlardan birinin bile olmayışı ele alınan konuşma ediminin anlamının belirginlikten yoksun olmasına yol açacaktır (Ulaş, 2002: 1337). Benveviste, Saussure’den ayrı olarak söylemin ortaya çıkış koşullarını dikkate almış, konuşan kişi, yer ve zaman gibi ögeleri önemseyerek anlamın bağlam içerisindeki işlevselliğine vurgu yapmıştır.

Saussure ve ortaya koyduğu dilbilim kuramı olan yapısalcılığın, konuşma ve yazı ayrımını derinleştirerek gösteren ve gösterilen ilişkisi biçiminde ele alışından sonra antropolog Lévi Strauss ve kültürel semiyolog Roland Barthes da çalışmalarını yapısalcılık içerisinde konumlandırmışlardır. Lacan, yapısalcı dilbilimin göstergeler sistemini kullanarak yapısalcıların ihmal ettiği özneyi ortaya çıkaran söylem sürecini açıklama çabası içinde olur. Başlangıçta yapısalcılık içinde yer alan Derrida, Saussurecü dilbilimi eleştirerek postyapısalcılık içerisinde yer almış ve Foucault’yla birlikte Saussurecü ve Straussçu yapısalcılıktan keskin bir şekilde ayrılmışlardır (Sözen, 2014: 41-42).

Amerikan yapısalcılığında birinci evreyi oluşturan Edward Sapir’in, dili kültürel, toplumsal bir ürün ve bütün insan bilimleriyle ilişkili olarak ele almasıyla birlikte yapısalcılığa yeni bir boyut yüklenmiş, Z. S. Harris’le birlikte sözcelerin anlamı göz önünde bulundurularak bütüncedeki sözcelerin çevreleri ya da bağlamları ve bu sözceleri oluşturan ögelerin incelenmesiyle dağılımsal dilbilime, dönüşüm kuralları da eklenerek üretici dönüşümsel dilbilimin temelleri atılmıştır (Kıran, 1986: 110-113). L. Bloomfield ise tümceyi dilin en büyük inceleme birimi olarak görür ve R. Jakobson’un tümceyi söylemin en küçük birimi olarak gören anlayışından ayrılır (Kıran ve Eziler Kıran, 2001: 278-279).

Söylem çözümlemesi başlıklı ilk çalışmayı yapan Amerikalı dilbilimci Z. Harris, “söylem çözümlemesini gerçek bir istatistik araştırma olarak düşünür. Bütünceyi tümceler dizisiyle bir tutar ve bu tümceleri karşılaştırabilmek için onlara bazı dönüşüm kuralları uygular. Böylece, aynı bağlamda ortaya çıkan tümcelerin eşdeğer olduğunu söyleyerek, birleşim kurallarını ortaya koymaya çalışır. Z. S. Harris’e göre, söylem, anlama gönderme yapmadan dağılımsal çözümlemeye olanak sağlar.” (Kıran ve Eziler Kıran, 2001: 278).

L. Bloomfield’in sunduğu, Z. Harris’in geliştirdiği dağılımcılık, bir bütünceden yola çıkarak çeşitli düzeylerdeki (sesbilimseli biçimsel, sözdizimsel) ayrık nitelikli ögeleri, anlamı işe karıştırmadan, karşılıklı bağımlılıkları açısından inceler (Kıran ve Eziler Kıran, 2001: 278).

Üretici dönüşümsel dilbilgisi kuramının öncüsü olan ve bu kuramı geliştirerek minimalist dilbilim ve evrensel dilbilimin temellerini atan Chomsky’nin 1957 ve 1965’te yayınlanan kitaplarında yer alan görüşlerin ortak noktası, ‘ideal konuşucu-dinleyicinin