• Sonuç bulunamadı

5. Eserin Konusunu Oluşturan Siyasetname ve Türk Siyasetname Geleneği

1.2. İKTİDAR FELSEFESİ BAĞLAMINDA SÖYLEM ÇÖZÜMLEMESİ

1.2.3. Umurü’l-Umera Üzerine İktidar Felsefesi Bağlamında Söylem Çözümlemesi

1.2.3.8. İktidarın Denetle(n)mesi

Foucault’nun iktidar belirlemelerinde, iktidarın sınırsız güç kullanımına sahip olmadığı düşüncesi öne çıkmaktadır. İktidar, meşruiyet alanını kurmak ve genişletmek amacıyla özneler üzerinde bir dizi işlemler uygular, yalnız bu işlemler özneleri iktidara tâbi edecek, gönüllü olarak boyun eğdirecek nitelikte ve ölçüdedir. Bu noktada Halil İnalcık, Osmanlı devlet işleyişinde, Weber’in ortaya koyduğu ve padişahın kanunlar üzerinde erk sahibi müstebit bir otokrat olarak konumlandırıldığı sultanizm sisteminin tam olarak geçerli olmadığını ve padişahın yetkisinin ve otoritesinin şeriat, kanunnameler ve adalet mekanizmalarıyla sınırlandırıldığını ve denetlendiğini (İnalcık, 2014: 45)

belirtir. Bu anlamda Umūrü’l-Ümerā’da da iktidar sahibi olanlar, sınırsız güç kullanımına sahip olarak çizilmemiş, iktidar ilişkileri, denetleyen ve denetlenen yönüyle değerlendirilmiştir.

İktidarın bireyler üzerindeki denetimi söz konusu olduğunda, panoptizm kavramı ortaya çıkmaktadır. Bu anlamda panoptikonu, bir toplum ve bir iktidar türünün fiilen gerçekleşmiş ütopyası olarak tanımlayan Foucault, bu tür bir iktidar yapısına panoptizm adının verilebileceğini ileri sürer (Foucault, 2015a: 224). Foucault, iktidar incelemeleri bağlamında sıkça göndermelerde bulunduğu panoptikon kavramını, İngiliz hukukçu Jeremy Bentham’ın, öncelikle bir hapishane binası olarak düşündüğü tasarıdan almıştır. Panoptikon kurgusunda asıl olarak binanın tasarımı Jeremy Benhtam’ın kardeşi olan mimar Samuel Bentham’a, tasarımın içinde yer alacak sistemlerin temellendiği düşünceler ise Jeremy Benhtam’a ait (Bentham, 2008: 12; Pease-Watkin, 2008: 77; Özdel, 2012: 23) olarak bilinmektedir. Bentham, panoptikon kurgusunun, tam olarak adaletin sağlanmasına ya da hak ettiği konumda olabilmesini sağlamak amacına hizmet ettiği (Bentham, 2008: 10) görüşündedir. Öncelikle dairesel bir bina, binanın çeperinde bulunan tutuklu odaları ve bu odaların merkezinde yer alan gözetmen locasından oluşan bu yapı (Bentham, 2008: 14), bir hapishane kurgusu olarak tasarlanmakla birlikte Bentham tarafından, bu yapının istisnasız bütün kurumlara uygulanabilir olduğu (Bentham, 2008: 12, 74) savunulmuş, nezaret altında tutma, hapis, tecrit, zorla çalıştırma ve eğitim gibi amaçlar taşıdığı (Bentham, 2008: 13) belirtilmiştir. Ayrıca Bentham, bu sistemin Türklerde de uygulanabilir olduğunu ve bunun da gözetim locasındaki herhangi birisinden daha güvenilir olan haremağaları aracılığıyla sağlanabileceğini ileri sürmüştür (Bentham, 2008: 12, 74).

Osmanlı devlet sistemi içerisinde yer bulan veziriazamlar, özellikle padişah ve halk arasındaki ilişkilerin düzenlenmesinde ve denetlenmesinde rolü olan devlet görevlileri olarak belirmiştir. Sadece veziriazam değil, bunun yanında divan üyeleri olan vezirler ve komutanlar da padişahın son kararı vermesinde müdahale edici bir rol üstlenmişlerdi:

“Veziriâzamın pâdişahın mutlak vekili olduğu hükmü Fâtih Kanûnnâmesi’nde şöyle belirtilmiştir: ‘Bilgil ki, evvelâ vüzerâ ve ümerânın vezir-i a’zam başıdır, cümlenin ulusudur; cümle umûrun vekîl-i mutlakıdır.’ Pâdişahların doğrudan doğruya Dîvân toplantılarına başkanlık yapmadığı dönemde son kararı almak için Dîvân üyeleri padişaha ‘Arz Odası’nda işleri arz ederlerdi. Dîvân üyeleri

vezir ve kumandanların belli günlerde ‘Arz Odası’nda pâdişah huzuruna çıkarak Dîvân kararlarını arz etmeleri ve son kararı padişahtan almaları suretiyle pâdişahın mutlak kontrolü yerine getirilirdi, bu merâsim bir geleneği yerine getirmekten ibaret ise de, önemli işler üzerinde yüksek otorite sahibine müdahale ve son kararı verme olasılığı sağlanmış olurdu.” (İnalcık, 2014: 44- 45).

Umūrü’l-Ümerā’da, tubba’ unvanının kapsamı hakkında yapılan değerlendirmede, belirtilen kurgunun kuramsal çerçevesi çizilmiştir. Sultanların, vezirlere uyması ve onların isteklerine karşı çıkmamaları gerektiği açık bir şekilde dile getirilmiştir. Bu durumun da eski kanunlardan ileri geldiği belirtilmiş, yā şerǾe yā ĥaķķa tābiǾ olduġıçun ifadesinden de anlaşıldığı gibi, kanun ve adaletin/doğrunun sınırlayıcı rolü üzerinde durulmuştur:

baǾż tefāsįr ĥāşiyelerinde gördüm tubbaǾa tubbaǾ didiler śāĥibine tābiǾ olduġıçun diyü yazılmış ammā śāĥibi kimdür beyān olunmamış mütebāriz olan budur ki vezįri ola zįrā vezįre śāĥib-ıŧlāķı vardur selāŧįnüñ vüzerāya mütābaǾatı yaǾnį Ǿarżlarına ve dileklerine Ǿadem-i muħālefeti ķānūn-ı ķadįmleridür yā-ħūd śāĥibden murād ehli ola fülān kimesne ehline tābiǾdür muħālefete ķādir degüldür dimek ola yā şerǾe yā ĥaķķa tābiǾ olduġıçun dinile (029a/16-17, 029b/1-6)

Dönemin Mısır valisi olan Hasan Paşa’nın da vekil-i mutlak olarak konumlandırılması, belirtilen kurgunun kuramsal işleyişine ve tarihsel bağlama uygun düşmektedir. Nitekim Mısır yönetiminin, Osmanlı Devleti’nde ayrıcalıklı bir yerinin ve konumunun olduğunu daha önce belirtmiştik (Bk. Giriş bölümü). Bu anlamda paşa unvanını taşıyan Mısır valilerinin de merkezî yönetim üzerindeki etki ve denetimleri eser içerisinde ifade alanı bulmuştur:

budur ol cümletü’l-milki cihānuñ vekįl-i muŧlaķı śāĥib-ķırānuñ (008a/6) iy vekįl-i şeh-i cihān-penāh

olsañ olmaz mı ĥālden āgāh (009a/3)

Osmanlı Devleti’nde denetleme mekanizmasının işlerliğine örnek gösterilebilecek en önemli yapılardan biri olarak meşveret meclisleri verilebilir. Bu yapı, olağanüstü durumlarda padişahın; devlet büyüklerini, ulemayı, bürokratları, kumandanları genel bir toplantıya çağırması şeklinde ortaya çıkar ve burada alınan kararlar padişah tarafından

onaylanır. Yalnız bu kararların bağlayıcı olması için ulemanın da tasdik ederek yemin vermesi (İnalcık, 2014: 45) gerekmektedir. Bir tür panoptik kurgu olarak işleyen bu mekanizma, iktidarın denetimi bağlamında anlam kazanır. Nitekim panoptikon kurgusunda aynı anda iki yönde işleyen gözetleme ilkesi Benthamcı ilkeler olan açıklık ve sorumluluğun vurgulanması (Pease-Watkin, 2008: 77) olarak belirir. Panoptizmin, bir soruşturmaya değil, incelemeye dayalı bir iktidar biçimi olması, bu kurgunun hukuksal pratikte, olup bitenin öğrenilmesinin usulü olarak belirmesini sağlar (Foucault, 2015a: 224-225). Umūrü’l-Ümerā’da söz konusu kurgusal yapı, baǾż aśĥāb-ārā ve erbāb-ı Ǿaķl ve zekânın emîre gelip bu itdigüñ kāra Ǿuķalā inkāra gelmişdür tümcesiyle somutlaşan bir denetleme ve itiraz hakkının bulunduğunu gösteren kanıtlar olarak yorumlanabilmektedir. Hatta bu durum, Kelile ve Dimne’den gösterilen tanıklıklarla açığa kavuşturulmaya çalışılmıştır:

çūn bu ġarįmān ġarįmān-ı ceng ve ħaśmān-ı ġarįbān nerįmān-ı āheng muķāteleyi muĥaķķaķ bilüp ķıtāli muķarrer ķılup mübārizleri rūz-ı maśāffı özler-iken baǾż aśĥāb-ārā ve erbāb-ı Ǿaķl ve zekā emįre gelüp āyeti mübteġāsınca ĥaķķāna nuśĥ- ı śavāb ve dostāna pend-i müsteŧāb ķılup bāb-ı kelām-ı merāma duħūl idüp bu vechile ħiŧāba gelüp āyā bu itdigüñ kāra Ǿuķalā inkāra gelmişdür ve bu encümen-i encüm-ŝümār ve seyyāre-i seyre ve bu müvekkeb-i ĥaşmet-diŝār ve şevket-şiǾāra kevākib-i ĥikmet nažar-ı nežžāre ķılup ŧāķ-ı Ǿibretden vādį-yi ĥayrete düşmişdür ve necm-i mihān-ı zamān ki bu māh-ı mehįb devr-i ķamerdür şeb-i şöhret ve şeŧāretde aña baķup ŧaña ķalmışdur (072a/05-15)

kelįle ve dimnede müşāverenüñ nefǾi mübālaġasında melik içün bir müsteşār-ı meǿmūndan lā-büdddür eyle olsa müsteşār oldur ki meliküñ sırrını maħfį ve rāyında muǾayyen ola ĥattā müsteşįr müsteşārdan Ǿilmen efđal Ǿaķlen ekmel olduġı taķdįrce daħı anuñıla rāyı ziyāde ve fehmi küşāde olur (103b/01-05)

Söz konusu panoptik kurgunun, Osmanlı Devleti’nde türlü kurumlarla ve uygulamalarla da işletildiği gözlenmektedir. Özellikle iktidarın denetimi ve işleyişi bağlamında şikâyet kurumunun varlığı, bunun açık göstergelerindendir. Bu anlamda Osmanlı devlet yapısında, toplumsal ilişkilerin düzenlenebilmesi amacıyla, padişah ve divan-ı hümayun, veziriazam ve diğer divanlar, sancak ve eyalet divanları, kadı mahkemeleri gibi (Tuğluca, 2016: 29-48) birçok kişi ve kuruma şikâyette bulunulması hakkının olduğu bilinmektedir.

“Pâdişâh, şahıslar arasındaki haksızlıkları, ve kendi otoritesini temsil edenlerin bu otoriteyi kötüye kullanarak yaptıkları haksızlıkları önlemek, veya düzeltmek için şikâyet mekanizmasından yararlanmaktadır. Başka deyimle, şikâyet ve Pâdişâhın emrini isteme, yüksek idare otoritesiyle idare edilen arasında doğrudan doğruya ilişki kuran, iletişim sağlayan bir mekanizma oluşturmaktadır.” (İnalcık, 2000e: 54).

Foucault, Bentham’ın panoptikon kurgusunu, güç kullanma biçiminde değil de, iktidar kurma pratiği olarak üretken bir yapıda olduğu için önemsemektedir. “Gerçek bir tabi olma durumu, hayali bir ilişkiden mekanik olarak doğmaktadır. Öylesine ki mahkûmu iyi davranmaya, deliyi sakin olmaya, işçiyi çalışmaya, okul çocuğunu özenli olmaya, hastayı tedaviye uymaya zorlamak için güç kullanmaya gerek kalmamaktadır.” (Foucault, 2015b: 299) ifadelerinde kendisini gösteren bu durum, Umūrü’l-Ümerā’da Ǿafv (bağışlama) kavramsallaştırmasıyla varlık bulmuştur. Foucault’nun genel iktidar kuramında; güç kullanma, dışlama, baskı ve zorlamayla değil, yumuşak ikna mekanizmalarıyla tâbi kılma ve denetim altına alma durumu baş gösterir. Söz konusu durum, Umūrü’l-Ümerā’da bağışlama biçiminde ortaya çıkmıştır:

Ǿafv luġatde bir niçe maǾnāya gelür cümleden biri Ǿafvu’l-źennūb ve ısķāŧ-ı ħaŧāyādur gerçi bu arada murād Ǿafv-ı ħāśś-ı mülūkdur (046a/09-10)

Ǿafv ile ittisāfı beķā-yı milke kāfį ola ol şarŧ ile ki müsteĥaķķ Ǿuķūbete Ǿuķūbeti edeben ide ġażāben itmeye (046a/12-13)

Umūrü’l-Ümerā’da görülen denetim mekanizması, salt yönetenlerin yönetilenleri ya da yönetilenlerin yönetenleri denetlemesi biçiminde ortaya çıkmamıştır. Yönetenlerin ve yönetilenlerin, Foucault’nun özbilgi ya da vicdan olarak adlandırdığı ögelerle de kendi denetimlerini sağlayabilecekleri, hem iktidarın hem de tebaanın özdenetim yoluyla kendi varlık alanları içerisinde kalabilecekleri vurgulanmıştır. Böylelikle iktidar mekanizmasının sorunsuz bir biçimde işleyişi sağlanmış olacaktır. Bentham’ın panoptikonunu bir metafor olarak değerlendiren Foucault, bu kurguyu geniş bir hâkimiyet alanına hükmeden iktidarın işleyişini korumak amacıyla sürekli izlenebilirlik olanağı sağlayan bir gözetim ve denetim aracı olması (Aydemir, 2010: 74) dolayısıyla önemser. Umūrü’l-Ümerā’da belirtilen öneme bağlı olarak korku (Allah korkusu) ve öteki dünya (ahiret) düşüncesi birer özdenetim mekanizması olarak varlık alanı bulmuştur. Birbiriyle ilintili görülen bu iki kavram, dinsel nitelikli oluşları ve yöneten-yönetilen ilişkisi bağlamında işlev bakımından bir ayrıma tâbi tutulmaması yönleriyle öne çıkar. Bu

söylem yapısını, Türk kültürünün İslamlık öncesi dönemlerinden de tanıklayabilmekteyiz. Yöneticilerin yönetilenlere seslendikleri metinler olarak Orhon Yazıtları’nda bu durum kişi kavramsallaştırmasıyla sunulmuş ve kişinin hem yönetilenleri hem de yönetenleri kapsadığı vurgulanmak istenmiştir. Köl Tigin Yazıtı’nın Kuzey yüzünde, Bilge Kağan’ın, kardeşi Köl Tigin’in ölümü üzerine dile getirdiği “Kişi oglı kop ölgeli törümiş. = İnsanoğlu hep ölümlü yaratılmış” (Tekin, 1998: 52-53; Aydın, 2012: 63) tümcesine koşut ifadeler, yönetilenlerin yönetenlere seslendikleri metinler olarak siyasetnamelerde de yer bularak kültürel süreklilik zemini oluşmuştur. Bu bağlamda öüm düşüncesi yönetileneri ve yönetenleri ortak paydada buluşturması yönüyle öne çıkmıştır. Korku ve ölüm/öteki dünya kavramları metnimizde, bütün iktidar ilişkilerinin üstünde ve kapsayıcı olarak panoptik bir yapıda sunulmuştur:

ħavf bu ħavf ki cevf-i müǿminde mevcūd ola ol muǿmin-i müttaķį buġżu’l- lahi’l-vedūd ķulūb-ı Ǿibādda mevdūd ola bu cihetden ki cevher-i ĥurūfı ħāǿ ħayr vāv vaǾd ve fāǿ fenādan meǿħūźdur yaǾnį bu üç ĥarfden mürekkeb bu vażǾ üzre müretteb bir kelime-i kerem-dār ve Ǿibāret-i Ǿizzet-i iǾtibār ve ķāl ve ĥāl-i ebrārdur bi’l-cümle bir güzįde ħıśāl-i ĥamįde ve aħlāķ-ı pesendįdedür ki āyeti mübteġāsınca bunuñ źikr ve fikr ile Ǿumūmen benį ādemden her merd ħuśūśen mülūkdan her ferd ki allahdan ķorķa ekrem-i mülūk olduġından ġayrı (045a/09-17)

Yukarıda hem yönetilenlerde (Ǿumūmen benį ādemden) hem de yönetenlerde (ħuśūśen mülūkdan) olması gereken bir duygu olarak beliren korku kavramının, Foucaultcu bir yaklaşımla değerlendirecek olursak, bütün iktidar alanlarında, yani toplumsal yaşamın tüm aşamalarında egemen olan bir panoptik güç olarak sunulduğu görülür. Birbirine bağlı olarak sunulan iktidar görünümleri, aynı zamanda birbirinin denetleyicisi olarak da işlev görür. Dihkandan başlayarak sultana kadar uzanan yapıda, zincirin halkalarını birleştiren, iktidarın yaşamın tüm alanlarına yayılmasını sağlayan öge olarak korku ön plana çıkarılmıştır. Bu anlamda korku, tam anlamıyla iktidarın sağlayıcısı olarak sunulmuştur:

cemįǾ iķlįm-i sebǾa bunlaruñ ĥükm ve siyāsetile esvededür tenbįh girü bį-iştibāh āgāh ol ki her merd-i Ǿāķil ve her merdüm-i dānā bu daǾvāya şāhid ve bu müddeǾāya güvāhdur yaǾnį siyāset-i dihķāndan ħavf itmeyen siyāset-i velįden siyāset-i velįden ħavf itmeyen siyāset-i emįrü’l-livādan siyāset-i emįrü’l- livādan ħavf itmeyen siyāset-i emįr-i ümeradan siyāset-i emįr-i ümerādan ħavf itmeyen siyāset-i vezįrden siyāset-i vezįrden ħavf itmeyen siyāset-i sulŧāndan ħavf itmez münāķaşa-i maǾkese ķıyās buydı ki emr-i ber-Ǿaks olaydı yaǾnį

sulŧāndan ħavf itmeyen vezįrden vezirden ħavf itmeyen emįr-i ümerādan ħavf itmez dimek gerek idi (053a/12-17, 053b/01-04)

Umūrü’l-Ümerā’da özdenetim aracı olarak sunulan ögelerden biri de -yukarıda da işaret edildiği gibi- öteki dünya düşüncesidir. Özellikle yöneticilerin denetlenmesi bağlamında işlev gören öteki dünya düşüncesi, sultanın bu dünyada yaptığı işlerden öteki dünyada sorumlu olması ve bunun hesabının sorulması biçiminde sunulmuştur. Bu da, toplumsal yaşam içerisinde, iktidarın sağlanması noktasında bir özdenetim mekanizması olarak anlam kazanmaktadır. Özellikle vicdan ve özbilginin devreye girdiği bu durum, iktidarın sergileyebileceği olumsuz tutumların ve uygulamaların önüne geçilmesi bağlamında belirli bir yaptırıma sahip olması yönüyle sınırlandırıcı ve denetleyici bir işlev üstlenmektedir. Metnimizde sözü edilen kurgu, şu sözcelerle dile getirilmiştir:

źikr-i vefāǿü’l-Ǿahd ol sulŧān ki güzįde-i benį ādem yaǾnį žıllu’l-lah fį’l-Ǿālem ola devletine lāyıķ ve saǾādetine muŧābıķ olan budur ki dünyāda bir iş itmeye ki āħiretde anuñıla mesǿūl ola cümleden biri budur ki bir mansıba yā bir şeyǿ-i āħire ki vaǾde-i kerįmesi sebķat ide vefā itmek gerek tā ki dünyāda bāǾiŝ-i intiķāl-i devlet ve āħiretde mesǿūl rabb-i Ǿizzet olmaya (100b/01-07)

Umūrü’l-Ümerā’nın söylemine baktığımızda yöneten ve yönetilen ilişkileri bağlamında çok yönlü bir denetim mekanizmasının işletildiğine tanık olmaktayız. Sahib- i mutlak olarak görülen sultanın dahi sınırsız bir güç kullanımına sahip olmayıp denetlenebilirliği ile başlayan bu mekanizma, toplumun tüm katmanlarına yayılarak iktidar ilişkilerini düzenleyici bir rol üstlenmiş görünmektedir. Veziriazam, divan üyeleri olan vezirler ve komutanların sultan üzerindeki denetleyici rolü; meşveret meclislerinde bilgili kişilerin, dolayısıyla bilginin itiraza ve denetlemeye sahip olması; toplumsal ilişkilerin düzenlenebilmesi amacıyla, birçok kişi ve kurumun şikâyete açık olarak işlev görmesi; iktidarın yönetimi altındakileri bağışlamayla denetim altına alması; yöneten ve yönetilenlerde ortak olarak görülen ve özdenetim mekanizması olarak işlev gören korku ve öteki dünya düşüncesinin sınırlayıcı ve denetleyici rolü, Umūrü’l-Ümerā’nın söyleminden yansıyan panoptik kurgunun görünümlerini oluşturmaktadır.

1.2.3.9. Siyasetin Konumlandırılışı

Türk Dil Kurumu tarafından hazırlanan Türkçe Sözlük’te “1. Politika. 2. Devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatıyla ilgili özel görüş veya anlayış.” (Komisyon, 2009) biçiminde tanımlanan siyaset kavramı, Umūrü’l-Ümerā’nın söylemi içerisinde iktidar alanıyla ilintili olarak ele alınmıştır. Felsefi arka plan olarak, toplumu oluşturan bütün insanlar için iktidar aracılığıyla iyi bir düzenin tesis edilmesini ve bu düzenin iç ve dış güvenliğin muhafazası sayesinde devam ettirilmesini içeren (Çilingir vd., 2016: 11) pratikler olarak tanımlanabilmektedir. Bu anlamda siyaset, yönetimi elinde bulunduran iktidarın, yönetiminde bulunanlara uyguladığı bir dizi işlemler olarak değerlendirilebilir. Eski Hint-İran nasihatname ve siyasetnamelerinde siyaset anlayışı, hükümdarın otoritesini koruma, kuvvetlendirme ve bunun araçları olan askeri ve parayı halkın hoşnutsuzluğuna sebep olmadan sağlama yolu olarak (İnalcık, 2000a: 14) bilinmektedir. İnalcık tarafından çerçevelendirilen bu siyaset anlayışı, otoriteyi korumak için askere ve bunun için de paraya ve hazineye ihtiyaç duyulması ile hazine yığmanın halka zulüm yapılmasına yol açtığı ve büyük miktarda altın ve gümüşü hükümdarın hazinesinde tutmanın halkın geçimini güçleştireceği düşüncesi biçiminde iki karşıt görüş olarak konumlanmaktadır. İnalcık’a göre bu karşıt siyaset anlayışı şu yolla giderilebilir:

“Canı ve malı huzur içinde olmayan raiyyet, mal üretip zenginleşemez ve fakir olan raiyyetin vergi verme kabiliyeti de azalır. O halde hazineyi doldurmak ve için hükümdara reâyâyı yumuşak ve âdil bir idare altında tutması, zulmü önlemesi gerekir.” (İnalcık, 2000a: 15).

Bu anlamda siyasetin işleyişi, asıl olarak adalet mekanizması üzerinden sağlanabilir bir konuma erişmektedir. Buna koşut olarak Alain Badiou, tüm insanların düşünme kapasiteleri ve buna bağlı hakikat yaratma becerileri sayesinde siyasi duruma eşit oranda ait olduğunu belirtir ve bu durumu adil olarak adlandırarak “ya adalet vardır ya da yoktur” iddiasında bulunur. Bu da ya siyaset vardır, eşitlikçi ilke siyasi ifadelerle bulunur, ya da yoktur anlayışını getirir. Bu bağlamda Badiou’ya göre adalet siyasi hakikatin yöneldiği hedefin felsefi adıdır (Saraç, 2013: 95). Bu belirlemenin doğrultusunda da siyasi hakikatin adaletle eşdeğer tutulduğunu belirtmek yanlış olmaz. Umūrü’l-Ümerā’da siyaset kavramı, öncelikli olarak kökenbilimsel anlamıyla verilmiş, işlevsel anlamının kök anlamıyla bağlantılı olduğu vurgulanmaya çalışılmıştır:

Binek hayvanlarının (devābb) hizmetiyle uğraşma anlamına geldiği ifade edilen siyaset sözcüğünün kavramsal çerçevesi toplumsal işlevi bağlamında çizilmiş ve toplumsal düzen açısından siyasetin gerekliliği ve siyasete duyulan gereksinimin nedeni sorgulanmıştır:

nižām ve intižāma müteǾallik kār-ı şehr-yār ve ĥüdāvendigāra siyāset didükleri ħod meşhūrdur ammā Ǿind-i Ǿavāmü’l-ervām emr-i vālį ve ĥükm-i sulŧān ile olan itlāf-ı seyf seyyāfda istiǾmāli ġālibdür ĥattā bu gün niye siyāset var imiş diyü baǾżı baǾżına ħaber virse sāmiǾa-yı ķatǾ ve ķatl ve śalb ve telefden ġayrı nesneye tebādür itmez (051a/01-06)

Siyasetin toplumsal düzeni sağlama işlevi, bütün bir cihanı (cemįǾ iķlįm-i sebǾa) kapsayacak biçimde düşünülmüş, siyasetin farklı konumlardaki varlığı eklemli bir yapı içerisinde sunulmuş ve bu eklemli yapının da en aşağıdan en yukarıya doğru ve hiyerarşik düzen içerisinde işleyen bir korku/saygı ögesiyle birbirlerine bağlı olduğu vurgulanmıştır:

cemįǾ iķlįm-i sebǾa bunlaruñ ĥükm ve siyāsetile esvededür tenbįh girü bį-iştibāh āgāh ol ki her merd-i Ǿāķil ve her merdüm-i dānā bu daǾvāya şāhid ve bu müddeǾāya güvāhdur yaǾnį siyāset-i dihķāndan ħavf itmeyen siyāset-i velįden siyāset-i velįden ħavf itmeyen siyāset-i emįrü’l-livādan siyāset-i emįrü’l- livādan ħavf itmeyen siyāset-i emįr-i ümeradan siyāset-i emįr-i ümerādan ħavf itmeyen siyāset-i vezįrden siyāset-i vezįrden ħavf itmeyen siyāset-i sulŧāndan ħavf itmez münāķaşa-i maǾkese ķıyās buydı ki emr-i ber-Ǿaks olaydı yaǾnį sulŧāndan ħavf itmeyen vezįrden vezirden ħavf itmeyen emįr-i ümerādan ħavf itmez dimek gerek idi (053a/12-17, 053b/01-04)

Siyasetin toplumsal düzeni sağlama işlevi belirtildikten sonra adalet üzere yapılması ve siyasette ifrat ve tefritten kaçınılması gerektiği düşüncesi şu sözcelerde varlık bulmuştur:

Ǿālemi żabŧ itmege özge siyāset gerek eyle siyāset ki pür-Ǿadl ve Ǿadālet gerek siyāset-i ĥasene didükleri ķabįĥasından ihtirāzdur ammā ĥasene ifrāŧ ve tefrįŧ mā-beyninde olan iǾtidāldür yaǾnį müsteĥaķķ siyāsetüñ ķadrine ve miķdārına nažar ve günāhına göre olmaķdur ifrāŧ ve tefrįŧi ķabįĥadur az günāha çoķ Ǿuķūbete ve çoķ kemāle az iĥsān itmek gibi (052a/01-08)

Siyasetin adaletle olan sıkı bağının dile getirildiği “eyle siyāset ki pür-Ǿadl ve Ǿadālet gerek” sözleri, belirtilen kurgunun dışavurumu olarak görünüm kazanmaktadır. “Ǿadl” sözcüğünün Farsça pür önadıyla nitelenmesi ve tümcenin gereklilik/zorunluluk

kipliğiyle bitirilmesi, adalet ve siyaset ilişkisinin dilbilgisel pekiştiricileri olarak ortaya çıkmaktadır.

Umūrü’l-Ümerā’da Foucault’nun iktidar kurgusuna bağlı olarak, iktidar kurma yöntemleri biçiminde beliren siyasetin salt devletle sınırlı olmadığı, aşağıdan yukarıya doğru olacak biçimde toplumsal yaşamın her alanına yayıldığı düşüncesi egemendir. Bu bağlamda daha somut bir ifadeyle, evden başlamak üzere köy-şehir-asker/ordu-ülke