• Sonuç bulunamadı

Söylemler, diyalogdan çıkan ve var olan sistemin yeniden üretilmesine katkıda bulunan temsiller olarak değerlendirilebilirler. Söylemle olan münasebet zorunlu olarak dile baş vurmayı gerektirir. Söylemler dil ve sosyal yapılar arasındaki ilişkide kendini gösterir. Dil anlam üretmektedir ve insanın toplumsal pratiklerini anlamlandırmaktadır. Söylem kavramı ise, insanın dil kullanımı neticesinde oluşan toplumsal anlamlandırma bütünleri olarak tanımlanmaktadır. Günümüzde sıkça ideoloji kavramının yerine kullanılmaktadır. Söylemler, toplumsal pratikleri anlamlı hale getiren dil ve dilin anlam oluşturma kuralları içinde benimsenmekte, dilin toplumsal ilişkisi neticesinde oluşmaktadır (Sancar, 2005, s.579-581).

Söylem bir gerçeklik alanı olarak ne yalnız sözdür ne de yalnızca üsluptur. Anlam dünyasının dışavurumudur. Kelimelerin ve kavramların anlam dünyasını temsil edecek şekilde belli bağlamlarda bir araya getirilmesiyle söylemler oluşturulmuştur. Basitlikten uzaktırlar ve söylenenlerin kendilerine has bir gerçekliği ve bir ruhu vardır. Kendi toplumsal gerçekliği ve bağlamı içerisinde anlaşılabilir. Söylem için bağlam çok önemlidir. Söylemin anlaşılır olması da bağlamına aşinalık ile mümkün olabilir. Söylemler, bağlamları içerisinde gelişip dışsallaşan ve çoğunlukla taraflı sahalardır. Sosyal hayatın verileri olan söylemler, büyük oranda öznelliğin ürünü olmaları sebebiyle tarafsız değillerdir. Tarafsız olmayı engelleyen bir başka boyut da söylemlerin iktidar ile olan bağlarıdır.

Söylemler pek çok fonksiyona sahiptir; bilgi, güç, iktidar, hakimiyet, otorite ve kontrol bu fonksiyonlardandır. Ayrıca tür bildiren söylemler, analizi yapılan söylem kategorisinde geniş bir yer edinir. Özellikle sosyoloji disiplini açısından sıkça başvurulan, dini söylem, tıp söylemi, medya söylemi ve politik söylem tür bildiren söylemlerdendir. Söylemlerin fonksiyonları dilin eylemleridir. Esas olan iletişim ve etkileşimdir. Söylemler güç ilişkilerine uygunlukla yukarıdan aşağı doğru hareket eder. Kültürel faaliyetlerden, gündelik hayat faaliyetlerine kadar uzanırlar (Sözen,

1999, s.13-25). Bir dilin ya da dillerin hakimiyet sağladığı her yerde, hangi kültür olursa olsun söylem açığa çıkmaktadır. Diyalogsuzluk bile bir iletişim şekli olduğundan, mecburi bir dışavurum olarak söylem kaçınılmazdır.

“Dilin altında ondan ayrılamaz bir ideolojik söylem vardır” (Çelik ve Ekşi, 2008, s.102). Sınırlar söz konusu olduğunda dilin ve dolayısıyla da söylemlerin iktidar ile olan ilişkisine değinmek zorunlu bir hal almaktadır. Zira sınır bölgelerindeki söylemler, iktidarın gücüne güç katan yardımcılardır. Söylemlerin üretilmesi ve iktidar kullanımı arasındaki bağ nedeniyle söylemlerin analiz edilebilmesi için iktidar kavramı oldukça önemlidir. Foucoult’un, söylem üzerine yaptığı çalışmalarının ortak varış noktası, bilgi ve iktidar ilişkisinin söylemler üzerinden kurulmasıdır. Bilimler söylem ve ideolojiyi içinde barındırır. Bilimlerin ürettikleri bilgiler çoğu zaman ideolojik ve söylemseldir. Üretilen bilgi bizatihi iktidar aracına dönüşmektedir. Bilimsel söylem üzerinde ideolojinin etkisi ve bilimlerin ideolojik fonksiyonu, bilimin bilgi üzerinde kendini belli ettiği noktada eklemlenmektedir. Bu, ideolojiyi yapan öznelerin bilincini de aşan bir düzeydir (Foucault, 1999, s.68). Bilgi ve iktidar arasında sürekli olarak birbirini besleyen bir ilişkiden söz etmek mümkündür.

Söylemler iktidarın ürettiği gerçeklik sahalarıdır. Devletler iktidarını söylemler ile oluşturup, devam ettirir ve meşrulaştırırlar. Bir devlet açısından en makbul vatandaş, söylemi içselleştirmeyi başarmış olandır. Çünkü söylemi içselleştirmek ile devlet otoritesini içselleştirmek aynı anlamına gelmektedir (Durgun, 2018, s.242-44). Sınırlar bu otoritenin de otoriteyi içselleştirenlerin de en net olarak görüldükleri alanlardır. Sınır bölgelerinin sınırın karşısına fiziki olarak daha yakın olması ve muhatapları daha sık görmek söylemlerin niceliksel boyutunu da içeriklerini de etkilemektedir.

Sınırlara yönelik oluşturulmuş söylemler, sınır uygulamaları ve politikalarından daha az önemli değildir. Söylemler, sınır politikalarına dair pek çok ipucu vermektedir. Sınırların geçiçsiz olduğu yerlerde, söylemler de katı bir hal almaktadır. Sınır söylemleri tam da bu noktada ulus devlet ile yakından ilişkilidir. Söylemler çoğunlukla sınır kadar gerçek ve teritoryal sınırlar kadar keskin olmaları bakımından, sınırlar gibidir. Bir sınır bölgesindeki sınır söylemleri o sınırın kimlik

ibareleri gibidir. Söylemler üzerinden bölge hakkında da sınır hakkında da sınırın karşısında konumlanmış olan insanlar hakkında da bilgi elde etmek mümkündür. Bir söylem doğası gereği hangi iktidarın elinden çıktıysa var edildiği toplum ya da toplulukların karakteristik özelliklerini taşımaktadır. İçinden çıktığı toplumun değer ve anlam dünyasını yansıtır.

Ulus devlet sınırları dokunulmaz alanlardır, bu durum söylemlere de yansımaktadır. Söylemler de bizden olan grup üyelerini kucaklayıcıdır, sınırın dışındakine karşı saldırgan ve tahammülsüzdür. Çalışmalarla sınır söylem ilişkisini sıkça vurgulayan ve söylemlerin sınır yaratmasına değinen Paasi (1999a, s.670), sınırların, toplumsal uygulamalar ve söylemlerde üretilen ve yeniden üretilen kurumlar ve semboller olduğu ifade etmektedir. Paasi, sınırlara yönelik yaptığı çalışmalarında ortak olarak, söylemlerin sınırların yeniden ve yeniden üretilmesinde çok büyük payının olduğunu vurgulamaktadır. Sınırlar bir bütün olarak sosyal olduğu kadar politik ve söylemsel yapıdadır. Sınırlarda bu yapılar çoğu zaman birbirinin içine geçmiş gibi birbirlerine nüfuz etmiştir.

Sınırların anlam temsillerini de vizyonlarını da belirleyen genellikle askeri liderler ve devlet adamlarıdır. İktidarlar sınırlarda anlamı da istekleri doğrultusunda inşa eder ve bu anlam ile kendilerini meşrulaştırır. Anlamdan yoksun olan bir öğretiyi sürdürmek zorlaşır bu nedenle de istekler doğrultusunda anlam dünyası yeniden inşa edilmeye çalışılır. Sosyal güç, sosyal kontrol ve sosyal düzenin koruyucusu olarak, söylemsel manzaranın parçasıdır. Söylemsel manzara yalnızca sınır bölgelerinde mevcut değildir, var olduğu her yerde topluma, sosyal ve kültürel uygulamalara sırtını dayamaktadır. Manzara, genellikle güç ilişkilerini ortaya çıkararak, onları meşrulaştırmayı amaçlamaktadır (Paasi,1998a, s.85). Söylemler, kendilerini üretenlere ve yayanlara sadıktırlar. Onları oluşturup yaşatanların güçlerini pekiştirir, varlıklarını meşru gösterirler, zaten bu amaçla var edilmişlerdir. İktidarların sınır bölgelerindeki elleri kolları olarak, hiçbir anlamı olmayan uygulamaların bile anlam kazanmasını ve kabul görmesini sağlamaktadır.

Söylemlerin temsil ettiği anlam alanı, günümüzde ulusun yeniden inşasına katılım sürecinde kazandığı dokunulmazlık üzerinden anlaşılabilir. Vatan, hiç

olmadığı kadar önemli olmuş, kurbanların gönüllü olarak uğrunda kan döktükleri, can verdikleri bir alana dönüşmüştür. Sınırlara yakın yerleşim yerlerinde, sınır karakollarının duvarlarında, dağların üzerinde sınıra yaklaşıldığını haber eden söylemler karşılamaktadır. Şehirler “Serhat Şehri” olarak adlandırılmıştır. Serhat il ve ilçelerinin girişlerinde büyük harflerle yazılmış “Serhat İlçemize Hoş Geldiniz” yazısı vatandaşları karşılamaktadır. Vatanın bölünmezliği, hudutların namusu temsil ilanı, sınır karakolunda görev yapmanın kutsallığı gururla ilan edilmektedir. Bir taraftan “Memleketin her karış toprağı kutsaldır” mesajı verilirken, diğer taraftan da il ve ilçeler serhat şehri söylemiyle bezetilmektedir. Zira sınıra yakın yaşayan insanlar açısından katı sınırları yaşanılır kılmak için orada yaşamayı kutsamak oldukça akıllıca bir iştir. Söylemler toplumsal birlik ve beraberlik sağlamak noktasında etkili bir katalizör görevi görmektedir.

Sınırların tekrar üretilmesinde söylemler ve toplumsal uygulamaların gücünün yadırganmayacak kadar olduğu sınır literatüründe sıkça dile getirilmektedir. Sınırlar bu yönleriyle ulus devletin devamlılığının birer aracıdır. Kendi başlarına pek çok anlam barındıran kurumsal bir yönü de olan modern sınırlar, semboller, simge ve imgelerin bütünüdür. Uluslararası sınırların tamamında en belirgin sembollerinden biri de sınırlandırılmış, çevrelenmiş ve ideolojik bir hal almış topraklardır. Toprak, uğrunda can verilecek bir varlık olarak sembolik bir anlam kazanmıştır. Zira bu uğurda can vermek kolektif bir ödev olarak algılanmaktadır. Ulus devlet seküler temellere dayalıdır, ancak vatana adanmışlık için dini söylemlere başvurmaktan da geri durmamaktadır.

Söylemler, sınıra can vermekte, sınırın var olan şeklini korumasına yardım etmekte, sınırın karşısıyla araya set çekilmesinde ve sınır hafızasının taşınmasında oldukça önemli bir role sahiptir. Sınır bölgeleri millileştikçe, sınırlar da nasırlaşmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin milli sınırları söz konusu olduğunda sınırların cinsiyeti dikkate değer bir söylem olarak gündeme gelmektedir. Hudutlar kadın bedeniyle eş tutulmakta, bir anda kırmızı bir noktaya dönüşmektedir.