• Sonuç bulunamadı

Akdeniz medeniyetlerini incelerken Grek ve Roma üzerinde özellikle ve ayrıntılı durmak gerekir. Grek ve Roma yaşamının merkezini Akdeniz oluşturmuştur. Hatta Akdeniz tamamiyle hakimiyeti Roma’ya teslim etmiş ve Roma’nın iç denizi olmayı uzun bir süre kabul etmiştir.

Özellikle Roma İmparatorluğu, dünya tarihinde çok dikkat çekicidir. Braudel şöyle der. “ Roma, birkaç külübenin meydana getirdiği bir köyden, kendini evrensel kabul eden bir imparatorluğa yükselişin tek örneğini oluşturur.”(Braudel, 1977: 34).

“İlk İtalyan göçebe çobanlar ve çiftçiler kısa boylu idiler ve düz uzun kafalıydılar, yarımadanın güney doğu bölgesine Adriyatik’i aşarak, Balkanlardan gelmişlerdi. Ondan sonra M.Ö. üçüncü binyıl başlarında yerleşimler kümeler halinde göller kenarlarında ve bataklık Po civarlarında inşa edilmişti. Daha sonra bu yeni gelenler, Brenner’dan gelen yuvarlak kafalı göçmenler de dahil, M.Ö. 1600 den sonra burada seramikçiliği geliştirdiler ve keresteden etrafı hendekle kazılmış platform evler inşa ettiler.” ( Grant, 1988: 232).

Grant, ilk Roma’nın kuruluş hikayesini şöyle anlatır; Balkanlardan Adriyatik’i aşarak buraya gelen göçmenler Etruria’da maden üretimi ve bronz işinde çalışmaya başladılar. Muhtemelen M:Ö. 1200’lerde bu değişik kültürlerden oluşan karma topluluk,

demiri biliyorlardı ve madeni işleyebiliyorlardı. Demir uçlu silahlar yaptılar ve etraftaki köylere doğru genişlemeye başladılar. Po vadisini işgal ettiler. Burada güneyde Etrüksler vardı ve Latium’u ele geçirdiler, orta Avrupa kökenli geleneklerini burada yaymaya başladılar. Bu dönemde doğu bölgesinde aktif olan deniz akıncılarıyla da kaynaşarak göreneklerini geliştirdiler. Daha sonra Grekler ve doğu etkileri ile birleşererek Etrüsklerin kültürünü oluşturdular. Bu güçlü türeme, bazı yönlerden orijinal bir medeniyetti. Güney Tuscany bölgesine ve kuzey Lazio’ya, Arno’dan Tiber’e 200 millik bir bölgeyi kaplayarak ülke içini Apenlere kadar genişlettiler. Bu Etruria bölgesinin halkı kendilerine Rasenne diyorlardı ve bu yeni gelenlerle antik kültürü oluşturdular. Aslında önemli olan onların nereden geldikleri değildi. Önemli olan onların Akdeniz medeniyetinin göze çarpan sakinleri olmalarıydı. Heredetos, Onların ilk kökenlerinin Likya’dan(Lydia) olmasının muhtemeldir olduğunu belirtmiştir ve Heredetos tarafından tanımlanan küçük Asya(Asian Minor) Etrüsklerin ilk anavatanıdır.( Grant , 1988 : 233)

Roma’nın kuruluşu hakkında Livius şöyle der; “Bir isyan sırasında Paphlagonia’dan sürülen ve kendisine bir yurt ve önder arayan Antenor, Aeneas’ın grubuyla birlikte, kralları Pylaemenes’i Troia’da kaybetmeleri nedeniyle, Adriyatik Denizi’nin en içteki koyuna gelmişti. Orada deniz ve Alp Dağları arasında ikamet eden Euganeuslar’ı sürerek Enetuslar ve Troialılar bu topraklara sahip oldular.” (Lıvıus, 1992; 23-24)

Demircioğlu, Etrüskler konusunda şöyle söyler; “Gerçekten İtalya’ya şehir kültürünü sokarak burada ilk defa büyük siyasi bir kuvvet meydana getiren Etrüskler olmuştur.” ( Demircioğlu, 2011;14)

“Aslında Roma ırkı çok karışıktı ve en önemli parçası Latince idi. Köken olarak Alba’dan geliyordu... bu ırk iki ırktan birleşmişti , birisi yerli ırk ki bunlar gerçek latinlerdi ve diğeri ise Truvalılardır.” (Denis ve Coulanges, 2001; 353)

Yine aynı yazarların açıklamamlarına göre; “ Roma’da bütün ırklar birleşmişti ve karışmıştı, Latinler, Truvalılar, ve Grekler vardı. Daha sonra Karaardıçlar (Sabines), Etruryalılar (Etruscans) vardı.” (Denis ve Coulanges, 2001; 353)

Pek çok tarihi kaynakta genel olarak Roma medeniyeti şöyle anlatılır. İtalya yarımadasında bu uygarlığa adını veren Roma şehri MÖ 753 yılında Romulus

tarafından kurulmuştur. MÖ 510 yılına kadar krallıklarla yönetilmiştir. Krallık döneminde ihtiyarlar meclisi, kralı önerirlerdi ve curia (kuria) adı verilen halk meclisi tarafından seçilirlerdi. Bu dönemden sonra Roma cumhuriyetle yönetilmiştir. Bu dönemde yönetme yetkisi halk tarafından seçilen senatörler ve onların kendi aralarından seçtiği konsüllerdi. MÖ 1. yüzyılın sonlarına doğru Julius Ceaser kendini imparator ilan edip cumhuriyet rejimine son vermiştir. Roma, Ceaser dönemimde kısa sürede dünyanın önünde eğildiği bir imparatorluk haline gelmiştir. Roma bundan sonra yıkılana kadar hep imparatorlar tarafından yönetilmiştir. Roma 395 yılında Doğu Roma ve Batı Roma olarak bölünmüş ve bir daha da brleşememiştir. Batı Roma katoliklerin, Doğu Roma

(Bizans) ortodoksların merkezi olmuştur. Batı Roma 476’da sona ererken, Doğu Roma

1453’te Fatih Sultan Mehmet tarafından yıkılmıştır.

3.3.5. ROMA’DA TİCARET, ENDÜSTRİ

Grant M. ve Kitzinger R, Roma’daki ekonomik ve sosyal hayatı şöyle anlatırlar; Romalıların çoğu kendi yiyeceklerini üretmek için çalışan fakir köylülerdi. Bu Roma ekenomisinin tek önemli gerçeğidir. Yiyecek, hem miktar hem de değer olarak (nicelik ve nitelik olarak) üretim, tüketim ve ticarette tek, en önemli madde idi. Tarım, Roma İmparatorluğunun en önemli endüstrisi idi. Özetle tarım, işgücü, endüstri ve ticarette her dönem Roma dünyasına ağırlığını koymuştur.

Mamafih, Prof. Dr. Halil Demircioğlu, kitabı Roma Tarihi’inde şöyle anlatmaktadır; “İtalya’nın batı ve güney ksımlarındaki sahiller farklıdır. Burada sahiller girintili çıkıntılıdır ve limanlar çoktur, önünde adalar vardır. ‘ Bu sahil, halka her ne kadar büyük bir deniz politikası zorlamamışsa da, yine insanları denizciliğe ve gemiciliğe götürmüştür. Memeleketin başlıca siyasi ve kültürel merkezleri de burada kurulmuştur. Yani denebilir ki İtalya, denizden kendisini yalnız batıya açmış bir vaziyettedir.” (Demircioğlu, 2011; 4)

Fakir çiftçiler yaşamlarını sürdürebilmek için ihtiyaçlarından fazla yiyecek yetiştirmek zorundaydılar. Yetiştirdikleri yiyeceklerin bir miktarını kendileri tüketirken, kalan miktarı da yerel pazarlarda başka eşyalarla ya değiş-tokuş yapıyor veya hizmet alımı için kullanıyorlardı. Böylece, köylülerin, yiyecek alabilmek için değiş-tokuşta

kullanabilecekleri eşyaları üretmelerine sebeb oluyorlar ve bir pazar oluşturuyorlardı. Söz gelimi demir uçlu aletler ve çanak çömlek satın alırken dini işlerini, yazılı anlaşmalarını ve adalet (hukuki) işlerini takasla sağlıyorlardı.

Fakir köylülerin gelirlerinin çoğu devlete vergi olarak gidiyor, ya da toprak sahiplerine kira bedeli olarak ödeniyordu. Yani bu tarımdan elde edilen gelir, üreticiden tüketiciye ulaşana kadar Roma ekenomisini ve Roma devletini ayakta tutan üç kanaldan geçiyordu; vergi, ticaret ve kira. Elbette, Roma ekenomisinin sıkıntıları vardı ve bu, nufusun çok fazla olmasından, üretimin insan gücüne dayanmasından, madenciliğin ilkel şartlarda zor yapılmasından ve kara ulaşımının zorluklarından kaynaklanıyordu. Çanak çömlek gibi basit ve ucuz eşyaların üretimi yapılabilirken, tekstil gibi zor ve pahalı eşyaların da üretimi yapılabiliyordu.

Roma’da ticareti anlamak için gemi yapımı, tüccarlar ve finansörlerin incelenmesi gerekir. Tabii ki istilacı İtalyanların Roma İmparatorluğu’na yeni topraklar katmasında ticari amaçlar vardı, çünkü alınan vergiler Roma İmparatorluğu’nun can damarı idi.( Grant ve Kitzinger , Vol II , 1988).

Antik Çağ’da kent devletleri vardır , hem Hellen hem de Roma’da görülmüştür. “Antik Kent’in kökeni siyasal ve yönetseldir. En temel özelliği ise etrafındaki kırsal kesim için siyasal, dinsel ve kültürel bir merkez (dar anlamda ‘kent’ )oluşturması idi.” ( Rich, 1999: 1).

John Rich, kitabı ‘Antik Dünyada Kırsal ve Kent’te şöyle söyler; “Kent karakteristik olarak seçkinlerin oturduğu bir yerdi, onların politik, sosyal ve kültürel hayatının merkeziydi.”( Rich , 2000: 247).

Rich, kitabında Antik Çağ kentlerindeki hayatı Cicero’dan alıntı yaparak şöyle aktarır. “Tüm zanaatkarlar adi işlerle uğraşıyorlardı çünkü hiçbir atölye özgür bir kişiye uygun kaliteye sahip olamazdı. En değersizleri, duyusal zevklere hizmet eden işlerdi.”

Terence’in söylediği gibi ‘balık satıcıları, kasaplar, aşçılar, tavukçulukla uğraşanlar ve balıkçılar; eğer isterseniz tüm bunlara, parfümeri ile uğraşanları, dansçıları ve pandomim sanatçılarını da ekleyebilirsiniz. ( Rich, 2000. 248).