• Sonuç bulunamadı

2. BÖLÜM: RENK OLGUSUNA GENEL BİR BAKIŞ

2.1.4 Rengin Organizma Tarafından Görülmesi

Rengin ne olduğu, nasıl görüldüğü çok eski tarihlerden beri tartışılan bir konudur. Bilimin gelişmesiyle birlikte bu konuda açıklığa kavuşmuştur. Rengin insan tarafından algılanması sırası ile fiziksel, fizyolojik ve psikolojik basamaklardan geçerek gerçekleşir.

Bugün optik dediğimiz ve ışık olaylarını (ışığın yayılımı, görme vb.) sistematik bir biçimde inceleyen “… den bakmak” anlamına gelen bilimin eski ismi perspektiftir. Antik ve

23

ortaçağlar boyunca bu adı kullanmıştır. İslam dünyasında da bakma yeri anlamına gelen menazır sözcüğüyle karşılanmıştır. Bilim, gözlemci ve görme nesnesi arasındaki bağlantının nasıl ve ne şekilde kuruduğunun belirlenebilmesi için çalışmalar yapmıştır (Topdemir, 2007, s. 9).

Bilim adamları, sanatçılar renkler üzerine çeşitli fikirler yürütmüşlerdir. Aydınlık-karanlık, güneş-ay ışığının yaratığı farklı algılamalar, atmosfer olaylarında görülen farklı renklere ilişkin teorik düşünceler ilk çağlardan başlamaktadır (Sözen, 2003, s.14).

Platon, ışık ve görme meselesinin tam bir açıklamasını yapabilmek için, bu konuyla yakından ilişkili olan renklerin oluşumu konusunu ele almıştır. Platonun geliştirdiği ve bütünüyle yanlış olan bu renk kuramı, renklerin oluşumuna yönelik ortaya konulmuş ilk kuram veya varsayım olması nedeniyle önemlidir. (…) Leonardo’nun düzenlenen defterleri incelendiğinde, onun ışığın doğasını dalga olarak kabul ettiği görmek mümkündür. Bu dönemde ışık olgularının açıklamasına yönelik temel düşünceler Platon ve Aristoteles’ten geliştirilmiş verilere dayanmaktadır. Leonardo ise birçok kuramcıdan önce ışığın doğasının dalga nitelikli olabileceğini söylemiştir. Leonardo ışığın kaynağının göz değil nesne olduğunu ifade etmektedir (Topdemir, 2007, s. 16,150).

Pythagoras, Empedokles, Demokritos, Epikuros, Zenon, Chrysippus gibi düşünürler; renk, görme, ışık ve algılama konusunda pek çok fikirler ileri sürmüşlerdir (Sözen, 2003, s.14). Leonardo’nun tamamı ile başarılı olmasa da gözün anatomisi konusunda açıklamaları bulunmaktadır. Leonado, prizma aracılığı ile beyaz ışığı bileşenlerine ayırmıştır. Rengin doğada Güneş ışığında bulunduğunu açıkça belirtmiştir. Optik bilginlerinden Johann Kepler, Willebord van Roijen Snell, Rene Descartes gibi isimlerde ışık ve renk hakkında araştırmalarda bulunmuş kuramlar ortaya koymuşlardır (Topdemir, 2007, s. 157).

Bugünkü tanımlarda bir maddenin görünen renginde rol oynayan faktörlerden biri bizim kendi görüş kapasitemizdir. Görme kabiliyeti tamamıyla subjektiftir yani şahıstan şâhısa değişir. Örneğin renk körlüğü olan bir insanın gördüğü renkler normal bir insanın gördüğü renklerden tamamıyla farklıdır. Renk körlüğü nadir hastalıklardan olmakla beraber her insanın görme özelliğinin standart olmadığı ve insandan insana değişikliklerin olduğu ve dolayısı ile aynı maddenin değişik insanlar tarafından bir rengin değişik tonlarda görüldüğü ispatlanmıştır (Gökgöz ve Babacan, 1964, s. 20).

24

2.1.4.1 Görme ve Gözün Görme Kapasitesi

Renklerin görülmesi nesnelerin üzerlerine düşen ışığı yansıtmaları, kırmaları, içlerine çekmeleri veya geçirmeleri sonucunda oluşur. Bir cismin organizma tarafından görülmesi üzerine düşen ışınlardan bazı dalga boylarını emmeleri sonucunda meydana gelir. Göz bunu bir fotoğraf makinesine benzer bir çalışma mantığı ile algılar (Çağlarca, 1993, s. 12). Sinirler ışığın gözdeki ışığa duyarlı retina tabakası üzerinde yaptığı uyarıyı beyne götürür ve görme olayı gerçekleşir. Işık her şeyi görmemize yardım eder (Gökaydın, 1990, s. 32). İnsan gözü yaklaşık 7500 farklı rengi algılar. Görsel korteks, göze 553nm dalga boyunda bir ışık geldiğinde bunu sarı olarak algılar. Aynı zamanda göze uygun miktarlarda karıştırılmış 506nm dalga boyunda ve 689nm dalga boyunda iki ışık geldiğinde bu sarı olarak algılanır. Retinaya düşen ışığın dalga boyuna göre koniler uyarılır. Bu uyarılma sonucunda kişinin rengi nasıl algılayacağını belirlenir (Gönerigök, 2008, s. 5).

Şekil 11. Renk ve ışık dalga boyu arasındaki ilişki (Gönerigök, 2008, s. 5). Göz belirli aralıktaki renklere daha yönelir. Gözün renklere yönelme oranları şu şekildedir: Turuncu ve kırmızı gibi sıcak ve parlak renklerin dikkati hemen üzerine çeker. Gözün en hassas olduğu renk mavidir. Göz mavide 1/20s’ten 1/288’e varan bir ışık şiddetini algılayabilir. Kırmızıda bu durum 1/16 ile 1/70 arasında değişir. Bu yüzden aydınlık miktarının artmasıyla göz kamaşması en çok mavi renkte yaşanır (Sözen, 2003, s.18).

Gözün farklı yönelimlerinin nedeni renkli ışıkların sahip olduğu enerjilerin değişik olmasıdır. Çeşitli dalga boyundaki ışıkların enerjileri ve bunların parlaklık dereceleri farklıdır ve dolayısı ile insan gözü tarafından görülebilirlikleri değişiklik gösterir. Aşağıda bu nitelikleri anlatan bir tablo bulunmaktadır (Gökgöz, Babacan, 1964, s. 72).

25

Tablo 1. İnsan gözünün renklere duyarlığı

RENK DALGA BOYU GÖRÜNME KATSAYISI

Mor 400 mµ 0.4 Lacivert 440 mµ 23 Mavi 460 mµ 60 Mavi 500 mµ 323 Yeşil 540 mµ 954 Sarı-yeşil 555 mµ 1000 Sarı-Yeşil 560 mµ 993 Turuncu 600 mµ 631 Kırmızı 640 mµ 175 Kırmızı 660 mµ 61 Kırmızı 700 mµ 41 Kırmızı 740 mµ 0.2 (Gönerigök, 2008, s.5)

Görmeleri normal olarak kabul edilen bir grup insan üzerinde yapılan ölçümlerin sonucunda, ortalama insan görüşünde sarı yeşil aralığındaki renkler çok güçlü biçimde algılanırken, kırmızı ve mavi gibi sınır bölgesindeki renkler daha az olarak algılanmaktadır (Sözen, 2007, s. 17).Maviye duyarlı pigment içeren hücreler kısa dalga boyuna sahip ışığa, yeşile duyarlı pigment içeren hücreler orta dalga boyuna sahip ışığa ve kırmızıya duyarlı pigment içeren hücreler ise uzun dalga boyuna sahip ışığa daha duyarlıdırlar. Hücrelerin %16’sı maviye, %10’u yeşile, %74’ü kırmızıya duyarlı pigment içerir (Günerigök, 2008, s.2). İnsan gözü renk alıcıları aynı anda çalışan üç değişik mekanizma olarak faaliyet gösterir. Her bir mekanizmanın mavi, yeşil ve kırmızı renklere karşı hassaslığı aşağıdaki grafikte birer eğri ile ifade edilmiştir.

Şekil 12. Renk duyarlılığının grafik gösterimi (Sözen, 2007, s. 17).

Her bir dalga boyundaki ışınların taşıdıkları spektral enerjinin farklı olması nedeniyle, aynı şiddette ve aynı saflıkta olan değişik dalga boyundaki ışınlar insan gözü tarafından değişik parlaklıkta görünür (Gökgöz ve Babacan, 1964, s. 21).

26

Benzer Belgeler