• Sonuç bulunamadı

MAKİNALAŞMAK Trrrum,

4.7. Rabia Dilaveroğlu

İnsanlar hayatın içinde sürekli iniş çıkışlar yaşamaktadır, hayat durağan stabil* değildir. Hayatın hızlı akışı içerisinde, duygu ve düşüncelerimizde de değişiklikler olduğu gözlemlenmektedir. Dün düşünülen şeyin bugün düşünülmediği, hatta tam aksini savunuyor olduğumuz dahi gözlenebilmektedir. Çoğu zaman insanların istediği şeyleri yapmaları mümkün olmayabilir. Hayatın içindeki görevlerimiz, ne yapmamızı söylüyorsa onun yolundan gitmek zorunda kalabilir. Böyle yoğun yaşam koşulları içerisinde “Ne kadar

kendimizi dinleyebiliyoruz? Kendimiz olabiliyoruz.” işte bu özelliklede metropol şehirlerde tartışma konusudur.

Bu yoğun ve sıkıcı hayattan bir nebze de olsun bizi kurtaran kişiler, sanatçılardır. Çünkü sanatçı, üretirken hayatın bütün durumlarından kendini arındırıp kendi öz benliğine ulaşarak işler üretir. İzleyici de ister istemez bunu hisseder ve eserin etkisi altında kalmaktan kendini kurtaramaz. Ressamlar kendi varlıklarına dokunarak, düşünce dünyasına girmeli orada olgunlaştıktan sonra kendisini ortaya çıkarmalıdır. Sanatçı iç dünyasını deneyimleme yolunda olmalıdır. Felsefe öğretmenim Sayın Meriç Bilgiç bir gün şöyle söyledi: “Herkes içinde bir derinliği olduğunu biliyor ama hiçbir fikre sahip değil ve sonra birbirlerine roller yapıyor, ben acayip derin bir adamım.”. Bu söz, beni derinden etkilemiştir. Hocamın söylediği söz, sadece kendine yönelişin yeterli olmadığını açıkça göstermektedir. İşte kişiler, entelektüel bir birikimle kendilerini donatmadığında, etrafta böbürlenerek dolaşan pek çok insan görülmektedir. Sadece resmi yapmak değil onu yaparken onunla nasıl bütünleştiği, hisleri, bilgisi, kültürü dahası her şeyinin oraya aktarıldıktan sonrası önemlidir. Burada mükemmel bir bütünlük ve uyum gözlenmelidir. Aslında bu durum “Mükemmel bir uyuma ya da bozulan uyumda yeniden doğuş isteği, insan için varoluşsal bir zorunluluktur.” (Azeri, 2000, s. 81). İnsan olmanın da bir gereği şeklinde karşımıza çıkmaktadır.

Sanatçı ürettiği esere, felsefesini ve ruhunu katmaktadır ve bu şekliyle de sanatçının amacı daha iyi anlatılmış Resim 4.49 Rabia Dilaveroğlu. İsimsiz. 2010. Yağlı Boya

olmaktadır. Sanatçı, bunu sağlayarak kendi benliğine de ulaşmış olacaktır. Çünkü bilinçsiz bir benlikten söz etmek mümkün değildir. Sanat eseri aynı zamanda insanın iç duyumlarını yansıtmalıdır. Sanatçının eserinde, formların dışında gözle görülmeyen ruhsal ve duygusal bir iletişim kurulmuştur. Bu ilişki bize, sanatçı ile eseri arasındaki derinliğin ve yaratma arzusunun ilişkisini göstermektedir. Bilinçaltımızdan dışarıya çıkmış olan görüntülerle yapılan çalışmalar, gerçekçi bir etkiyle birleşince yeni bir keşif hissi uyandırmaktadır. Çoğu zaman söylemekte güçlük çekilen ya da söylenemeyen kelimeleri, anlatmakta yetersiz kalınmış olan bütün duyguları, zaman zaman hislerimizle algılamak mümkündür. Soyut şekiller, bilinçaltının ortaya çıkmasıyla gerçekleşmektedir. İşte özüne, yani nesnelerin derinliğine ulaşmanın yolu da burada saklıdır. Soyut sanat dünyayı olduğu gibi görme biçimi değil, düşünme biçimidir. Soyut sanatta, onların anlamını sorguluyıp düşünsel boyutta da birer varlık olduklarını keşfetmek mümkündür.

Rabia Dilaveroğlu eserlerini oluştururken amacı, kişinin iç dünyasını aktarmaktır. Soyut etkiler, imgeler kullanılmıştır. Soyut imgeler, resmi daha zengin ve anlamlı bir noktaya taşımaktadır. Kendini düşünsel ve sezgisel bir ifade olarak ortaya koymaktadır. Kendi düşünsel ve sezgisel dünyasında şekillendirdiği biçimleri, çalışmalarına aktarırken bunların soyut, dinamik ve güçlü veriler olacağını görebilen sanatçı, zoru başarmanın yolunda ilerlemektedir. Her sanatçı kendine özgü bir şekilde bunu başarma yolunda ilerlemektedir.

Resim 4.50 Rabia Dilaveroğlu. İsimsiz2. 2011. Yağlı Boya 70x100 cm.

“Ludvig Richter anılarında anlatır: Gençliğinde bir gün, üç arkadaşıyla Tivoli'de belirli bir manzara parçasının resmini yapmak istemişler. Her dördü de tabiattan kıl payı ayrılmamaya karar vermişler. ama model aynı olduğu, hepsi gözlerinin gördüklerine tam bir doğrulukla başlı kaldığı, hepsi de yetenekli sanatçılar oldukları halde gene de sonunda, dört ressamın kişilikleri kadar birbirinden apayrı dört resim meydana gelmiş. Richter bundan, nesnel görüş diye bir şeyin asla var olmadığı ve her sanatçının renk ve şekilleri, kendi mizacına göre, başka yollarda kavradığı sonucunu çıkarır.” (Wölfflin, 2000, s. 11). Bu örnek sanatçıların, farklı bakış açıları ile kendilerini ortaya koyuşunun açık bir göstergesidir.

Portre; nüfus cüzdanında, pasaportta, bireylerin tanınmaları için bulunması gereken her yerde, önemli bir unsurdur. İnsanların, mimik ve gözlerinden onu daha iyi anlamak mümkündür. “Bireyin mimikleri dışında, beden dili ve eller bunu anlatmada bir araç değil midir?” Nitekim Abidin Dino ‘Eller’ serisi ile bunu apaçık ortaya çıkarmıştır. Karşımızdakini anlayıp onunla iletişime geçmenin tek yolu çehre olmasa da yüz üzerinde yer alan gözler bambaşka bir öneme sahiptir. Gözler, dünyayı ve renkleri görmemize yaramasının yanında ruhumuza açılan tek kapıdır. Gerçekliği görmeyi sağladığı gidi ruhu ve ruhun derinliklerini görmeyi de sağlamaktadır. Geçmişten günümüze pek çok ressam portre yapmıştır. “Bir portre, hiçbir zaman sadece bir portre değildir; onu aşan bir şeydir. Görsel sanatlar, imgeleştirmeler yoluyla, çağının ruhu, eğilimi ve problemleriyle yoğurulan insanın iç hissedişini, duyumunu, duygu ve düşüncelerini, evren algısını da görsel olarak dile getirir.” (Azeri, 2000, s. 114). Portre bu sayede önemini her zaman hissettirmektedir.

Resim 4.51 Rabia Dilaveroğlu. İsimsiz3. 2011. Yağlı Boya 120x120 cm.

Benzer Belgeler