• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: ZAMAN VE ZAMAN KAVRAM ALANINA AİT KELİMELER İLE

2.3. Rȗzgȃr

Sözlüklerde “rüzgâr” kelimesinin zaman kavram alanına ait anlamları olarak zaman, vakit, devir; mevsim, çağ, gün, süre; talih, baht, kader; dünya geçmekte ve diğer yaygın kullanım alanı olan yel mȃnȃsı verilmektedir (Devellioğlu, 1999: 902; Şemseddin Sȃmȋ, 2004: 674; Mütercim Ȃsım, 2009: 638; Steingas,1975: 593; Redhouse, 1999: 964). Kelimenin yel mȃnȃsı ile ilgili olarak şiirlerde zaman ve yel arasında kurulan ilişki dikkat çekmektedir. Bazı beyitlerde rüzgârın esmesi ile zamanın geçmesi ilişkilendirilerek yapılan teşbih ve tamlamalarda, kelimenin tevriyeli kullanımlarını görmek mümkündür.

Zaman anlamında kullanılan “rȗzgȃr”, en çok şikȃyet maksadıyla şiirlerde kullanılmıştır. Bu mȃnȃda kelimenin kader, baht ve talih anlamlarının ön plana çıktığı

görülür. Örnek olarak “rȗzgȃr-ı le‘ȋn”, “rȗzgȃr-ı dȗn”, “rȗzgȃr-ı fitne”, “rȗzgȃr-ı nȃ-kȃmȋ”, “ rȗzgȃr-ı kȋne-güzȃr”, “sitem-i rȗzgȃr”, “gam-ı rȗzgȃr”, “cevr-i rȗzgȃr”, “mihnet-i rȗzgȃr” şeklindeki ifadeler zamanın insanlar üzerindeki tesirinden dolayı insanların onu nasıl tanımladıklarına örnek olarak verilebilir. Bazı beyitlerde ise zaman, yıpratıcı ve sınırlayıcı özelliklerinden dolayı bazen şikâyet konusu olmuş, bazen de olumlanarak, onu aşmanın gerekliliğine vurgu yapılmıştır. Yine zamanın döngüselliği ve felekler ile olan ilişkisine dair kullanımlar “gerdȋş-i rȗzgȃr”, “nüh-kıbȃb-ı rȗzgȃr” şeklinde geçmektedir. Bunların dışında devir, çağ, şimdiki zaman mȃnȃlarına gelebilecek örnekler ise belli dinî ve efsânevî kişilerin isimleriyle birlikte “Enverȋ-i rȗzgȃr”, “Efrȃsiyȃb-ı rȗzgȃr”, “Cem-i rȗzgȃr”, “Süleymȃn-ı rȗzgȃr” şeklinde beyitlerde yer almaktadır.

Vücȗdı şem‘i dil-efrȗz-ı bezm-i devletdür O şem‘a virmesün ȃsȋb-i rȗzgȃr keder

(AHD, K.25/38, s.134)

Varlığı saadet meclisinin gönül aydınlatan mumudur. Rüzgȃr denen felaket o muma keder vermesin.

Şair övgüde bulunduğu kişiyi bir muma benzeterek, onun etrafını aydınlattığını belirtir. İkinci mısrada ise o mumu rüzgâr söndürmesin diye dua eder. “Rȗzgȃr” kelimesi beyitte tevriyeli bir kullanımla yer alır. Kelimenin zaman anlamını göz önüne aldığımızda kader, baht, talih mȃnȃlarına geldiğini söylemek mümkündür. Bunula birlikte zamanın varlık mumunu söndürmesi imgesi, insanın ömrünün bitişine, dolayısıyla ecel zamanına da işaret etmektedir. Her durumda şair beyitte rüzgȃrı şikȃyet unsuru olarak kullanmıştır.

Keştȋ-i arzȗyı yürütmek kolay mıdur

Mümkin midür ki karşu koya rȗzgȃra hiç

(AHD, G.109/4, s.268)

İstek gemisini yürütmek kolay mıdır? O geminin rüzgȃra karşı koyması hiç mümkün olur mu?

“Rȗzgȃr”, hem zaman hem de yel mȃnȃsına gelebilecek şekilde beyitte tevriyeli olarak kullanılmıştır. Nasıl ki denizde sert esen rüzgâra karşı bir gemiyi yürütmek boşa çabalamaksa, dünyevȋ heves ve isteklerin peşinden koşarak yaşamak da tabiȋ zaman olarak isimlendirilen dünya zamanını israf etmek demektir. Burada tasavvufȋ bir bakışla denilebilir ki kişi nefsinin efendisi olduğunda zaman üzerinde tasarruf sahibi olur. Eğer nefsi kişinin efendisi ise bu sefer zaman kişinin üzerinde tasarruf eder ve böylece sınırlayıcılığıyla insanı tesiri altına alır. Zamanın insanı sınırlayan bir mefhum olduğu gerçeği tasavvufî anlayıştan farklı bir şekilde de yorumlamak mümkündür. Zira içinde yaşanılan dönemin sosyolojik veya bürokratik şartları kişinin arzularını elde etmesinin önünde engel teşkil edebilir.

Aldurma hȃr-ı gussadan ey ‘andelȋb-i dil Yok yire itme kendüni bed-nȃm-ı rȗzgȃr

(AHD, G. 137/5, s.280)

Ey gönül bülbülü! (Sakın) gam dikenine aldırma. Kendini boş yere zamanın adı kötüye çıkmış kişisi etme.

Dȋvȃn şiirinde bülbül, ȃşığı temsil eder. “Hȃr-ı gussa” ise rakibe teşbih edilmiştir. Âşığa acı çektirmek asıl sevgilinin işidir. Sevgili acı çektiren, ȃşık ise acı çeken ve bundan memnun olandır. Bu hȃl ȃşık ve mȃşuk için daima böyle olagelmiştir. Beyitte ise şair, rakibin âşığa çektirdiği sıkıntı ve eziyete aldırmaması gerektiğini söylüyor. Çünkü ȃşık rakipten çektiği dertten şikȃyetçi olduğu takdirde adı çıkar ve zamanın kötü ȃşığı olarak anılmaya başlar. “Rȗzgȃr” burada zaman, devir, çağ anlamları ile geçmektedir.

Rȗzgȃrum siyȃh u bahtum dȗn Tȃli‘üm tȋre hȃtırum mahzȗn

(NAD, Mes.7/198, s.410)

Zamanım (kaderim) siyah, bahtım alçaktır. Talihim karanlık, gönlüm (ise) kederlidir.

Beyitte “rȗzgȃr” kelimesi, “baht” ve “tȃli‘” gibi ifadelerle bir arada kullanılarak kelimenin kader anlamı öne çıkmaktadır. Ayrıca yapılan siyah vurgusu ile yıldızın siyah

olması inanışına telmih yapılmaktadır. Bununla birlikte zamanın siyah olması ile şair gece vaktine işâret etmektedir.

Karȃr-dȃde degül rȗzgȃrun etvȃrı

Gehȋ muvȃfık olursa gehȋ muhȃlif olur

(NAD, G.104/5, s.538)

Zamanın (rüzgârın) tavırları istikrar bulmuş değildir; bazen uygun ve yerinde olur, bazen de zıt düşer.

Beyti rüzgȃrın yel mȃnȃsında kullanıldığını belirterek yorumlamak mümkün olmakla birlikte, kelimenin zaman ile ilişkili olan anlamının ön planda olduğunu söylemek gerekir. Zıtlıklar ȃlemi olan bu dünyada insan hȃlden hȃle giren bir varlıktır. Şaire göre bir hȃlin süreklilik arz etmemesi, zamanın insanların üzerindeki tesirinden dolayıdır. Bu ise, kesret ȃlemine ait bir durumdur. Değişimin ve başkalaşımın yaşandığı dünya hayatında subȗtiyet yoktur. Zaman da bunun ölçüsü olması dolayısıyla bu dünyaya ait bir mefhumdur. “Rȗzgȃr” kader, talih anlamları ile beyitte geçmektedir.

Bȃg-ı dehrün hem hazȃnın hem bahȃrın görmişüz Biz neşȃtun da gamun da rȗzgȃrın görmişüz

(NAD, G.319/1, s.696)

Biz dünya denen bu bahçenin hem sonbaharını hem de ilkbaharını görmüşüz. Biz neşenin de kederin de zamanını görmüşüz.

İnsan, yaşamını kolaylaştırmak için tabiattaki döngüsel değişimi gözlemleyerek tabiȋ zamanı bölümlere ayırmıştır. Mevsimler de bu döngüsel değişimin sonucu oluşur. Beyitte ilkbahar sevince, sonbahar ise hüzne benzetilmiştir. Dünyada mevsimlerin değişmesi gibi insan da kimi zaman mutluluk ve keyif içerisinde olur, kimi zaman kederli hȃller yaşar. Esasen bir hȃlin sürekliliği zaten söz konusu olamaz. İnsan için neşe zamanı olduğu gibi, gam zamanı da vardır. Kişinin yaşadığı hȃl ne ise vakti de o olmuş olur. Buna göre beyitte geçen “rȗzgȃr” hȃl, vakt mȃnȃsında kullanılmıştır denilebilir.

Beyitte ilkbahar ile gençlik, sonbahar ile yaşlılık zamanının kastedildiği düşünmek mümkündür. Bu sefer şair yaşadığı hayat tecrübelerine telmihte bulunarak âdeta feleğin çemberinden geçtiğini belirtir.

Rȗzgȃra eger isbȃt-ı sükûn mümkin ise

O zaman sȃkin olur mevce-i deryȃ-yı heves

(NAD, G.334/3, s.706)

Eğer rüzgârın (zamanın) hareketsizliğini ispat etmek mümkün olursa, o zaman heves denizinin dalgası da sakin olur.

Tevriyeli olarak kullanılan “rȗzgȃr” zaman anlamıyla ele alındığında, şairin zamanın durmasının imkȃnından bahsettiği söylenebilir. Gezegenlerin hareketleri ile oluşan zaman sürekli bir akış içerisindedir. Ancak hareketin olduğu yerde zaman mefhumun varlığından söz edilebilir. İnsanların bu dünya da arzu ve isteklerinden vazgeçmesinin imkȃnı, tıpkı zamanın kesintiye uğrama, durma imkȃnı kadardır.

Biz gerdiş-i rȗzgȃra mahzûn degülüz Evzȃ‘-ı zamȃneden ciğer-hȗn degülüz Takdȋr-i hükme i‘tirȃz eylemezüz

Var ‘aklumuz ol kadar da mecnûn degülüz

(NAD, Ru.84, s.1195)

Biz zamanın dönüşünden (dolayı) kederli değiliz. Zamanenin hȃllerinden dolayı ciğeri kanlı (acınası) değiliz. Kadere itiraz etmeyiz. O kadar da deli değiliz, aklımız vardır.

Dörtlükte, kısaca Allah’a teslim olmuş, yaşadığı sıkıntı ve dertlerinden şikȃyet etmeyen, kaderine razı bir sufȋ bakışının olduğunu söylemek mümkündür. “Evzȃ‘-ı zamȃne”, “takdȋr-i hükm” gibi ifadeler, “rȗzgȃr” kelimesinin zaman, kader, baht, talih anlamlarıyla kullanıldığını göstermektedir. Ayrıca “gerdiş-i rȗzgȃr” ifadesi ile zamanın döngüsel oluşuna vurgu yapılmıştır denilebilir.

Bir güherdir kim nazȋrin görmemişdir rȗzgȃr Rȗzgȃra ȃlem-i gayb armağanıdır sözüm

Rȗzgȃr ihsȃnımı bilmiş yȃ bilmemiş

Ȃleme feyz-i hayȃt-ı cȃvidȃnȋdir sözüm

(NEFD, K.1/2-3, s.45)

(Şiirim) öyle bir cevherdir ki, zaman bir benzerini görmemiştir henüz. (Zira) benim sözüm gayp ȃleminden zamana gelen armağandır.

Sözüm (şiirim) insanlar için ebedȋ hayatın bereketidir. Zaman benim bu lütfumun (değerini) bilmiş bilmemiş (kimin umurunda).

Şair, her iki beyitte de söz söylemede ne kadar usta olduğunu anlatmaktadır. Birinci beyitte şiirini değerli bir cevhere benzeterek, zamanın başlangıcından beri sözünün eşsiz olduğunu ifade eder. Ayrıca sözünün “âlem-i gayb”dan bir armağan olduğunu belirtmesi, şiirinin ilâhî gerçeklerle irtibatını vurgulamak içindir.6 İkinci beyitte ise ȃb-ı hayata benzetir ve kendi yaşadığı dönemde şiirinin ne denli kıymetli olduğunu vurgular. Buradaki “rȗzgȃr” ise genel mȃnȃda zaman veya dünya anlamlarının yanında şimdiki zaman, devir anlamlarına da gelmektedir.

Rişte-i adliyle ger bend etmese şȋrȃzesin Tȃr u mȃr olurdu eczȃ-yı kitȃb-ı rȗzgȃr

(NEFD, K.17/23, s.98)

(O,) eğer şirazesini adaletinin ipiyle bağlamasaydı, zaman kitabının (bütün) sayfaları

darmadağın olurdu.

Şair padişahı övmek için onun adaletinin yüceliğinden bahseder. “Rȗzgȃr” zaman, kader anlamları ile beyitte geçer. Şaire göre insanların bahtsızlığını memduhun adaleti giderebilir.

6 Osman Horata, “Nef‘î’nin “Sözüm” Redifli Kasidesinin İstiare Zemini” adlı makalesinde, kasidenin

ikinci beytini yorumlarken “şiirin istiare zemininin ilâhî gerçekleri açıklama düşüncesine dayandığını” belirtir. Aynı makalenin yirmi üçüncü beytinde ise şairin sözünün, “ilâhî sırların toplandığı bir mecmua” olarak tanımlandığını söyler (Horata, 2012:147).

Aşağıdaki beyitte ise şair, bu sefer övülen kişinin ne kadar kudret sahibi olduğunu ve büyüklüğünü anlatmak için, zamanın kötü tesirlerinin yönetimi altındaki insanlara uğramadığından bahseder:

Hıdȋv-i muhterem kim devr-i iclȃlinde ehl-i dil Ne cevr-i rȗzgȃrı ne gam-ı devrȃnı yȃd eyler

(NEŞD, 25/5, s.81)

(O,) öyle muhterem bir vezirdir ki, gönül ehli onun kudret ve yücelik devrinde ne zamanın cefasını ne de dünyanın tasasını hatırlar.

Derde mu‘tȃd ol hemȃn yohsa tabȋb-i rȗzgȃr Kangı bȋmȃr-ı belȃ-yı ‘ışka dermȃn eyledi

(AHD, G.847/2, s.562)

Dert (çekmeye) hemen alış, yoksa zaman doktoru hangi aşk belasının hastasına derman oldu ki?

Doktora benzetilerek kişileştirilen “rȗzgȃr” beyitte yine olumsuz olarak geçer. Aslında şair hastalıkları tedavi ederek insanlara deva bulan doktorun beyitte hastaları iyileştirememesini yadırgamaz. Çünkü söz konusu olan zaman, bir doktor bile olsa insanlara derman olamaz. Bu sebeple ancak derde alışmak ve kabullenmenin hakiki derman olduğunu beytin devamı olarak düşünmek mümkündür. Şair kısaca âşığın dert ve hastalıklara alışması gerektiğini belirtir. Burada zamanın her derde deva olması düşüncesinin tam olarak zıddı söylenmiştir.

Bütün bunların ışığında beyte göre zaman geçse de dertler hiç geçmiyor. Gam çekmek ve sıkıntı yaşamak şehȃdet ȃlemi olan bu dünyanın gereğidir ȃdeta. Tabiȋ zamanın anlatıldığı beyitte “rȗzgȃr” kelimesinin dünya anlamında da kullanıldığı söylenebilir. “Tabȋb-i rȗzgȃr” tamlamasına başka bir açıdan bakıldığında ise, devrin doktoru anlamıyla şimdiki zamanın kastedildiği söylenebilir.

Bana ne ben rind-i cihȃn-dȋdeyim Etmez eser bana gam-ı rȗzgȃr

(NEFD, K.43/14, s.189)

Bana ne ki, ben dünyayı görmüş, tecrübeli bir rindim. Bana zamanın tasası tesir etmez.

Şair bu sefer zamandan şikȃyet etmemektedir. Çünkü rind sıfatıyla kȃmil bir insan olduğunu ifade eder. Bu makama gelebilmek için öyle yollardan geçmiştir ki, artık zaman onun üzerinde etki sahibi olamaz. Beyitte zamanın geçiciliği ve yıpratıcılığına işaret edilse de esas itibariyle kelimenin kader, talih anlamları ön plandadır.

Rindin sadece ârif bir karakter olarak değil de hiçbir şeye aldırış etmeyen, dünya malına önem vermeyen vs. konumu düşünüldüğünde, zamanın getirdiği dert ve tasalara karşı kayıtsız bir duruş sergilediği söylenebilir.

Belki hutȗr eylemez aslȃ dile Yȃd-ı vücȗd u adem-i rȗzgȃr

(NEFD, K.43/15, s.189)

Belki gönül, asla zamanın yokluğunu ve varlığın yȃdını hatırlamaz.

Burada henüz zamanın yaratılmadığı, fakat varlığın sudȗr ettiği ȃlem olan ruhlar ȃleminden bahsedildiği söylenebilir. Ezel meclisinde bütün ruhlar bir aradadır. Mutlak varlık ile ilk defa muhatap olan ruhlar, şehȃdet ȃlemine nüzul ederek tabiȋ zaman ile kuşatıldığında mutlak Varlığı, ilk karşılaşmayı ve verilen ahdi unutur. Hatta şair belki de asla hatırlanmayacağından bahseder.

Başla du‘ȃ etmeğe Nef‘ȋ yeter Şekve-i zulm ü sitem-i rȗzgȃr

Tȃ ki felek devr ede bozulmaya Silsile-i muntazam-ı rȗzgȃr

Bahs-ı hudȗs ü kıdem-i rȗzgȃr7

Ola musȃ‘id o kadar bahtına

Gerdiş-i pür-pȋç ü ham-i rȗzgȃr

(NEFD, K.43/39-40-41-42, s.190)

Nef‘ȋ, zulümden şikayet etmeyi ve zamana sitem etmeyi bırak da artık dua etmeye başla. Öyle ki felek devr etsin de, zamanın düzen sırası bozulmasın.

Zaman bilginleri, zamanın ezelȋ mi yoksa sonradan mı yaratılmış olduğu tartışmalarından bahsede dursunlar.

O kadar ki zamanın eğri ve kıvrımlı dönüşü, bahtına izin versin.

“Rȗzgȃr” redifli bir kasideden alınan yukardaki beyitler, zamanın kavram alanı açısından şiirlerde nasıl geçtiğinin âdeta özeti şeklindedir. Buna göre zaman, şikâyet sebebi olmasının yanında, feleklerin devri ile oluşmasına, dairesel bir mefhum olmasına ve insanların kader ve bahtlarına tesir etmesine kadar birçok bağlamda kullanılmıştır. Kasidenin kırkıncı beytinde filozofların tartıştığı ve özelikle bu tartışmalarda kelamcılarla ters düştüğü başlıca konulardan biri olan zamanın kıdemi meselesine de atıf yapılmıştır.8

Bin yılda rȗzgȃra gelür bir vücȗd idün Gitdün hezȃr haasret-i mȃlȃyutȃk ile

7 Beyitte geçen “kıdem” kelimesi, yayınlanan Nef‘ȋ Dȋvȃnı’nda “kadem” olarak geçmektedir. Fakat

beytin anlam bütünlüğü içerisinde kelimenin “kıdem” şeklinde okunmasının daha uygun olduğu görülmüştür.

8 Ekrem Demirli, tarih boyunca İslam düşünürleri arasında süregelen âlemin, dolayısıyla zamanın ezelî

olup olmadığı tartışmasını şu şekilde izah etmektedir: “Müslüman düşünürler Tanrı’yla birlikte ikinci bir ezelî ilke kabul etmedikleri için Tanrı’yı âlemin yegâne ilkesi saymada hemfikirdir. Bu bakımdan “Tanrı’dan başka her şey” anlamına gelen âlemin varlık ilkesi sadece Tanrı olabilir. Bunun başka bir anlamı ise âleme hareket verenin, başka bir ifadeyle âlemi zaman içine yerleştirenin de -çünkü zaman hareketle başlar- Tanrı olmasıdır. Ancak Tanrı’nın zamanın içinde olmadan zamanı var ettiği genel kabuldür. Peki bu nasıl olacaktır. Zamanın dışından zaman içinde fiilini uygulamak! Bu dinî düşüncenin en önemli sorunlarındandır. Bu nedenle Tanrı’nın eyleminin zamanla ilişkisi her zaman bir sorun olarak kalır. Tanrı’ya bir kez fiil izafe ettiğimizde ve âlemi bu fiilin bir sonucu saydığımızda bu kez sorun şu noktada odaklaşır: Âlemin bir başlangıcı var mıdır? Tanrı âleme bir zaman içinde mi hareket vermiştir? Sorunun İslam düşünürleri arasında yol açtığı en önemli tartışma âlemin kadim (ezelî) olup olmadığıydı.”

(NAKD, Mus.1/36, s.183)

Pek dayanılmaz (bir) hasret ile (bu dünyadan) gittin. (Senin gibi biri) bin yılda bir dünyaya gelir.

Şairin vefat eden biraderi için yazmış olduğu mersiyeden alınan beyitte “rȗzgȃr” hem dünya hem de devran anlamlarıyla yer alır.

Ne lȃzım ehl-i dile gȋrȗdȃr-ı nȃ-kȃmȋ Yeter müsȃ‘ade-i rȗzgȃr-i nȃ-kȃmȋ

(NAKD, G.373/1, s.459)

Gönül ehli için bahtsızlık kavgasına gerek yoktur. (Aslında) bahtsız zamanın müsaade etmesi yeterlidir.

Gönül ehli, nefsȋ isteklerinden kurtulmuş ve dünyayı kalp gözüyle seyreden kişidir. O, dünyada mahrum olduklarından ve arzularına kavuşamamaktan dolayı kendini bahtsız olarak görmez ve bunlar uğruna mücadeleye girmez. Dolayısıyla kader ve talihinin ona yaşattıklarına razı olmaz. Bu doğrultuda beyitte geçen “ rȗzgȃr”ın, “ nȃ-kȃmȋ” kelimesiyle bir arada kullanılması ile kader, talih anlamı vurgulanmaktadır.

Bulmaduk ȃrȃm-ı hȃtır devr edelden rȗzgȃr Görmedük eflȃki ikbȃlinde sȃ‘ȋ kimsenün

(NAKD, G.215/2, s.s.355)

Zaman devretmeye başladığından beri (hiç) gönül rahatlığı bulmadık. Kimsenin talihinde (zaten) felekleri (de) çalışır görmedik.

“Devr edelden rȗzgȃr” ifadesinde dünyanın yaratılması ile varlığın sudȗru, dolayısıyla zamanın başlangıcı kastedilmektedir. Şair ayrıca yaratma ve zamanın döngüselliğine göndermede bulunur. Bununla birlikte feleklerin hareketlerinin insanların talihine etkisi de beyitte açıkça verilmiştir.

Tahammül eyleyelim cevr-i rȗzgȃra gönül Bu gȗşmȃl bize gȃh gȃh lȃzımdır

(NAKD, G.63/7, s.254)

Ey gönül! Zamanın cefasına tahammül eyleyelim. (Zira) zaman zaman bu uyarı bize lazımdır.

İnsan, varlığını ortaya koyup da benlik iddiasında bulunmamalıdır. Fakat yaratılış itibariyle nefis buna meyillidir. Bu durumda insanın hakikatte kendisinin âciz bir varlık olduğunu idrȃk edebilmesi için dünyada sıkıntılar yaşaması gerekir. Hiçkimse dertten hȃlȋ olmadığı gibi bütün bunlar da insanın beşerȋ mevcȗdiyetinin aslında bir hükmü olmadığını anlamasına vesiledir. Şair çekilen eziyetlerin sebebi olarak zamanı gösterir. Fakat burada zamandan şikâyet etmek yerine şair, insanın kendi gerçekliğini keşfetmesi yolunda zamanın gerekliliğini savunur. Dolayısıyla “rȗzgȃr” ile beyitte sınırlayıcı ve yıpratıcı özellikleri itibariyle tabiȋ zamanın kastedildiği söylenebilir. Çünkü zaman söz konusu özelliklerinden dolayı, ancak insan için aşılması gereken bir mefhumdur.

Benzer Belgeler