• Sonuç bulunamadı

Selim İleri’nin kahramanlarının önemli bir kısmında dostluk ve vefa ile ilgili hassasiyetler olduğu, tema incelenmesi sırasında anlaşılmaktadır. Toplu bir şekilde yaşamak zorunluluğuna sahip insanların diyalog ve dayanışma içinde bulunması gerekli görünmektedir. Selim İleri’nin hikâyelerinde sıklıkla başvurulan toplumsal yozlaşma temasını ve kahramanların dostluk ve vefa ile ilgili hassasiyetlerini anlamlandırmak açısından psikolojinin ve sosyal psikolojinin bu kavrama bakışını kısaca incelemekte yarar olacaktır.

165Ahmet Hamdi Tanpınar, “Dostluğa ve Nurullah Ataç’a Dair”, s.448–449

“Psikoloji insan davranışlarını inceleyen bilim dalı” olarak tarif edilirken, Freedman Sosyal psikolojiyi “toplumsal davranışın sistematik olarak incelenip araştırılması”166 olarak tarif eder. Prf. Dr. Yılmaz Özakpınar ise psikoloji ve soysal psikoloji arasındaki ilişkiyi şu şekilde izah eder: ”Sosyal psikoloji, psikolojinin ortaya koyduğu bilgi, fiziksel etkenler ya da sosyal ilişkiler ortamında bireyin gözlenen davranışlarının bireysel sistemdeki oluşum süreçlerini tasvir eder. Psikoloji ‘sosyal’ diye nitelenen davranışları açıklamaya giriştiği zaman onun görevi, başka bireylerle etkileşim içindeki bireyin, algılarken ve sezgilerini, kavrayışlarını, varsayımlarını oluştururken nelerden etkilendiğini ve o etkilere göre davranışlarını nasıl oluşturduğunu belirlemektir.”167

Dostluk, bireyin geliştireceği en güvenilir ilişkilerden biridir. Yalnızlık her birey için hissedilir bir yaşantıdır. Ancak yalnızlığın çoğalması, sosyal bir varlık olan birey için anormal bir durumdur. İşte bu anormal durum için geliştirilebilecek çare dostluk olacaktır. Çünkü gerçek bir dostlukta, herhangi bir korku, mecburiyet ya da mahkûmiyet olmadan, sadece sevgi ve iyilik isteğine dayalı bir bağ vardır. Bu bağ doğal olarak paylaşımı ve güveni beraberinde getirecek, dolayısıyla da yalnızlığı azaltacaktır.

Dostluğun insan psikolojisine sağlayacağı yararla ilgili Bacon’ait şu sözler de dikkate değerdir: ”Dostluğun en önemli yararı, insana, çekilen bin bir acı sonucu üzüntüyle dolup taşan gönlünü açabilmek, iç döküp rahatlamak olanağı vermesidir. Dostluk insan ruhundaki tıkanmaları önler.

İçini dökecek arkadaşı olmayan kişi, kendi yüreğini kemiren bir yamyamdır.

Bir dosta iç açmanın iki önemli sonucu vardır:

1-Dosta söylenen sevinç iki katı olur.

2-Dosta söylenen acı yarıya iner.

İnsanın en büyük dalkavuğu kendisidir. Bu dalkavukluktan kurtulmanın yolu da bir dostun içtenliğidir.”168

166 J.L.Freedman, Sosyal Psikoloji, s.64

167 Yılmaz Özakpınar, Psikoloji’nin Kavramsal Yapısı, s.20–21

168 Nahit Bilgin, “Dostluk”, s. 27

Bacon burada dostluğu insanın temel ihtiyaçları kadar önemli görmüştür. Daha önce belirttiğimiz, Sokrates’in sadece iyi insanların dostluk kurabileceği önermesinden hareketle Bacon’un bu sözleri bizi iyi insanın bu yolla iç huzuruna ulaşabileceği sonucuna da ulaştırır.

Atalay Yörükoğlu, dostlukla ilgili makalesinde, dostluğun var oluş sebebini sorgularken şu soruyu sorar:“Acaba dostluğu aratan sebep zaaf veya ihtiyaç mıdır? Yani tek başımıza yapamayacağımız işe yardımcı bulmak ihtiyacı mı bizi dost edinmeye sevk ediyor? Yoksa onun tabiattan gelen daha yüksek bir sebebi mi var. Sevgi, insanların teveccüh hissiyle bağlanmasında başlıca sebeptir. Dostluğu ihtiyaç değil tabiat doğurur. Aralarında buna yakın bir bağ olduğu için değil midir ki akrabaları yabancılardan çok bir arada tutuyor. Yine aynı sebep vatandaşlarımızı yabancılara tercih etmemizi, icap ettiriyor. Ama ruhların sevgi bağlarıyla kaynaşması için akrabalık bir sebep olmayacağı gibi yabancılık da bir mani değildir. Dostluğun menşeinde ondan ne menfaatler elde edeceğinden çok ruhların sevgi ile bağlanması var.

Dostluğu ihtiyaç ve zaruretten doğmuş farz edenler, ona hiç de asil olmayan bir menşe vermiş olurlar. Dostluğu perçinleyen menfaat olsa menfaatin değişmesiyle dostlukların çözülmesi gerekirdi: Ama tabiat değişmeyeceği için gerçek dostluklar ebedi olur.” 169Atalay Yörükoğlu, gerçek bir dostluğun yapısında, ‘ebedî olma’nın, doğal olarak bulunduğunu söylemektedir. Ebedî olan böyle bir ilişkiye duyacağı güven, insan psikolojisi açısından önemli görünmektedir.

Dostluğun unsurlarından biri olarak kabul edebileceğimiz paylaşma, karşılıksız verebilme gücüne bağlıdır. Erich Fromm, psikolojik bir anlam yüklediği ‘verme’ yi şu şekilde açıklar: “Vermek nedir? Çok kolay gibi görünse de bu sorunun yanıtı karışıklıklarla, belirsizliklerle doludur. Bu konuda en büyük yanılma vermenin bir şeyden ‘vazgeçme’ ondan yoksun kalmak, o şeyi birisinin uğruna yitirmek diye anlaşılmasıdır. Kişiliği gelişememiş alıcılık, sömürücülük ya da istifçilikten öteye geçmemiş birisi

“verme” eylemini böyle algılar. Tüccar anlayışlı kişi vermeye hazırdır, ama

169 Atalay Yörükoğlu, “Dostluk”, s. 333

ancak bir şey alma karşılığında; bir şey almadan vermek onun gözünde kandırılmak demektir. Madde evreninde vermek, zengin olmak demektir. Çok şeyi olan değil çok şeyi veren zengindir. Bir şeyi yitirmekten korkan istifçi, ruhbilim dilinde söylersek “yoksuldur”; ne çok şeyi olursa olsun yoksul bir kişidir. Kendinden bir şeyler verebilen kişi zengindir. Bununla birlikte verme eylemlerinin en önemlisi, maddesel alanda değil, insana özgü bir evrende yer alır. Kişi, başka birisine ne verir? Kendisinden verir; kendisinde bulunan en değerli şeyden, yaşamından verir. Bu o kimsenin yaşamını öbür insan uğruna harcaması demek değildir-kendi içinde yaşattıklarından vermesi demektir, sevinçlerinden ilgilerinden, anlayışından, bilgisinden, nüktesinden, üzüntüsünden- içinde yaşayan şeylerin dışa dökülen her türlü belirtisinden bir şeyler verir karşısındakine. Böylece yaşamından bir şeyler vermekle onu zenginleştirir; kendi içindeki canlılık duygusunu hızlandırarak karşısındakinin canlılığını arttırır. Almak için vermez; vermek başlı başına eşi bulunmaz bir sevinçtir onun için.170Beklemeden vermenin, insanda zenginlik hissi yaratacağını belirten Fromm, bu durumun paylaşımda bulunan iki tarafın da yaşama sevincinin artıracağını söyler gibidir. Bu noktada dostluk insan hayatını daha değerli ve daha anlamlı kılan bir mutluluk kaynağı olarak görünmektedir.

Fransız düşünür Alain de dostluğu bu açıdan ele alır:“ Dostluk insanın hayatında nadiren yaşayacağı neşelere sebep olur. Neşenin bulaşıcı olduğu göz önünde bulunduracak olunursa, bunu anlamak zor olmaz. Varlığımın arkadaşıma birazcık da olsa gerçek neşe sağlayabilmesi, benim neşelenmem için yeterli olacaktır; böylece herkesin neşesi kendine döner, aynı zamanda neşenin hazineleri de ortaya çıkar ve her ikisi de şöyle söyler:

“Benim içimde hiçbir şekilde faydalanmadığım bir mutluluk varmış.”171Alain’a göre yalnız olduğumuz zaman kendimiz olamayız. Ne kadar çok kendi benliğimizden çıkarsak, o kadar çok kendimiz oluruz ve yaşadığımızı o kadar

170 Erich Fromm, Sevme Sanatı, s.29-31

171 Alain, Mutluluk Güncesi, s. 226

hissederiz. Alain dostsuz kalmayı odunun içinde bulunduğu mahzende çürüyüp gitmesine benzetir. 172

Psikolog Adler, ”Hayatta en büyük güçlükle karşılaşan insanlar, başkalarıyla ilgilenmeyenlerdi.” der.173

Burada başkalarıyla ilgilenmeyen insan, fedakârlıkta bulunabilmekten, verebilmekten, habersiz ya da kaçınmakta olan bir bireydir. Bu insanların paylaşımdan uzak olmaları güçlükler karşısında yalnız kalmalarına yol açacaktır.

Toplumun sürekliliği ve temeli karşılıklı yardımlaşma, sevgi ve dostluğa dayanır. İnsanlar toplu halde yaşadıklarına göre, insanların birbirleriyle dostluk kurmaları da doğal bir ihtiyaçtır.174 Halide Edip Adıvar’ın, bir ihtiyaç olarak gördüğü dostlukla ilgili düşünceleri şu şekildedir:

“Elli senedir, yani ta çocukluk günlerimden beri en büyük merakım insanları içinden görmekti. Her yaşta, her vaziyette, fert, kalabalık halinde insan denilen halitayı pek yakından tetkik etmek fırsatını kötü yahut iyi bana verdi.

Ekseriyette bu iki ayaklı hayvan için verdiğim hüküm acıdır. Fakat acılığı nispetinde bir tek kurtarıcı kuvvetin dostluk olduğunu anladım. Bu ihtiyaç insan gözünü dünyaya açtığı an başlar… İlim dünyasının başında olan isimlerden birini Whitehead’i zikredeceğim. Bu filozof modern sosyete hakkında yazdığı tetkiklerde dostluk ve alakanın herhangi bir cemaatin payidar olması için elzem olduğunu tabiatten aldığı misallerle bize ispat ediyor. Cinslerin tekâmülünde azılı ve haşin olanlar azalırken; sıcakkanlı olanlar çoğalıyor. Beraber yaşamaya mani olan, insanın kabiliyetlerinin serbest inkişafına müsaade etmeyen düşman bir muhit kısa bir müddet için maddi bakımdan müreffeh bile görünse, kendini içinden yiyip mahvediyor.

Hiç şüphe yok ki dostluk ve muhabbet insanlar arasında bir nevi güneş, bir nevi muhtelif unsurları birbirine yapıştıran harç halindedir

172 Alain, Mutluluk Güncesi, s. 227

173 Nüvit Osmay, İnsan Mühendisliği, s.92

174 Ahmet Sevgi, “Mevlana’nın Dostluğa Verdiği Değer”, s.185

Son senelerde İngiliz âlimleri sayısı artan bir hayli tetkik yaptılar.

Bunlar dostluğun, faal içtimai bir münasebetin hayata hava ve gıda kadar elzem olduğunu söylüyor. İngilizlerin münzevi bir kasabası olan Pekam’ da dört sene müddetle yaptıkları tecrübenin neticesini neşrediyor ve “ilmi tecrübelerimiz dostu olmayan bir aile yahut ferdin sıhhatte olabilmesi imkani olmadığını bize isbat etti diyor.”175

Halide Edip dostluğun bir ihtiyaç oluşunu yirminci yüzyılın başında İngiltere’nin küçük bir kasabasında yapılmış olan bir araştırma ile bize açıklarken, toplumsal düzenin dayanışma esasına bağlı olduğunu;

dayanışmanın ise dostlukla sağlanabileceğini belirtiyor. Erdem ve iyilik sahibi insanların kurduğu toplumsal düzen, beraberinde dostluğu dolayısı ile de dayanışmayı getirecektir. Ancak yukarıdaki araştırmanın yapılmasını gerektiren nedenler gereğiyledir ki içinde yirminci yüzyılda dostluğun büyük bir ihtiyaç olduğu Halide Edip tarafından kaygı ile belirtilmiştir.

Her insanın değişmeyen bir yalnızlığa sahip olduğunu ve bu yalnızlığı ile baş etmeye çalıştığını söyleyebiliriz. Dostluk bu yalnızlığa bulunmuş bir çare niteliği taşır. İnsan bu şekilde paylaşarak; bir anlamda bölünerek büyümek ister. Halide Edib’in makalesiyle aynı tarihlerde yayınlanmış olan

“Dostlarımız ve Dostluk Ödevi” isimli makalede felsefecilerimizden Cemil Sena Ongun, dostluğun toplumsal yönünü şu şekilde açıklanır:“Umumiyetle dostluk, şuurumuzu kendi benliğimizin hududu haricinde genişletir. Yani dostluk bir nevi hayatın genişlemesidir. Biz kendimizde olduğu kadar başkalarında da yaşarız. Şu halde kendinden çıkmak, diğerleri ile düşünce ve his birliği içinde yaşamak gerçekten sevmek demektir.” 176

Selim İleri’nin kahramanlarının dostluğa yüklediği anlamın psikolojik boyutunun anlaşılabilmesinde bu bilgi ve değerlendirmeler aydınlatıcı olacaktır.

175 Halide Edip, “Dostluk İhtiyacı”, s.6-7

176 Cemil Sena Ongun, “ Dostlarımız ve Dostluk Ödevi”, s.66

C. TASAVVUFTA DOSTLUK

Selim İleri’nin incelediğimiz bu eserlerinde yer alan dostluk temasının ele alınışı, Türk kültür hayatındaki dostluk geleneğinin bir uzantısı olduğu düşünülebilir. Çünkü hiçbir sanatçı kendi yetiştiği ülkenin millî kültüründen uzak kalamaz; eserlerini gelenekten ayrı tutamaz. Prf. Dr. Mehmet Kaplan, yazarın, içinde bulunduğu kültürel yapıdan bilerek ya da bilmeyerek etkileneceğini söyler.177 Birçok kültür öğesinden tasavvufu ele almamızın nedeni, incelememizde görüleceği üzere, tasavufun dostluğa getirdiği farklı ve köklü açılımlardır. Selim İleri’nin hikâyelerinden sadece “Mecnunu Çok Dağar”da tasavvuf dostluğun zemini oluşturur. Diğer hikâyelerde doğrudan bir etki görülmemektedir. Ancak yazarın dostluğa verdiği ehemmiyeti, millî kültürümüz içinde yeri olan tasavvufu göz ardı ederek incelemek doğru olmaz.

Tasavvuf, on birinci yüzyıldan başlayarak dinin algılanışında, toplumsal ve ahlaki kuralların, ticaret hayatının ve hukukun tesis edilmesinde etkili olmuştur. Özellikle Osmanlı’nın kuruluşundan itibaren Bektaşilik ve Mevlevilik’in devlet kademelerinde ve Anadolu’daki sosyal hayatın yapılanmasında yarattığı etki bilinen bir gerçektir. Sosyal hayattaki bu etkilenmenin, canlı bir varlık gibi gelişen, değişen kültür hayatını, dolayısıyla da edebiyatı etkilememiş olması mümkün görünmemektedir. Tasavvufi anlayış hem Halk Edebiyatı’na hem de Klasik Türk Edebiyatına damgasını vurmuştur. Yunus Emre, Mevlana, Hacı Bektaş-ı Veli, Pir Sultan Abdal, Fuzuli, Baki, Şeyh Galip gibi zirve olarak kabul görmüş sanatçıları tasavvuftan ayrı düşünmek mümkün görünmemektedir. Bu şairleri tasavvufa başvurmadan şerh etmek mümkün görünmez.

177 Mehmet Kaplan, Hikâye Tahlilleri, s.8