• Sonuç bulunamadı

Türk kültürünün oluşum evrelerini açıklarken elde edilen ilk bulguların sahiplerini eş deyişle Proto-Türk adını verdiğimiz Ön Türkleri incelememiz gerekir. Türklerin tarih- teki izlerini takip ettiğimizde vardığımız en eski nokta bilinmeyen bir zamandaki Av- rasya’nın kuzeyidir. Burası sık çam ormanlarından oluşan Sibirya topraklarıdır ve avcı- toplayıcılıkla yaşamını sürdüren bu topluluklar bölgede Şamanizm’in temellerini atmış- lardır. Mevsimlerin devamlı sert ve soğuk geçtiği topraklarda insanların otlar ve ağaçlar- dan faydalandıkları, gıda ihtiyacı haricinde bitkilerden kaynatıp boya elde ettikleri bilin- mektedir. MÖ 300 yılından itibaren ise Güney Sibirya ile Altay Dağları’nın güneyinde brakisefal ırk kalıntılarındaki artış; Türklerin atalarının önce yavaş yavaş sonra ise birden kopup gelerek ormandan çıkıp bozkırın efendileri olmalarının başlangıcıdır. Proto-Türk- lerin ormanlardan bozkırlara doğru yaptıkları göçler, onların en büyük devrimleri olmuş; avcı-toplayıcılıktan yetiştiriciliğe, ren geyiğinden at kültürüne geçmişlerdir. Göç ettikleri bölgelerde karşılarına çıkan Hint-Avrupalıları ise ya topraklarından kovmuşlar ya onlara karışmışlar ya da kendi kültürleri içinde eritmişlerdir.14 Bu toplulukların pek çoğunun

Türk olarak kabul görmelerindeki en büyük sebeplerden biri Türk kültür ve sosyal özel- liklerinin bu kültürlerle birçok ortak nokta barındırmasıdır (Roux, 2008: 51-54).

Orta Asya’nın ilk kültür çağları, nadir arkeolojik buluntulara dayanarak MÖ 5000 ve öncesine dayanır. Bu çağda Orta Asya’da buzlar çekilmiş, iklim ılımanlaşmış, bataklık ve göller oluşmuş, geniş ormanlar meydana gelmişti. Sibirya ormanlarında Mezolitik De- vir (MÖ 22000-10000) devam ederken insanlar avcılık ve balıkçılıkla hayatlarını sürdü- rüyordu. Bu dönemde küçük hayvanlar evcilleştirilmeye başlanmış ayrıca insanlar meyve ve bitkilerden faydalanmayı öğrenmişti. Neolitik Çağ (MÖ 8000-5500) kültürü ise Orta Asya’dan Hazar Denizi kıyılarına kadar yayılmıştı. Kronolojik olarak bakıldığında Aşka- bat yakınlarında bulunan İç Asya’nın en eski kültürü olan Anav kültürü (MÖ 4000-1000) içinde ilk kez at görülmesi bakımından dikkat çekicidir. Anav kültürüyle ilgili buluntular

14 Avrupa’ya bu şekilde bir göç dalgasıyla biçim verenlerin içinde Orta Asyalı bir kavim olan

Yüeçileri örnek gösterebiliriz. Toharlar olarak da bilinen Yüeçiler, kökenleri hakkında yürütülen birçok fikirden sonra “[…] bugün Yüeçilerin artık özde bir İndogermen kavmi […]” olduğu görüşü öne çıkmıştır (Keleş, 2016: 47). Yüeçiler MS 350 yılında Avrupa Hunlarına yaptıkları baskılar sonucu onları batıya doğru itmiş ve Kazakistan’a gelen Uar-Hunlarının etkisiyle daha batıya, Kuzey Karadeniz-Volga yönüne göç et- mişlerdir. Hunlar bu bölgeye kendi siyasi gelenekleri ve düzenli ordularıyla gelmiş; böylece Fars kökenli Alan boylarıyla girdikleri mücadeleden galip çıkıp Alanları kendilerine bağımlı kılmışlardır. Sonrasında bu Hun-Alan orduları Ostrogot İmparatorluğu’nun çevredeki arazilerini işgal etmişlerdir. Bu da Kavimler Göçü ile Suriye, Mısır ve Habeşistan’a kadar giden Türk kavimlerinin batıya yani Avrupa’ya giden kısmı olan Hunların MS 312’ye gelindiğinde Avrupa’ya şekil vermeye başladığı dönemdir (Keleş, 2016: 74).

arasında güneşte kurutulmuş tuğla evler, hayvan besiciliğine dair bulgular, seramik par- çaları ve maden eşyalar çok önemlidir. Bu kültürün milliyeti üzerinde tam kesinlik olma- makla birlikte atı kullanmaları ve seramik parçalarında görülen bezemelerin Türkmen do- kumalarındaki motifleri benzemesi dikkat çekicidir (Diyarbekirli, 1972: 4; Yücel, 2000: 16; Koçsoy, 2002: 73).

Türk tarihi bulgularına bakıldığında Geç Neolitik, Kalkolitik ve Tunç Devrinin öneminin Türk kültürü ve sanatı bakımından büyük olduğu görülür. İç Asya Neolitik Devrinde bozkır ekonomisi gelişmiş ve özellikle MÖ 4000-2000 yıllarından itibaren ko- nargöçer çoban toplumları görülmeye başlanmıştır. Bozkır toplumu olan Türklerin, bah- sedilen kültürel değişimlerden fazlasıyla etkilenmiş olması; tayganın, bozkırların istilaları için gerekli buluşları yapmalarına neden olmuştur. Neolitik toplumların buluşları arasında en önemli olanlar ise ok, yay ve seramik kaplardır (Çoruhlu, 2007: 19). Özellikle Neoli- tiğin ikinci yarısından itibaren, Orta ve İç Asya’da bozkır kültürünün temelleri atılmaya başlanmış; bozkır kültür ve sanatını oluşturacak topluluklar Asya’da ilk kez varlık gös- termişlerdir. MÖ 3000’de Altaylılar Orta Asya’nın çeşitli bölgeleriyle, özellikle de Si- birya’yla, sıkı ilişkiler kurmuşlardır. Altay ve Sibirya kültürlerinin etkileşimi ortak bir kültür yaratımına sebep olmuş ve Volga’dan Don’a kadar uzanan bir kültür, sanat birliği yaratmıştır. Altay Türkleri Şaman dinine bağlı kalmış bazısı keçe çadırlar içinde yaşarken bir kısmı ağaç gövdesinden yaptıkları ve ağaç kabuklarıyla örttükleri çadırlarda yaşamış- lardır. Bu topluluklar ren geyiği, yak öküzü, sığır ve deve gibi hayvanları evcilleştirmiş; kartalı kutsal saymış ve mezarlarının üzerine kartal pençesi koymuşlardır. Burada bulu- nan Kurot kurganında ele geçen kartal pençesi bilhassa değerlidir; zira Türk kültür tari- hinde kartal, tıpkı kurt gibi millî bir semboldür ve kartalla ilgili birçok mitsel anlatı bu- lunmaktadır (Yücel, 2000: 22-23; Çoruhlu, 2007: 29-33).

Proto-Türklerin bozkır kültürü denince ilk olarak Afanasyevo Kültürünün faali- yetlerini anlatmak gerekir. Afanasyevo Kültürü, MÖ 3000’lerin sonu ile MÖ 2000’lerin başlarına tarihlenir ve Sibirya’nın Neolitikten (MÖ 8000-MÖ 5500), Kalkolitik Devre (MÖ 5000-MÖ 3000), oradan da Bronz Çağına (MÖ 3000- MÖ 1000) geçişini temsil eder. Afanasyevo Kültürüyle ilgili elimize geçen bulgular çoğunlukla mezarlardır. Bu çevrede bulunan yaklaşık seksen mezarın yapıları ise genel itibariyle birbirine benzemek- tedir. Mezar yapılarının birbirine benzemesi ise kültür birliğine işaret eder. Defin çuku- runda vahşi sığır, koyun, at ve diğer hayvanların kimlikleri bulunmuş; ayrıca içinde sanat nesnesi olarak değerlendirilebilecek süs eşyaları, takı, bıçak, seramik kaplar, çakmak ta- şından ok uçları, kemik iğneler ele geçmiştir. Ahşap ve deri nesneler ise zamanımıza

ulaşamamış veya fazlasıyla tahrip olmuştur. Afanasyevo Kültüründe toplumsal yapı, ba- zen birkaç bazen on ya da daha fazla ailenin yaşamasıyla oluşmuştu. Evlerin bitişiğinde hayvanların yaşadığı etrafı çevrelenmiş alanlar bulunmaktaydı. Kazı sonuçlarından elde edilen verilere göre çanak çömlek ve ilkel eşyalar kullandıkları, yemeklerini pişirdikleri ve demir kullanmayı bildikleri ortaya çıkmıştır. Bu kültürün atı evcilleştirmiş olması, me- tal işlemeyi bilmesi ve tekerlekli araçlar kullanması, Çoruhlu’nun (2007: 31-35) aktardığı üzere, bazı arkeologlar tarafından Hint-Avrupa kültürüne ait olduklarını kanıtlar nitelik- tedir; fakat Afanasyevo Kültürünün bu nitelikleri diğer Proto-Türk toplumlarında da ge- çerlidir. Keleş, atı evcilleştirenin ilk Türkler olduğunu ifade eder. Buna göre Türklerde at, yaşamlarının ayrılmaz bir parçası, adeta aileleri gibi sevip saydıkları ‘kutlu’ bir hay- vandır (Keleş, 2016a: 257). Keleş (2016a: 258) Çin kaynaklarında Türklerin atlarla iliş- kisinin “Türklerin hayatları atlarına bağlıdır” ifadesiyle geçtiğini belirtir. Atın binek hay- vanı olarak evcilleştirilmesi ile başlayan süreci Çınar (1993: 13) şöyle açıklar: “[…] (at) ehlileştirildikten sonra, insanlara hareket serbestisi sağlamış, birbirinden habersiz yaşa- yan insan topluluklarının ilişki kurmasına vesile olmuş, bu suretle de kültür alışverişinin yaygınlaşmasına, medeniyetlerin gelişmesine etki eden bir varlık olarak tarihteki yerini almıştır”.

Orta Asya’da S. V. Kisilev ve S. S. Çernikov’un yaptığı arkeolojik araştırmalar MÖ 2000’de Türklerin durumu hakkında daha kesin sonuçlar vermiştir. Buna göre Türk- ler, Minusinsk bölgesindeki (Bu bölgede yapılan kazılarda brakisefal kafatası buluntuları oldukça fazladır.) Afanasyevo Kültürü (MÖ 2500-1700) ile aynı bölgedeki Andronovo kültürü (MÖ 1700-1200)’nün temsilcilerinden olup etraftaki “dolikosefal mongolid” ve “dolikosefal-Akdeniz” tiplerinden farklı bulunan “brakisefal savaşçı beyaz ırk”tır.15 Afa-

nasyevo Kültürünü MÖ 1500-1200 dolaylarında ise daha gelişmiş bir biçimiyle Andro- novo Kültürü takip eder. Bu kültür, Minusinsk’te, Altaylar’da, Kazakistan’da, Urallarda ve Chkalov gibi uzak bölgelere kadar görülmektedir. Bu topluluklar Paleolitik Çağın (MÖ 2000000-MÖ 10000) ilk zamanlarından beri Altaylar-Sayan Dağlarının güneybatısında yaşamaktadır (Kafesoğlu, 2007: 49).

Andronovo Kültüründe metalürji çok ilerlemiş; bakır, kalay, demir ve altını işle- mişlerdir. Defin kalıntılarından çıkarılan iğne, bıçak, mızrak, balta, ok ucu (bazıları altın kaplı), sonradan ‘Altaylar’ın demircileri’ olarak bilinecek Türkler için oldukça önemlidir

15 Brakisefal ırk tanımının Türkçe karşılığı ‘yuvarlak kafalı Asyalı’ olarak geçmektedir (Keleş,

(Koçsoy, 2002: 73; Çoruhlu, 2007: 38). Andronovo Kültürüne ait toprak ve metal eserler üzerindeki geometrik işlemeler, son derece yüksek bir medeniyet ve sanat anlayışının göstergesidir. Bu kültürde ortaya çıkan yeni ekonomik ve sosyal yapılanma, Batı tarihçi- lerinin ‘erken göçebeler’ olarak adlandırdığı, ilk bozkır kültürü kabilelerin ortaya çıktığı dönemdir (Çoruhlu, 2007: 39). Bahaeddin Ögel’e (1984: 24-27) ve kimi tarihçilere göre ‘Andronovo insanı’ olarak adlandırılan bu kültür, Türk ırkının öncülüdür. Ögel, Altaylar ve Andronovo insanlarının akraba olduğunu ifade etmektedir. Ona göre bu kültür kapsa- mına giren bölgeler, Altaylar ve Tanrı Dağları çevresini kapsamakta ve bu bölgelerin en önemli sanat ürünleri de çeşitli maden eserlerden oluşmaktadır. MÖ 2000-1000 yıllarında Altay bölgesinde ileri düzeyde bir uygarlığın bulunduğu anlaşılmış; bunlar bakır, tunç ve altın işlemiş ve Karadeniz’e kadar görülen bir ‘hayvansal üslup’ üretmişlerdir. MÖ 2000’den sonra Türkler Altay Dağları’ndan çıkarak daha geniş bir coğrafyaya yayılmış- lardır (Yücel, 2000: 21). Konargöçer kültürlerde hayvan üslubu özellikle kutsal düşünce- leri çerçevesinde gelişmiştir. Bu kültürlerde sanat daha çok “[…] ham madde ile işi bir- leştirerek amaca uygun kullanışlı eşyada şekiller ile birlikte ruhî mefhumu dile getirir” anlatımdaki gibidir. Maden, ahşap veya deri gibi işlerin üst düzeyde olduğu Orta Asya’da en önemli ve kalıcı eserler halı sanatına aittir (Rasonyi, 1993: 46).

Arkeolojik kanıtlara göre Proto-Türk kültürleri olarak kabul edilen Afanasyevo ve Andronovo Kültürünün kuvvetli uygarlık belirtilerinden en önemlisi, bahsi geçen kültür- lerin kerpiçten yapılmış yerleşim birimlerinden oluşan, yün veren hayvanların beslenip üretildiği ve toprak imkân verdiği sürece yenecek bitkilerin yetiştirildiği bir yaşam biçi- mine sahip olmalarıdır (Tekçe, 1993: 72). İlk yetiştirilen ürün büyük ihtimalle ana vatanı Çin olan darıydı. Bunun dışında buğday, arpa, burçak, fasulye ve biber türlerini de yetiş- tirebildikleri bilinmektedir. Yapılan kazılar sonucunda Türkistan’ın güneyinde buğday ve arpa tarımının izleri ortaya çıkmıştır (Rasonyi, 1993: 52-53). Orta Asya’da aşağı Volga’dan Doğu Kazakistan’a kadar çok büyük bir alanda bir kültür bütünlüğü yaratan Andronovo Kültürünün Asya’nın birçok bölgesine yayılan en önemli katkılarından biri kışlak olarak kullandıkları yeraltı evleridir. Bu yapılar yalnız bozkırla sınırlı kalmamış zaman içinde Anadolu’dan, Kafkaslara, Tacikistan’dan Çin’e dek uzanmış ve tipik ‘Asya evi’ kimliğinin temeli olmuştur (Akın, 2008: 1175). Burada görülen durum, Ratzel’ın ya- yılımcılık ekolündeki insan kültürünün oluşmasındaki en büyük etken ‘çevredir’ söyle- mine ve insan, yaşamını devam ettirmek için göç ederken yarattığı ‘kültür icatlarını’ da kendisiyle beraber taşır düşüncesiyle benzeşmektedir (Saran, 1993: 192). Öyle ki Proto- Türk kültürlerinde görülen doğaya uyum ve onun imkân tanıdığı biçimde varlığını

sürdürme ile birlikte Orta Asya’da gerçekleştirdikleri kültür yayılımı da bölgenin tarihi yapısını oluşturan etmenlerin başında gelir.

Andronovo Kültüründen sonra MÖ 1300’lerde Karasuk Kültürü ortaya çıkmış o da MÖ 600’lerde yerini Tagar Kültürüne bırakmıştır. Karasuk Kültürünün en önemli özellikleri dört tekerlekli arabaları, keçe çadırları ve koyun yününden elde ettikleri kumaş ve giysileridir (Koçsoy, 2002: 73). Tagar Kültürü ise MÖ 300’den itibaren Taştık kültürü adıyla anılmaya başlanmıştır. Bazı araştırmacılara göre Andronovo hariç diğer kültürler birbiri içinde bütünlük taşımaktadır. Bu bütünlük Kanklı, Kırgız ve Göktürk Kültürlerinin de ortak özelliklerini pekiştiren unsurlardır. Bütün bu kavimlerin, Göktürklerin ve Kank- lıların toteminin kurt olduğu, ayrıca Türk dilini konuşan boyların at, dağ keçisi ve su kuşuna dair ortak kültürel bağlar taşıdıkları bilinmektedir (TÜTAV, 1991: 4).

Türklerin göç hareketinin başlangıcı, yapılan araştırmalarla büyük ölçüde aydın- latılmıştır. Arkeoloji ve antropoloji çalışmalarında varılan neticelere göre, Asya Hunları diye tanınan Türk topluluklarının ana yurtlarından göçleri ve bu göçün yönleri tespit edi- lebilmektedir. Yukarıda bahsettiğimiz Altaylar-Sayan Dağlarının güneybatısında yaşayan brakisefal beyaz ırk, Andronovo insanı, MÖ 1700’lerden itibaren çevresinde egemen güç olmaya başlamış ve sonraki iki asırda Altaylar’ı ve Tanrı Dağlarını kaplamıştı. Diğer yan- dan aynı ırk insanının, eş deyişle Proto-Türklerin, Maveraünnehr’e kadar yayılarak ora- daki Akdeniz insanlarıyla temasını, batıya gidenlerin ise Fin-Ugor kavimleri ile bağlantı kurduğu bilinmektedir. Bu etkileşim sonucu ise MÖ 1500’lerde Ural dili, İndogermen16

dilleri ve Türkçe arasında sözcük alışverişi yaşanmıştır (Kafesoğlu, 2007: 51). İndoger- men dilleri ile etkileşime giren çok sayıda Türkçe sözcük grubu olduğu araştırmalarla ortaya çıkmıştır. Bunlar aile, ev-çiftlik-şehir, tarım-av, giyecek, yiyecek-içecek, sayılar, metal, toprak-su, gök-iklim, tanrı, renk ve taşıma kategorileri altında toplanır ve Türkçe ile çekirdek-İndogermencenin akrabalık izlerinin birer kanıtıdırlar (Keleş, 2009: 32). Böylelikle Keleş’in (2009: 39) belirttiği gibi “[…] daha ilk çağlardan itibaren İndogermen dillerinde yüzlerce Türkçe kelimenin bulunması, Türkler ve İndogermenlerin de Ural- Altay ve Orta Asya bölgesinde aynı çekirdek kökten çıktığı veya en azından asırlarca birlikte ya da yakın yaşamış olduklarını dilbilim ve etnografya bilimi tespit etmektedir”.

16 “Dolikosefal (uzun kafataslı) İndo-Germenlerin (Hint-Avrupalılar veya Hint-Germenler) dilleri

ortak bir ana dilden, yani İndogermenceden gelen Asya ve Avrupa kökenli halklar olarak tanımlanır. Bu ad ilk kez Klaphroth tarafından 1823’de doğuda Hintliler batıda Germenlere atfen kullanılır” (Keleş, 2016: 10).

Buna göre son olarak denebilir ki Proto-Türkler, Türk tarihinin önce Hunlara sonra diğer devletlere dönüşmesinden evvel bir Türk kültürü, medeniyeti oluşturan ve bunu diğer ka- vimlerle iletişime geçerek paylaşan oldukça gelişmiş topluluklardır.