• Sonuç bulunamadı

3.3. Eski Türk Kültürünün Oluşum Evreleri

3.3.1. Hunlar (MÖ 4 yüzyıl-MS 48)

MÖ 1400-1200 tarihleri arasındaki döneme geldiğimizde, bu tarihler Asya Hun- larının atalarının tespiti açısından önemlidir. Bu dönemin (Karasuk Kültürünün) Çin kay- naklarında geçtiği ve Kuei-fang adlı bozkır kabilelerinden Hiung-Nuların ataları olarak bahsedildiği bilinmektedir. İlk olarak Çin kaynaklarında adı geçen bu topluluklar, kimi zaman Hu kimi zaman da Jung olarak kayda geçmiştir. MÖ 1000 yıllarında Çin kaynak- larında geçen Junglar, Hunların atası olarak görülmüştür. Yine Çin tarihinde geçen Ti, Man, Yi gibi kabilelerin de Hunların ve diğer Türk topluluklarının atası olduğu sanılmak- tadır. Çinliler Hiung-nu tabirini ilk kez, MÖ 318 yılında Yi-ch’ü Jungları’yla yaptıkları savaş kayıtlarında kullanmışlardır (Aslanapa, 2007: 1; Çoruhlu, 2007: 48). MÖ 1000 yı- lından itibaren görülmeye başlanan, atlı konargöçer kültürlerin içinde kendine has anla- yış, örf, adet, gelenekleri olan ve en önemlisi Türkçe konuşan ilk topluluk Avrupa’nın Hun, Çin’in Hiung-Nu dedikleri Türklerdir (Diyarbekirli, 1972: 9). Türkler, İç Asya ve Güney Sibirya’dan tarih sahnesine çıkarak o bölgelerin fiziki ve coğrafi şartlarına uyum sağlamış; ardından gerçekleştirdikleri göçlerle gittikleri bölgelerdeki topluluklarla etkile- şime geçmiş ve kendi kültürünü yaratmıştır. Daha eski kaynaklarda geçen Tik ve Cong gibi kavimlerin de Hunlarla ilişkisi olduğu düşünülmektedir (Rasonyi, 1993: 65). Türk kültürü ve sanatının başlangıcı dendiğinde şüphesiz akla gelen; tarihin ilk imparatorlu- ğunu kurmuş, büyük kütlelere hükmetmiş Hunlar olacaktır. Türk tarihinin kaynaklarında Türklerin bilinen ilk kavimlerini ararken Çinlilerin kaynaklarında “Tukyu” adını

verdikleri ve efsanelerinde kurttan türedikleri geçen Türklerle karşılaşılır. Bunların Türk olduğu Orhun Kitabeleriyle de kanıtlanmıştır. Tukyuların köklerine bakıldığında ise ken- dilerinden dört yüzyıl önce hüküm süren Hiung-Nuları görürüz. Hiung-Nu Devleti Çin, Avar ve Suvar Tatarlarının yaptığı saldırılar sonucunda dağılmış; bir kısmı saldıran dev- letlerin buyruğu altına girerken diğer bir kısım göç etmiştir. Batıya gidenlere Avrupa kay- naklarında “Hun” demişlerdir ki bunun Hiung-Nu sözcüğünün başkalaşmış hâli olduğu açıkça bellidir (Gökalp, 1991: 175).

Çin kaynakları Hunların tarihi ile ilgili MÖ 9. yüzyıla dek uzanan atıflarda bu- lunsa da bilinen Hun tarihi MÖ 4. yüzyılın sonlarında başlar. Türk tarihinin en eski devleti Hunlar, MÖ 4. Yüzyıldan, yıkıldıktan sonra da MS. 5. yüzyıla kadar varlığını sürdürmüş, tarihte Türk adını ilk defa kullanan Göktürklerin de atalarıdırlar. Hun birliğini sağlayan Teoman, bu birliği yücelten ise Maotun’dur. Maotun (Mete), MÖ 209’da başa geçtiğinde devleti, bugünkü Moğolistan arazisi ile kuzeyi ve güneyindeki bölgelere dek genişletmiş- tir (Karatay, 2016: 35). Mete MÖ 200’deki Pei-ting kuşatmasından sonra gözünü batıya çevirmiş ve bütün Türk boylarını bir araya getirmek için uğraşmıştır. Mete’nin ölümün- den sonra yönetimi ele alan oğullarının arasında geçen husumetler sonucu dağılan Türk birliği, Hunları sonunda kuzey ve güney olarak ikiye ayırmıştır. Güney Hunları Asya’da kalmışlar, Kuzey Hunları ise zamanla batıya hareket ederek Avrupa Hunlarını yarattılar ve iki önemli devlet kurdular: Akhun (Eftalitler) ve Batı Hunları. Eftalitler, Batı Türkistan ve Afganistan tarafında egemen olmuşlar sonrasında Göktürklere katılmışlardır. Batı Hunları ise MS 3. yüzyıldan itibaren Avrupa’da üstünlük kurmuşlar, bilhassa Attila ön- derliğinde Avrupa’da en güçlü çağlarını yaşamışlardır (TÜTAV, 1991: 6; Karatay, 2016: 36). Hunların Orta Asya’da başlayıp Avrupa’ya dek uzanan varlıkları, uygarlık tarihinde çok önemli bir yer tutmaktadır.

Hun bozkır kültüründe konargöçerin üretimleri taşınabilir mallardan oluşur. Her- kesin eli silah tutar ve hayvancılık birinci derecede önemlidir. Ayrıca atın Hunlar için önemi çok büyüktür, bir yiğit ölünce atının da onunla birlikte gömüldüğü kurganlarda ortaya çıkmıştır (Gülcan, 2003: 31). Keleş’in (2016a: 263) belirttiği gibi “Türk kurganla- rında bulunan at cesetleri ölünün en sevdiği atıdır ve Türklerin ‘yas geleneği’ne uygun tarzda Göktürk kaya resimlerinde de görebildiğimiz ve tüm Orta Asya’da değişmez bir gelenek olduğu üzere ‘kuyrukları kesik veya düğümlü’dür”. Konargöçer sanatları, yaşam tarzının getirdiği hareketli yaşama bağlı olarak gelişmiştir; kendini gösterdiği alanlar içine taşınabilecek eserlerden fazlası giremez. Bu sebeple erken devir Türk sanatı ahşap

ve madeni küçük eşyalar, çadır ve dokuma eserler yoğunluktadır. Fakat genel kanının aksine bu yaşam biçiminin yarattığı kültürleri, yerleşik kültürlerden aşağı görmek ve ev- rensel kültüre yaptığı katkıları azımsamak doğru olmaz (Akın, 2008: 1177). Hunlarda olduğu gibi tüm

“Türkler yaşadıkları tüm bölgelerde kendilerine özgü bir kültür yaratmışlardır. Bu kültüre Bozkır Kültürü denir […] Bu kültürün yaratılmasında coğrafi çevre, insani unsurlar ve toplumlar etkili olmuştur. Değişik coğrafi çevrelerde değişik karakterlere sahip insan top- lulukları değişik kültürler yaratmıştır. İnsanın doğa kuvvetlerine hâkimiyeti eski çağlarda coğrafi etmenlerin insan yaşamı üzerindeki etkenlerinin insan yaşamı üzerindeki etkileri daha büyüktü. Bozkır koşullarının insan yaşamına karakterine, düşünce yapısına, din ve ahlakına, örf ve adetlerine, sanatına yön verdiği ve bunun sonucunda da değişik bir kül- türün oluştuğu görülmüştür” (Gülcan, 2003: 31).

Belirtildiği üzere Hunlar, yaşadıkları coğrafyanın ve doğanın etkisi ile tarıma geç- memiş, hayvancılık ve savaş; eş deyişle yağmacılıkla geçinmişlerdir. Yetiştirdikleri hay- vanlar ise çoğunlukla at, sığır, koyun, keçi ve deve olmuştur (Gülensoy, 2011: 89). Ordu biçiminde örgütlenen Hunlar, Şan-Yu adını verdikleri liderlerinin önderliğinde hayvan- ları için otlak ve su ararlar, keçeden yapılma çadırlarda yaşarlardı. Hunlar, Orhun-Selenga ırmakları ve Ötüken’den başlayarak zamanla tüm Orta ve İç Asya’ya egemenlik altına almış; bu geniş topraklarda ilk defa kültür ve sanat birliği yaratmışlardır (Çoruhlu, 2007: 18). Oluşturdukları bu sistem içinde çok uzun yüzyıllar yaşamışlar ve Çin’e karşı her zaman tehdit oluşturmuşlardı. Çin Seddi bu dönemde17 yapılmaya başlanmış ve Çin hü-

kümdarları tehlikeyi önlemek için Çin prenseslerini gelin olarak vermişlerdir. MÖ 1. yüz- yıla gelindiğinde ise ilk bölünmeyi yaşayan Hunlar MÖ 44 senesinde doğu (Moğolistan) ve batı (Aral ve Balkaş Gölü çevresi) olarak ikiye ayrılmışlar; doğuya gidenler zamanla yok olurken batıya göç edenler (Çiçi Hunları), Attila’nın soyunu oluşturmuşlardır (Timur, 2001: 37-38).

Çiçi, batıda büyük bir imparatorluk kurmuş (MÖ 54) ve bu son müstakil Hun İm- paratorluğu Çiçi’nin ölümüyle (MÖ 36) yıkılmıştır (Nemeth, 1982: 47-48). MÖ 56-36 yılları arasında Çiçi’nin önderliğinde kalan Batı Hunları Çin karşısında zayıf durumda- dırlar. Bu dönemde Çiçi bir yandan Çin ile mücadele ederken Çin ile anlaşma yapan kar- deş Doğu Hunlarının da saldırısıyla daha fazla dayanamamıştır. Çiçi’nin ölümünden sonra Batı Hunlarının durumunu Keleş (2016b: 66-67) şöyle ifade eder:

“MÖ 36’da bir kış günü dondurucu soğukta kalan son 40 çerisiyle kalabalık Çin ordu- suyla yapılan bu savaşta son çerisi kalana kadar mücadelesini veren Çiçi de ölür. Dedesi Mete Türk tarihine Türk devlet ve ordu geleneğini kuran han olarak geçerken, yanında son neferi kalana dek son damla kana kadar yurdu savunmanın Türk siyasi felsefesini kuran han olarak geçer. Artık Hun İmparatorluğu Hun kültürüne sahip son yabgu olan

17 Çin Seddi’nin ilk setinin yapımına MÖ 7. yüzyılda başlanmış ancak ülkenin kuzeyini sınırlarını

kapsayan büyük savunma duvarının inşası MÖ 3. yüzyıldan MS 16. yüzyıla dek sürmüştür. Günümüzde bilinen Çin Seddi ise Ming Hanedanı Döneminde (1368-1644) son halini almıştır (Aksin, 2005: 54).

Çiçi’den sonra tarih sahnesinde bir daha görülmez. Batı Hun İmparatorluğu yıkılır. Doğu Hun İmparatorluğu ise Çin idaresi altına girer, çoğu Çinlileşir. Dağılan Asya Hunlarından kuzeye gidenleri Pencap ve Seyhun Nehri arasındaki bölgede Eftalit (Beyaz Hun) Dev- leti’ni kurarlar. Batıya ilerleyen Hunlar ya kuzeye ya da Avrupa’ya göçe başlar. Aral Gölü ve Ural-Altay arasındaki bölgeye geçip orada Alanlarla birleşerek Azak üzerine yürürler. Burada Rusya’daki İndogermen Got hâkimiyetini yıkar ve itaatsiz İndogermen kavimle- rini Tuna’nın kuzeyine atarlar. Avusturya Macaristan topraklarında Avrupa Hun İmpara- torluğu’nu kurarlar”.

Görüldüğü üzere Hunlar, yaşadıkları yıkımların ardından öylece yok olup gitme- miş dünyanın birçok bölgesine göç ederek bir şekilde varlıklarını sürdürmüşlerdir. Çiçi İmparatorluğu’nun yıkılışından sonraki Hunların durumunu Nemeth (1982: 48) “Çiçi'nin hükmettiği insanların ve kabilelerin, büyük mücadelede tamamiyle mahvolmadıkları ve daha batıya doğru çekilerek sonradan başlayan büyük kavimler göçünün gerçek öncüleri oldukları kanaati hâkimdir” olarak açıklar.

Çiçi Hunları dışında gerçekleşen diğer göçlerin bir kısmı Talas ve Çu bölgesine (Attila’nın soyu), diğer kısmı da Yakın Doğu’da Eftalitler’e (Heftalit) karışarak Akhunlar adıyla Kafkaslardan Hindistan’ın kuzeyine kadar olan sahaya doğru olmuştur (Timur, 2001: 37-38; Aksoy, 2014: 22). Akhun sözcüğü “Bizanslı Prokop(ius) (MS 500-565) ile diğer Bizans, Hint, Arap ve Çin kaynaklarında tenlerinin diğer Hunlardan (Hiungnu/Asya ve Attila/Avrupa Hunlarından) daha açık, beyaz oluşundandır […]” gelmektedir (Keleş, 2016b: 47). Akhunların konuştukları dilin Altay lehçelerine ve oradan da Türkçeye bağ- landığı bilinmektedir (Aslanapa, 2007: 1). Akhunlar, MS 557 yılına dek Türkistan’ın önemli ticaret yollarını ve topraklarındaki yerel kültürleri yönetim altına almış ve Akhun- lar sayesinde Türk kültürü ve boyları Kafkaslardan Hindistan’a dek geniş bir alana yayıl- mıştır. Bu coğrafi yayılma ise ileride yapılacak göçlerin önünü açmıştır (Aksoy, 2014: 22).

Görüldüğü üzere Hunların MÖ 4. yüzyıldaki egemenliğinin başlamasından sonra Türkler, tarih sahnesinden silinmemiş yeni göç hareketleri ve yeni boylarla yeniden hayat bulmuştur. Ortaya çıktıkları bölgeden çok uzaklarda da devlet kurmayı başaran Türklere en büyük örnek, MS 4. yüzyılda Avrupa’da var olan Hunlardır. Bunlar Asya Hunlarının bir devamı olup Attila himayesinde Manş kıyılarına kadar neredeyse tüm Avrupa’da hü- küm sürmüşlerdir. Hüküm sürdükleri bu coğrafya İtil’den (Moskova-Hazar Denizi ara- sında kalan bölge) Atlas Okyanusu’na dek uzanan 4 milyon km²’lik bir alandır (Keleş, 2010: 204). Bozkır toplulukların devlet kurdukları ve yıkılmalarına rağmen başka adlarla yaşamaya devam etmeleri sık rastlanan bir durum değildir; Türkler ise Selçuklulara ge- lene dek yirmiye yakın devlet kurmuşlardır (Diyarbekirli, 2002: 828). Türklerin Orta

Asya’dan Anadolu’ya ve Avrupa’ya süren bu varlığı, Selçuklulardan Osmanlı İmparator- luğu’na oradan da günümüze eş deyişle Türkiye Cumhuriyeti’ne dek devam etmiştir.