• Sonuç bulunamadı

3. ICPD BAĞLAMINDA TÜRKİYE’DE NÜFUS VE

3.1. Türkiye’de Uygulanan Nüfus Politikalarının Genel

3.1.1. Pronatalist Politikalar

1911-1923 yılları arasında yaşadığı büyük savaşlar nedeniyle geniş top- raklar kaybeden ve hem savaşta kaybedilen nüfusun hem de sıtma ve diğer bulaşıcı hastalıkların etkisiyle nüfusu oldukça azalmış olan Türkiye

Cumhuriyeti’nin, kuruluşun hemen ardından diğer alanlarda olduğu gibi nüfus alanında da acilen ulusal bir politika oluşturması gereği ortaya çıkmıştır. İnsan kaynaklarındaki eksilmenin yanı sıra bebek ve çocuk ölümlerinin oldukça yüksek oluşu da bu dönemde nüfusun artırılmasına olan ihtiyacı pekiştirmekteydi (Akın ve Sevencan, 2006: 1-14).

Mustafa Kemal Atatürk’ün daha Cumhuriyet ilan edilmeden önce yaptı- ğı konuşmalarda ülkede uygulanacak nüfus politikasına ilişkin görüşle- rin şekillenmiş olduğu görülmektedir. 1922 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) 3'üncü açılış konuşmasını gerçekleştirirken söyle- diği şu sözler, Cumhuriyetin ilanıyla birlikte uygulanmaya başlayacak pronatalist politikaların ilk işaretlerini vermektedir:

“Ulusal sağlık (politikası) ve sosyal yardım alanlarındaki ama- cımız, genel sağlık koşullarının korunması ve güçlendirilmesi, ölüm oranlarının azaltılması, bulaşıcı hastalıkların ortadan kal- dırılması, nüfusun artırılması ve dolayısıyla dinamik bir neslin yetiştirilmesidir” (Altıok, 1978).

Cumhuriyet'in ilanını izleyen yıllarda pronatalist nüfus politikasının izle- rini taşıyan yasal düzenlemelerin teker teker kabul edilmeye başladığı görülmektedir. Bu politika, kontraseptiflerin ithalini, aile planlamasına ilişkin reklam yapılmasını yasaklayan, düşüğü yasa dışı ilan eden, ge- niş aileleri özendirici teşvik mekanizmalarını devreye sokan özelliklere sahiptir; bu nedenle yapılan yasal düzenlemelerin de bununla uyumlu olduğu görülmektedir.

1926 yılında asgari evlilik yaşını erkekler için 18, kadınlar için 17’ye çe- ken bir düzenleme yapılmış, 1938 yılında yapılan yeni düzenleme ile evlilik yaşı yeniden indirilerek erkekler için 17, kadınlar için 15 olarak belirlenmiştir. 1926 yılında kabul edilen ve İtalyan Ceza Yasası'ndan esinlenerek hazırlanan Türk Ceza Kanunu'nda isteyerek düşük suç ola- rak düzenlenmiştir. Üstelik bu suç için öngörülen cezalar 1936 ve 1953 yıllarında yapılan değişikliklerle daha da artırılmıştır. Ayrıca bu suçu dü- zenleyen madde 1926 tarihli Kanun’da “Kasten Çocuk Düşürmek ve Dü- şürtmek” başlığı altında iken 1936 yılında yapılan düzenleme ile “Irkın Tümlüğü ve Sağlığı Aleyhine Suçlar” başlığı altına alınmak suretiyle ço-

cuk düşürmenin toplumun tümüne karşı işlenmiş bir suç olduğu anlayışı Kanun metnine yansıtılmıştır (Özberk 2006, Akın 2007).

1929 ve 1930 yıllarında kabul edilen Yerel Yönetimler ve Belediyeler Kanunları ile yerel yönetimlere halk sağlığının iyileştirilmesi için önlem- ler alınması, ana çocuk sağlığı konusunda hizmet verecek ve ücretsiz çalışacak hastaneler kurulması ve özellikle yoksullara ücretsiz ilaç dağı- tılması gibi sorumluklar verilmiştir (Akın, 2007).

1929 yılında kabul edilen Şose ve Köprüler Kanunu ile beşten fazla ço- cuğu olan ailelerin yol vergisinden muaf tutulmaları düzenlemesine gi- dildi (Özberk, 2006). 1930 yılında kabul edilen Umumi Hıfzıssıhha Ka- nunu ise pronatalist politikanın en açık izlerini taşır. Bu Kanun ile Sağlık Bakanlığı'na doğumları özendirme sorumluluğu verilmiş; altı ve daha faz- la sayıda çocuk sahibi olan kadınlara madalya ya da para ödülü verilmesi gibi uygulamalar kabul edilmiştir ve yine bu kanunla konrtaseptiflerin ithali ve satışı yasaklanmıştır (Akın 2007, Özberk 2006). Görüldüğü gibi, nüfus politikaları aslında sağlık politikaları aracılığıyla sürdürülmektedir.

Öte yandan 1938 yılında bazı kanunlarda yapılan değişiklikle, çocuklar için vergi muafiyeti, sahip olunan çocuk sayısına göre kaynak aktarımı, çok sayıda çocuğa sahip olan ailelere toprak tahsisatında öncelik ve- rilmesi düzenlemeleri getirilmiştir. 1944 yılında kamu çalışanlarına bir miktar çocuk yardımı ödeneği verilmesine ilişkin düzenlemeye gidilmiş ve 1949 yılında çocuk sayısı ile orantılı şekilde gelir vergisi muafiyeti getirilmiştir. Ayrıca yurtdışından göç edeceklere de çeşitli teşvikler su- nulmuştur (Akın, 2007).

Nüfusu artırmaya yönelen politikalar bu dönemde yalnızca yasal de- ğişiklikler yoluyla düzenlenmemekteydi. Parti programları ve hükümet programlarının yanı sıra, nüfus hakkında yapılan yayınlarda da nüfu- sun artırılması yönünde beyanlar bulunmaktadır (Özberk, 2006). Ayrıca, pronatalist politikalar yalnızca yönetimi elinde tutan siyasi gruplarca de- ğil, dönemin iç ve dış koşulları gerekçe gösterilerek siyaset içinden ve dışından tüm toplum kesimlerince desteklenmekteydi (Akın, 2007). Görüldüğü gibi nüfus politikalarında başvurulmaması gereken teşvik ve ödül uygulamaları o dönemde pek çok kanun ile yasal hale getirilmiş ve

uygulanmıştır. Kadınların üreme kararını sorumlu ve bilgili tercih ilkesi çerçevesinde veremedikleri görülmektedir. Bu dönemde dünyanın geri kalanında da iki savaştan çıkmış ve nüfusun artırılmasını ulusal güvenli- ğin sürdürülmesi için tek çıkar yol olarak kabul eden hükümet politikaları hakimdi ve kadınların çok sayıda çocuk doğurmaya teşvik edilmeleri ve hatta gerekiyorsa buna zorlanmaları bu politikaların başarıya ulaşması için vazgeçilmez bir gereklilikti. Ulusal çıkarlar söz konusu olduğunda kadınların bedenlerini kontrol etme hakkının sekteye uğradığı görülebil- mektedir. Hem Türkiye’de hem de dönemin savaş mağduru diğer ülkele- rinde uygulanan nüfus politikaları, tarihin bu döneminde kadınların üre- me özellikleri nedeniyle resmi nüfus politikasından olumsuz etkilenmeye maruz bırakıldıkları bir süreci gözler önüne sermektedir.

Çok sayıda doğum yapmak, sık aralıklarla ve uygun olmayan yaşlarda oluşan gebelikler ve gebeliği önleyici yöntemlere başvurmaktan kaçın- mak hem anne ölümlerinin hem de bebek ölümlerinin temel nedenlerini oluşturmaktadır. Kadınlar nüfusun artması için daha çok doğum yap- maya teşvik edilmiş, çok sayıda doğum ise anne ve bebek ölümlerinin artmasına yol açmıştır. Ayrıca çok sayıda çocuk doğurmanın kadınların toplumsal hayattaki konumuna etkileri ve bunların uzun vadedeki sonuç- ları düşünülmemiştir. Evlilik yaşının kadınlar için 15’e kadar düşürülme- si, erken yaşta evliliklerin artmasına; bu durum da hem kız çocuklarının ve kadınların eğitim imkanlarından yararlanamamalarına hem de erken yaşta gebelikten kaynaklanan sağlık sorunlarına maruz kalmalarına yol açmıştır. Bu dönemde uygulanan nüfus politikasında toplumsal cinsiyet duyarlılığı yoktur ve bu eksiklik kadınların ihtiyaçlarının göz ardı edilme- sine neden olmuştur. Ancak unutmamak gerekir ki bu dönemde dünya- nın geri kalanında da kadınların üreme haklarının ihlal edilmesine ve bu ihlallerin sosyal ve ekonomik etki ve sonuçlarına ilişkin farkındalık henüz gelişmemiştir. Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki, bu dönemde yalnızca nüfus politikasında değil, hiçbir politika alanında toplumsal cinsiyet eşit- liği gözetilmemektedir.

Pronatalist nüfus politikası etkisini İkinci Dünya Savaşı yıllarında tam olarak gösterememiştir. Ülkenin savaşın dışında kalmasına karşın silah altına alınan erkek sayısının fazla oluşu, doğurganlıkta beklenen artı- şın gerçekleşmesini geciktirmiş; ancak İkinci Dünya Savaşı’nı izleyen

yıllarda erkeklerin terhis olmaya ve bulaşıcı hastalıklarla mücadelenin başarı kazanmaya başlaması ile birlikte nüfus artmaya başlamıştır (Ço- ruh, 1983). Kadınların da sayıldığı ilk nüfus sayımının yapıldığı 1927 yılında 13.648.270 olarak tespit edilen ülke nüfusu pronatalist politika- lara rağmen 1935’te sadece 16.158.018’e yükselebilmişti. Nüfustaki asıl artış 1945-1960 arası dönemde meydana gelmiş, 1960’ta Türkiye Cumhuriyeti’nin nüfusu 27.754.820’ye yükselmiştir (Türkiye İstatistik Kurumu [TÜİK], 2009).

Pronatalist nüfus politikaları, savaştan çıkan ülkelerin yeterli nüfus bü- yüklüğüne ulaştıklarına inanmaya başladıkları, nüfus artışının kalkın- manın önünde bir engel olduğunun iddia edilmeye başladığı; ayrıca bu durumun kadın sağlığı için tehlike oluşturduğu yıllara kadar sürmüştür. Türkiye için bu dönem 1960’lı yıllara denk gelir. Ancak değişim birdenbi- re olmamıştır. Türkiye’de uygulanan nüfus politikasında pronatalist poli- tikalardan antinatalist politikalara doğru yaşanan değişimin iki farklı çıkış noktası olmuştur. Birincisi kadın sağlığı savunucularının anne ölümlerin- den duydukları kaygı; ikincisi ise nüfus artış hızının kalkınmanın önün- de bir engel olduğuna dair dünyada yükselmeye başlayan görüşlerin Türkiye’deki nüfus bilimciler ve kalkınma plancılarına olan etkisidir. İzle- yen bölümde bu gelişmeler üzerinde durulmaktadır.