• Sonuç bulunamadı

1. NÜFUS VE ÜREME SAĞLIĞI POLİTİKALARINA GENEL BAKIŞ

1.3. Üreme Hakları ve Üreme Sağlığı

1.3.1. Üreme Davranışının Şekillenmesi

1.3.1.2. Kadınların Üreme Davranışlarının Şekillenmesi

Doğurganlığın fizyolojik olarak kadın bedenine özgü bir özellik olması ve dünyanın hemen her yerinde süregelen toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bir sonucu olarak üremeye ilişkin yüklerin büyük bir bölümünün kadınlar tarafından üstleniliyor olması nedeniyle, doğurganlık tercihleri üzerinde

söz söylerken kadınların karar vermelerinde etkili olan faktörler üzerin- de ayrıca durmak gerekmektedir. Bu faktörler, yalnızca kadın bedeninin üreme sürecindeki rolüne ilişkin faktörler olmayıp; sosyal, ekonomik, dini, siyasi pek çok boyutu bir arada barındırmaktadır.

Gebelik ve annelik, kadın vücudunun yeni bir form kazanması; yaşa- mının farklı bir biçimde yeniden şekillenmesi anlamına gelmektedir. Gebe kaldığı andan başlayarak doğum anına kadar kadın vücudunda fizyolojik ve psikolojik pek çok değişiklik olmakta; beslenme alışkanlık- larından, fiziksel aktivitelere, işgücü piyasasında yer alma biçiminden, kariyer planlamasına kadar pek çok konuda gebe kadının gebelik öncesi hayatta yaşadığı deneyimlerden farklı deneyimler yaşamasına neden olmaktadır. Bu nedenle üreme kararı alma aşamasında kadının özgür karar verme hakkı son derece önemli olmaktadır.

Ancak, kadınlar ve erkekler arasında biyolojik özelliklerden kaynaklan- mayan farklılıklar oluşmasına neden olan ve bu farklılıklar nedeniyle hemen hemen tüm toplumlarda kadınların ikincil konumda, erkeklere bağımlı şekilde tanımlanmalarına neden olan toplumsal cinsiyet eşitsiz- likleri kadınların üreme kararını özgürce vermelerini engellemektedir. Kadının kararı, eşinin/partnerinin yanı sıra, aile, büyük aile, sosyal çev- re, toplum, devlet tarafından uygulanan resmi nüfus politikası çerçeve- sinde belirlenmektedir.

Hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde çocuk bakımı konu- sunda ihtiyaç duyulan hizmetler ile gerçekte var olan hizmetler arasın- daki uçurum, kadınların iş yaşamı ve üreme yaşamı, çocukların yaşamı üzerine olumsuz etkiler bırakmakta; yoksulluğun ve toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin sürmesine neden olmaktadır (Sen and Snow, 1994). Dolayısıyla üremeye ve doğum kontrolüne ilişkin politikalar geliştirilirken yalnızca gebeliğin önlenmesi ve sonlandırılması konularının değil, bunun yanı sıra kadınların çocuk doğurmak ve çocuk yetiştirmek konusunda kar- şılaştıkları kısıtlamaların; teknolojik kısıtların yanı sıra sosyal kısıtlamala- rın da göz önüne alınması yerinde olacaktır (Sen and Snow, 1994). Kadınların işgücü piyasasında yer almaları ile birlikte, erkeklerin aile sorumluluklarını paylaşmaları sağlanmadan; kadınların ve erkeklerin ebeveynlik sorumlulukları ile iş sorumlulukları arasında yaşanan çatış-

maların çözümü için önlemler alınmadan kadınların kararlarını özgür olarak alabileceklerini söylemek mümkün olmayacaktır (Sen and Snow, 1994).

Kadın hakları savunucularının çoğunluğu, nüfus kontrolü ve aile plan- laması politikalarına ayrılan kaynakların harcanma şeklini eleştirmekte ve uygulanan politikaların demografik gerekçelerle haklı gösterilmesini reddetmektedirler. Demografik hedeflerle doğum hızının kontrol edilme- si, uygulamada çoğu zaman kadınların doğurganlıklarının kontrol altı- na alınması ile sonuçlanmaktadır. Kadınlar, bedenlerinin ve duygusal davranışlarının pronatalist ya da antinatalist demografik amaçlara alet edilmesini istememektedirler (Jiggins, 1994).

Öte yandan kontraseptif teknolojileri genellikle doğumları önlemek şek- linde ifade edilen amaca uygun olarak nüfus kontrolü politikalarına hiz- met etmek üzere geliştirilmekte, bu süreçte dikkate alınan husus çoğu zaman kontraseptiflerin etkililiği olmakta, kadınların sağlığı ya da kulla- nılacak yöntemde erkeklerin işbirliğinin ne ölçüde ve nasıl sağlanacağı konuları ikinci planda kalmaktadır.

Kadınlar kontraseptiflerin fizyolojik etkilerine katlanmaya itilmekte; ancak bunu çoğu zaman karmaşık duygusal davranış şekilleri ile dışa vurmak- tadırlar. Modern kontraseptiflerin kadın sağlığına olumlu etkisi olduğu bilimsel bir gerçektir ve kadınlar da modern kontraseptifler yoluyla ge- belikten ve dolayısıyla gebelik ya da doğuma ilişkin nedenlerle meydana gelen hastalık ve ölümlerden kurtulacaklarına inanmaktadırlar. Ancak şu da bir gerçektir ki, kadınların büyük bir çoğunluğu modern kontraseptif- ler nedeniyle hayatlarının bir döneminde bile olsa olumsuz yan etkilerle mücadele etmek zorunda kalmaktadırlar (Jiggins, 1994).

Belirtilmesi gereken bir diğer nokta kontraseptiflerin güvenilirliğinin yal- nızca bilimsel alanda tanımlanıp inceleniyor oluşudur (Jiggins, 1994). Oysaki her kadının kullanmakta olduğu kontraseptife ilişkin gözlem ve deneyimleri ile belli toplumlara özgü durumların da dikkate alınması ge- rekmektedir. Belli bölgelerde yaşayan kadınlarda ortaya çıkan yan et- kilerin tüm dünyaya genellenebilir olup olmadığı ya da belli bir insan topluluğunda yaşayan kadınlar için özel yan etkiler tanımlanıp tanım- lanamayacağının ortaya koyulması ve kadınların kararlarını tüm bu bil- gilere sahip olarak vermelerinin sağlanması kadınların üreme haklarını

kullanabilmeleri için gereklidir. Kadın sağlığı savunucuları da bu konu- ları dile getirmekte; kullanıcıların hangi yan etkilerin kabul edilebilir olup hangilerinin olmadığına karar verme özgürlüklerinin olması gerektiğini savunmaktadırlar.

“Kısacası, kadın sağlığı savunucuları, kontraseptiflerin güvenilirli- ğinin; kadınların bireysel ve içinde yaşadıkları topluma ilişkin ko- şulları; aile planlaması dahil temel sağlık hizmetlerinin mevcudi- yeti; sağlık bakımının kalitesi; kadınların temel sağlık hizmetlerine erişimleri; mevcut durumda kullanılmakta olan kontraseptifler ara- sı geçişler ve kontraseptifin başarısız olması ya da kullanıcıdan kaynaklanan nedenlerle istenmeyen bir gebelik gerçekleştiğinde güvenli (isteyerek) düşük hizmetlerinin varlığı gibi kadına özel kaygı noktalarının ışığında değerlendirilmesi gereken bir durum olduğuna vurgu yapmaktadırlar” (Jiggins, 1994).