• Sonuç bulunamadı

124 4.3.5. Piyale Paşa Külliyesi’nin Osmanlı Mimarlığındaki Yeri

Piyale Paşa Külliyesi, 16. yy. Osmanlı iskân politikası ve şehirciliği açısından çok özel bir durum arz eder ve belki de bu özelliği ile Osmanlı tarihinin ilk uydu şehir (toplu konut) projesidir. Hükümdarın, sur içindeki yoğunluğu hafifletmek ve sur dışında yeni yerleşim bölgeleri yaratmaya yönelik emri doğrultusunda, bani o tarihte henüz meskûn olmayan bir bölge seçmiştir. Külliyenin programında yer alan sıbyan mektebi, medrese, çarşı, çifte hamam ve fırınların varlığı burada bir mahalle oluşumunun öngörüldüğünü kanıtlar. Mahallenin kentle bağlantısını kurmak amacıyla, Haliç’ten külliyeye kadar kanal kazdırılması benzerine pek rastlanmayan önemli bir altyapı girişimidir. Piyale Paşa Külliyesi için Kasımpaşa’yı seçmesi, kuşkusuz söz konusu semtin Osmanlı denizciliğinin merkezi olmasıyla ve kaptan-ı derya olarak kendisinin buradaki tersaneyle kurmuş olduğu yakın ilişkiyle açıklanabilir (Tanman-Bostan, 2011: 130).

Yapıların yerleşim düzeni, Fatih Külliyesi ve kısmen Süleymaniye Külliyesi gibi sınırlı sayıda istisna dışında, klasik dönem Osmanlı külliyelerinde olduğu gibi asimetriktir. Bu dağılımda, bölümler arası ilişkilerin biçimlendirdiği işlev şemasının yanı sıra arazi verileri ve arsanın sınırları etkin olmuştur. Piyale Paşa Külliyesi, aynı avlu etrafında yer alan cami, medrese ve tekke bölümleriyle, Anadolu Türk mimarîsinin erken dönemlerinden itibaren gelişmesi izlenebilen ortak avlulu cami- medreselerin ve cami-tekkelerin geleneğine bağlanır. Beşiktaş Sinan Paşa, Kadırga Sokollu Mehmed Paşa, Topkapı Kara Ahmed Paşa, Eyüp Zal Mahmud Paşa aynı dönemde İstanbul’daki diğer cami-medrese uygulamalarıdır. Yine bu dönemden, açık avlulu ve revaklı medrese tasarımını tekrarlayan tekkelere örnek olarak da Üsküdar Atik Valide ve Kadırga Sokollu Mehmed Paşa külliyelerinin tekkelerinden de bahsedilebilir.

Cami, yukarda ayrıntılı şekilde ele alınan ve mimarlık tarihimizde birçok ilginç tartışmaya neden olan atipik tasarımıyla Sinan dönemi İstanbul camileri arasında “nevi şahsına mahsus” bir örnektir. İstanbul’un yanı sıra, Osmanlı mimarînin “vatan-ı aslisi” olan Anadolu ve Rumeli’de de aynı dönemde bu çok birimli şema terk edilmiş bulunuyordu. Plan açısından buna benzeyen ancak taşıyıcı sistem ve üstyapı açısından çok daha hantal olan “taşralı” örnekler ancak Girit,

125

Trablusgarp, Tunus, Yemen gibi Osmanlı payitahtına ve orada şekillenen başkent üslubuna uzak bölgelerde görülebilmekteydi.

Öte yandan, cami harimini yanlardan kuşatan iki katlı galerilerin, avluyla beraber mesire olarak kullanılması, ayrıca “ehl-i hirefin” mensup olduğu loncaların burada, kadim Ahî geleneklerinin uzantısı olan törenler düzenleyerek çırakları “sahib-i post” etmeleri (ustalığa yükseltmeleri), dinî mimarîmizde benzeri olmayan ilginç bir kullanıma işaret etmektedir.

Piyale Paşa Türbesi, cami kadar olmasa da külliyede dikkat çeken diğer bir öğedir. Osmanlı türbe mimarîsinde dış revaklı (galerili) tasarım şeması, I. Süleyman (Kanunî) Türbesi dışında yalnızca bu yapıda uygulanmıştır. Ne var ki buradaki galeri, boyut ve ayrıntı olarak, Kanunî Türbesi’nin kemerli ve bezemeli galerisinden çok daha sadedir.

Helâlarla beraber tasarlanmış olan çamaşırhane, her ne kadar ilk inşa döneminden kalma değilse de külliyenin diğer bir ilginç öğesidir. Hiçbir Osmanlı külliyesinde benzeri rastlanmayan bu yapıda, hamamlara özgü, sıcak ve soğuk suyun aktığı iki muslukla donatılmış ayna taşları ve çamaşır yıkanacak suyun istenilen ısıda biriktiği yalaklar dikkat çekici ayrıntılardır (Tanman-Bostan, 2011: 130-131).

Ernst Egli’nin Sinan’ın tarzıyla bağdaştıramadığı Piyâle Paşa Camisinin, Usta’ya yakışan bir başarı ürünü olduğu düşünülebilir. Çok üniteli, çok kubbeli bir camii çeşidi olan ulucami tipine, özellikle de Bursa Ulucamii’ne verilmiş harika bir cevap olarak da görülebilir. Planimetrik ve konstrüktif yetkinliğine rağmen, Bursa Ulu Camii dahi gerek strüktürel gelişimi gerekse de bundan doğan mekânsal düzeni açısından katı bir hava taşır. Oysa Piyale Paşa strüktürel öğelerin dışarıya yansıtılmalarıyla, bu arada pandantiflerin dışarıdan fark edilebilmeleri ve okunabilmeleriyle bu alanda adeta bir devrim yaratmıştır. Ayrıca, Sinan’a lâyık anlamda kütlenin üç yandan revaklarla kuşatılması da son derece ilginçtir. İçerde de mahfil galerileri bu tip camiler için alışılmadık bir mekân genişlemesi sağlamaktadırlar. Yine İstanbul’da bulunan ve 1500 dolaylarında inşa edilmiş olan, basit plan şeması yönünden aynı niteliklere sahip Zincirlikuyu Camii ile yapılacak bir karşılaştırma, Piyale Paşa’daki üstün hamleyi derhal açığa vurur. Bu arada girişin

126

de tam eksenden yapılmayıp simetrik iki yan kapıya bırakılması, bu gibi bir planimetrik şema ile hacimsel düzene sahip örnekte alışılmışın dışına çıkarak bir yandan mihrabı kendi eksensel kompozisyonu içerisinde rahat bırakmakta öte yandan da camiye girenler için dolaylı ve kademeli bir mekân algılama süreci yaratmaktadır. Böylelikle çıkış olayını da daha az rahatsız edici hale getirmektedir (Sönmez, 1988: 203).

4.3.6. Piyale Paşa Camii Mimarî Bezemesi

Caminin iç mekânında alt ve üst sıra pencereler etrafında, mihrapta, minber külâhında, üst katta hünkâr mahfiline ait ahşap kafes üzerinde, üst kat duvarlarında bezeme görülmektedir (Foto 62-63). Pencere kenarlarında Klasik Dönem kalem işlerini andıran bu süslemelerden önce ise muhtemelen 18-19. yy. restorasyonlarından kalma, Barok ağırlıklı süslemelerin bulunduğu eski fotoğraflardan tespit edilmiştir.