• Sonuç bulunamadı

2.4. Çin’in Uluslararası İlişkilere İlişkin Alternatifleri

2.4.2. Pekin Konsensüsü

1978 yılından sonra Çin ekonomisinde bir büyük kalkınma söz konusudur, bu durum 1980’li yıllarda dünya üzerindeki kalkınma fikriyle uyumludur. Bununla ilgili olarak Çin’in yükselişini dizayn eden lider Deng XiaoPing 1984 yılında barış ve kalkınmanın dünyanın ana eğilimi olduğunu söylemiştir (Zeng, 2009: 1).

1980’li yıllarda borç krizine batmış ülkelerin toparlanabilmesi için ABD özellikle Doğu Avrupa, Afrika ve Latin Amerika gibi az gelişmiş ülkelere yönelik Washington Konsensüsü diye adlandırılan bir takım siyasal ve ekonomik reform politikalarını piyasaya koymuştur (Williamson, 2004:1). Bu kavram ilk defa John Williamson tarafından dile getirilmiştir. Bu kavramın ortaya çıkmasına; ilk olarak II. Dünya Savaşı’ndan sonra hükümetlerin pazara daha çok müdahale etmesi, soğuk savaş esnasındaki doğu bloğundaki ekonomilerin planlama yolundan gitmesi, sermaye akışının devlet kontrolünde olması ve dünya ekonomisinin yavaş büyümesi devletlerin başarısızlığına neden olmuştur (Parasız, 2003: 78). Dolayısıyla mevcut

düzenin koruyucusu olan ABD hem düzeni korumak amaçlı hem de bu devletlerin toparlanabilmesi için on maddelik7 Washington Konsensüsü’nü piyasaya sunmuştur.

Washington Konsensüsü devletlerin rolünün yeniden değerlendirilmesi gerektiği ile devletlerin serbest ve rekabetçi piyasa oluşturması için gerek ekonomik reform gerek kamu reformu açısından bir tedavi sunmuştur. Fakat bu tedavi her ülkenin derdine derman olmamıştır. Bunun nedenleri ise ilk olarak 1990’lı yıllarda özellikle komünizm piyasasından direkt serbest ekonomiye geçen ülkelerde bir şok yaşanmıştır (George, 2013: 20-22). Bu sebeple Arjantin ve Endonezya gibi ülkelerde umulan gelişmelerin aksine daha derin sıkıntılara yol açmıştır. İkinci olarak üçüncü dünya ülkeleri özellikle Afrika ülkelerinin istikrarsız ve kırılgan bir yapıya sahip olması Washington Konsensüsü’nün uygulamasında başarısızlığa neden olmuştur (Saad-Filho, 2010: 3-6). Üçüncü olarak Latin Amerika ve Asya bölgesindeki siyasi istikrarsızlıklar nedeniyle yabancı sermaye çekmede zorlanmıştır (Williamson, 2006: 1-3).

Neo-liberal ekonomi politikaları esasen SSCB ve Latin Amerika ülkeleri için kaybedilen bir dönem olmuştur. Bu döneme baktığımızda siyasal olarak uzun süre istikrarlı olan, ekonomi açıdan hızlı yükselen, halkın yaşam kalitesi gittikçe iyileşen Çin göze çarpmaktadır (Chow, 2004: 150). Bu anlayışla Pekin Konsensüsü referans model olarak öne çıkmıştır. Pekin Konsensüsü söylemi ilk kez Joshua Cooper Ramo tarafından dile getirilmiştir (Ramo, 2004). Ramo’ya göre Pekin Konsensüsü bir kalkınma modeli olarak Washington Konsensüsü’nden çok farklı kriterleri vardır. Ramo’ya göre Pekin Konsensüsü birçok boyut içermektedir. İlk olarak sabit kurallara bağlı kalmadan yaratıcı ve deneyim düşüncesine sahiptir. Örneğin Çin 1978 yılında özel piyasayı denemek için köyde ve kıyı bölgelerinde özel ekonomik bölge tesis

7 Bu maddeler: Bütçe açıklarını kapatma amaçlı finansal disiplin, ekonomik kapasiteye göre kamu

harcamalarının yeniden düzenlenmesi, vergi reformu. Daha düşük vergi olacak ama vergi dairesi genişletilecek, faiz oranlarının liberalizasyonu, Döviz kurularının daha rekabetçi haline gelmesi, Ticaret alanındaki kısıtlamaların kaldırılması, yabancı yatırım teşviki, yabancı şirketlere aynı fırsatın sağlanması, KİT’lerin özelleştirilmesi, piyasaya engel kuralların kalkması, rekabeti sınırlayan engellerin kalkması, özel mülkiyetin korunmasıdır. (Williamson, 2004: 3-11).

etmiştir (Sezen, 2011:104). İkinci olarak kalkınmakla birlikte ulusal egemenliğini ve devlet çıkarını korumak söz konusudur. Bu konu Çin için pazarlık konusu değildir ve çok ciddi davranmaktadır. Örneğin Tayvan konusunda karşısında süper güç olan ABD olsa da hiçbir zaman egemenlik konusunu pazarlık etmemiştir. Günümüzde ABD ekonomisine bağımlılığı olsa da bu anlayış değişmemiştir. Üçüncü olarak, kademeli bir şekilde reform yapmaktır. Bu anlayışta Çin öncelikle kıyı bölgesinde serbest piyasayı ve yabancı yatırımı denemiştir. Oradan elde ettiği tecrübeyi referans alarak kendine özel “Çin özelliğini taşıyan sosyalist pazar ekonomisi” kavramını ortaya koymuştur. Bunun önemi ise halk arasındaki ideolojik engeli yok etmekle birlikte devlet kontrolündeki sosyalizm serbest piyasasını oluşturmaktır (Kennedy, 2010: 461-469). Zira Washington Konsensüsü’nü özümsemiş bölgeler serbest piyasaya geçmede başarısız olmuştur. Devlet kontrolünden tamamen piyasaya bırakılan ekonomiden dolayı devlet bu konudaki konumunu belirtememiştir. Hem de Çin 1950 ve 1960’lı yıllarda büyük sıçrama ve benzeri sorunları yaşamıştır (İnançlı ve Kamacı, 2010: 136-137). İşte Çin bunları göz önünde bulundurarak kendi içsel ve dışsal durumu da dikkate alarak yeni bir yol sergilemiştir. Dördüncü olarak asimetrik güç uygulamasıdır. Örneğin Çin 400 milyar ABD doları döviz rezervi biriktirmesi ABD’nin Çin’e davranışını etkilemektedir. Son olarak barışçıl yükseliş söylemidir. Çin giderek dünyanın dikkatini çekmekle birlikte kendisiyle ilgili olumsuz endişelerin arttığının farkındadır. Bu nedenle Çin, liderleri başta olmak üzere kamu diplomasi uygulamasında Çin’in barışçıl bir ülke olduğunu anlatmaya ve dünya üzerinde barışçıl bir ülke imajı bırakmaya çalışmaktadır (Lee, 2009: 11). Örneğin Çin lideri Deng Xiaoping, Çin süper güç değildir, hem de olmayacaktır diyerek, Çin’in herhangi bir ülkeye tehdit olmayacağını ifade etmiştir (Guangming Gazetesi, 28 Eylül 2009). Çin Devlet Başkanı Jiang Zemin Eylül 2000’de gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler Bin yıl Zirvesinde Çin Başkanı “yeni düzen yeni asır” başlıklı konuşmasında daha adaletli çok kutuplu uluslararası sistemi savunmuştur. Beş daimî üye arasında karşılıklı saygı, eşit davranma, uzlaşmada çabalama ve ortak zemin arama gibi ilkelerden bahsetmiştir (Wang, 2008: 262-263). Ayrıca Çin’in barışçıl bir devlet olduğunu ifade etmek için 1985 yılında Deng Xiaoping silahsızlanmayı ilan ederek, ordudan 1 milyon asker kuvvetini azaltmıştır. 1997 yılında Jiang Zemin 500 bin ordu kuvvetini azaltmaya karar vermiştir, daha sonra 2005 yılında Hu Jintao 200

bin ordu kuvvetini azaltmıştır. Son olarak 2015 yılında Xi Jinping 300 bin ordu kuvvetini azaltmıştır. Böylece Çin ordusu yeni kurulduğundaki 6.27 milyondan 2 milyona inmiştir (Jiang, 2015).

Bu avantajları yanı sıra Pekin Konsensüsü’nün birtakım problemleri de vardır. Çin’in kısa süre içerisinde büyük ekonomi haline gelmesi devletin gücünü arttırma açısından olumludur ancak aynı zamanda bir takım ciddi sorunları ortaya çıkarmıştır. Örneğin gelir dağılımındaki dengesizlik, kıyı bölgeleri ve iç bölgeler arasındaki gelişme dengesizliği, ekonomi odaklı düşünceden kaynaklı çevre kirliliği ve kırsal kesimlerdeki işsizlik oranının artması Pekin Konsensüsü’nün olumsuz etkilerindendir. Bu nedenle Pekin Konsensüsü geniş anlamda yaygın bir şeklinde tercih edilecek bir kalkınma modeli mi? yoksa dar anlamda sadece Çin’e ait bir yol mu? Bu sorunun cevabı tam olarak belli değildir. Zira her devletin farklı yapıları bulunmaktadır. Bu nedenle kalkınma açısından tek iyi bir model ya da herkese uyan bir alternatif sunmak oldukça zor olmuştur. Washington Konsensüsü’ne tekrar gelecek olursak kalkınma konusunda tek bir alternatif olarak kendisini göstermesi; uygulanacak ülkelerin hükümet, istikrar ve önceki ideolojileri ile kapasiteleri gibi iç unsurları dikkate almaması başarısız bir politika olmasına yol açmıştır. Nitekim Washington Konsensüsü’nün başarısızlığı, Pekin Konsensüsü’nün önemli bir alternatif olmasına yol açmıştır. Pekin Konsensüsü Çin’e özgü bir kalkınma planıdır. Nitekim söz konusu model Çin’in iç yapısından etkilenmiş ve bu yönde politikalar uygulanarak başarılı olunmuştur.

Çin, son yıllarda Harmonik dünya, barış içinde bir arada yaşama ve Çin dilini ve kültürünü tanıtmak için Konfüçyüs Enstitüleri'nin kurulması gibi politikalar da dahil olmak üzere kamu diplomasisi çabalarını arttırmıştır. Ayrıca Çin dostu bir kamuoyu ortamı yaratmak amacıyla bir medya stratejisi başlatmıştır. Yumuşak güç yaratma çabaları, Pekin Konsensüsü’nün yayılmasına katkıda bulunmaktadır. Bu durum Pekin Konsensüsü’nün, Çin’in küresel güç olarak yükselişine dair korkuları hafifletmeyi amaçlayan barışçıl yükseliş teorisi üzerinden geliştiğini göstermektedir.

Devlete ait büyük şirketler ve devasa sermaye rezervleri nedeniyle Çin’in ABD’yi dengelemek ve siyasi nüfuz elde etmek için en güçlü enstrümanı ekonomik

diplomasidir. Bu anlayışta Pekin Konsensüsü Çin’in asimetrik güç ilişkileri kurmasına yardım ederken, diğer devletlerin Çin’e karşı tavrını değiştirmektedir. Özellikle Afrika’da Çin pek çok devlete kalkınma yardımı, kredi ve alt yapı yatırımları karşılığında doğal kaynaklara erişimini kolaylaştırmıştır. Benzer şekilde kriz içindeki Avrupa ekonomilere milyarca dolar tahvil teklif ederek, yabancı ülkelerde varlığını arttırmaya çalışmaktadır.

Son olarak Pekin Konsensüsü’nün uluslararası sisteme belirgin etkileri bulunmaktadır. Birincisi, hükümetler Washington Konsensüsü’nü terk etemekte ve şirketlerin desteleme, mülkiyeti ve yönetimi konusunda giderek daha önemli bir rol oynamaya çalışmaktadır. İkincisi, Çin sistemin kurallarını değiştirmede giderek daha başarılı olmaktadır. Sübvansiyonları, ihracat vergi iadeleri ve döviz kuru değerinin düşük olması nedeniyle Çin, uluslararası ticaret kurallarını bozmuştur. Ancak bekleyen taleplere rağmen DTÖ Çin’e uymaya zorlamamıştır. Bu durum diğer devletlerin Çin’i takip etmesine yol açabilir. Üçüncüsü, Çin hükümetinin ekonomideki artan rolü, Çin'in ekonomik gücünü siyasi kazanç için kullanacağı yönündeki korkuları artırmıştır. Bu anlayış diğer ülkelerde pazar kaybı ve işsizlik ile ilişkilendirilmektedir. Bu durum ekonomiye devlet müdahalesinin geri dönüşü ve korumacı önlemlerin artması, piyasa kapitalist sistemini ve serbest ticaret rejimini korumak için yürürlükte olan kurallar ve değerler üzerinde baskı oluşmaktadır (Frinking, 2011: 6).

Benzer Belgeler