• Sonuç bulunamadı

3.1. Çin Dış Politikasını Anlamak

3.1.5. Çin-Afrika İlişkileri

Çin’in Afrika ile ilişkisi Ortadoğu Bölgesi’yle ilişkilerine benzer şekilde dört unsurdan oluşmaktadır: enerji, ticaret, yatırım ve alt yapı.

Bir önceki bölümde değindiğimiz gibi Çin, enerji ihtiyacının büyük bir kısmını kömürle desteklese de petrol tüketiminde dünyada ikinci sıradadır. Bununla birlikte Uluslararası Enerji Ajansı'nın Dünya Enerji Görünümü 2014 adlı raporda 2030'ların başında Çin'in dünyanın en büyük petrol tüketicisi haline geleceğini öngörmektedir. Nitekim Çin bu ihtiyacını karşılayabilmek için tek bir bölgeye aşırı bağlanmamak istemektedir. Bu açıdan Afrika’nın Çin için önemi ortaya çıkmaktadır (IEA, 2014). Orta Doğu’dan sonra Çin’in en büyük ikinci ham petrol kaynağı Afrika’dır. Angola, 2016 yılında Çin'in en büyük üçüncü petrol tedarikçisi olurken diğer Afrika petrol tedarikçileri Kongo Cumhuriyeti ve Güney Sudan’ı içermektedir (Bloomberg, 23 Ocak 2017).

Tablo-8: Çin’in Petrol İthal Ettiği Ülkeler (2016)

Ülkeler İthalat Rakamları

Rusya 16.9 Milyar $

Suudi Arabistan 15.6 Milyar $

Angola 13.9 Milyar $

Umman 11.1 Milyar $

İran 9.36 Milyar $

Brezilya 6.04 Milyar $

Kuveyt 4.83 Milyar $

Venezüella 4.59 Milyar $

B.A.E. 3.86 Milyar $

Kaynak: 中国国家统计局 2016 (Çin Ulusal İstatistik Bürosu 2016)

Çin ekonomisinin gelişimiyle birlikte Afrika kıtası arasındaki ekonomik bağlar derinleşmiştir. 2009 yılına gelindiğinde Çin, Afrika'nın en büyük ticaret ortağı olmuştur (Ünlü, 2010). 2017 yılı sonu itibariyle Çin-Afrika ticareti 170 milyar $ olmuştur. Çin'in Afrika'ya ihracatı bir önceki yıla göre % 2.7 artışla 94,74 milyar $’a ulaşırken, ithalatı % 32,8 artışla 75,26 milyar $ olmuştur (MOFCOM, 2018). Nitekim Çin Afrika ile ekonomik ilişkilerinde çok yönlü bir yaklaşım benimsemektedir. Öncelikle Çin, Afrika'da önemli bir doğrudan yabancı yatırım kaynağıdır; Angola gibi kaynak bakımından zengin uluslara kalkınma kredileri sunmakta; tarım yatırımları yapmakta; Etiyopya, Nijerya ve Zambiya da dâhil olmak üzere çeşitli ülkelerde özel ticaret ve ekonomik işbirliği bölgeleri geliştirmektedir (Albert, 2017).

Çin’in Afrika ile siyasi ilişkilerine bakıldığında ise 1950-1960’lı yıllarda temel öncelik Tek Çin politikası kapsamında Çin Halk Cumhuriyeti’nin Afrika ülkeleri tarafından tanınması ve desteklenmesi olmuştur (Large, 2008: 50). Aynı dönemde Barış İçinde Bir Arada Yaşama ilkeleri üzerinden Çin, Afrika ülkeleri ile yakınlaşmıştır. 1978 sonrası dönemde ise ekonomik unsurlar daha etkin olmuştur. Ancak 1989 Tiananmen sorunu sonrası uluslararası alanda yalnızlaşan Çin, yalnızlığını ekonomik yardımları da kullanarak Afrika ülkeleriyle gidermeye çalışmıştır (Alden and Alves, 2008: 53-55). 2000’li yıllara gelindiğinde ise Çin’in Afrika yaklaşımını iç işlerine karışmama ve çok kutupluluk söylemi oluşturmaktadır. Özellikle Çin tarihsel olarak sömürgeci Batı devletlerine karşı bir alternatifi temsil etmektedir. Bununla birlikte 2008 sonrasında Çin ekonomik yükselişine devam etmesi ve Afrika’ya yatırımlarını arttırması bu devletlere karşı kendisini cazip kılmaktadır (Tull, 2006: 459).

3.2. Türkiye-Çin İlişkileri

3.2.1. Siyasi İlişkiler

Türk-Çin ilişkileri M.Ö. 220 yılına kadar uzanmaktadır. Sınırdaş iki topluluk arasında yüzyıllar boyunca siyasi ve ekonomik ilişkiler bulunmaktadır. Cumhuriyet döneminde Çin ile ilişkiler, Türkiye’nin 1929 yılında Nanking’de ilk diplomatik misyonunu açmasıyla başlamıştır. 30 Temmuz 1940 tarihine gelindiğinde Çin İstanbul’da Konsolosluk açmak amacıyla başvurmuş ve dönemin Türk hükümeti tarafından kabul edilmiştir (T.C. Başbakanlık Arşivi, 30-10-0-0 / 129 - 927 – 16).

1949’da ÇHC kurulması ve Batı bloğu tarafından tanınmaması sonucunda Türkiye batı eksenli politika icra ettiğinden ÇHC’yi tanımamıştır. Bu durum ABD’de başkanlığa Nixon’un gelmesiyle değişmeye başlamıştır. Nixon döneminde ABD ÇHC’yi tanımış ve uluslararası izolasyon sona ermiştir. Bu anlayışta TBMM ÇHC ile diplomatik ilişkilerin kurulması için Dışişleri Bakanlığı’na 13 Temmuz 1971’de yetki vermiştir (T.C. Başbakanlık Arşivi, 30-18-1-2 / 269 - 52 – 2). Görüşmelerde tek şart havacılık anlaşması olmuş ve bu anlaşma Türkiye tarafından kabul edilmiştir. Neticede 04 Ağustos 1971 tarihinde Paris Büyükelçiliği’nde yapılan görüşmede Türk tarafını temsilen Paris Büyükelçisi Hasan Esat Işık ve ÇHC tarafını temsilen Paris Büyükelçisi Huang-Cheng arasında diplomatik ilişkilerin kurulmasına dair anlaşma imzalanmıştır. Bu tarihten sonra Tek Çin politikası gereği Türkiy, ÇHC’ni Çin’in tek meşru temsilcisi olarak görmektedir (董(Dong), 2010: 54).

Türkiye’nin en üst düzeyde ziyareti 1982 yılında Cumhurbaşkanı Kenan Evren tarafından gerçekleşmiştir. Bu ziyarette iki taraf arasında herhangi bir sorun bulunmadığı aktarılırken, hegemonya karşıtı görüşler dile getirilmiştir (Renmin Ribao, 16.12.1982). Bu ziyareti ÇHC Devlet Başkanı Li Xiannian’nın Türkiye ziyareti izlemiştir. En üst düzeyde gerçekleştirilen bu ziyaretler iki ülke arasındaki ilişkileri güçlendirmiştir. Bu durumun bir yansıması Tiananmen Olayları’nda görülmüştür. Batılı ülkeler bu olaylar sırasında ÇHC’yi eleştirirken Türkiye sorunun Çin’in iç politikasıyla ilgili olduğunu ileri sürerek, Batılı ülkelerin baskısını Çin’in içişlerine karışmak olarak yorumlamıştır (Weimin, 2002: 10).

Soğuk Savaş sonrasında ise ilk ziyaret Cumhurbaşkanı Demirel tarafından 1995 yılında yapılmıştır. Bu ziyarete karşılık olarak ÇHC Devlet Başkanı Jiang Zemin Türkiye’yi ziyaret etmiştir. Ardından 2009’da Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Çin’i ziyaret etmiştir. ÇHC Devlet Başkanı Wen Jiabao ile yapılan görüşmeler sonrasında her iki ülkenin iletişimi güçlendirmeye, birbirini desteklemeye, işbirliğini derinleştirmeye ve ikili ilişkilerin gelişimini daha sağlam ve dinamik olmaya teşvik etmeye istekli olduğu aktarılmıştır (MOFACHC, 26.06.2009), 2010 yılında ÇHC Devlet Başkanı Wen Jiabao Türkiye ziyareti esnasında “Stratejik İşbirliği ilişkilerinin Kurulup Geliştirilmesine ilişkin Ortak Bildiri” yayınlanmış ve ilişkilerin stratejik düzeye eriştiği ilan edilmiştir (Sabah, 26.12.2012). 2012 yılında ÇHC Devlet Başkan Yardımcısı Xi Jinping Türkiye’yi ziyaret ederken, iki ay sonra Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Çin’i ziyaret etmiştir.

İkili görüşmelerin en yoğunlaştığı dönem 2015-2017 arasında olmuştur. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ÇHC Devlet Başkanı Xi Jinping bu süreçte dört defa görüşme yapmışlardır. Cumhurbaşkanı Erdoğan Temmuz 2015’te Çin’i ziyaret ederken, Jinping G20 Zirvesi için Kasım ayında Antalya’ya gelmiş ve ikili görüşme yapılmıştır. Yine Cumhurbaşkanı Erdoğan Eylül 2016’da Hangzhou’da yapılan G20 Zirvesi’nde ve son olarak Mayıs 2017’de Kuşak ve Yol Zirvesi’nde Xi Jinping ile görüşmüştür (T.C. Dışişleri Bakanlığı).

Türkiye Çin ilişkilerine genel olarak bakıldığında iki taraf birbirine saygı duymakta ve anlayış göstermektedir. Diplomatik ilişkilerin kurulmasından itibaren ilişkiler gelişmektedir. Özellikle iki ülke terörizm, ayrılıkçılık ve radikalizm konusunda aktif işbirliği içinde bulunmaktadır. Bununla birlikte iki ülke arasındaki ekonomik ve ticari ilişkiler derinleşmektedir. Ayrıca kültürel ilişkilerde 8 de gelişmektedir (董 (Dong), 2010: 53).

3.2.2. Ekonomik İlişkiler

8 2012 yılı Türkiye’de “Çin yılı”, 2013 yılı ise Çin’de “Türkiye yılı” olarak kutlanmıştır. Son yıllarda

Türkiye’den Çin’e ve Çin’den Türkiye’ye eğitim amaçlı gelen öğrenci sayısı artmaktadır. Bununla birlikte Türkiye’de Konfüçyüs Enstitüleri kurulmuştur. Ayrıca 2018 yılı çin’de “Türkiye Truzim Yılı” ilan edilmiştir.

Türkiye-Çin ilişkilerinde ticari ilişkilerin başlaması 1971 yılından sonraya tekabül etmektedir. Nitekim 1971 yılında diplomatik ilişkiler kurulmasıyla gelişen ilişkiler sonucunda 16 Temmuz 1974 yılında Pekin’de Türkiye’yi temsilen dönemin Dışişleri Bakanı Turan Güneş ile Çin’i temsilen dönemin Çin Dış Ticaret Bakanı Li Qiang arasında Türkiye-Çin Halk Cumhuriyeti Ticaret Anlaşması yapılmış ve söz konusu anlaşma 27 Eylül 1974’te onaylanmıştır (T.C. Başbakanlık Arşivi, 30-18-1-2 / 321- 67 – 13). İki ülke arasında ticaretin yasal bir zemine kavuşması ise 1981’deki ticaret protokolünün ve Aralık 1982’de 1983-1984 Türkiye-Çin Ekonomi, Sınaî ve Teknolojik İşbirliği Karma Komitesi Tutanağı’nın imzalanmasıyla olmuştur. Böylece iki ülke arasında ticaret ilişkileri başlamıştır. Fakat iki ülke arasındaki ekonomik ilişkiler 1980’li yıllarda düşük olsa da ilişkilerdeki kronikleşen Türkiye aleyhine açıklar bu dönemle birlikte görülmüş ve devam etmiştir (Ekrem, 2012: 15).

Türkiye-Çin ilişkilerinin ekonomik boyutundaki en önemli nokta Çin’in ekonomik büyümesi ile ihracat potansiyeli sonucunda ortaya çıkan Türkiye’nin aleyhine olan dış ticaret açığıdır. Çin’in kalkınma odaklı gelişimesiyle ortaya çıkan ihracat potansiyeli, Çin’i dış ticaret konusunda diğer ülkelere karşı avantajlı kılmaktadır. Aynı zamanda Çin’deki ucuz işgücü yabancı yatırımlar konusunda Çin’i bir cazibe yeri haline getirmiştir. Bu durumların yansımaları diğer ülkeleri Pazar kaybı yaşama konusunda endişelendirmektedir. Nitekim Türkiye dış ticarette belli sektörlerde Çin’e bağımlıdır. Bu sebeple olsa gerek dış ticaret dengesi oluşturamamaktadır.

Tablo-9: Türkiye’nin İhracat Sıralamasındaki İlk On beş Ülke (Bin $)

Ülkeler/Yıllar 2017 2016 2015 1 Almanya 15 124 631 13 998 653 13 417 033 2 İngiltere 9 608 082 11 685 790 10 556 393 3 B.A.E. 9 183 685 5 406 993 4 681 255 4 Irak 9 056 661 7 636 670 8 549 967 5 A.B.D. 8 654 991 6 623 347 6 395 842 6 İtalya 8 475 525 7 580 837 6 887 399 7 Fransa 6 585 978 6 022 485 5 845 032

8 İspanya 6 307 792 4 988 483 4 742 270 9 Hollanda 3 862 848 3 589 432 3 154 867 10 İsrail 3 409 532 2 955 545 2 698 139 11 İran 3 259 995 4 966 176 3 663 760 12 Belçika 3 157 087 2 548 240 2 557 805 13 Romanya 3 140 933 2 671 249 2 815 506 14 Polonya 3 071 982 2 650 505 2 329 176 15 Çin 2 936 041 2 328 044 2 414 790 Kaynak: TUİK

Tablo 9’de görüldüğü üzere 2015 yılında Türkiye en çok Almanya, İngiltere ve Irak’a ihracat yapılmıştır. Söz konusu dönemde ise Çin’e yapılan ihracat 2, 414 milyar $ ile 14. sıradadır. 2016 yılına gelindiğinde ise ilk üç sıralaması değişmezken Çin’e yapılan ihracat bir önceki yıla göre %3,59 oranında düşerek 2,328 milyar $ ile 15. sırada olmuştur. 2017’de ise ihracat sıralamasında ilk iki ülkenin yeri değişmezken üçüncü sırada B.A.E. bulunmaktadır. Bu dönemde Çin’e yapılan ihracat bir önceki yıla göre %26,11 oranında artarak 2,936 milyar $ olurken yine 15. sırada kalmıştır.

Tablo-10: Türkiye’nin İthalat Sıralamasındaki İlk Beş Ülke (Bin $)

Ülkeler/Yıllar 2017 2016 2015 1 Çin 23 370 849 25 441 433 24 873 457 2 Almanya 21 302 140 21 474 989 21 351 884 3 Rusya 19 513 833 15 162 386 20 401 757 4 ABD 11 947 281 10 867 793 11 141 462 5 İtalya 11 306 925 10 218 387 10 639 042 Kaynak: TUİK

Türkiye’nin ithalatında 2012 yılından sonra Çin ilk sırayı almıştır. Nitekim tablo 10’da görüldüğü üzere 2015 yılında en çok sırasıyla Çin, Almanya ve Rusya’dan ithalat yapılmıştır. Söz konusu dönemde Çin’den 24 873 milyar $ ithalat yapılmıştır. 2016 yılına gelindiğinde ilk üç sıralaması değişmezken Çin’den ithalat

%2,28 artarak 25 441 milyar $ dolar olmuştur. 2017’de ise Çin’den yapılan ithalat bir önceki yıla göre %8,1 azalırken 23 370 milyar $ olmuştur.

Tablo-11: Türkiye-Çin Dış Ticaret Dengesi

Yıllar İhracat İthalat Denge

2015 2 414 790 24 873 457 -22 458 667

2016 2 328 044 25 441 433 -23 113 389

2017 2 936 041 23 370 849 -20 434 808

Kaynak: TUİK

Tablo 11’a bakıldığında Türkiye-Çin ekonomik ilişkilerinin en önemli noktası Türkiye aleyhine olan dış ticaret açığı görülmektedir. Nitekim 2015 yılında Çin ile yapılan dış ticarette 22 458 milyar $ açık oluşmuştur. 2016 yılına gelindiğinde bir önceki yıla göre %2,91 oranında artarak 23,113 milyar $ olmuştur. 2017 yılında ise bir önceki yıla göre %12,70 oranında azalarak 20,434 milyar $’a gerilemiştir. Bu dengesizliğin oluşmasında başlıca faktörler; Çin’de ucuz işgücünün bulunması, sadece üretim gerçekleştirilebilmek için ihracat izni alınabilmesi, kambiyo tüzüğündeki sorunlar, Çin sermaye şirketlerin Türkiye’de fazla olması, Türkiye ihracatçılarının Çin pazarına yönelik çalışmalar üretmemesi ve karşılıklı yatırım ilişkilerinin yeterince gelişememesidir (Köse, 2010: 9).

Son yıllarda iki ülke arasındaki ticari ilişkilerin geliştirilmesi amacıyla görüşmeler yapılmaktadır. Bu anlayışta Çin’e Türk tarım ve gıda ürünlerinin ihraç edilmesi için görüşmeler sürmektedir. Bu anlayışta Antep fıstığı, kiraz ve süt ürünleri ihracatına ilişkin protokoller G20 Antalya ve G20 Hanco Zirvesi’nde imzalanmıştır. Bununla birlikte iki ülkenin merkez bankaları 2012 yılında para swap (takas) anlaşması imzalamış ve ilk takas 2016 yılında gerçekleşmiştir. Ayrıca 2018 yılı Çin’de, Türkiye Turizm Yılı ilan edilmiştir (T.C. Dışişleri Bakanlığı, Ekonomik ilişkiler).

Türkiye-Çin askeri ilişkileri ekonomik ve siyasi ilişkilere nazaran oldukça düşük yoğunluklu bir seviyede olmuştur. Nitekim ikili askeri ilişkiler basına oldukça az yansıması nedeniyle ayrıntılı bilgi edinilememektedir.

Askeri boyutta ilişkiler Necip Torumtay’ın (Genelkurmay İkinci Başkanı) 1983 yılında Çin’e ziyaret amaçlı gidişi ile gelişmeye başlamıştır. Benzer şekilde 1986’da TSK Genelkurmay Başkanı Necdet Üruğ, 1995’te Türk Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Halis Burhan, 2001’de TSK Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu ve 2011’de ise Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Necdet Özel Çin’i ziyaret ederek üst düzey temaslarda bulunmuşlardır. Çin tarafında ise 1985’te PLA Genelkurmay Başkanı Yang Dezhi, 1995 yılında dönemin PLA Genelkurmay Başkanı, 1996’da PLA Hava kuvvetleri komutanı Yu Zeng Wu, 2005’te PLA Genelkurmay Başkanı Liang Guanglie ve 2011’de Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Xu Qiliang Türkiye’yi ziyaret etmiştir. Bu ziyaretler Türkiye Çin arasındaki resmi askeri ilişkileri oluşturmakta ve diğer askeri ilişkilere nazaran oldukça gelişmiş bir boyutu oluşturmaktadır (Ersoy, 2008: 142-143; Ekrem, 2012: 24).

Türk-Çin askerî ilişkilerinin bir diğer boyutunu ortak askerî tatbikatlar oluşturmaktadır. Nitekim 20 Eylül-4 Ekim 2010 tarihleri arasında Konya’da gerçekleştirilen Anadolu Kartalı Tatbikatı’na Çin’de katılmıştır. Söz konusu tatbikatın Çin için önemi ise ilk defa NATO üyesi olan ülkeyle ve yine ilk kez sınırdaş olmadığı ülke ile askeri tatbikat yapmasıdır. Çin’in Sukhoi-27 (SU-27) dört adet savaş uçağı Pakistan ile İran üzerinden Türkiye’ye tatbikata katılmak için gelmiştir (Hürriyet 11.11.2010). Ancak Türkiye-Çin arasındaki bu askerî tatbikatta ABD F-16 savaş uçaklarının gizli bilgilerinin NATO üyesi olmayan bir ülke tarafından öğrenileceği gerekçesiyle F-16’ların tatbikata katılmamasını istemiştir. Neticede Türkiye F-4 savaş uçaklarıyla tatbikata devam etmiştir (Radikal, 12.10.2010). Bu durum NATO üyesi olmayan bir ülke olan Çin ile Türkiye’nin askeri işbirliği yapmasının zor olduğunu göstermektedir.

Türkiye silah ithalatında tek bir bölgeye bağımlılığını azaltma ve özellikle Batıdan silah alımlarına çeşitli nedenler ileri sürülerek engel olunması sonucunda

Çin’den silah ithal edilmeye başlanmıştır. Ancak Çin Türkiye silah ithalatında önemli bir ülke değildir. Özellikle Türkiye’nin NATO üyesi olması sistemli silahların NATO üyesi olmayan ülkelerden ithalat yapamamasına yol açmaktadır. Bu duruma örnek olarak 2013 yılında Çin’den ithal edilmesinde anlaşılan savunma sistemlerinin 2015’te satın alımdan vazgeçilmesi verilebilir. Türkiye uzun menzilli füze savunma sistemi (T- LORAMIDS) ortak üretim ihalesi açmış ve bu ihaleye Amerika, Rus, İtalya/Fransa ve Çin şirketleri katılmıştır (Hürriyet, 30.09.2013). Amerikan şirketinin hem fiyatının yüksek olması hem de eski bir sistem olması nedeniyle kabul edilmemiş ve ihaleyi Çin şirketi CPMIEC kazanmıştır (BBC Türkçe, 15.11.2015). Ancak ABD ve NATO’nun baskıları sonucunda 2015 yılında ihale iptal edilmiştir. Bu durum Türkiye ile Çin arasında askeri işbirliği ve Türkiye’nin Çin’den teknoloji ithal etmesinin kolay olmadığını göstermiştir.

3.2.4. Değerlendirme

47 yıl önce başlayan Türkiye-ÇHC ilişkileri Soğuk Savaş sonrasında ivme kazanırken; 2000’li yıllar ilişkilerin en çok geliştiği dönem olmuştur. Bu süre zarfında iki ülke liderleri, komutanları ve bürokratları birbirlerini pek çok kez ziyaret etmiştir. Bununla birlikte Çin Türkiye’nin ŞİÖ’nde diyalog ortağı olmasını ve ŞİÖ Enerji Klübü’nün 2017 yılı dönem başkanlığını desteklemiştir. Ayrıca iki ülke Konya’da ortak askeri tatbikat düzenlerken, ekonomide Çin Türkiye’nin önemli bir ticaret ortağı haline gelmiştir. Bu durum sayesinde 2010 yılında ÇHC Devlet Başkanı Wen Jiabao Türkiye ziyareti esnasında iki ülkenin stratejik ortak olduğu açıklanmıştır. Ancak sekiz yıl geçmesine rağmen ilişkiler stratejik ortaklığa dönüşememiştir. Nitekim bu ortaklık derin stratejik çıkarlara dayanan bir ortaklık olamamıştır. Stratejik ortaklığın başarısızlığında üç temel neden bulunmaktadır.

İlk neden Türkiye dış politikasının temel unsuru Batıcılık’tır. Türkiye’nin kuruluşundan itibaren Batı eksenli politika izlemiştir. Yeni cumhuriyetin güvenliği ve devamı açısından Türkiye Batılı uluslararası örgütlere katılmaya çalışmıştır. 1952 yılında NATO üyeliği ile birlikte Türkiye, Batı kampının üyesi olmuştur. Nitekim Türkiye Soğuk Savaş’ta batı eksenli politika izlemiştir. 1949’da ÇHC kurulduğunda uluslararası sistemde destek arayışlarına başlamıştır. Ancak komünist rejime sahip

olması nedeniyle Batı tarafından tanınmamıştır. Türkiye de benzer şekilde hareket etmiş ve Çin’i 1970’li yıllara kadar tanımamıştır. 1990’lı yıllarda ise Türkiye ile Çin Orta Asya bölgesinde karşı karşıya gelmiştir. Özellikle Türkiye’nin bölge ülkelerine ABD tarafından model ülke olarak gösterilmesi ve bölgede güçlenme ihtimali Çin’i rahatsız etmiştir (Erol, 2007: 44-45). Diğer taraftan Türkiye’nin Batı ile sorun yaşadığı dönemlerde ortaya çıkan eksen kayması tartışmaları ikili ilişkileri etkilemektedir. Özellikle ŞİÖ’nün AB’ye alternatif olarak gösterilmesi ve Türkiye’nin 2002’de üyelik başvurusu Çin tarafından kaygıyla karşılanmıştır. Türkiye’nin olası üyeliği ŞİÖ içerisinde Çin için yeni bir rakip oluşturacaktır. Bu nedenle Çin, Türkiye’nin üyeliğini desteklememiştir.

İkincisi, ikili ticarette Türkiye aleyhine ortaya çıkan ticaret açığıdır. Çin’in ihracat potansiyeli pek çok ülke açısından dış ticaret açığı oluşturmaktadır. Nitekim sadece 1993 ve 1994 yılında Türkiye ticaret fazlası verirken diğer yıllarda ticaret açığı vermiştir. 2017 yılında gelindiğinde 20,434 milyar $ açık oluşmuştur. İlerleyen dönemde Çin’in büyümesi sonucunda bu açık daha da artacaktır.

Üçüncüsü ise Uygur sorunudur. Uygur sorunu Sincan Özerk Bölgesi’nde yaşayan Uygurların Çin’in baskılarına karşı ayaklanmaları ile gündeme gelmiştir. Soğuk Savaş’ın bitimine kadar bu sorun ikili ilişkilerde gündeme gelmemiştir. Çin’in temel dış politika hedeflerinden birisi iç siyasi istikrardır. Bu nedenle Çin, Orta Asya ve Müslüman ülkelerin Uygur ayrılıkçı gruplara destek sağlamaması için bu ülkelerle iyi ilişkiler geliştirmektedir. Türkiye ise soruna insani boyutta yaklaşırken, Çin’in içişlerine karışma gibi bir amacının olmadığını her fırsatta ifade etmiştir. Bununla birlikte Türkiye Uygurların siyasi, ekonomik ve kültürel haklarının korunmasını da dile getirmektedir. Sincan Bölgesi’nin Çin’in Orta Asya’ya açılan kapısı olması ve Bir Kuşak Bir Yol projesi gelişimindeki stratejik önemi nedeniyle ikili ilişkilerin hassas noktasını oluşturacaktır.

Özetle, ikili ilişkilere genel olarak bakıldığında ekonomik ilişkilerin; siyasi ve askeri ilişkilere kıyasla daha fazla geliştiği görülmektedir. Türkiye’nin Soğuk Savaş’ta batı bloğunda yer alması ile dış politikasındaki Batıcılık anlayışı Çin ile ilişkilerini etkilemiş ve Soğuk Savaş’ın bitimine kadar askeri ve siyasi ilişkilerin

gelişememesine yol açmıştır. Soğuk Savaş döneminin sona ermesiyle birlikte ikili ilişkilerin her alanında gelişmeler yaşanmıştır.

3.3. Hegemon Çin

20. yüzyılın sonu ve 21. yüzyılın başında Çin dünyanın önde gelen ekonomik güçlerinden biri olmuştur. Bu sürece kadar Çin önce kendisini dışa kapatmış, daha sonra ise sisteme adapte olmuştur. Böylece farklı bir yol izlemesi nedeniyle benzersizdir. İlk olarak kurucu lideri olan Mao’nun ölümünden sonra Çin dünyaya açılmaya başlamıştır. Bu süreçte otoriter yönetimden taviz vermeyen Pekin bu durumu gizlemeden devam ettirmiştir. Ayrıca batı tipi politik ve ekonomik reformları takip etmeksizin ABD’nin kurduğu düzene dâhil olarak yılda %9-10 büyüme oranı yakalamıştır. Bu yüzden mevcut düzene alternatifler üretme arayışındakiler açısından önemli bir örnek olmuştur.

Çin’in ekonomik yükselişi beraberinde sistemin yönetimi konusundaki tartışmaların artmasına yol açmıştır. Nitekim ekonomik yükseliş, askeri ve politik alanlarının da yükselişine yol açmaktadır. Özellikle tarihsel süreçte ekonomik gelişmenin beraberinde politik ve askeri gelişmeyi oluşturduğu teziyle birlikte Çin’in yükselişi endişeye yol açmıştır. Bununla birlikte istikrar ve daha adil bir düzen söylemleri Çin’in amaçlarının neler olduğu konusunda tartışmaların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu durum sistemin yönetiminde değişimin oluşacağı yönündeki fikirlerin popüler olmasını sağlamıştır. Bu nedenle Çin’in yaptığı ve yapacağı faaliyetler, dünya tarafından özellikle de ABD tarafından dikkatle izlenmektedir.

Çin ise bu endişelere Barışçıl Yükseliş Doktrini ile cevap vermeye çalışmaktadır. Nitekim Pekin barışçıl yükseliş ile bir arada yaşamanın birlikte olabileceğini vurgulamaktadır. Bununla birlikte kamu diplomasisi uygulamalarına ağırlık vererek yumuşak gücünü arttırmaya çalışmaktadır. Ayrıca Çinli liderler yükseliş konusundaki endişeleri gidermeyi amaçlayan konuşmalar yapmaktadır.

Benzer Belgeler