• Sonuç bulunamadı

Nüfusu 1,3 milyar olan, 10 milyon kilometrekare ile dünyanın büyük ülkesi ve en büyük silahlı kuvvete (2,25 milyon asker) sahip olan Çin’in maddi gücünün artması sonucunda nasıl bir politika izleyeceği dünya tarafından merak edilmektedir (Dellios, 2005: 1). Çin’in ekonomik ve askeri gücünün artışı birbirinden ayrı fakat birbiriyle ilintili iki argümanı ortaya çıkarmaktadır. Bunlardan ilki Çin barışçıl bir şekilde yükselecek mi? İkincisi ise Çin’in yükselişi sonucunda mevcut uluslararası düzenden memnun bir statükocu güç haline gelip gelmeyeceğidir.

Çin'in "barışçıl yükselişi" üzerine yapılan söylemler 1990'lara kadar uzanmaktadır. Nitekim Çin’in askeri ve ekonomik büyümesi “Çin tehdidi” anlayışının ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu nedenle Çin, dış politikasını ve ulusal güvenlik hedeflerini “barışçıl yükseliş” adı altında bir dizi ilke ve sloganla nitelendirerek “Çin tehdidi” söylemine yanıt vermiştir.

2002 yılına gelindiğinde “barışçıl yükseliş” teorisi, Çin tehdidi tezine net bir cevap verme amacıyla geliştirilmiştir. Barışçıl yükselişin isim babası Zheng Bijian’dır. (Lai, 2009: 59). Genel olarak Bijian ekonomik dengesizlikler, nüfusun fazlalığı ve çevresel bozulma gibi iç sorunlar nedeniyle hem bölgesel hem de küresel dengenin Çin için önemli olduğunu bu yüzden Çin’in yükselişinin başka ülkeler için tehdit olarak algılanmayacağını ifade etmiştir. Bu anlayışta Çin'in mevcut uluslararası düzene saygı duyma ve göstermeyi sürdüreceğini de eklemiştir (Bustelo, 2005: 4). Bijian’nın ortaya attığı bu kavram ülkenin iç ve dış politikasının odağına ekonomik gelişmeyi yerleştirmektedir. Özellikle Asya için büyük bir kalkınma fırsatı

olmaktadır (Zhang, 2004: 18). Bu nedenle Çin’in uluslararası sisteme entegre olabileceğini iddia ederek Çin tehdidi söylemini çürütmeye çabalamaktadır (Karaca, 2013:63).

2011 yılında Çin Hükümeti tarafından yayınlanan “China's Peaceful Development” başlıklı beyaz belgede (white paper) barışçıl yükseliş “Çin, dünya

barışını destekleyerek kendini geliştirmeli ve kendi gelişmesiyle dünya barışına katkıda bulunmalıdır.” şeklinde tanımlanmıştır. Barışçıl gelişme için “kendi çabalarıyla ve reform ve yenilikleri gerçekleştirerek kalkınmayı sağlamalı; aynı zamanda kendini dışarıya açmalı ve diğer ülkelerden öğrenmelidir. Ekonomik küreselleşme eğilimine paralel olarak diğer ülkelerle karşılıklı yarar ve ortak kalkınma arayışında olmalı ve uyumlu barış ve ortak refah dünyasına uyumlu bir dünya inşa etmek için diğer ülkelerle birlikte çalışmalıdır…” gerekliliği

vurgulanmıştır. İlerleyen bölümde ise Çin‘in büyüme modelinin değişimini hızlandırma, yurt içi kaynaklarını ve piyasadaki güçlü yanlarını daha fazla kullanmak, uyumlu bir toplumun inşasını hızlandırmak, karşılıklı yarar stratejisini uygulamak, huzurlu bir uluslararası ortam ve uygun dış koşullar yaratmak için barışçıl yükselişini sürdüreceği ilan edilmiştir. Bununla birlikte söz konusu belgede barışçıl gelişimin Çin’in kadim geleneğinden geldiği ifade edilmektedir. Bu konu bir sonraki bölümde irdelenecektir. Ayrıca belgede Çin'in barışçıl gelişimi, yükselen iktidarın hegemonyaya yöneldiği geleneksel düzenden farklı olduğu söylenmiştir. Modern tarihte bazı yükselen güçler koloni kurduğu, nüfuz alanları için savaştığı ve diğer ülkelere karşı askeri genişleme yaptığı gösterilerek bu tür hareketlerin iki büyük dünya savaşına yol açtığı ifade edilmiştir. Bu nedenle modernleşmesini gerçekleştirmenin temel bir yolu olarak kalkınma ve karşılıklı olarak yararlı işbirliği ile uluslararası ilişkilere katılmak olduğu ileri sürülürken Çin’in barışçıl olduğu ilan edilmiştir. Bununla birlikte Çin’in bu yoldan sapmayacağı da dile getirilmiştir (Information Office of the State Council of the People's Republic of China, 2011 Peaceful).

Barışçıl Yükseliş, ABD’nin Monreo Doktrini’ne benzemektedir. Monreo Doktrini ile ABD, Avrupa merkezli küresel sorunlara müdahil olmayacağını ifade ederek, karşılığında Avrupalı güçlerin Amerika Kıtası’nda girişimlerde bulunmaması

gerektiğini ilan etmiştir. Böylece Amerika Kıtası ABD’nin bahçesi ve genişleyebileceği bir alan olmuştur. Monreo Doktrini bu temel üzerinde ABD’nin yükselişine katkı sunarken, aynı zamanda diğer devletlerle ilişkilerinde düşmanca yaklaşımlar oluşmasını engellemiştir. Barışçıl Yükseliş ise herhangi bir alanı arka bahçe olarak ilan etmemektedir. Ancak Monreo Doktrini ile barışçıl yükselişin benzerliği yükselişe odaklanmaktadır. Barışçıl Yükseliş, dış politikanın merkezine ekonomiyi yerleştirirken Çin’in yükselişinin oluşturduğu endişeleri azaltmaya çalışmaktadır. Böylece olası düşmanlıkları ve güvenlik ikilemini en aza indirmeye çabalamaktadır. Bununla birlikte ileriye yönelik bakıldığında barışçıl yükseliş, ekonomik gelişim ile birlikte, olası Çin hegemonyası için ipuçları vermektedir. Çin, genişlemeci olmayacağını ifade ederken, kalkınma ve karşılıklı işbirliği ile uluslararası katılacağını açıklamıştır. Bu açıdan yaklaşıldığında Çin’in daha çok rıza üzerinden bir hegemonya kuracağı söylenebilir. Özellikle Çin kalkınma anlayışını ve karşılıklı yararı kullanarak kendisini az gelişmiş ülkelerle ilişkilendirmektedir. Bu ülkelere kalkınma kredileri sunmakta ve yatırım yapmaktadır. Bu durum Çin’in bu ülkelere siyasi ve ekonomik nufuzunu kolalaştırırken, aynı zamanda Çin’e olan tavırlarını değiştirerek ve rızaya dayalı bir ilişki kurmaktadır. Bununla birlikte ‘Bir kuşak Bir Yol’ projesinde Çin büyük bir coğrafyada ekonomik bölge kurmayı istemektedir. Bu durum ABD’nin Marshall Planı’na benzemektedir. Nitekim ABD II. Dünya Savaşı sonrasında yıkılan Avrupa ekonomilerini onarırken, bu ülkeler ile kendisi arasında güçlü bir ekonomik bağ kurmuştur. Benzer şekilde günümüzde Çin Bir Kuşak Bir Yol projesi ile Asya, Avrupa ve Avrupa ülkeleri arasında sürekli ulaşım, ticaret ve ticaret anlayışını öne çıkararak ekonomik bağ kurmaya çalışmaktadır. Bu projede Çin, maliyetleri karşılayarak ABD’nin Marshall Planı ile oluşturduğu ekonomik yapıyı hedeflediği söylenebilir. Bu anlayışta Çin, hegemonik güçlerin tarihsel süreçte uluslararası ilişkilerin işleyiş tarzındaki belirleyicilik rolü noktasında ipuçları vermektedir.

Özetle barışçıl yükseliş Çin’in 1978 sonrasında yakaladığı ekonomik büyümesi ve bu durum ile ilintili olarak çeşitli alanlarda maddi güç kazanımı sonrasında Çin tehdidi tezine karşı Çin’in verdiği bir yanıt olmuştur. Barışçıl yükseliş beraberinde iki seçenek çıkarmaktadır. Bunlardan ilki Çin’in gerçekten

barışçıl olduğudur. Bu argümanı son otuz yıllık süreçte Çin’in sınır sorunları barışçıl bir şekilde çözmesi kuvvetlendirmektedir. Diğer taraftan bakıldığında ise barışçıl yükselişin taktiksel bir söylem olduğu tezidir. Yükselen güçlerin stratejik olarak büyük güç haline gelmeden önce kendisine daha az dikkat edilmesi amacını taşıyan bir strateji olarak da görülmektedir. Böylece Çin olası çevreleme hareketlerini azaltmaya çabalamaktadır (Art, 2010: 360).

Son olarak barışçıl yükseliş Çin’in uluslararası ilişkilere sunduğu alternatiflerin siyasi kanadını oluşturmaktadır. Nitekim hiçbir zaman hegemonya kurmaya çalışmayacağını iddia etmek yeni bir seçeneği oluşturmaktadır. Ancak Çin’in bu politikayı ne kadar sürdüreceği belli değildir. Özellikle Çin siyasetinde milliyetçiliğin önemi ve olası Tayvan sorunu Çin’in sonsuza kadar bu politikayı sürdüremeyeceğini göstermektedir. Aslında bu durumun yanıtını ileride Çin’in mevcut düzenden memnun olup olmayacağı gösterecektir. Yine de Çinli elitler “Büyük Harmoni”, kazan-kazan anlayışı gibi ilkelere vurgu yaparak söz konusu endişeleri azaltmaya çabalamaktadırlar.

Benzer Belgeler