• Sonuç bulunamadı

Çin’in tarihin başlangıcından itibaren dünya ekonomisinde önemli bir yeri bulunmaktadır. Kadim uygarlığının sayesinde, gelişmiş üretim teknikleri ve ürünlerin kalitesi sonucunda dünya ekonomisinde önemli bir ticaret noktası olmuştur. Nitekim Çin’deki üretilen malların dünyanın başka yerlerine taşıyan yol olan İpek Yolu ilk

küreselleşme akışlarından birisini oluşturmuştur. Özellikle Çin’de üretilen ipeğin Batı Avrupa’daki cazibesi Çin’in bir ticaret uygarlığı olmasına yol açmıştır. Çin bu saygı değer konumunu sanayi devrimine kadar sürdürmüştür. Nitekim Tablo 6‘da gözüktüğü gibi Çin’in dünya ekonomisindeki payı 1820’lere kadar yükselmeye devam etmiş ve bu dönemde dünya ekonomisinin % 32,4’ünü tek başına üretmiştir. Ancak sanayileşmenin getirisi sonrasında dünya ekonomisindeki payı hızla düşmeye başlamış ve 1890’da %13,2’ye gerilerken, 1952’de %5,2’ye inmiş ve 1978 ise tarihinin en düşük rakamı olan %5’e düşmüştür.

Tablo-6: Yıllara göre Ülkelerin Dünya GSYİH’daki Oranları (1700-2017)

Yıllar/ Ülkeler 1700 1820 1890 1952 1978 2017 Çin 23.1 32,4 13,2 5.2 5,0 15,04 Hindistan 22.6 15.7 11.0 3.8 3.4 3,27 Japonya 4.5 3.0 2.5 3.4 7.7 6,10 Rusya 3.2 4.8 6.3 8.7 9.2 1,6 ABD --- 1.8 13.8 23.4 21.8 24,28

Kaynak: Maddison, A. (1998): Chinese Economic Performance In The Long Run,

OECD Development Centre Studies, Paris, s.40; World Bank Databases.

19. yüzyılda Batılılar Çin’e gelmeye başlamış ve çeşitli imtiyazlar elde etmişlerdir. Bu dönemde İngiltere, Amerika, Fransa ve Japonya ile ticari imtiyaz anlaşmaları yapılmasıyla Çin giderek zayıflamıştır. Ayrıca Taiping Ayaklanması’nın 1860’larda başlamasıyla iç savaş ortaya çıkmış ve ekonomi giderek kötüleşmiştir (Fenby, 2008: 17-20). Yukarıdaki tablonun gösterdiği gibi 1820’lerdeki yüksek oran 1890’a gelindiğinde %13,2’ye gerilemiştir. Yine bu dönemde ülkede kıtlık yaşanmış ve sonucunda Qing Hanedanlığı sona ermiştir (Wight, 2011: 111). Bu dönemden sonra çöküş süreci II. Dünya Savaşı sonuna kadar devam etmiştir. 1948’da Pekin’in Komünistlerin eline geçmesi sonucunda 1949’da Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC), komünist anlayışa göre şekillenerek resmen kurulmuştur. ÇHC kurulduktan sonra iki değişik ekonomik kalkınma stratejisi uygulanmıştır. Bunlar; Mao’nun başkanlığı döneminde (1949–1976) yürürlükte olan “Planlı Ekonomi” ile 1978 yılından

başlayarak uygulanan (Deng Xioaping döneminde) dışa açılma ve reformların birleşmesiyle oluşan “Çin Tarzı Sosyalist Piyasa Ekonomisi”dir (Çakıroğlu, 2006).

Mao döneminde Çin’de tıpkı SSCB’de olduğu gibi beş yıllık kalkınma planları hazırlanmıştır. 1958 yılından itibaren Mao daha radikal planlar uygulamaya koymuştur. Zira 1950’li yıların başında Çin’in dünya ekonomisindeki payı (%5,2’ye gerileyerek) azalmaya devam etmiştir. Bu radikal planlardan ilki 1958 yılında başlayan Büyük Sıçrama (The Great Leap Forward) hamlesidir. Bu hamlenin temel amacı sanayi ürünlerinde büyük güçleri yakalayıp onları geçmekti. Bu açıdan bakıldığında ağır sanayi hamlesi olarak görülebilir. Özellikle çelik miktarı ile özdeşleştirilen bu hamle sonucunda tarım ikincil plana itilmiş ve oluşan kıtlık ve yoksulluk sonucunda yaklaşık 15-48 milyon arası insan hayatını kaybetmiştir (Chan, 2001: 4). Ayrıca 1967-1968 yıllarında sırasıyla Çin ekonomisi -%5,77 ve -%4,1 oranında daralmıştır. Büyük Sıçrama hamlesinin başarısız olması sonucunda Mao daha radikal politikalar izlenmesi gerektiğini düşünmüş ve kalkınmadaki kültürün etkisini kırmak amacıyla Kültür Devrimi’ni uygulamaya başlamıştır (Lawrance, 1998: 55). Kültür Devrimi Çin’in geçmişini ifade eden ve Mao tarafından dört eski (alışkanlık, düşünce, kültür, töre) olarak tanımlanan toplumsal mirasın yok edilmesini içermektedir ( 人民日 报 (Renmin Ribao), 1 Haziran 1966: 1). 1966 başlayıp Mao’nun ölümüne kadar sürmüştür. Ancak Kültür Devrimi de istenilen gelişmişliğe ulaşmada başarısız olmuştur. Zira Mao’nun öldüğü 1976 yılında Çin’in GSYİH’sı 153,940 milyar dolar olurken bu miktar dünya ekonomisinin yaklaşık %5’ine tekabül etmekteydi. Ayrıca 1976 yılında Çin ekonomisi bir önceki yıla göre - %1,57 oranında daralmıştır. Yine de Kültür Devrimi dönemi boyunca ortalama %5,91 oranında büyüme gerçekleşirken 3 yıl (1967 -%5,77, 1968 -%4,1 ve 1976 - %1,57) Çin ekonomisi daralmıştır. Dönem sonu olarak kabul edilebilecek 1978 yılına gelindiğinde Çin’in dünya ekonomisi içindeki payı tarihin en düşük seviyesi olan %5’e gerilemiştir. Mao’nun ölmesi ve ekonomik durumun kötü olması sonucunda Mao’nun ekonomik politikaları 1978 yılı sonrası terk edilmiştir.

Mao sonrasında Deng Xiaoping yönetime geçmiştir. Deng, Mao anlayışını bir kenara bırakıp ekonomiye odaklanırken; kalkınma odaklı politikalar izlemiştir. Bu dönemde tek partili, merkeziyetçi ve milliyetçi anlayış değişmezken, ekonomik

anlayış değişerek ülke yabancı sermayeye açılmıştır (Gregor, 2000: 125-150). Açık

Kapı Politikası olarak adlandırılan ekonomik değişimde dikkat çekici uygulamalar

bulunmaktadır. Komünler tarafından Mao döneminde kullanılan tarım sektörü Deng dönemiyle birlikte ailelere bırakılmıştır. Ayrıca dört kıyı şehrinde (Shenzhen, Zhuhai, Xiamen ve Shantou) serbest ticaret alanları oluşturulmuştur. Dış ticaret, kent merkezli ve gelişme odaklı ekonomik anlayışa geçilmiştir. Bununla birlikte savunma harcamaları en alt düzeye indirilmiştir.

Deng’in başlattığı reform hareketleri ilerleyen süreçteki Çin kalkınmasının temel anlayışı haline gelmiştir. Nitekim 1984’te yapılan Çin Komünist Partisi 12. Merkez Komitesi Toplantısı’nda “Ekonomik Sistemin Yeniden Yapılandırılması” kararı alınarak bir dizi reform hareketine başlanmıştır. Piyasa sistemi geliştirilirken; bankacılık, kamu maliyesi ve planlama sistemlerinde reformların yapılması, ithalat vergileri ve ihracat sübvansiyonlarının kaldırılması, zorunlu ihracat ve ithalat planlarına son verilmesi politikaları yürürlüğe konulmuştur (Sandıklı, 2009: 43). Çin ekonomisinde yapılan reformlar sonucunda yavaş yavaş piyasa ekonomisine doğru geçilmeye başlanmıştır. Nitekim 1993 yılına gelindiğinde anayasaya “Çin tarzı Sosyalist Pazar Ekonomisi” kavramı eklenmiştir. Bir bütün olarak bakıldığında Deng dönemi ile birlikte Çin ekonomisi tedrici olarak piyasa ekonomisine geçildiği söylenebilir. Nitekim yabancı sermaye girişi sonucunda 1979-1998 yılları arasında 320 bin yabancı firma Çin’e kayıt yaptırmıştır. Bu dönemde Çin dünyaya entegre olmaya başlamış ve DTÖ’ye 2001’de üye olmuştur. Bununla birlikte 2000’li yılların başında Çin gelişmekte olan ülkeler arasında en çok yabancı yatırım çeken ülke olmuştur (UNCTAD World Investment Rapor 2002, s.303-306).

Şekil-1: Çin’in GSYİH Büyümesi 1960-2017

Kaynak: World Bank

Ekonomik reform hareketleri, dışa açılma ve tedrici piyasa ekonomisine geçiş dünya tarihinde görülmedik bir kalkınma sürecini beraberinde getirmiştir. Bu durum ekonomik istatistiklere de yansımıştır. Deng’in yönetime geçtiği yıl olan 1978’de Çin GSYİH 149.541 milyar$ iken 2017 yılına gelindiğinde 12.238 trilyon dolara çıkmıştır. Söz konusu GSYİH büyümesi Şekil 1’de rahatlıkla görülmektedir. 1978- 2017 yılları arasında üç yılda (1984-1992-2007) Çin ekonomisi yaklaşık %15 civarında büyümüştür. Reformlar sayesinde Çin’in dünya ekonomisindeki payı artmıştır. 1978’de %5 iken 2017 yılına gelindiğinde %15,04’e çıkmıştır.

Çin 1978 yılından itibaren devam eden reform hareketleri sonucunda bazı yıllarda sıkıntı yaşanmasına rağmen hızla büyümüştür. Şekil 2’de görüldüğü üzere 1983 yılından 2008 yılına kadar çift haneli büyüme oranları yakalanmıştır. 2010 yılından sonra da yaklaşık %7 civarında büyümeye devam etmiştir. Bu büyüme oranları sonrasında Çin 2016 yılına gelindiğinde dünya GSYİH sıralamasında ABD’den sonra ikinci sırada yer almıştır. Aynı zamanda Çin 2016 yılında 126 milyar dolar yabancı yatırıma ev sahipliği yapmıştır. Ayrıca 2011 yılından itibaren dünyanın en büyük ihracatçısı konumundadır. Bununla birlikte Çin dış ticaret fazlası veren ender ülkelerden biridir. 2017 yılında ihracatı 2 trilyon 317 milyar$ iken ithalatı 1

0 2.000.000 4.000.000 6.000.000 8.000.000 10.000.000 12.000.000 14.000.000 19 60 19 63 19 66 19 69 19 72 19 75 19 78 19 81 19 84 19 87 19 90 19 93 19 96 19 99 20 02 20 05 20 08 20 11 20 14 20 17

trilyon 771 milyar$ olmuştur. Neticede 2017 yılında 546 milyar$ ticaret fazlası vermiştir (中国对外经济贸易统计学会 (Foreign Trade and Economic Statistics Association of China), 19.01.2018).

Şekil-2: 1962-2016 Yılları Arasında Çin’in Yıllık GSYİH Büyüme Oranı (%)

Kaynak: 中国统计年鉴 2017 (China Statistical Yearbook 2017)

Çin hızlı ekonomik yükselişini devam ettirmek için bazı önemli projeler hazırlamıştır. 2015 yılında açıklanan “Made in China 2025” girişimi, Çin endüstrilerinin rekabet gücünü artırmaya, Çin markalarını güçlendirmeye, yeniliği artırmaya ve Çin'in yabancı teknolojiye bağımlılığını azaltmaya yönelik son zamanlarda yürürlüğe konmuş iddialı projelerinden biridir. Bu inisiyatif “Çin'i bir üretim devinden dünya üretim gücüne dönüştürmeyi” amaçlamaktadır. Örneğin, plan 2020 yılına kadar temel malzemelerin % 40’ını ve 2025 yılına kadar ise % 70’ini kendisi üretmeyi hedeflemektedir (中国国务院 (ÇHC Devlet Konseyi), 2015). Ocak 2018'de yayınlanan planın güncellenmiş versiyonu, Çin'in 2025 yılına kadar dünyanın önde gelen telekomünikasyon, demiryolu ve elektrik ekipmanı üreticisi olmayı, robotik ve üst düzey otomasyonu hedeflediğini açıklanmıştır. Ayrıca yeni enerji araçları, havacılık ekipmanları ve yüksek teknoloji gemileri gibi alanlarda küresel olarak 2025 yılına kadar ikinci veya üçüncü sırada yer almayı da hedeflemektedir (中国日报网 (China Daily), 26.01 2018). Bu proje ABD şirketleri

-10 -5 0 5 10 15 20 25 19 62 19 64 19 66 19 68 19 70 19 72 19 74 19 76 19 78 19 80 19 82 19 84 19 86 19 88 19 90 19 92 19 94 19 96 19 98 20 00 20 02 20 04 20 06 20 08 20 10 20 12 20 14 20 16

ve politika yapıcıları arasında endişeleri ortaya çıkardı çünkü bunlar büyük sübvansiyonlar, yerli sanayilerin korunması, yabancı teknolojiyi transfer etme konusundaki baskıyı arttıracak gibi görünmektedir. 3 Kasım 2017 tarihli bir röportajda, ABD Ticaret Temsilcisi Robert Lighthizer, Çin'in Made in 2025 girişiminin “sadece bizim için değil, aynı zamanda Avrupa, Japonya ve küresel ticaret sistemi için çok ciddi bir meydan okuma olduğunu” belirtmiştir. (Morrison, 2018: 47-48)

Çin’in ekonomik büyümesi 2000’li yılların başından itibaren dikkatle izlenmektedir. 21. yüzyılın başlangıcında Batı dünyası ekonomik krizle karşılaşmış, Çin ile Hindistan bu krizin derinleşmesine dünya ekonomik büyümesine önemli destek vererek engel olmuştur (Gupta, 2009: 1-4). 2008 krizi sırasında Çin’in büyümeye devam etmesine karşın ihracat ve ithalatında gerilemeye yol açmıştır. Nitekim 2009 yılında Çin’in ihracatı %16, ithalatı %11,2 oranında gerilemiştir. Bu nedenle gelişiminin devamına yönelik Çin kriz döneminde uluslararası platformlarda ve özellikle bölgesel düzeyde işbirliği içerisinde bulunmuştur. Krizin olumsuz etkilerini sınırlamak amacıyla da iç piyasada talebi arttırma yoluna gitmiştir.

Nitekim Çin'in küresel finansal kriz sırası ve sonrasında güç ve etkileme fırsatları keşfetmiştir. 2008 yılı sonrasındaki süreçte Çin, ABD gözetim gemilerine agresif bir tavır göstermek suretiyle ABD istihbarat teşebbüslerini engellemeye çabalayarak, güvenlik alanındaki olduğu gibi pek çok cephede ABD'ye meydan okumaktadır. Ancak ekonomik alanda Çin'in aktivizmi çok daha belirgin olmuştur. 2009'dan bu yana, Çin art arda IMF ve Dünya Bankası'nda daha güçlü bir ses olmaya başlamıştır (Drezner, 2009: 7). Bununla birlikte 2009'da Çin, IMF tarafından yönetilmek üzere yeni bir uluslararası rezerv para birimi oluşturulmasını savunmuştur (Ahrari, 2011: 48). Çin kurumlarının, uluslararası kuruluşların yönetişiminde etkinliklerini arttırmaya yönelik çabalarına rağmen Çin'in Dünya Bankası ya da IMF'deki oy payı %5’in altında ve bu oranda ABD’nin yaklaşık ¼’üne tekabül etmektedir. (Xie, 2014). Yine de ekonomik ve siyasi etkisini genişletmek adına yeni bir Kalkınma Bankası, Şartlı Yedek Düzenleme ve Asya Altyapı Bankası kurma konusundaki çabalarda bulunmaktadır (Biswas, 2015: 7).

Şekil-3: Dünyadaki Üç Büyük Ekonominin 2000-2017 Arası GSYİH Büyüme

Oranları

Kaynak: World Bank data ve OECD National Account Data

Çin’in kesintisiz büyümesi dünya ekonomik yapısını değiştirmektedir. Nitekim Çin’in büyüme trendinin devam edeceği öngörülmektedir. Şekil 3’te olduğu gibi Çin, ABD ve Japonya’ya göre hızla gelişmekte ve ABD ile arasındaki farkı kapatmaktadır. Bu durum dünyada ekonomik olarak çok kutuplu bir yapının ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bununla birlikte Price Waterhouse Coopers 2030 için ve Goldman Sachs 2050 yılı için öngörülerinde Çin’in ekonomik olarak ABD’yi geçeceğini iddia etmiştir.

Çin’in ekonomik büyümesi beraberinde sistemin geleceği ile ilgili tartışmaların ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Özellikle neorealist ve güç intikal teorisi perspektifleri bu yükselişin uluslararası sistemde değişiklikler oluşturacağını öngörmektedir. Zira tarihsel süreçte ekonomik kalkınmanın beraberinde büyük güçleri ortaya çıkardığı görülmektedir. Aynı zamanda devletler, ulus ötesi şirketler ve toplumlar arasındaki çatışmaların ABD’nin düzenleme yeteneğini aşması, Japonya ve AB’nin içerisinde bulunduğu kronik stagnasyon (tıkanma) sorunu, Rusya, Brezilya ve Hindistan’ın iktisadi yükseliş trendine rağmen dünya ekonomisine liderlik etme hususunda işlevli görülmemesi, Çin’in önderlik adayı olarak görülmesine yol açmıştır (Li, 2008: 87). Bu nedenle Çin’in yükselişi üç temel tez ile ilişkilendirilmektedir.

-5,2 -4,2 -3,2 -2,2 -1,2 -0,20,8 1,8 2,8 3,8 4,8 5,8 6,8 7,8 8,8 9,8 10,8 11,8 12,8 13,8 14,8 20 00 20 01 20 02 20 03 20 04 20 05 20 06 20 07 20 08 20 09 20 10 20 11 20 12 20 13 20 14 20 15 20 16 20 17 Çin ABD Japonya

Bunlardan ilki ekonomik yükselişin, askeri birikimi arttırmasıyla ilişkilendirilmesidir. Bu argümana en iyi örnek Britanya ve ABD olmuştur. İki devlette önce ekonomik kalkınmasını gerçekleştirip ardından birer askeri güç konumuna erişmişlerdir. Bu durumu Çin üzerinde uyarlayacaksak ekonomik yükselişi sonucunda askeri yeteneklerini arttıracak ve hegemonik bir Çin ortaya çıkacaktır. Nitekim Çin bir önceki hegemon güç olan SSCB’den iki noktada farklılaşmaktadır. Öncelikle Çin askeri ve ekonomik açıdan SSCB’den daha güçlüdür. Bununla birlikte statükodan memnun olmayan milliyetçi tonlara sahiptir. Bu nedenler ileride öncelikle Asya’da bölgesel sistemin değişmesine yol açabilecektir. Böylece Çin Asya’da hegemon bir güç olacaktır. Sonuçta Çin bir nevi Monroe Doktrini gibi Asya’yı arka bahçesi ilan edip ABD’yi bölgeden uzaklaştırmaya çalışacaktır. Bu durumu uluslararası sisteme uyarladığımızda oluşacak değişim bir sıfır toplamlı oyuna yol açabilir. Bu anlayışta Çin’in yükselişi diğer güçlerin yeteneklerinin azalmasına neden olacaktır. Sonuçta Çin ABD’nin başatlığına alternatif olacaktır. Bu nedenle ABD ve diğer güçler Çin’in yükselişini engellemeye çalışacaktır. Tarihsel süreçte benzer davranışların yaşanması Çin’i bu konuda dikkatli davranmaya itmektedir. En azından uluslararası alanda kabul edilmeyen davranışları onaylatacak hale gelene kadar düşük tonda krizlere katılacak ve ekonomik ile askeri yükselişini devam ettirecektir. Nitekim Çin bu anlayışta barışçıl yükseliş kavramını öne sürmüş ve siyasiler, Çin’in asla hegemon olmayacağını ifade ederek endişeleri azaltmaya çalışmıştır.

İkincisi ekonomik yükselişin güveni arttırmasıdır. Bu tez Çin’in ekonomik yükselişinin büyük güç rolünü icra edip etmeyeceğine odaklanmaktadır. Büyük bir gücün oluşumu genellikle ekonomik gelişme sonrası askeri ve siyasi yeteneklerin artması ile ilişkilendirilmektedir. Ekonomik ve askeri yeteneklerin artması beraberinde güven artışına yol açmakta ve devletin daha büyük bir statü istemesine yol açmaktadır (Waltz, 1993:61). Başka bir ifade ile ekonomik yükselişin beraberinde askeri ve siyasi yetenekleri arttırması bir devletin uluslararası sistemdeki statüsünden memnun olmamasına ve değişimin maliyetlerinin azalması sonucunda statüsünü değiştirme eğiliminin artmasına yol açmaktadır. Nitekim Çin 1978 yılından itibaren ortalama %10 civarında GSMH’sı büyümektedir. Bununla birlikte Çin’in

önümüzdeki süreçte yıllık %6,7 oranında büyüyeceği öngörülmektedir. Çin’in büyümesi ABD’ye kıyasla daha büyüktür. Bu nedenle iki ekonomi arasındaki fark gittikçe azalacak ve Çin, dünyanın en büyük ekonomisi olabilecektir. Bu durum Çin’in özellikle 2008 mali kriz sonrasında ortaya koyduğu söylem ve faaliyetlerini yansımaktadır. Yukarıda da ifade edildiği üzere Çin bu süreçte proaktif bir politika izlemiş ve ABD’ye bazı konularda meydan okumuştur. Bununla birlikte uluslararası kuruluşlardaki etkisini arttırmaya çalışmış ve yeni alternatifler öne sürmüştür. Nitekim bu dönemde mevcut sistemden memnun olmadığını belirtip daha adil bir sistem önerisini dile getirmiştir. Ayrıca bazı uluslararası düzenlemelere karşı çıkarak sistemdeki memnuniyetsizliğini ve eskiye nazaran yeteneklerine güveninin arttığını göstermiştir.

Üçüncü tez temelde Çin’in yükselişinin uluslararası sistemi değiştirme olasılığıyla ilgilenmektedir. Ekonomik yükselişi ve hızı Çin’in uluslararası sistemdeki güç dağılımı üzerinde etkileri üzerinde bir tartışma başlatmıştır. Bu noktada iki argüman öne çıkmaktadır: Çin’in ekonomik yükselişi ve ABD’nin düşüşü. 2008 mali krizi ile BRICS ülkelerinin yükselişi dünya ekonomisinin batıdan doğuya kaydığı iddialarının ortaya atılmasına yol açmıştır. Nitekim bu dönemde ciddi gerilemeler yaşayan ABD ve AB ülkelerine rağmen BRICS ülkeleri ekonomik olarak güçlenmiştir. Ancak bu yükselişe rağmen ekonomik alanda halen Batılı ülkeler (ABD+AB) başat güçlerdir. Bu açıdan bakıldığında Çin’in yükselişi aşırı abartıldığı görüşü ortaya çıkmaktadır. Ortalama gelir açısından bakıldığında ABD ile Çin arasındaki fark oldukça büyüktür. Bununla birlikte Çin’deki gelir adaletsizliği, yolsuzluk, enflasyon ve enerjiye bağımlılık, ekonomik alanda en büyük sorunları oluşturmaktadır.

Ancak Çin’in ortalama büyümesinin devam edeceği ifade edilmektedir. Bu durum sistemdeki yapısal dinamikler üzerinde Çin’in maddi yükselişini göstermektedir. Bu açıdan bakıldığında ileride Batının hâkimiyetinin sonunu simgelemektedir. Çin’in eşitsiz bir oranda yükselişi ABD ile arasındaki farkı kapatacaktır. Nitekim 2008 krizi sonrasında pek çok akademisyen Pax Americana’nın ekonomik temelinin aşındığını ileri sürmüştür (Layne, 2008: 15). Bu anlayışta Çin liberal ideoloji ile uyumlu bir siyasi-ekonomik sistemde ABD’ye dünya

tarafından duyulacak gereksinimi azaltacaktır. Nitekim Çin ve ABD’nin güncel büyümeleri göz önüne alındığında yakın gelecekte Çin ekonomik olarak ABD’nin yerini alacaktır. Bu durum tarihsel süreçte büyük güçlerin ortaya çıkışına benzemektedir. Dünyanın en büyük ekonomisi olmak sadece ekonomik anlamdan fazlasına sahiptir. Öncelikle servet artışı, askeri güç de dâhil pek çok yeteneğin gelişmesine yol açacaktır. Böylece tıpkı Britanya ve ABD’nin yaptığı gibi önce bölgesel hegemonya sonra da uluslararası sistemde hegemon olması beklenecektir.

Özetle Çin’in ekonomik yükselişi beraberinde pek çok yeteneğinin gelişiminin habercisi olduğu için uluslararası toplum tarafında; dikkatle izlenmektedir. Çin’in yükselişi Batı’nın üstünlüğünün sonunu ve küresel ağırlık merkezinin doğuya kaymasını simgelemektedir. Daha spesifik olarak bu durum sistemdeki iktidar dağılımının değişmesini ifade eden bir argüman olmuştur.

Benzer Belgeler