• Sonuç bulunamadı

VIII. Mikhail Venediklilere karĢı kendini güvenceye almak için Cenovalılarla müzakereye giriĢti ve 13 Mart 1261‘de Nymphaion‘da, doğuda Cenova‘ın güçlü konumuna temel oluĢturan anlamayı imzaladı. Ege Denizi bir anlamda Cenevizlilerin

mare nostrum‘una dönüĢmüĢtür (Lopez 1964, 449; Maltezou 2003, 253). Ġleride daha

ayrıntılı olarak iĢleyeceğimiz bu anlaĢmaya göre Cenevizliler, Venediklilere karĢı yapacakları askeri güç yardımı karĢılığında imparatorluk arazisinde geniĢ imtiyazlara, vergi ve gümrük muafiyetine sahip olacaktı. Kısacası, 11. yüzyıl sonlarından beri Venedik‘in elde ettiği üstünlüğü bu kez Cenova ediniyordu (Ostrogorsky 1991, 415). Cenova bu üstünlüğünü Pisa‘yı Meloria‘da (1284) ve Venedik‘i de Curzola‘da (1298) yenerek perçinlemiĢ ve 14. yüzyıl ortalarına kadar devam ettirmiĢtir (Balard 1978, 76). Nymphaion AnlaĢmasına göre Cenevizlilerin ayrıcalıklardan yaralanabileceği ve hatta koloni kurabilecekleri merkezler arasında Anaia ilk sırayı alırken diğer merkezler arasında Smyrna ve Adramyttion da vardır. Ancak Cenevizlilerin bu ayrıcalıklardan yararlanıp Anaia‘da gerçekten bir koloni kurup kurmadığına dair bilgilerimiz yeterli değildir (Maltezou 2003, 256). Smyrna‘nın durumu ise biraz daha farklıdır. Heyd, Mikhail‘in Smyrna‘yı kendi egemenlik haklarından vazgeçerek, kendilerine ve Bizans piskoposuna saygı duymaları koĢuluyla Cenevizlilere politik egemenlik verdiğini belirtmektedir ve bu durumun 1300 civarında Türklerin geliĢine kadar devam etmiĢ olması gerektiğini söylemektedir (Heyd 1866, 318). M. Balard ise Cenevizlilerin Smyrna‘yı hangi koĢullar altında elde ettiklerinin net olmadığını ama 13. yüzyıl sonunda Cenevizli tüccarların kente uğradığına dair bilgilerin tarihsel belgelerde yer aldığını yazmaktadır. Daha da ilginç bir kayıt ise 1294 yılında Smyrna‘da kommerkion ödemekten yakınan Cenevizliler belgelerde yer almaktadır. Cenevizlilerin kente yerleĢmeleri ve kıyıda Ceneviz Kalesi olarak bilinen kaleyi inĢa etmeleri 1304 yılındaki imparatorluk fermanından sonra olmalıdır15

(Balard 1978, 165). Baykara, eski kaleyi

(palaion kastron) onartan Vatazes‘in limandaki yeni kaleyi (neo kastron) de 1231-35 civarında inĢa ettirmiĢ olması gerektiğini belirtmektedir (Baykara 1974, 74).

Heyd, Cenevizlilerin anlaĢmayı izleyen yirmi yıl boyunca yerel Bizasnlılarla bir olup Venedik gemilerine karĢı korsanlık faaliyetlerinde bulunduklarını ama Türklerin geldiği 1300 öncesi bölgeyi terk ettiklerini yazar (Heyd 1866, 318-9). Adramyttion ise izleyen yüzyılın baĢlarında Cenevizlilerin elinde idi ve Türklere karĢı vassalı olduğu Bizanslılarla kenti savunmuĢtur (Heyd 1866, 319).

Temelde Konstantinopolis‘in yeniden alınmasına yönelik giriĢimlerde Ceneviz yardımı için yapılan Nymphaeon AnlaĢması‘nın imzalanmasından kısa bir süre sonra, hiç de beklenmedik bir Ģekilde ve Cenevizlilerin yardımı olmadan baĢkent Latinler‘den geri alınmıĢtır. Bulgar sınırını denetlemek için küçük bir birlikle Trakya‘ya gönderilen ordu kumandanı Aleksios Strategopulos, Konstantinopolis‘in yakınlarından geçerken kentin hemen hemen savunmasız olduğunu görmüĢ ve yaptığı baskın sonucu, hemen hiçbir direniĢ görmeden 25 Temmuz 1261 sabahı baĢkenti ele geçirmiĢtir. Bunun ardından VIII. Mikhail Paleologos 15 Ağustos 1261‘de büyük bir törenle Konstantinopolis‘e girmiĢtir (Ostrogorsky 1991, 415).

Ancak Latin egemenliği derin izler bırakmıĢtı. Ġtalyan Deniz Cumhuriyetleri Bizans sularına egemendi. Bu kentlerin kolonileri bütün devlet arazisine yayılmıĢ ve Doğu Akdeniz havzasındaki adaların çoğu bunların egemenliğindeydi (Ostrogorsky 1991, 417). VIII. Mikhail bölgede egemenliği yeniden ele geçirmek için Peleponnes‘e kardeĢi

sevastokrator Konstantinos yönetiminde, içinde 5000 ücretli Selçuklu savaĢçısı bulunan

kuvvetli bir ordu göndermiĢ, Cenevizlilerce takviye edilmiĢ Bizans donanması da Latinlerin elindeki adalara saldırmıĢtır (Ostrogorsky 1991, 419).

1263 yılının ilkbaharında Cenova filosu Nauplia körfezinde Venedikliler tarafından bozguna uğratıldığında Mikhail‘in Ġtalyan Deniz Cumhuriyetleri‘ne yaklaĢımı değiĢmiĢ ve beklenen yararın sağlanamadığı gerekçesiyle Cenevizlilerle ittifak feshedilmiĢtir. Venediklilerle yeni bir anlaĢma hazırlığına giriĢen VIII. Mikhail, daha sonra fikir değiĢtirerek yeniden Cenevizlilerle yakınlaĢmıĢ, onların imparatorluk topraklarında serbest ticaret yapabilecekleri teyit edilmiĢ ve Konstantinopolis‘in varoĢlarından Galata bunlara tahsis edilmiĢtir (1267). 4 Nisan 1268‘de ise bu kez Venediklilerle bir anlaĢma

yapıldı ama daha önceden öngörülen Cenevizlilerin Bizans topraklarından çıkarılmasına iliĢkin madde antlaĢmadan çıkarılmıĢtı (Ostrogorsky 1991, 420).

Mega duks‘luğe yükseltilen Ġtalyan Licario‘nun deniz harekatı 1276 yılından itibaren

özellikle baĢarılı oldu: Euboea ve Ege adalarının büyük bir kısmı onun eline geçti; Bizans filosu Ege Denizi‘ne yeniden egemen olmuĢtur (Ostrogorsky 1991, 426). VIII. Mikhail‘den sonra tahta oğlu II. Andronikos (1282-1328) geçmiĢtir. Üst düzey eğitime sahip Andronikos‘un danıĢmanları arasında Theodoros Metokhites ve Nikephoros Gregoras gibi dönemin önemli entelektüelleri vardı. (Ostrogorsky 1991, 442).

VIII. Mikhail‘in Ceneviz ve Venediklilerin gereğinden fazla nüfuz sahibi olmalarını önlemeye çalıĢırken, II. Andronikos tek taraflı olarak ve kayıtsız Ģartsız Cenevizlilerle dayanıĢmıĢtı. Venedik, Ege Denizi‘nin güneyinde egemendi. Cenevizlilerse Kuzey Ege adalarında, Marmara Denizi‘nde, Karadeniz‘de egemendi ve dolayısıyla Doğu‘dan malların ticareti konusunda Venedik‘e üstün durumdaydı. 1294 yılında iki kent arasında Bizans Ġmparatolruğu‘nun da katıldığı bir savaĢ baĢladı. Venediklilerin saldırdığı Cenevizlilere sığınak sağlayan Bizanslılar Venedik‘in tehditlerine maruz kaldı. Bunun üzerine Bizansılar da Venediklilere saldırdı. 1299 yılında Cenevizliler Venedik‘le ―ebedi barıĢ‖ anlaĢması imzalayınca savaĢ, Venediklilerin yüklü tazminat talep ettikleri bir Bizans-Venedik savaĢına dönüĢtü. Donanmaya sahip olmayan Bizans, Venedik isteklerini kabuk etmek zorunda kaldı. Bunun ardından Cenevizliler Galata‘yı güçlü bir surla çevirdiler. Ayrıca Cenovalı kumandan Benedetto Zaccaria, Bizans‘a ait olan Khios adasını ele geçirdi (1304). Her iki kentte bu savaĢtan güçlenmiĢ olarak çıkarken kaybeden sadece Bizans Ġmparatorluğu oldu16

(Ostrogorsky 1991, 453).

On üçüncü yüzyılın ikinci yarısında ise Ege denizindeki korsanlık faaliyetleri VIII. Mikhail Paleologos‘un de katkısıyla farklı bir karakter kazanmıĢtır. Ġmparator denizcilere maaĢlarının yanında mükâfat da (υιλανθροπίαι) vermiĢtir. Söz konusu

16 Heyd, II. Andronikos‘un donanmayı dağıtmasının ardından hala daha Bizans Ġmparatorluğu‘nun denetiminde olan Khios, Lesbos, Samos ve Tenedos gibi adalara konuĢlanan Türk korsanların

bulunduğunu ve bu durum karĢısında Benedetto Zacchaira‘nın bu adaları imparatordan istediğini yazar. Sonuçta 1304 yılında II. Andronikos on yıllığına Khios adasını Zaccharias‘a vermiĢtir (Heyd 1866, 358-9).

mükâfattan yola çıkarak bu sözcüğün ―ganimet‖ Ģeklinde yorumlanabileceği ve bununda VIII. Mikhail‘in donanmasındaki denizcilerin, kazançlarının bir kısmını korsanlık faaliyetlerinden elde edilen ganimetlerle karĢıladıkları söylenebilir (Morgan 1976, 421). Çoğunun Cenevizli olduğu ve aralarında Giovanni Senzarakson, Andrea Gaffaro, Giovanni del Cavo gibilerinin sayılabileceği bu korsanlar Venedik kaynaklarında homines domini imperatoris (imparatorun adamları) Ģeklinde tanımlanmaktadır (Runyan ve Lewis 1985, 39-40; Nicol 2000, 190). AnlaĢılan VIII. Mikhail bilinçli bir politika izleyerek bu yarı düzenli maceracıları yabancıların yaptığı ticaretten kazanç sağlamalarına belirli bir ölçüye kadar göz yumarak, yeni ve güçlü bir donanma oluĢturabilecek ekonomik kaynaklardan yoksun imparatorluğuna ucuz yoldan deniz gücü sağlamıĢtır (Morgan 1976, 425).

Anaia‘nın adı korsanlık faaliyetlerinin toplandığı diğer merkezler Thessalonica ve Menomvasia ile birlikte anılmaktadır (Lemerle 1957, 16-17; Morgan 1976, 421). Genellikle üç gemiden oluĢan bir korsan filosunda iki gemi saldırıda bulunurken üçüncüsü de yedekte beklemekteydi. Genel eğilim, kaptanlardan birisinin zaman zaman

Sevastos rütbesiyle de anılan Yunanlı olması, diğerlerinin ise yabancı olmasıydı.

Kaptanlar comes ya da comitus unvanını taĢıyorlardı. On ikinci yüzyıla gelindiğinde bu unvan geniĢ biçimde kullanılır oldu. Benzer bir dönüĢüm amiral (amiraglius) terimi için de geçerlidir. Örneğin 1275 yılına kadar Gyrakis adında bir kiĢinin ―Anaia Amirali‖ olarak adlandırıldığını görüyoruz. Ayrıca Venediklilerin tazminat isteklerine temel oluĢturan korsanlık faaliyetlerinde yirmi kez adı geçen Cenevizli ―Anapha‖lı Giovanni Delcavo da amiral yapılmıĢtır. Kaptanlar arasında Cenevizli, Pisalı ve Frankların yanı sıra, Saladin gibi takma ad olma olasılığı da olan bir Müslüman ismi de dikkati çekmektedir. Bizanslılar az olsa da dikkat çekicidir: Gyrakis, Rodos‘tan Niketas Leon, Sophianos ve Mamonas. Korsanların faaliyet alanları genellikle Ege denizinin güneyi iken zaman zaman kuzeye de yönelmiĢtir. Hatta Kıbrıs, Akka‘ya yakın denizler ve nadiren de Yunanistan‘ın batısına yayılmıĢtır (Morgan 1976, 424-5). Bu tür korsanlık faaliyetleri Venediklilerin ticaretleri için çok önemli olan liman kentleri ve adalardan uzaklaĢmalarına neden oldu (Heyd 1866, 325).

Bizans Ġmparatorluğu‘nda Latinlerin varlığı sadece tüccar kimliğiyle sınırlı değildi. Denizcilikte yetkin, yeterli Bizanslı olmaması nedeniyle giderek artan sayıda Ġtalyan denizci paralı askerlik yapıyordu. Bu bağlamda Manuel‘in etkileyici deniz gücü Bizans donanmasının bir yükseliĢinden ziyade parası ödenerek denetim altında tutulan, Latin karaktere sahip bir gücü temsil etmektedir (Runyan ve Lewis 1985, 37). Khoniates‘in dikbaĢlı, inatçı, kana susamıĢ ve devamlı Bizans‘ın kötülüğünü düĢündüklerine inandığı Latinlerin deniz gücündeki ağırlıklı rollerinden kaynaklanan tehlikenin farkında olan Manuel, özellikle Ceneviz ve Pisalıları yerleĢik hayata özendirip, imparatorluğun zararsız bireyleri haline dönüĢtürmeye yönelik bir plan izlemiĢtir (Khoniates 1995, 139; Angold 1985; 33; Runyan ve Lewis 1985 38).

Latinlerin varlığı Ġznik Ġmparatorluğu döneminde de devam etmiĢ, asimile olarak toplumsal ve politik yaĢama girmiĢ, ordunun da önemli bir bölümünü teĢkil etmiĢlerdir (Ahrweiler 1965, 23; Laiou-Thomadakis 1980/81, 178; Oikonomides 1995, 327). Mikhail Paleologos‘un Bizans tahtına uzanan yolunda önemli bir rol üstlenen Latinler, çocuk yaĢta tahta çıkan IV. Ioannes Laskaris‘in naibi Protovestarios Muzalon ve ailesine karĢı ayaklanmaya katılmıĢ ve Charles adında bir Latin asker Muzolon‘u Sossandra Manastırı‘nda öldürmüĢtür. Ardından Mikhail‘in imparatorluğa geçiĢinin son aĢaması olan despotluğa atanmasında sadece Bizanslıların değil, Latinlerin fikrinin sorulması, onların etkinliklerinin açık bir göstergesidir (Geanakoplos 1953, 420-27). Ancak VIII. Mikhail izleyen dönemde ordu ve donanmada yabancı paralı askerlerin kullanılmasına bir sınır getirmiĢ ve bunların yerine yine kendisinin özgürlüğe kavuĢturduğu Peloponnessos‘un kıyı kesimlerinden Tzacon‘lar ile Latin-Bizans evliliklerinden doğan yarı-kastlara (Gasmouloi) ağırlık vermiĢtir (Ahrweiler 1966, 405; Morgan 1976, 420-21). Yine de Pakhimeres‘e göre Bizans donanması Konstantinopolis‘i korumak için yeterli olsa da tüm imparatorluğu koruyacak güçten yoksundur (Balard 1978, 48).

Bizans Ġmparatorluğu‘nda baĢkent Konstantinopolis karĢılıklı değiĢ-tokuĢ ve transit ticaret merkezi iken eyaletler, politik koĢullar izin verdiği sürece gıda ve hammadde ihraç edip, imal ürün alan bölgeler konumundadır. Bu alıĢveriĢte de on ikinci yüzyıldan itibaren Latinlerin giderek artan bir ağırlığı söz konusudur (Laiou-Thomadakis 1980/81,

177). Batı Anadolu liman kentlerinin tarihi de, özellikle Bizans Ġmparatorluğu ile Ġtalyan Deniz Cumhuriyetleri arasındaki iliĢkiyle yakından ilgilidir. Politik bağlamda ele alındığında Bizans Ġmparatorluğu, yeterince güçlü olmayan donanmasından kaynaklanan eksikliği, Ġtalyan Deniz Cumhuriyetleriyle bağlaĢıklıklar kurarak gidermeye çalıĢmıĢtır. Bu bağlaĢıklıkların ekonomik yaĢama yansıması ise giderek artan bir Latin egemenliği olmuĢtur. Bunda 1250–1400 yılları arasında denizcilikteki teknolojik geliĢmeleri baĢarıyla uygulamaya koyan Ġtalyan Deniz Cumhuriyetleri‘nin deniz ticaretindeki yetkinlikleri de büyük bir paya sahiptir (Lane 1986, 238).

Konstantinopolis patriği I. Athanasios (1230–1310) Cenevizlileri Konstantinopolis‘i ellerinde tutmakla ve hatta tahıl karĢılığı kadınlarını teklif etmekle suçlarken, Nikephoros Gregoras (1295–1360) Batıların Bizans denizlerini denetim altına aldıktan sonra Bizanslıların zenginliklerini ellerine geçirdiklerini söyler. Bu tür eleĢtirilere bir örnek de daha geç dönemden gelir. Plethon (y. 1355–1452) yün, keten, ipek ve pamuk üreten bir toplumun bunları giysiye dönüĢtürememesinden yakınarak ve Atlantik‘te üretilen yünden, Ionya Denizi‘nin ötesindeki topraklarda yapılan giysilerin giyilmesini büyük bir felaket olarak nitelendirir. Bu bağlamda Laiou, Mora Yarımadası‘nda on ikinci yüzyıldan on üçüncü yüzyılın baĢına kadar geliĢen tekstil endüstrisinin neredeyse rastlantısal kaldığını yazmakta ve Batı Anadolu‘dan bahsetmemektedir (Laiou-Thomadakis 1980/81, 187-88).

Konstantinopolis‘in yeniden ele geçirilmesiyle (1261) ilgi, yeniden kazanılan topraklara kaymıĢ ve izleyen süreçte özellikle VIII. Mikhail‘in izlediği politikalarla Anadolu‘nun imparatorlukla olan bağlarında doğan zayıflık, bölgeyi Türk akınlarına karĢı gevĢek bir yapıya dönüĢtürmüĢtür (Ahrweiler 1965, 4; Runyan ve Lewis 1985, 39-40; Oikonomides 1988, 321). Dalaman Ovası‘ndaki Türkmen ayaklanmasının yedi yıl sonrası VIII. Mikhail, Türk tehdidine karĢı kardeĢi Ioannes komutasında bir ordu göndermiĢtir. Ancak Karia bölgesi (Meandros‘un güneyiyle Dalaman‘ın kuzeyinde kalan kısım) Türkler tarafından alınmıĢ durumdaydı ve Türkler Strobilus, Stadia ve Trakhia limanları da dahil olmak üzere Karia‘nın büyük bir bölümünü ellerine geçirmiĢlerdi (Vryonis 1975, 47). Dokuz yıl sonra, 1278‘de, Mikhail Meandros bölgesine durumun daha da fazla bozulmasını engellemek için bir sefer daha

düzenlemiĢtir, ancak bu kez de Priene, Miletus ve Magedon düĢmüĢ durumdadır ve Türkler kuzeydeki Küçük Menderes vadisini iĢgal etmiĢlerdir. Tralles ve Nysa 1282 yılında MenteĢe Beyliği tarafından alınmıĢtır ve giderek Menderes Nehri‘nin ağzına doğru yaklaĢmaktadır. 1304 yılında Ephesos düĢmüĢtür. Kuzeydeki Bergama 1302 yılında Türklerin eline geçmiĢtir (Vryonis 1975, 47).

Akka‘nın Müslümanların eline geçtiği 1291 yılında Papa‘nın, Doğu Akdeniz‘de Ġslam ülkelerine karĢı abluka ilan etmesinden sonra, Hristiyan donanmaları Anadolu kıyıları boyunca karakol gezmekteydiler. 1293 tarihinde 20 kadırgadan oluĢmuĢ bir Venedik donanması Alanya‘yı ele geçirdi. Karamanlılar kısa zaman sonra kenti geri alsalar da, Latin Deniz Cumhuriyetleri ve bu arada Rodos‘a yerleĢmiĢ Hospitaller Ģövalyeleri, Anadolu kıyılarının güneyinde, Makri Körfezi‘nden Çukurova (Kilikya)‘ya kadar bir çok önemli deniz üssünü ele geçirdiler. Öte yandan Batı Anadolu 1290-1304 tarihleri arasında tümüyle Türkmenlerin egemenliği altına girmiĢtir. MenteĢe Beyliği, 1269 yılına doğru Karia (Teke) kıyılarını (Strobilos, Stadia ve Trakhia limanları dahil) yönetimi altına almıĢtır. Daha kuzeyde Ephesus körfezinde Anaea (Aniya) bu dönemde her menĢeden korsanın toplanma yeri olup, Türk korsanları 1278‘e doğru burada sağlam bir Ģekilde yerleĢmiĢ bulunuyorlardı (Ġnalcık 2010, 11-12). MenteĢe beyleri korsanlık ederek denize ilk açılanlar oldular. Bir Bizans donanması olmadığı için de, iĢsiz kalmıĢ Bizans denizcilerinin hizmetlerinden çok büyük yarar sağladılar (Cahen 2002, 337). Öte yandan VIII. Mikhail ve II. Andronikos artan Türk ilerlemesine karĢı bir takım askeri tedbirler almaya çalıĢmıĢ ve bunda da geçici bir takım baĢarılar elde etmiĢlerdir. Örneğin 1278‘de VIII. Mikhail‘in oğlu Andronikos bir ordu ile Menderes vadisinden Türkleri atmak için yola çıkmıĢ, belirli baĢarılar elde etmiĢ ve hatta Tralles (Aydın) kentini bile yeniden kurdurmaya giriĢmiĢtir. Andronikopolis ya da Palailogopolis olarak adlandırılması planlanan kent, Andronikos‘un bölgeden ayrılmasından sonra Nysa (Sultanhisar) ile birlikte Türklerin eline geçmiĢtir. Hatta Pakhymeres‘e göre kentten yirmi bin de köle almıĢlardır (Nicol 1999, 92-93).

Yüzyılın sonlarına doğru bu kez Aleksios Philanthropenos yönetimindeki Bizans ordusu bölgede baĢarılar elde etmiĢtir. Ancak Philanthropenos 1295 sonbaharında imparatora baĢkaldırmıĢ ve yandaĢları tarafından imparator olarak ilan edilmiĢtir. Pakhymeres

―oralardaki birçok büyük manastırda artık ayinlerde imparatorun değil, yalnızca Philanthropenos‘un adı anıldı‖ diye kayıt düĢmüĢtür. Yanına yeterinde yandaĢ bulamayan Philanthropenos‘un macerası kısa sürmüĢ, yakalanmıĢ ve olasılıkla da 1295‘in Noel‘inde kör edilmiĢtir (Laiou 1972, 80-84; Nicol 1999, 133). A. E. Laiou, Philanthropenos‘un Konstantinopolis‘e yürümek gibi bir niyetinin olmadığını ve Anadolu‘yu yönetmeyi planladığını belirtir ve baĢarılı olması durumunda Batı Anadolu‘nun kaderinin daha farklı olacağını da ekler (Laiou 1972, 83).

Sonuçta Batı Anadolu liman kentleri 14. yüzyıl gelindiğinde birkaç istisna dıĢında (Smyrna ve Phokaia) artık Türk beylerin yönetimi altındadır ve aktif liman yaĢamlarına devam etmiĢlerdir. Bu yeni dönemde de Latin tüccarlar yine önemli bir role sahip olacaktır.

Vryonis, ele aldığımız döneme dair yorumunda, Batı Anadolu‘ya yönelik Türk fetihlerini baĢlatanların ve bu fethin ana unsurlarının göçebe gruplar ve beyleri olduğunu, Selçuklu sultanlarının ise bu duruma zaman zaman ve düzensiz bir katkıda bulunduğunu söylemektedir (Vryonis 1975, 48). Bizans Ġmparatoluğu çerçevesinden bakıldığında da Anadolu, imparatorluğun bir parçası olarak kaldığı sürece Bizans Ġmparatorluğu güçlü ve görece zengin bir devlet olmaya devam etmiĢtir. Ancak bu topraklar elden çıktığında zayıf imparatorluk adeta bir Balkan beyliği durumuna gelmiĢtir (Vryonis 1971, 1). Bu da yarımadanın doğusu ve batısıyla önemli konumunu vurgulayan bir baĢka unsurdur.