• Sonuç bulunamadı

1.2.2. Otoritenin Kendisine Yakın Kavramlarla Đlişkisi

1.2.3.1. Otoritenin Kaynaklarına Đlişkin Genel Teori ve Yaklaşımlar

Otoritenin kaynaklarına ilişkin değerlendirmelerimize geçmeden önce, otoritenin her gerçek kaynağının zorunlu olarak kendiliğinden olduğunu ve koşullu kaynakların bunların sadece aktarımı durumunda (Kojave, 2007; 42) olduklarını belirtmemiz gerekmektedir. Otoritenin kaynaklarına ilişkin iki genel yaklaşımdan bahsedeceğiz. Bunlardan birincisi “formel otorite yaklaşımı”, diğeri ise “otoritenin kabulü” yaklaşımıdır.

1.2.3.1.1. Formel (Biçimsel) Otorite Yaklaşımı

Formel otorite yaklaşımı, diğer bir deyişle biçimsel (şekilsel) otorite yaklaşımı, otoritenin görünümünü esas alır. Otoritenin geleneksel görünümü bir kurumda çalışanlar tarafından, daha üst bir emre uyma, işleyişi ise yukardan aşağıya doğrudur. En üst seviyeden esas kaynak, sosyal müessesenin oluşumuna izin veren toplumdur. Zorunluluk veya razı olma bir durum içerisinde otoritenin doğal sonucudur. Toplumun getirdiği, oluşturduğu müsaadeler kesin kaynaklardır. Günümüz dünyasında her işlev gücünü yasal temellerden alır. Yöneticiler bulundukları makam ve mevki itibariyle formel otoriteye sahip olurlar. Bu husus organizasyon yapısı içerisinde yönetilenlerin itaate mecbur oldukları bir işleyişi gösterir (Yeşertener, 1994; 11). Görüntüsel olarak otoriteye boyun eğenlerin içsel olarak otoriteye karşı tutumları farlılık arz edebilir. Fakat önemli olan dışsal da olsa bir otorite, bir boyun eğme durumunun varlığıdır.

Sosyal bilimler tarihinde çeşitli otorite yaklaşımları geliştirilmiştir. Arendt’e göre, otoriter yönetimlerin davranışlarına ölçü teşkil eden yasa, doğa yasasında, Tanrının emirlerinde ya da Platoncu idealarda olduğu gibi ne insan eseridir ne de o sırada iktidarda bulunanlar tarafından yapılmıştır. Otoriter yönetimlerde, otorite kaynağını daima yönetimin kendi gücünü aşan bir dış güçten alır; otoriteler otoritelerini, yani meşruiyetlerini her zaman siyasi alanı aşan bu kaynaktan, bu dış güçten almışlardır ve iktidarları bu gücün kontrolü altındadır (Arendt, 2004; 134-135). Bu yaklaşıma göre otoritenin kaynağı, otoritenin kendini aşkın bir güce dayanmasıdır.

1.2.3.1.2. Otoritenin Kabulü Yaklaşımı

Otoritenin davranış üzerinde değil de inanç üzerinde uygulandığı düşünülebilir. “Otorite olmak” ile “otorite mevkiinde” olmak karşı karşıya konulduğunda belirtilen çoğu zaman bu ayrımdır. Bu anlamıyla, otoriteyi kabul etmek önermelerin doğruluğunu kaynakları otorite olarak tanındığı için kabul etmek demektir. Bu, rahiplere veya peygamberlere körü körüne inançtan başlayıp, uzman görüşü örneğinde olduğu gibi ussal temele dayanan kabule kadar uzanan bir aralık içinde yer alan durumları kapsar. (Lukes, 2002; 637). Mesela, Max Weber’in saptadığı meşru ideal tiplerinden olan karizmasal meşruluk, şefin bir kişi olarak şef kabul edilmesi olayına dayanır, böylece şefin, kişisel düzeyde sahip olduğu saygınlık ve çekicilik iktidarın kaynağı haline gelir. Max Weber, hiçbir iktidarın tek bir meşruluk tipine dayandığını da düşünmemektedir. Dolayısıyla ayırdığı diğer iki ideal tipte yasal – ussal meşrulukla geleneksel meşrulukta, karizmadan da bir şey bulunacak ve böylece gerek yasal-ussal otoriteler gerekse geleneksel otoriteler birer önder olabilecekledir (Duverger, 2007; 136). Bu anlamda Weber’e göre, otorite altında bulunanların sadece emirlere fiili olarak uymaları, otorite kavramını tam olarak açıklamaya yetmez. Emirleri yerine getirenlerin, aynı zamanda onların geçerli olduğunu kabul ettikleri bir norma uymak isteği ya da endişesi ile davranmaları da gerekir (San, 1970; 91).

Otoritenin kabulü yaklaşımına göre, otoritenin en önemli belirtisi, baskı ya da iknaya gerek olmaksızın, itaat etmesi istenenlerin verilen kararı sorgusuz sualsiz kabul etmesidir. Otoriteyi korumak için, kişi ya da makama duyulan saygıyı ayakta tutmak gerekir (Çınar, 2006; 237). Bu da otorite durumunda olanların, otoriteye maruz kalanlara karşı davranış ve tutumlarında hakkaniyet ölçülerine ne kadar riayet ettiği ile yakından ilintilidir. “Otorite” ve “hak” arasında olduğuna işaret edilen yakınlık her otoritenin neden zorunlu olarak yasal ya da meşru bir niteliğe sahip olduğunu açıklar. Zira her otorite zorunlu olarak, tanınmış bir otoritedir, bir otoriteyi tanımamak, onu yadsımak ve dolayısıyla onu yok etmektir. Bir otoriteyi tanıyan kişi böylelikle onun meşruluğunu da tanır (Kojave, 2007; 16-17). Buradaki tanıma kavramı tam da otoritenin kabulü durumuna denk düşmektedir.

Otoritenin kabulü yaklaşımını psiko-sosyal bakımdan inceleyecek olursak, bu durumun kökenlerini saptayabilmek mümkündür. Terk edilme bunaltısının ve suçluluk duygusunun artırılması ve sürekli kılınması, toplumların içinde saptanabildiği gibi, ayrıca otoritenin de kökenidirler. Çocuk kendi ruhsal-duygusal gelişimini izleyeceği yerde, yanıltıcı tehlikelere terk edilmiş olmamak için, boyun eğmeye alışır. Otoriteye boyun eğen bilinçsiz bir refleks, yılların süresi içinde işte böyle yapılanır. Böyle bir boyun eğme davranışı, kendi uzak kökeniyle bağlantı kurma yeteneğinde olmayan çocuğa ve yetişkine sonunda tümüyle doğal gelir (Mendel, 2005-b; 64). Böylelikle otorite bilinçsiz ve refleksif olarak kabul edilmiş olur.

Otoritenin bir çalışma ortamında kabul edilebilmesi için belli gerekliliklerin sağlandığı varsayılır. Đş ve çalışma ortamında otoritenin kabulü, idare edilenlerin rızalarına daha direkt bir yaklaşımı ifade eder ve daha az karışıklığa neden olur. Otoriteye katlanan insanların deneyerek kabul ettiği bireysel mevkiler otoritenin gerçek kaynağı olur. Bernard, otoritenin kabullenilmesinde ihtiyaç duyulan dört gerekliliği şu şekilde sunmuştur (Yeşertener,1994; 12).

- Çalışanlar istenilenleri anlamış olmalıdır.

- Karar esnasında çalışanlar kurumun amaçları ile istenilenlerin örtüştüğüne inanmış olmalıdır.

- Karar esnasında çalışanlar istenilenlerin kendilerinin kişisel ilgileri ile uygunluğuna inanmış olmalıdır.

- Çalışanların düşünsel ve fiziksel olarak kabulü ve uyumunu içermiş olmalıdır.