• Sonuç bulunamadı

“Osmanlı Münevveri”48 ve sonrasında “Cumhuriyet Aydını”nın tarihi bağlam içinde kökenini, Osmanlı‟nın siyasal, ekonomik ve toplumsal sisteminin köklü değiĢikliklere uğradığı, “gerileme dönemi” olarak etiketlenen döneme kadar götürmek mümkündür. 18. Yy. itibariyle, ilm-bilgi ile meĢgul olan bu kategori, mevcudiyetlerini yönetim ile bütünleĢtirerek müesses nizam‟ın ihyası yönüne kanalize etmeye baĢlamıĢtır. Bu Türk aydınının soy zincirindeki en önemli halkayı teĢkil eden nitelik “misyonerliktir”. Açıkçası, Türk aydını “devlet memuru” ve

“misyoner” olarak doğmuĢtur. Türk aydının doğum koĢulları içinde kendine bir misyonerlik vehmetmesi ve bunu görev bilinci içinde algılaması, onun kendini ve eylemini kutsayıp dini bir vazife Ģuuru içinde yapılandırmasına yol açmıĢtır.

“Osmanlı Âlimi”nden “Osmanlı Münevveri”ne ilm-bilgi ile meĢgul olan bu kategori sınuf-u devlet- (devlet hizmetlisi) olduğu için, halkı, Osmanlı egemen ideolojisi içinde, Yaratıcının bir emaneti olarak görmüĢ ve onu “kurtarma misyonunu” kendine münasip görmüĢtür. “Halk-(ahali) kurtarıcısı” vasfını üstüne alan bu zümre, halk için neyin iyi olacağını tespit etme ve tebliğ etme hakkını da bu payenin tabii bir neticesi olarak kendi üzerine görev bilmiĢtir. Cumhuriyetin kurucu kadrosunun felsefesinin özdeyiĢi haline gelen „Halk için halka rağmen‟ sloganının tarihsel kökleri buradan filizlenmiĢtir. Bu tarihi seyir içinde halkı her zaman “kurtarma misyonu”, “koruma vazifesi”, ve “vesayet denetimi” altında tutulması gereken bir kitle olarak gören

47Levent Köker, a.g.e, s. 62- 63

48Osmanlı döneminde münevver kelimesinin sözlüklerde kullanımı, XX. Yy. baĢlarında görülmektedir. “Münevver” kelimesini, kastedildiği manada kullanan ilk sözlük, ikinci baskısı 1925 yılında yapılan M. Bahaettin‟in Yeni Türkçe Sözlüğüdür. Zikredilen bu sözlükte münevver, “ilm-ü marifeti tecrübesi çok, terbiye ve tahsil görmüĢ, malumatlı; açık fikirli” manalarında kullanılmıĢtır.

Bkz. Fethi Naci, “ „Münevver‟den „entel‟e”, Türk Aydını ve Kimlik Sorunu, Bağlam Yay., Ġstanbul, 1995, s. 182

21 Tanzimat sonrası Batı hayranı “Osmanlı Münevveri” ve sonrasında “Cumhuriyet Aydını”, halkın kendi belirlemediği bir yol üzerinde, kendi adına, “halkın iyiliği için” olduğu söylenen bu yönlendirmeler karĢısında, halkın “çaresizliği” bir anlamda

“tepkisizliği” sebebiyle ihanete uğradığını düĢünerek giderek “ahali” ile arasını açmıĢ ve kurtarmaya kalkıĢtığı halk ile arasındaki bu kopukluk, iletiĢimsizlik meydana gelmiĢtir.49 Bu “Aydın” ve “Ahali” arasındaki kopukluk ile alakalı olarak Cemil Meriç:

―Aydınlarımız, Batı‘nın her hastalığını ithale memur bir anonim Ģirket. On dokuzuncu asırda ithal ettikleri hastalığın adı ―buhran‖dı. Kelime doğar doğmaz birbirini kovaladı buhranlar: iktisadisi, içtimaisi, fikrîsi…

ġimdi de yeni bir meta sürüyorlar piyasaya; ―bunalım‖. Cıvık, sinsi, vahim bir marazdır. Kendimize pek yakıĢtırdığımız bu illetin kökü ne tarihimizde, ne uzviyetimizdedir. Aydınımızın en büyük kusuru, eskiden Batı medeniyetini tanımamaktı. Bu yüzden Batı‘ya düĢmandılar. ġimdi Batıcılar, kendi memleketinin yabancısı durumundadır.‖50

Binaenaleyh; tarihi seyri içinde Devlet-i Aliye‟nin moderniteyle karĢılaĢtığı birinci aĢama, devleti gerileten meselelerin çözümünü mevcut siyasal ve sosyal sistem içinde aramak Ģeklinde tezahür etmiĢtir. Bu aĢamada, Osmanlı bir takım sorunlar yaĢamıĢ ve iĢlerin eskisi gibi yolunda gitmediğinin farkına varmaya baĢlamıĢtır. Ancak karĢılaĢtığı modern yenidünya konseptini kendi bünyesinde izah edemeyip temellendiremediği için bu dönemdeki çözüm arayıĢlarını modernite olgusuyla iliĢkilendirememiĢtir. Bu durumda problem, müesses nizamın bozulduğu kanaatini merkeze alan bir tanımlama içermiĢ ve bu sebepten eski düzenin ihya edilmesi çözüm olarak görülmüĢtür. Ġkinci aĢamada, modern yenidünya yapılanması saray ve devlet bürokrasisinin “amaç” olarak değil de “araç” zihniyetiyle yaptığı reformlara eklemlenmiĢ olarak topluma sirayet etmiĢtir. Gelinen noktada henüz, Batı‟nın tanınması ve modern yenidünya yapısını inceleme, çeĢitli arayıĢlar ve etkilenme süreci hâkimdir. BatılılaĢma çabası bağlamında, bu arayıĢ ve etkilenmeler daha çok yönetici kadrolarda ortaya çıkmakta ve modernleĢme hamleleri daha ziyade saray ve devlet bürokrasisi eliyle, sınırlı bir çizgide geliĢmektedir. Üçüncü aĢama,

49Mehmet Ali Kılıçbay, “Türk Aydınının Dünyasını Anlamak”, Türk Aydını ve Kimlik Sorunu, Bağlam Yayınları, Ġstanbul, 1995, s. 176- 177

50Cemil Meriç, Umrandan Uygarlığa, ĠletiĢim yay. Ġstanbul, 1996, s. 62

22 modern yenidünya ile yeni iliĢki kurma yöntemleri öneren iktidar dıĢındaki kiĢi ve grupların politik- felsefi düĢünce ve eylemlerinin geliĢme dönemidir. Bu döneme aĢamalı olarak Genç Osmanlılar, Jön Türkler ve nihayet politik bir örgütlenme olan Ġttihat ve Terakki Cemiyeti‟nin BatılılaĢma uğraĢları, giderek bu grubun iktidar talepleri, döneme damgasını vurmuĢtur. Dördüncü ve son aĢama ise, , ulus-devlet projesi ile Batı‟nın tüm değer ve normlarının esas (primer) kabul edilip devlet ve toplum yapısına aktarıldığı, devrimci bir karakter kazandığı dönem olmuĢtur.51 Burada ifade etmeye çalıĢtığımız Osmanlı modernleĢmesi tedrici bir özellik göstermekteyse de; Batı Sivilizasyonu52 ve onun felsefi, kültürel ve politik bütünüyle, Osmanlı hiçbir zaman iliĢkisini kesmemiĢtir. Devlet-i Aliye‟nin kudretli, ihtiĢamlı devrinde Osmanlılar, kendi medeniyetlerini Batı‟dan “faziletli” ve ona takaddüm eden bir irtifada görmüĢler, devletin savaĢlarda aldığı yenilgiler ve toprak kayıplarıyla bağlantılı olarak, devletin niçin gerilediği meselesi, öncelikle devlet yönetiminin bozulduğu ileri sürülerek, daha sonra Batı‟nın askeri üstünlüğü gerekçe gösterilerek cevaplandırılmaya çalıĢılmıĢtır.53 Devlet-i Aliye‟de bil-mecburiye giriĢilen bu ıslahat hareketleri muhtelif isimlendirmeler de almıĢtır.

―Bu çerçevede, Osmanlı Ġmparatorluğu özelinde, Osmanlıların Batı‘ya yöneliĢinin baĢlangıcından beri, öncelikle askeri ve eğitim kurumlarında ortaya çıkan değiĢme, baĢkalaĢma ve geliĢmelere birçok isim verilmiĢtir. Mesela 18. Yüzyılın baĢlarında teceddüt veya ıslahat, daha sonraları Tanzimat olarak adlandırılan değiĢim-dönüĢüm hareketleri, Ġstanbul‘un çeĢitli kesimlerindeki farklı yaĢayıĢ biçimlerini de ifade etmek üzere asrilik, asrileĢme gibi benzer kavramlarla da anlatılmaya çalıĢılmıĢtır.

Osmanlı Ġmparatorluğu‘nun son yılları ve Cumhuriyet‘in baĢlarında gözlenen geliĢmeler BatılılaĢma hareketini ifade edecek bir tarzdan muasırlaĢma, muasır medeniyet seviyesine ulaĢma gibi tasvirlerle de anlatılmıĢ, dildeki sadeleĢtirme çabalarıyla zamanla bunun yerine çağdaĢlaĢma terimleri benimsenmiĢtir.”54

51Ġlhan Tekeli, “Türkiye‟de Siyasal DüĢüncenin GeliĢimi Üzerine Bir Üst Anlatı”, Modern Türkiye’de Siyasi DüĢünce, III.Cilt, ModernleĢme ve Batıcılık, ĠletiĢim Yay., Ġstanbul, 2007, s. 19-43.

52Lisanımızda, toplumsal, hukuki, siyasal ve ekonomik bakımdan tekâmül etmiĢ, gelenekli, üst seviyede bir hayat formunu tanımlamak üzere kullanılan “medeniyet‖ kavramının, Batı dillerinin pek çoğunda tekabül ettiği sözcük “Sivilizasyon” dur. Bu kavram, Batı literatüründe ilk kez Fransız ekonomist Marki de Mirabeau tarafından 1756 tarihinde kullanılmıĢtır. Bkz. Server Tanilli, Uygarlık Tarihi, Cem Yay., Ġstanbul, 1994, s. 12.

53ġerif Mardin, Türk ModernleĢmesi, ĠletiĢim Yay., Ġstanbul, 2008, s. 9- 10

54M. ġükrü Hanioğlu, “BatılılaĢma” , TDVĠA, V. Cilt, Ġstanbul, 1992, s. 148

23 Osmanlı‟da öncelikle ıslahat hareketlerinin geride kalmıĢ bir “altın çağ”

özlemi içinde tasarlandığı hesaba katıldığında bu gayretlere ilk aĢamada reform adlandırmasından ziyade restorasyon faaliyetleri demek daha doğru olacaktır.

―…Osmanlı için, geride kalmıĢ bir Altın Çağ vardı ve bu her Ģeye bakıĢı belirliyordu. Pek çok incelemeci, Osmanlı'da evrensel anlamda bir

"reform" kavramı bulunmadığına dikkat etmek zorunda kalmıĢtır. Osmanlı var olan durumun iyi bir durum olmadığının fazlasıyla farkındaydı ve bundan kurtulmak için sürekli uğraĢ içindeydi. Ancak bu uğraĢın özü, yeni bir Ģey yaratmak değil, eski duruma dönmenin yolunu aramak Ģeklinde açıklanabilir.

ġu halde, "reform" değil, "restorasyon" diyebiliriz .‖55

Osmanlı için özlem duyulan bu “Altın Çağa” geri dönebilmek gayretlerinin fikri kodlarını Ġslam Kozmolojisi içinde bulmak mümkündür. Klasik Ġslami düĢünce geleneğinde “geriye gidiĢ” paradoksal olarak esasen ilerlemenin imkânı olarak görülmüĢtür. Islahatların ilk dönemine hâkim olan atmosfer; kusursuz-mükemmel zamanlara yani Asr-ı Saadete ve bu dönemde Hz. Peygamber‟in vahiy rehberliğinde tesis ettiği toplumsal düzen ve kurallar bütününe yeniden ulaĢmakla, hiç olmazsa yaklaĢmakla “kurtuluĢun” mümkün olduğuna dair inancın belirleyici olduğu bir dönemdir.56 Hatta bu düĢünce yapısı BatılılaĢma lehine değiĢimin, dönüĢümün kaçınılmaz olduğu dönemlerde bile kontrollü, tedbirli seyretmiĢ görünmektedir.

―Mizancı Murat Bey bu psikolojiyi Ģöyle anlatır: "Dinleriyle mazilerine mağrur olan Osmanlılar için Frenkleri taklit etmek tariki pek sakim gelir idi." Doğrudur. Bunun sonucunda, ele aldığımız bu ikili çerçevede, Rusya BatılılaĢmaya, "Ne kadar çok Batılı olabilirim?", Osmanlı ise "Ne kadar az Batılı olmakla yetinebilirim?" sorularıyla girmiĢ gibidirler.

Bunun sonuçları da zaten bellidir.‖ 57

“Osmanlı Münevverleri” içinde Ġslami hassasiyetler taĢıyan zevatın bu modernleĢme serüveninde önemli soruları ya da sorunları meselenin bir baĢka

55Murat Belge, “Türkiye ve Rusya”, ModernleĢme ve Batıcılık; BatılılaĢma, ĠletiĢim Yay., Ġstanbul, 2007, 46

56Hasan Bülent Kahraman, Türk Siyasetinin Yapısal Analizi-I: Kavramlar-Kuramlar-Kurumlar, agorakitaplığı, Ġstanbul, 2010, s. 13- 14

57Selim Deringil, Ġktidarın Sembolleri ve Ġdeoloji, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul, 2007, s. 143

24 boyutunu oluĢturmuĢtur: “Yerli kültür içinde Ġslâm‟ın yeri nedir? Batı Medeniyeti karĢısında Müslümanların tavrı nasıl olmalıdır? Ġslâm dünyasını Ġslâm mı geri bıraktı? Müslümanlara dinin hakikatleri, modern ilim nasıl öğretilecek? Dinî ve siyasî liderliği birleĢtiren hilafetin yeri nedir? Ġslâm inancı ve öğretisi etrafında birleĢebilmek için kavmiyetçiliğin doğuracağı parçalanma nasıl önlenebilir? Bilimsel pozitivizmden yararlanarak yeni ve rasyonel bir Ġslâm anlayıĢı nasıl ortaya konulabilir? Ġçerideki ve dıĢarıdaki muhaliflere karĢı Ġslâm nasıl makul bir Ģekilde müdafaa edilebilir? ” Aklı ve Felsefeyi iĢe koĢarak bu suallere cevap üretmek üzere fikir yürütenler arasında Filibeli Ahmet Hilmi, Ġsmail Fenni, Ferid Kam, Ġsmail Hakkı Ġzmirli, M. Ali Aynî, Elmalılı Hamdi Yazır gibi münevverler bulunmuĢtur.

Ġslami “nakil” geleneğini bünyesine iyice sindirmiĢ olan Osmanlı düĢünce evreninde

“çeliĢki” bu bakımdan kaçınılmaz görülmüĢtür. Bu sorulara, cevap bulabilmek için Mehmet Akif gibilerin “Ġslam‟ı Asrın idrakine söyletebilmeyi” teklif ederken kökeni Batı düĢünce sistematiğinin içinde yer alan eklektik ve reformist bir yapı önermelerinden; yaĢanılan “kafa karıĢıklığı” da izlenebilmektedir.58

Ġlk olarak III. Selim zamanında daimi elçiliklerin açılması, bilhassa Fransızlar baĢta olmak üzere yabancı subay ve askeri uzmanların eğitimci sıfatıyla getirilmesi, yine baĢta Fransızca olmak üzere yabancı dillerin öğretilmesi maksadıyla elçiliklere yapılan tayinler, eğitim alanında Batılı eserlerin tercümelerinin yaygınlaĢtırılması gibi reformlar gerçekleĢtirilmiĢtir. Bu reformlar ile modern yenidünya ile Osmanlı yönetici tabakası arasında tesis edilen iletiĢim kanalları, Tanzimat döneminde ortaya çıkacak olan “Osmanlı Münevverleri”nin Batı‟yı algılayıĢlarında önemli rol oynamıĢtır. Özellikle bu dönemde elçiliklerde görev almıĢ ve modern yenidünya hakkında tafsilatlı raporlar hazırlamıĢ Ebubekir Ratıp, Esseyit Ali, Mahmud Raif, Mustafa Rasih ve Behiç Efendi gibi zevat; Osmanlı Devleti‟nin tez zamanda güçlenmesi için Ġslam‟ın özünde mevcut manevi unsurlara maddi tedbirlerin de eklenmesinin icap ettiğini beyan etmiĢlerdir. Raporlarında Avrupa‟nın ve Rusya‟nın kat ettiği ciddi mesafeyi de vurgulamıĢlar ve “zamanın ruhunun” yakalanması gerektiğini beyan etmiĢlerdir.59

58Süleyman Hayri Bolay, “Türkiye‟de Dinî DüĢüncenin Macerası”, Türk DüĢüncesinde Gezintiler, Ankara, 2007, s. 257–258

59Kemal Beydilli, “Küçük Kaynarca‟dan Tanzimat‟a Islahat DüĢüncesi”, Ġlmi AraĢtırmalar, Sayı 8, Ġstanbul, 1999, s. 54- 57

25 Batı‟nın askeri sahada üstünlüğünün somut olarak ortaya çıktığı bir realite olarak savaĢların kaybedilmesi durumu karĢısında Osmanlı Devleti, yönetim yapısını ve de toplumu Batı‟yı üstün kılan standartlara uydurarak dönüĢtürmesi gerektiğini görmüĢtür.60 Niyazi Berkes‟e göre Modern Avrupa düĢüncesinin izlerini gösteren ilk fikirler kendini III. Selim döneminde bilhassa 18. Yüzyılın sonlarında göstermiĢtir.

―… henüz daha Fransız Devrimi ideolojisini hazırlayan Aydınlanma dönemi düĢünürlerinin siyasal düĢüncelerinin yansımaları yoktur. Önemli olan yanları modern ordu eğitiminde modern matematik biliminin ne denli büyük rolü olduğunu anladıklarını göstermesidir.‖ 61

II. Mahmut ile yönetim mekanizmalarına, evvela Avrupa‟daki Osmanlı Elçiliklerinde, daha sonraki dönemlerde de Tercüme Bürosu‟nda ve Ġstanbul‟daki modern liselerden mezun olmuĢ bürokratlar getirilmeye baĢlanmıĢ, modern bir orduya duyulan ihtiyaç sebebiyle, bu ordunun talimi ve teçhizi için modern usuller ithal edilmiĢti. Böylece, ordunun çeĢitli kademelerinde görev yapacak olanlar için, modern matematik, coğrafya, tıp gibi konularda ve yabancı lisan olarak ise Fransızca öğretilmeye baĢlandı. Bir taraftan, demiryolu ve telgraf gibi modern ulaĢım ve haberleĢme vasıtaları tesis edildi. Osmanlı topraklarının her bir yanından gelen genç nesil bu yeni oluĢumun bir parçası olmak üzere, mühendis, öğretmen subay, yönetici ve doktor olarak yetiĢtirildi.62 20. Yüzyıl Osmanlı‟sında daha büyük kültürel ve politik dönüĢümlerin aktörleri olacak askerler ve sivil bürokrasi mensupları bu Ģekilde ortaya çıkmıĢ oldu. Osmanlı‟nın pek çok maslahat için bel bağladığı, Batı eğitim formu içinde yetiĢmiĢ bu kesim hızla politize oldu ve bir “toplumsal kategori”

60Mümtaz‟er Türköne, Türk ModernleĢmesi, Lotus, Ankara, 2006, s. 87

61Niyazi Berkes, Türkiye’de ÇağdaĢlaĢma, Yapı Kredi Yay. Ġstanbul, 2002, s. 99–100

62Ortaylı, Osmanlı‟da eğitimli kesim arasında ortaya çıkmıĢ olan düalist yapı hakkında Ģöyle der:

―Tanzimat‘tan önce eğitim düzeninde bir ikileĢme baĢlamıĢtı. Merkeziyetçi modern bir devlet kendi ideolojisini aĢılamak ve ihtiyacı olan bürokrat kadroları yetiĢtirmek için, en azından yurttaĢların din ve inanç farkını pek dikkate almayan tarafsız eğitim veren bir sistem kurmak zorundaydı… Dini eğitimin hâkim olduğu Osmanlı imparatorluğunda, 19. yüzyıl baĢından itibaren orduda ve nihayet mülki idaredeki modernleĢme dolayısıyla laik niteliğe yakın modern eğitim veren okullar kuruldu ve bunlar dini eğitim kurumlarının yanı baĢında ve onların aleyhine yayılıp, geniĢlemeye baĢladılar…

Osmanlı imparatorluğu tebaaya adaletin iki çeĢit mahkemede (Ģer‘i ve nizami) iki ayrı sistemdeki kanunlarla dağıtıldığı, eğitimin iki türde okulda yapıldığı, bürokraside iki sınıf memurun yan yana çalıĢtığı (daha doğrusu birbiriyle çekiĢtiği) iki tür dünya görüĢünün birbiriyle çatıĢtığı bir toplum sistemi halinde ömrünü tamamladı.‖Bkz. Ġlber Ortaylı, ”Osmanlı Devletinde Laiklik Hareketleri Üzerine”, (Edt. E. Kalaycıoğlu ve A. Y. Sarıbay), Türkiye’de Politik DeğiĢim ve ModernleĢme, Alfa Yayınları, Ġstanbul, 2000, s. 125–135

26 teĢkil ederek o döneme kadar Osmanlı geleneğinde görülmemiĢ tarzda yönetime karĢı siyasal eleĢtiri kültürünü mayaladı.63

Osmanlı‟da bu “toplumsal kategori”nin oluĢum safhasını incelerken, bu etkileĢimin maksimum gerçekleĢebileceği sosyal ortamın “akranların” bir arada bulunabilme imkânını hazırlayan “okullar” olduğunu söyleyebiliriz.

―Her Ģeyden önce dikkatimizi yoğunlaĢtırmamız gereken nokta, özellikle Ġmparatorluğun baĢkentinde ortaya çıkan ―mektepli gençliktir‖.

Sonuçta, gençliğin kendisini nesil kavramında tasavvur edebilmesi için, ilk olarak, akran olan bu kiĢilerin bir camia içinde yer alması ve bir topluluk oluĢturması gerekmektedir. Bu koĢullar, Osmanlı Ġmparatorluğu‘nda 19.

yüzyılın sonlarına doğru, özellikle Ġstanbul‘daki büyük okullarda (Harbiye, Mülkiye, Tıbbiye) vücut bulmuĢtur. KuĢkusuz söz konusu okullar yeni değildir; ancak bu döneme yaklaĢılırken okula alınma biçimleri standartlaĢmakta ve bu öğrencilerin yaĢlarının eĢit olmasını sağlamaktadır.

Bunun sonuçları neler olmuĢtur? Toplumbilim bize, en güçlü iletiĢimin aynı yaĢ grubundaki insanlar arasında olduğunu göstermektedir. ĠĢte bu etkili iletiĢim Ġstanbul‘daki okullarda oluĢmuĢtur. Çünkü çoğunluğu taĢralı olan bu öğrenciler, birbirleriyle çok sık görüĢmekte; aile ortamından uzakta birlikte zaman geçirmekte; aynı yaĢam koĢullarını paylaĢmakta, benzer eserleri okumakta, aynı umutları taĢımakta, aynı rüyaları görmektedirler. Var olan güçlü hiyerarĢiye dayalı dikey dayanıĢmaya (hoca-öğrenci, usta çırak), bu akran gençlerin arasındaki yatay iliĢkilerin olduğu- yeni bir dayanıĢma türü eklenmektedir. Böylece, bu okullarda farklı bir dayanıĢma iliĢkisinin kurulmasıyla yeni bir figür olan ―sınıf arkadaĢlığı‖ doğmaktadır‖64

Esasen BatılılaĢmayı hızlandıran bu bürokratik yapı içinde yetiĢmiĢ olan eğitimli kesim baĢlangıcı itibarıyla devletin menfaatlerini önceleyen bir anlayıĢtaydı.

―Sırf devletin çıkarı fikriyle hareket eden merkezi bürokrasi, ilerici reformlardan sorumluydu ve Osmanlı Devleti‘nde reform, BatılılaĢmaya yol açan akımın kaynağı haline geldi.‖ 65

63Dankwart A. Rustow, “The Modernization of Turkey in Historical and Comparative Perspective”, (Der: Kemal Karpat), Social Change and Politics in Turkey: A Structural- Historical Analysis. E. J.

Brill, Leiden, 1973, p.p 98–102.

64François Georgeon, “Nesil Kavramı Osmanlı Ġmparatorluğu‟ndan Kemalist Türkiye‟ye GeçiĢi Anlamada Anahtar Olabilir mi?”, Çev. Levent Yılmaz, Tarihsel Sosyoloji, (Der: Ferdan Ergut, AyĢen Uysal), Dipnot Yayınları, Ġstanbul, 2007, s. 70–71

65Halil Ġnalcık, Doğu-Batı Makaleler I, Doğu-Batı, Ankara, 2006, s. 338

27 Merkezi Bürokrasi içinde vazife almıĢ olanların birer “devlet memuru” olarak idarenin ve bürokrasinin çarkları arasında “muhafazakâr politikacı” konumlarından hükümetteki kadrolarla bir Ģekilde uzlaĢamayıp görevlerinden alınmaları durumlarında “muhalif”, “değiĢimci” ve hatta “devrimci” bir marjinalliğe savruldukları da görülmüĢtür.66

Tanzimat dönemi “Münevverlerinin” bu önemli özelliği tabandan yayılan bir hareket değil aksine yukarıdan baĢlayan dolayısıyla “tepeden inen” bir değiĢim anlayıĢının öncüleri olmalarıdır. Bu değiĢimde halk içinde neĢvü nema bulan ve

“aydın- ahali” tesanütü ya da bütünleĢmesi hareketi olarak ilerleyen bir yenilikçi çabanın varlığı söz konusu değildir. Osmanlı toplum yapısında Batılı anlamda sınıfların oluĢmamıĢ ve de grupların güçsüz oluĢu, “bürokrat münevverin”

konumunu ve iĢlevini öne çıkarmıĢtır. Binaenaleyh; Toplumu dönüĢtürmenin ancak bir muallim edasıyla, yukarıdan aĢağıya olacağına inanılmıĢtır. Ġktidara azınlık olarak gelen her sınıfın, kendisine bağlı kitleyi çoğaltmaya çalıĢtığı bir vakıadır; bu Ģekilde Tanzimat da, kendi mevcudiyetini pekiĢtirmek için bürokratlarını çoğaltmaya çalıĢmıĢtır. Osmanlı‟da Devlet ile uzlaĢan “Aydın” kategorisinin karakterini belirleyen mühim bir husus; Yenilikçi Osmanlı kadrosunu teĢkil edebilmek için Batı‟dan uzman getirmek kadar Batı‟ya tahsil için öğrenci göndermek projesinde tebellür eder.67

Osmanlı‟da 19. Yy itibariyle kurgulanan bu yeni merkeziyetçi yönetim sisteminin bürokratik aygıtını teĢkil eden kadro, Babıâli‟nin Batı lisanına vakıf Hariciye ve Tercüme Odası kısımlarından çıkmıĢtır. Batı‟yı izleyen ve Avrupa‟ya karĢı ne gibi tedbirlerle ayakta kalınması gerektiğini düĢünen bu bürokratlar eliyle Reform çalıĢmaları yürütülmüĢtür.68

Osmanlı, esasen 19. Yy gelmeden III. Selim dönemiyle birlikte Avrupa‟nın büyük baĢkentlerine sürekli elçiler göndermeye baĢlamıĢtır. Bu elçiliklerde yetiĢen, M. Emin Âli PaĢa, Safvet PaĢa, Keçecizade Fuat PaĢa, Ahmet Vefik PaĢa gibi kiĢiler

66Doğan Özlem, “Felsefe Geleneği ve Aydınımız”, Türk Aydını ve Kimlik Sorunu, Bağlam Yayınları, Ġstanbul, 1995, s. 205–214

67Y. G. Yıldız, “Türk Aydını ve Ġktidar Sorunu”, Türk Aydını ve Kimlik Sorunu, Bağlam Yayınları, Ankara, 1985, s. 363

6819. yüzyılda Osmanlı Ġmparatorluğu geleneksel devlet tipinden modern merkeziyetçi bir devlet tipine geçiĢ sürecini yaĢamaktaydı… Ancak hukukî mevzuatın bütün tebaaya göre düzenlenmeye baĢlamasıyla laik geliĢmeler de baĢlayacaktı. Bürokratik merkeziyetçilik yazı diline, eğitime, kültürel hayata da yansıdı. Bkz. Ġlber Ortaylı, Ġmparatorluğun En uzun Yüzyılı, ĠletiĢim Yay., Ġstanbul, 2005, s. 123-124

28 hariciye bürolarında yetiĢen sivil bürokratlar olarak reform döneminin yönetici kadrolarını oluĢturdular.69 Devlet-i Aliye askeri-teknik reformlar yapmak suretiyle açığı kapatmaya gayret ederken diğer taraftan modern yenidünya mali, idari, hukuki reformları da kaçınılmaz kılmıĢ ve bu durum Osmanlı‟yı, modernleĢme süreci boyunca Batı‟nın ideolojik yapısını da mecburen almak zorunda bırakmıĢtır.70 Batı ideolojik bütününün transfer süreci boyunca meyil; sadece bir zaruret olarak görülen askeri-teknik alanla sınırlı kalmadığı gibi artık bu vadeden sonra özelde hayat felsefesinde, zevkler ve beğenilerde, genelde Batı‟ya karĢı bakıĢta da değiĢiklik meydana getirdi. Batı artık takdir ediliyor, baĢarıları hayranlık oluĢturuyordu ki aynı

28 hariciye bürolarında yetiĢen sivil bürokratlar olarak reform döneminin yönetici kadrolarını oluĢturdular.69 Devlet-i Aliye askeri-teknik reformlar yapmak suretiyle açığı kapatmaya gayret ederken diğer taraftan modern yenidünya mali, idari, hukuki reformları da kaçınılmaz kılmıĢ ve bu durum Osmanlı‟yı, modernleĢme süreci boyunca Batı‟nın ideolojik yapısını da mecburen almak zorunda bırakmıĢtır.70 Batı ideolojik bütününün transfer süreci boyunca meyil; sadece bir zaruret olarak görülen askeri-teknik alanla sınırlı kalmadığı gibi artık bu vadeden sonra özelde hayat felsefesinde, zevkler ve beğenilerde, genelde Batı‟ya karĢı bakıĢta da değiĢiklik meydana getirdi. Batı artık takdir ediliyor, baĢarıları hayranlık oluĢturuyordu ki aynı