• Sonuç bulunamadı

Osmanlı Giysilerinde Kullanılan Kumaşların Çeşitleri:

Osmanlıda kumaşa kıymetli mücevherler kadar değer veriliyordu. Bu sebeple hükümdarlara, devlet adamlarına, sanatkâr ve elçilere kumaş armağan edildiği bilinmektedir. Osmanlı devrindesarayda yalnız saray mensupları için kumaş dokuyan ve başka iş görmeyen tezgahlar kurulmuştur (Özen 1980:292).Saray halkının ve sultanların giyimi, halkın giyiminden ayrıdır. Her sınıfa mensup insanın giyimi yasalarla belirlenmişti. Daha gösterişli ve şatafatlı bir hayat süren saray mensupları için, saray atölyelerinde veya saraya bağlı başka atölyelerdeözel kumaşlar dokunmuştur.

Osmanlı imparatorluğunda bu kadar önemli olan kumaş kalitesi düşmemesi için kontrol altında tutulmuş ve büyük bir ilerleme kaydederken çok çeşitlenmiştir. Sarayın nakkaşhanesinde bu kıymetli kumaşlara desenler hazırlanır ve dokuma ustalarının eline verilmiştir (Tezcan 1998:210). Ayrıca III. Selim in de pamuklu dokumalar üzerine desenler çizen bir padişah olduğu bilinmektedir. Sarayda dokunan kumaşlar arasında ipeğin çeşitlerinden atlas, tafta, diba, seraser ve kemhalarla, çok kullanılan canfes, gezi, bürümcek gibi kıymetli kumaşlar bulunmaktadır (Kırtunç 1989:84-85).

Osmanlı düğünleri ve şenliklerini edebi bir lisanla anlatan Surnameler düğünün her anı gözlemlenerek kaleme alındığı bilinen eserlerdendir. Buna bir örnek olan Surname-i Nabi adlı eserde Padişah ve Şehzadelere sunulan hediyelerin listesi bulunmakta, hediyeler içinde kumaşlar ve bunların listeleri de bulunmaktadır (Arslan 2000: 463).

Liste şöyledir:

( Kumaşların metresi bir donluk (elbiselik) olarak ifade edilir ki bir donluk ölçüsü 6 endaze (390cm) dir) Ayrıca bu listede bulunan kumaş isimleri yanında yazan adetler donluk sayısını ifade eder.

Acem Dibası:154 Acem Seraseri:30 Ağır Telli Atma: 4 Arakçin:1 Badula:45 Bağdadi Mürre: 27 Benek:4 Çatma: 14 Çiçekli Atlas:6 Çiçekli Kadife: 114 Çiçekli Telli Kadife: 3 Çubuklu Hare: 6 Dü- havlı Kadife: 27 Dü Renk Sade Hatayi: 3 Frengi Atlas: 377 Frengi Hatayi:9 Frengi Kemha: 63 Hind Kutnisi:356 Hindi Atlas: 88 İstanbul Seraseri: 124 Kenarlı Bez:1 top Keşmiri Şal: 150 Kitresiz Atlas: 33

Kitresiz Firengi Atlas :78 Londrina Çuha: 158 Mirzayi Bogası: 150 Mukaddem:48 Pütedar : 85

Renkli Mukaddem: 3 Sade Firengi Hare: 35

Sade Hatayi: 236 Sade Kadife: 25 Sade Kırmızı Kadife: 1 Sade Hare:3 Serenk: 9 Sof: 32 Şami Diba: 109 Taraklı Atlas:3

Taraklı Firengi Atlas: 55 Telli Atlas: 22

Telli Firengi Atlas: 41 Telli Hare : 33 Telli Hatayi: 182 Telli Kadife: 38 Telli Kutni: 9 Telli Süsi:35 Venedik Dibası: 12 Zarlı Atlas: 10 Zencirbaf: 124 ( Surname i Nabi ).

Osmanlı İmparatorluğu’nda pek çok Kumaş dokunduğuyer ve dokuyan kişilerin isimleriyle adlandırılmıştır. Osmanlı dokuma çeşitlerini kısaca şöyle sıralayabiliriz;

Aba; Yıkanmış temizlenmiş ve taranmış yün yapağı pekiştirilmek suretiyle

elde edilmiş kumaştır.

Abani; İpekli kalın bir kumaştır. Kalın bir kumaştır, genelde döşemelik

Resim 35: Abani kumaştan kese nin kumaşı( 19.yy TSM).

Alaca; İç giyimde ve çeşitli ihtiyaçta kullanılır. Pamuklu bir kumaştır.

Altıparmak; Yarı ipekli, çizgileri çeşitli renklerde yapılan bir kumaştır.

İplikleri harelidir. Genelde erkek gömleği ve kadın entarisi yapılmaktadır(Arseven1986: 163).

Arşın; Özellikle giysilerde kullanılmış olan bu kumaş altın, gümüş ve ipekle

dokunmuş bir kumaştır ( Apak vd.1997: 21-22).

Atlas; Eskiden daha çok kadın giyiminde kullanılan giysilik bir kumaş olup,

ince ipekten sık dokunmuş, düz renkte parlak kumaştır( al, mavi, sarı, yeşil, olmak üzere genelde düz bir kumaştır). Düz ve münakkaş olmak üzere iki türlüdür (Cremers 1976: 7652). Kaliteli atlas türüne Diba denmektedir. Dilimize Fransızca dan gelen ismi ise Saten olduğu bilinmektedir(Salman 2004: 18-19).

İncesi ve kalını olur fakat her iki çeşidi de serttir. ince olanlarından orta halli

ailelerin kızlarına gelinlik yapılır, erkek çocukları için sünnet entarileri yapılır, genç kızlar ve erkekler için şalvarlar yapılırdı. Fakat asıl olarak 19. yy da Osmanlı sarayı atlası kışlık kumaş olarak belirlemiştir ve Padişahlara ait giysiler arasında atlastan kaftanlara çokça rastlanmaktadır (Koçu 1967: 18).

Bindallı; Büyük dallarla desenlendirilmiş süslü ipekli bir kumaştır. Hem

erkek hem kadınlar tarafından kullanılmıştır. Genellikle entari yapımında kullanılırlardı ( Koçu 1967: 39).

Bürümcek; Düz ve kıvrak olmak üzere iki çeşittir. Erkek ve kadın iç

giyiminde kullanılmıştır. Kimisi tamamen ipek dokuma iken bazısı ipek ve pamuk karışımıdır (Özen, 1990: 306).

Canfes; Düz renk ince ipekli kumaştır, bir tek kat çözgü, tek kat atkı sıra ile

örgü gibi dokunan mat bir kumaştır. Genelde sarı, mor, yeşil gibi renklerde olmakla beraber en makbulü Al canfestir. Zengin, fakir, ( saraylı ve halk) kullanabilmektedir. Büyük oranda entari, gömlek ve şalvar yapımında kullanılır (Cremers 1976: 7653).

Car; Örtünmek için kullanılır ve örtünmek için yeterli boyutta üretilen ipekli

bir kumaştır.

Çatma; Dokunuşu ve tekniği nedeni ile kadifenin bir türü ancak gayet sağlam

dokunmuş kabartma desenlisidir. Çatmanın kadifeden farkı zemine oranla süsleme havının yüksek oluşudur (Resim 37). Çoğunlukla zeminleri klaptanlı olup deseni ise kadife ve klaptan ile dokunmuştur. Bazen de kadife desen klaptanlı takviye atkısı ile iç süslemeleri yine kadife ile yapılmıştır. Hükümdar elbiseleri yapılan en lüks kumaşlardandır. Yavuz Sultan Selim in kıyafetleri arasında aydos çatmasından yapılanların olduğu bilinir. 18. yy. ın sonlarına doğru döşemelik çatmalar Üsküdar da dokunmaya başlanmış ve bunların yastık yüzleri bilhassa meşhur olmuştur ( Koçu 1967: 68).

Avrupalının da Türk kumaşlarına rağbetini gösterir şekilde dönemin Avrupalı soylularının bu kumaşlardan yaptırdıkları elbiselerle ressamlara poz vererek soyluluklarını ölümsüzleştirmişlerdir. Bu resimlerden bir tanesinde çatma kumaştan elbise giyinen Parisli Eleonora Di Toledo, Ağnolu Bronzino görülmektedir (Resim 36)(Bilgicioğlu 2010: 97).

Resim 36: Floransa Uffizi Galeri de bulunan bu tabloda Eleonora Di Toledo, Ağnolu Bronzino,Vermiş olduğu poz. Çatma kumaştan yapılmış bir elbise giymektedir (Bilgicioğlu 2010 ).

Çuha; Çözgüsü ve atkısı yün yapağından eğrilmiş, iplikten havlı, düz renkli

sade ve tok kumaştır. Genelde erkek giyiminde kullanılır ve çakşır, cepken, yelek gibi giysiler yapılır (Cremers 1976: 7654).

Citari; Altıparmak kumaşına benzer ama daha ince dokuda kendinden çizgili

bir kumaştır.

Diba; İpekle dokunmuş atlas ile yaklaşık aynı bir nevi kumaştır. Çiçekli ve

tellide olabilmektedir.

Gezi; Çözgüsü ipek, atkısı ipek ve pamuk iplik karışımı sık dokunmuş hareli

bir kumaş olan gezi, atkıları iplikle birlikte birkaç kat ipek ve ince çözgü ile dokununca aradaki kalın atkı etkisi fark edilmektedir.

Hatayi, İpek ve klaptanla dokunmuş olan sert ipekli bir kumaş olan hatayi,

çözgüsü ham ipekten olup kumaşa apre verilerek yapılır, 16. yy.’ın ikinci yarısından sonra rastlanan bu kum 18. yy.a kadar pek çok çeşitleri ile devam etmiştir.

Hareli; Üst üste desenli atlas benzeri bir kumaştır. İpek; Saray giyiminde kullanılan bir kumaştır.

Kadife; Kemha ile en çok kullanılan kumaş olup çözgüsü ipek, atkısı ipek

bazen pamuktan olan havlı bir kumaş türüdür. Atkısında klaptan bulunanlar telli kadife adı ile anılmışlardır. Osmanlı arşivlerinde 15. yy.dan önce kadife adı geçmemektedir. Osmanlılarda en önemli kadife dokuma merkezinin Bursa olduğu kayıtlardan bilinmekte, Bilecik, Aydos, Karaman, Köynük kadife dokunan diğer merkezler olmuşlardır.

Kemha; Kaynaklarda çatma kadife ile beraber çok sık adı geçen ve özellikle

kaftan yapımında kullanılan bir kumaş türüdür. Çözgüsü ve atkısı ipek, üst sıra atkısı ( Algan 2005: 14)alaşımlı gümüş veya doğrudan doğruya gümüş klaptanla dokunmuş ipekli kumaştır. Türk kemhası yüksek tekniği ve kendine has desenleriyle dünyada tanınmış ve yabancı ülkelere ihraç edilmiştir. Kemhaların desenleri tamamıyla, Osmanlı saray sanatı doğrultusunda gelişmiş ve hiçbir etki altında kalmamıştır, buna rağmen çok çeşitlilik göstermiştir. 15. yy. sonu ve 16. yy.ın başlarında çeşitli adlar altında sekiz cins kemhanın ülkemizde dokunduğu tespit edilmiştir. Yek renk kemha, peşri kemha, müzehhep kemha, dolabi kemha, tabi kemha, güvez bursa kemhası, kırmızı Amasya kemhası.16. yy son çeyreğinde kullanılangüvez zemin

üzerine yeşil, mavi, beyaz güvezi ipek ve klaptan ile dokunmuş kemhadan yapılmış Osmanlı çocuk kaftanı kemha kumaşa bir örnektir (Resim 38).

Resim 38:16. yy son çeyreği Osmanlı çocuk kaftanı ve kumaşı.Güvez zemin üzerine yeşil, mavi, beyaz güvezi ipek ve klaptan ile dokunmuş kemhadan yapılmıştır (TSM13/268 ).

Kutnu; Pamuktan çözgüsü ince ipek, atkısı iki pamuk ve bir ipekten olan

Seraser; Çözgüsü ipek atkısından, altın alaşımlı gümüş tel ya da doğrudan

doğruya gümüş tel kullanılarak dokunmuştur. Osmanlının en çok beğenilmiş ve tanınmış kumaşı olan seraser’ in beş cinsi bilinmektedir. Seraser ile kemha arasındaki fark, seraserin telle kemhanın ise klaptanla dokunması ve desenlerinin çok farklı olmasıdır. Seraserin adı baştanbaşa anlamına gelmektedir.Buna bir örnek şalvar bulunmaktadır (Resim 39).

Resim39:Altın alaşımlı gümüş tel ile dokunmuş Seraser kumaştan yapılmış bir şalvar ( stayle&statüs 2005: 30).

Serenk; Üç renkli kumaş anlamına gelmekte ise de sonradan altın tel yerine

sarı ipek kullanılan dokumalara da bu ad verilmiştir. 16. yy.dan sonra rastlanan kaftan yapımında tel yerine sarı iplik kullanılan kalın desenli bir kumaştır. İstanbul da saray tezgahlarında dokunduğu bilinmektedir. Düz dokunanların yanında çiçek desenli olanlarda bulunmaktadır

Genelde güvez rengi olup üç renklidir. Düz olanına Sade serenk, Çiçekli olanına Serenk, beneklisine Şahbenek denmiştir. II Beyazıt’ın bir kaftanı bu kumaştan yapılmıştır. Topkapı Sarayı Müzesinde bulunan üç benekli çocuk kaftanı buna örnektir (Resim 40).

Resim40:Serenk kumaştan kaftan (TSM).

Selimiye; Çözgüsü ve atkısı ipekten olup, genellikle boyuna yollu ve

küçükçiçeklidir. Çiçeklerinde bazen klaptan kullanılmıştır. 18. yy.ın ikinci yarısından sonra Üsküdar’da dokunmaya başlanmıştır.

Sof; Tiftik yapağından ince bükülmüş iplikle dokunan kumaştır. Düz kumaşa

da denir, dokunan kumaş yıkanıp fırınlandıktan sonra kullanılmaktadır. Beyaz, siyah, kırmızı renkleri çok kullanılmıştır.

Zerbaft; Bazı motifleri altın telle dokunan ipekli bir kumaştır. 16. yy.ın

ikinci yarısında kayıtlarda seraserle birlikte adı çok sık geçen bir kumaş türüdür(Altay, 1974: 14).

18.yy. da işlemeli kumaşlardan yapılan entariler moda olmuştu. Sık dokunmuş, ince pamukludan, seraser, kadife, atlas, ağır ipek, canfes, tafta, bürümcük gibi hafif ipekliler ve sakaki ve lahurakî denilen yünlülere kadar her çeşit kumaş işlenirdi. Ayrıca, ipekliler üzerine değişik şekilerde bükülmüş altın gümüş alaşımlı tek iplik, düz tel kesme ve bükme tel pul ve boncuklarla ağır işlenmiş kumaşlar hazırlanırdı. 18.yy. da ortaya çıkıp 19.yy. da zenginlesen “Hüseyni” denilen elbiselik işlemeli kumaşlar da oldukça meşhurdu (Öz; 1951:10; Goodwin 1998: 178).

2.3 Osmanlı Döneminde En Çok Kullanılan Renkler:

Türklerin renklerle ilgili davranışları, eski çağlardan günümüze kadar günlük hayatlarına, ayinlere, savaşla ilgili çeşitli uygulamalara, kültürel dokuya; bayram törenlerine ve merasimlere, kullanmış oldukları çadır, bayrak, elbise vb. araç ve gereçlere yansımıştır. Bu yansımalar Osmanlı döneminde de görülebilmektedir (Seyidov, 1988: 33).Renklerin Türklerin inanışlarından başlayarak yaşamlarının her alanına yansımasına çeşitli örnekler verilebilir.

Türklerin en eski inançlarında yer alan al ruhu veya al ateş adı verilen ateş tanrısı koruyucu bir ruhtur. Yakut, Altay, Yenisey Türklerinin inançlarında rastladığımız ve izleri bugün Anadolu’da görülen “Al Ruhu” veya “Al Ateş” adları verilen bir ateştanrısının yahut da hamî (koruyucu) bir ruhun varlığı bilinmektedir. Al ruhuyla ilgili olarak Albastı, Alkarısı, Albız/Albıs, Almış, Abası gibi kelimelere rastlarız (Genç, 1996: 41).Türklerin en eski devirlerden beri Al Bayrak kullanmalarının bu Al Ateşkültü (inancı) ile bağlı bir gelenek olacağı hatıra geliyor (Meskhidze 2006 : 35).

Al ile kırmızı renkler birbirlerinden farklı olup, al renk koyu turuncuya yakın, ateş alevi rengine benzer bir renkti. Kızıl ise, açığa yakın parlak kırmızı renk anlamında kullanılıyordu. Fakat tarihi süreç içinde bu renkler birbirinin adı ile ve birbirinin yerine de kullanılır hale gelmiştir (Genç, 1996: 16-17).

Kırmızı, kızılın karşılığı olarak Türkçeye sonradan girmiş bir kelimedir. Kırmızının Türklerdeki bilinen yaygın adı kızıldır. Kırmızının çeşitli tonlarını görmek mümkündür. Anadoluyu gezen Bertrandon de Broqiére, Anadoludaki Türkmenlerin kızılbörk, siyahelbise ve sarı çizme giydiklerini yazmaktadır (Ögel, 1991: 417-433).

Uygurlar ve Moğollarda “Al Kaftan”ın ve “Al Damga”nın hakanlık sembolleri olarak kullanıldığını görüyoruz.

Eski çağlardan günümüze Türklerin kıyafetlerinde kırmızı, yeşil ve sarı renklerin hâkim olduğu görülür. Bunlardan özellikle kırmızıyı Türklerin rengi olarak nitelendirebiliriz. Nitekim Dede Korkut hikâyelerinde en çok sevilen renk, ergenliğin, mutluluğun ve muradın simgesi olan kırmızıdır. Banu Çiçek’in otağı ve Beyrek’in giydiği güveyilik kaftan, kırmızıdır. Aynı şekilde Kazak, Kırgız hikâyelerinde kızıl kaftan; eski Başkurtlarda ise kızılcepken, güveylik alameti olarak karşımıza çıkar(Ögel, 1991: 385). Düğün elbisesi de kırmızı dır ( Resim 41).

Kırmızı renk Türklerde düğün ve gerdek rengidir. Dede Korkut’ta evlenecek kız ve damat kırmızı kaftan giyerler. Gerdek otağı da kırmızıdır. Kızıl elbise hizmet etmek ve ağırbaşlılık alâmetidir. Hakanın otağı da kırmızı renkte olmuştur. Ayrıca, “Al Kaftan”ın ve “Al Damga”nın hakanlık sembolleri olarak kullanıldığını görmek mümkündür (Meskhidze,2006: 36).

Resim 41:Düğün elbisesi ile Türk gelini.Kırmızı rengin kullanılmış olduğunu görmekteyiz (Feyzi Bey, 1932: 57. Resim).

Giyim açısından Osmanlı dönemi savaş geleneklerine bakıldığında bazı farklı uygulamalara da rastlıyoruz. Yavuz Sultan Selimin Ridaniye Savaşında kırmızı atlaslardan bir elbise giydiği bilinmektedir. Çünkü sarı edük (bir çeşit çizme) – kırmızı kemer ve kaftan, Osmanlı padişahlarının hükümdarlık alametleriydi

(Genç, 1996: 11).

Yine Levninin Osmanlı dönemini en iyi yansıtan eserleri olan minyatürlerinde ağırlıklı olarak kırmızı rengin kullanıldığı tespit edilebilir (Resim 42)

(Elmas ,1994: 26).

Resim 42:Nakkaş Osman’ın çizdiği, Seyyid Lokmanın yazdığı surname.Sultan III. Murat ın şehzadesi III. Mehmet in sünnet ini izlemek için atmeydanına gelişini resmeden bu minyatürde figürler üzerindeki giysilerin daha çok kırmızı ve tonları olduğu görülmektedir (Topkapı Sarayı Kütüphanesi B200, y. 55b-56a).

Padişah otağlarının kırmızı olduğu Osmanlıda vezir, içoğlanı başçavuşu, vezir baş tebdili, vezir tatar ağası, kolbaşı, defter emini, şâtır, saka, aşçı ustası gibi görevli bazı devlet memurlarının kıyafetleri neredeyse tamamen sarı, kırmızı ve yeşil renklerden oluşmuştur (Genç, 1996: 47).

Al kaftan ve al duvak geleneğinin yanında, al kaftan ve yeşil duvak işlemesi de Türk gelenekleri arasında en eski zamanlarda yer almış bulunmaktadır.

Altının rengini, merkezin hâkimiyetini ve gücü ifade eden sarı, tarihte Türklerin sıkça kullandığı renklerden biri olmuştur. Bu sebeple Türk sarısına “Altın Sarısı” denilmiştir. Oğuz Kağan destanında kağanlık sembolü “Altunlug bel bağı”dır. Cengiz Han’da bu, bez veya ipek üzerine yapılmış altın bir kuşaktı (Ögel, 1991: 364). Kan ve kanı sembolize eden kırmızı aynı zamanda gücün, iktidarın, hâkimiyetin ve devlet kurmanın sembolüdür (Bayat, 1993: 14).Buna karşılık sarı, Türk kültüründe aynı zamanda felaketin, kötülüğün, hastalığın, yabancılığın, düşmanlığın ve nefretin de simgesi olmuştur (Bayat, 1993: 52).

Sarı renk ana renklerden biridir. Türklerde sarı, dünyanın merkezinin sembolü olarak kullanılmaktadır. Bu anlayış Türklerin en eski inançlarından olan Samanizm’den kaynaklandığı görülmektedir. Gerçekten de hayır ilâhı Ülgen’in altın kapılı sarayı ve altın tahtı, Türklerde hep sarı renk (altın sarısı - sırma rengi) ile ifade edilmiş Türklerde sarı rengin hükümranlık rengi olarak kullanılması ile ilgili tarihi bilgilere ulaşılabilmektedir.

Yeşil kelimesinin eski Türkçesi yasıl ve yas kökünden geldiğini söylenebilir. Yas kelimesi DTS’de “yeşil, genç, taze, ot (sebze)” olarak gösterilmiştir. Yasıl ise “ yeşil, mavi “ ve “Yasıl Ögüz (nehir adı)” olarak açıklanmıştır (Meskhidze,2006 : 46). Türk kültüründe ve Osmanlıda gerek yeşilcübbe, yeşilsarık ve türbelerin genellikle yeşileboyanması gibi uygulamalardan dolayı yeşil ruhanî bir renk olarak kabul edilmiş ve genellikle İslamiyet in rengi olarak düşünülmüştür (Genç, 1996: 42).

11. yy. da Kaşgarlı Mahmudun verdiği bilgilere göre Türk kızlarının “ya al, ya yeşil” elbise giydikleri görülür Kaşgarlı Mahmuta göre hizmet, saygı, ağırbaşlılık göstermek isteyen kızlar kırmızıgiyerken; kırıtmak, cilve yapmak isteyen kızlar ise

yeşil elbise giyiyorlardı (Ögel, 1991: 406-413).

Osmanlılarda yeşil sancak ve bayrak konusu ile ilgili olarak Miralay Ali Bey, bize su bilgileri vermektedir: Osmanlıda yeşil rengin pek çok kullanılmışolmasıeskiden beri emir adıyla adlandırılan Sülâle-i Tâhire-i Peygamberi

(temiz Peygamber sülalesi) diğer insanlardan ayırt edilmek üzere baslarına yeşil sarık sararlardı. Bu suretle levn-i hazra (yeşil renk) seyyidilik nişanı addedilip, aile ileri gelenlerinin ve diğer dini itibar sahiplerinin kabirleri veya türbeleri yeşil renkle boyanır yahut da aynı renkli çuhalarla örtülürdü. Bu anlayışve uygulama yeşil rengin Osmanlılarca da Levn-i ruhanî (ruhanî renk, kutsal renk) sayılmasına sebep olmuştur(Miralay, 1933: 197).

Eski çağlardan günümüze Türklerin kıyafetlerinde kırmızı, yeşil ve sarı renklerin hâkim olduğu görülür. Bunlardan özellikle kırmızıyı Türklerin rengi olarak nitelendirebiliriz.

Beyaz, Türkler için temizlik, arılık, ululuk, yaşlılık, tecrübe, büyüklük ve kutsallık demektir. Beyaz elbise giyme, Mani dininin bir özelliğidir. Örneğin, rahiplerin elbiseleri ile başörtüleri hep beyazdı (Ögel, 1998: 87- 555).

Cennette oturan tanrılara Aktuyani Aklılar; “rengi ve ruhu bembeyaz olan” deniyordu. Türklerin beyaz ata binilerek beyaztilki avına çıktığı, beyaz atla beyaz öküzün Gök tanrıya kurban ettiği görülmektedir. Ayrıca Çin imparatoruna nadir ve değerli oldukları için hediye olarak geyik, kurt, tavus ve kaplumbağa gibi hayvanlardan daha çok beyaz renklilerin tercih edildiği görülür (Ögel, 1998: 550).

Yine bu inançlardan kaynaklanarak Türklerde “aklık” temizliktir, arılıktır, yüceliktir, ululuktur. Yaşlılık, tecrübe ile dolu oluş ve bir kocalıktır, büyüklüktür. Devletin ululuk, adalet ve güçlülüğünün bir sembolüdür. Devlet büyüklerinin, özellikle savaşlarda giyindikleri giysi, elbise rengidir. Askeri birliklerin içinde, üst subay veya komutanların, kendilerini askerlerden ayırabilmeleri için, beyaz renk elbise giydikleri anlaşılmaktadır (Meskhidze,2006 : 35).

Dede Korkud hikâyelerinde saadeti temsil eden ağ/ak/ağcarengiyle ilgili olarak ak otağ, ak meydan, ak elbise, ak gümüş, ak tağ, ağ yüz, ağ alın (temiz, iyi insan, saf kişi), şeklinde değerlendirmeler geçmektedir.

Cengiz Hanın çadırında ak bayrak dalgalanması ve hükümdarın halktan ayrılmasının, matemin bir belirtisi olarak savaşa giderken beyaz giymesi, Malazgirt savaşından önce Alparslanın, Balak Gazi nin, Osmanlıda I. Murat ve Fatih Sultan Mehmetin, üst rütbeli komutanların savaşa giderken beyaz elbise giyip, beyaz ata binmeleri, yine Türkmenistanda Göktepe savaşında Karabatırın beyaz elbise giyip, beyaz atla düşmana saldırması, beyaz renkle ilgili geleneksel davranışlardandır (Ögel 1991: 383; Nurmemmet 1996: 81; Genç 1997: 9).

Türklerde Oğlu olanın ak otağaalınmasından, ak rengin erkek çocuğunu; kızı olanın kızıl otağa alınmasından kızıl rengin kız çocuğunu; çocuğu olmayanların yani bedbahtların kara otağa alınmasından, kara rengin bahtsızları sembolize ettiğini anlarız (İnan, 1987: 173).

Fatih Sultan Mehmet zamanında doğrudan doğruya padişaha mahsus sancağın Ak Sancak olduğunu, bu yüzden de Osmanlıda bu Ak Sancağa “ Baş Alem” de dendiğibilinmektedir. Yine Sultan Alparslan’ın Malazgirt Savaşı’na başlamadan önce beyaz elbise giyindiği bilinmektedir( Genç,1996:14).

Oğuz Kağan Destanında kök/gök kelimesinin yüce; mavi, boz gök manasınageldiğini ve aynı zamanda özel isim olarak da kullanıldığını görürüz(Doğan,2002: 309).

Mavigenellikle gök rengi olarak kullanıldığı için Tanrının ululuğunun ve yüceliğinin bir göstergesi olarak kabul edilmiştir. Bunun yanında Türk kültüründe gök, semavî bir kavram olarak; Gök Tanrı, gök kurt (Bozkurt), gök boynuzlu keçi, gök öküz, gök Türk, gökyüzlü Oğuz şekillerinde karşımıza çıkar (Bayat, 1993: 52). Yakut, Altay ve Manas destanlarında gök renginin sembolize ettiği değerler aynıdır (Bayat ,1993: 53).

Mavi (gök) rengi dünyanın varlığının sembolüdür. İnsanlarda bolluk, refah ile ölüm ve felaket gökten gelir inancı hakimdir. Doğarken, göklerden inme, ölürken de göklere çıkma, insanların dileğidir.

Karaise tartışmalı bir renktir, bir taraftan karanlık güçler, suç ve kötülük olarak değerlendirilirken, bir taraftan da sadakat, sebat, dayanıklılık, ihtiyat, bilgelik ve güvenilirliğin simgesi olarak görülmüştür. Diğer renklere göre daha fazla kullanılan ve büyüklük, yükseklik ve bedbahtlık anlamlarına gelen bir renktir (Dilaçar, 1988: 15).

Dede Korkut da yas evinden söz edilirken, “Karalı göklü otağ” (karalı yeşilli çadır veya ev) deniliyordu. Dede Korkut da yas dolayısıyla ifade edilen “Kara giyinip-gök sarınma” (kara giyinip yeşil sarınma) ile karalı – göklü yas çadırında söz konusu olan gök, yeşil renk olup, Türklerin tipik yas renklerinin, yani siyah ile yeşil’in birlikte kullanıldığının ifadeleridir(Ögel, 1998: 450). Kara rengi Türklerde