• Sonuç bulunamadı

Osmanlı Devleti’nin kurulması öncesinde, Hıristiyan Bizans’ın mezaliminden kurtulabilmek için çaba harcayan ve Anadolu topraklarında İslam’ın yayılmasında ön ayak olan Türkmenlerin katkıları konusunda tarihçiler arasında pek ihtilaf yoktur. 11. yüzyıldan itibaren Anadolu’ya yürüyüşü giderek artan Türkmen boylarının, eski inançları (Şamanizm, Animizm vb) ile İslam’ı buluşturarak, yani bu birbirinden farklı iki inançsal sistemi birleştirerek (sinkretik=syncretic), yeni bir anlayış

söz konusu sinkretizasyonlar ile oluşturdukları grupların heterodoks sıfatını hak etse de, Alevi olarak adlandırılıp adlandırılmayacağıdır. Kimi Alevi tarih yazıcıları bu heterodoks grupları Alevi olarak tanımlama eğilimindedir. Hal böyle olunca da, Osmanlı devletinin başlangıç yıllarında, hatta kurulma sancıları çekerken, söz konusu heterodoks gruplardan aldığı destek, bizzat Alevilere atfen düzenlenir olmuştur.

Osmanlı Devleti’nde Aleviler: “Osmanlılar’ ın kuruluş dönemi ideolojisi Alevilikti. İlk padişahlar ve devlet adamları genellikle Alevilerdi” (Öz 2003: 155). Osmanlı Devleti, Osman Bey tarafından 1299 yılında Bilecik’te kurulur. “Osman Bey, Oğuz aşiretlerinin ittifakıyla başa geçtikten sonra, siyasî ve dinî bakımdan Anadolu'nun en itibarlı ve nüfuzlu tarikatlarından Ahilerin mühim bir şahsiyeti olan Şeyh Edibali’nin kızı ile evlenerek, gücünü artırmış idi” (http://www.gbg.bonet.se/osmanli/). Osman Bey’den Orhan Bey, Orhan Bey’den de I. Murat olmuştur.

Osman Bey ve Orhan Bey döneminde Bursa alınır. Bursa’nın alınmasıyla birlikte Bursa’da yaşayan Alevi toplulukları da Osmanlı Devleti sınırları içine girdiği için, Osmanlı Devleti büyür ve güçlenir: “Osmanlılar, Bursa’yı aldıklarında Uludağ’da 100’den fazla Hıristiyan manastırı görünümünde Alevi tekkesi vardı. Bizans coğrafyasında sahte Hıristiyanlar olarak adlandırılan Hakdostu dervişleri, Uludağ yamaçlarındaki bu tekkelerde, keşiş kılığında yaşamlarını sürdürmekteydiler” (Çınar 2006: 174). Bursa’nın Osmanlı sınırlarına dâhil olmasından sonra bu Batıni tekkeler, zahirde değişerek İslam’ı seçmesine karşın özde; yani dünya görüşlerinde, yaşam biçimlerinde ve örgütlenme yöntemlerinde değişiklik olmamıştı. Bursa’nın alınmasıyla beraber, Hıristiyan görünümlü bu manastırlar ismen de değiştiler. Bu değişiklikleri Çınar şu şekilde ifade eder:

Bursa’nın fethinde önemli yararlılıklar gösteren Derviş Abdal Murad’ın, şehrin kapısında Alişir ırmağı kenarındaki tekkesi Bizans döneminde Aziz Ronald Manastırı olarak anılırdı. Değirmenlikızık’taki ünlü Libiana Manastırı, Osmanlı’nın elinin değmesiyle Araplar tekkesi oldu. Aziz Ogopios manastırı, Yoğurtlu Baba Tekkesi ile yer değiştirdi. Abdal Musa Tekkesi, Emir Sultan Tekkesi, Zeyniler Tekkesi, Geyikli Baba Tekkesi ve diğerleri, Bizans döneminin manastır görünümlü Batıni mabediydiler. (2006:174)

“Rıza Zelyut, Osmanlı’nın Sünniliği seçmesini Yıldırım Beyazit’le, Nejat Birdoğan II. Murat’la, Prof. Fuat Bozkurt II. Mehmet’le ve Cemal Şener Yavuz

Selim’le başlatır. Şu gerçek ki Osmanlı’da devletin halktan kopuşu Yıldırım Dönemiyle başlamıştır” (Öz 2003: 156). Yıldırım Beyazıt’tan sonraki fetret dönemi de buna işaret eder. Fetret, bunalım demektir. 1402–1413 yılları arasındaki bu 11 yıllık bunalım, esasında Osmanlı erkinin el değiştirerek Sünnilere geçmesinden kaynaklanır. Şöyle ki Yıldırım Beyazıt Timur’a yenilerek esir düşünce, Beyazıt’ın dört oğlu arasında taht kavgası başladı. Aleviler, Süleyman Çelebi, İsa Çelebi, Mehmet Çelebi ve Musa Çelebi kardeşlerden sonuncusunu desteklediler, Hıristiyanlar ise Mehmet Çelebi’yi desteklediler ve Musa Çelebi bertaraf edildi. I. Mehmet sultan seçildikten sonra, Osmanlı Devleti’nde büyük bir Alevi tasfiyesine girişildi. 1416 senesinde Musa Çelebi’nin kazaskeri ve Alevi mürşidi Şeyh Bedrettin, Musa Çelebi’nin ölümünden, belki de öldürülmesinden sonra İznik’e sürgüne gönderildi. Şeyh Bedrettin, müritleri Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal, Osmanlı’ya karşı halkı ayaklandırdılar. Söylenceye göre, halkın örgütlenebilmesinde ‘yârin yanağından gayrı her şey’ in bölüşüleceği ve halkın ezilmeyeceği vaadi vardır. Buradan da anlaşılacağı üzere; belirli dönemlerde halkı belirli vaatler aracılığıyla örgütleme hareketinin arkasında, başka amaçları gerçekleştirme itkisi vardır. 1416 senesindeki bu isyandan sonra, Şeyh Bedrettin’in Aydın’daki müridi Börklüce Mustafa ve Manisa’daki müridi Torlak Kemal; ayrıca Şeyh Bedrettin’in Aydın ve Manisa’daki yandaşları olan bütün Aleviler kılıçtan geçirildiler. Aynı senenin sonunda Şeyh Bedrettin de idam edildi. Fatih Sultan Mehmet’in destekçileri de Ortodoks Hıristiyanlardı. Fatih Sultan Mehmet’in Sırp asıllı annesi Despina Hatun ve Vezir-i Azam Mahmut Paşa Ortodoks Hıristiyanlardı. Dönemin müftüsünün verdiği fetvalarla Aleviler 1444’te Edirne’de diri diri yakıldı. I. Mehmet’le başlayan Osmanlı-Alevi yol ayrımı, Osmanlının dağılmasına kadar devam etti.

Balım Sultan: Dimetoka Ocağı, Balkanlar ve Doğu Avrupa Alevilerinin mürşit ocağı idi ve bu ocağın mensupları, Ortodoks Hıristiyanlık tarafından mezalime uğruyordu. Bu nedenle on dördüncü yüzyılda Orhan Bey Döneminde, Osmanlı Alevilerinin en büyük hedefi Dimetoka’yı almaktı.

Dimetoka alındıktan sonra, Dimetoka Ocağına bağlı Batıni tekkeler sayesinde Osmanlı Devleti hızla Balkanlara doğru genişlemiştir. Böylelikle Hıristiyan

güncellemişler, ya da gizlilikten kurtulmuşlardır. Bu tekkelerin isimleri burada teker teker sayılmayacaktır.1 Ancak şunun önemle vurgulanması gerekir ki Dimetoka Ocağı, Osmanlı’nın Dimetoka’yı almasıyla birlikte Kızıl Deli Sultan Ocağı olarak anılmaya başlanmıştır ki bu ocak, tüm Balkan ve Doğu Avrupa Alevileri için halen mürşit ocağıdır.

Balım Sultan, 16. yy.ın başında Kızıldeli Sultan Ocağı’ndan Hacı Bektaşi Veli Ocağı’na atanan bir Bektaşi Babasıdır. Balım Sultan döneminden itibaren, Hacı Bektaşi Veli Dergâhı dedebaba postuna, Kızıldeli Sultan Dergâhı’ndan atama yapılmaya başlandı. Bu olayın önemi, Balkan Kızıldeli Sultan Ocağı ve Orta Anadolu Hacı Bektaşi Veli Ocağı’nın iletişiminin bu tarihten itibaren artması, böylece Balkan ve Orta Anadolu Alevilerinin kolektif olarak hareket etmesidir. Kızıldeli Sultan Dergâh erkânının Hacı Bektaşi Veli Dergâhına da aynen taşınması, Alevi-Bektaşi erkânını standardize etmiştir. Bektaşi erkân kurallarının ‘erkanname’ler aracılığıyla yazılı hale getirilmesi, bu standardizasyonu daha fazla temin etmiştir.

Balım Sultan; Dimetoka Ocağı gibi Hacı Bektaşi Veli Ocağı’nın da sistematize olmasını, Bektaşi erkânının yazıya dökülerek standardize edilmesini, Alevi-Bektaşi edebiyatının da yazıya dökülerek korunmasını, kısacası Alevi-Bektaşiliğin ana yurdu olan Anadolu’da yeniden yapılanmasını sağlayan bir Bektaşi babasıdır.

Şah İsmail/Pir Sultan Abdal: Yavuz Sultan Selim’in İran seferini yapmasının iki nedeni vardı: “Bunlardan biri Doğu’da Şiiliği temizleyip Horasan ile birleşmek, ikincisi ise, Mısır’ı fethederek dünya ticaret yollarını ve hilafeti elde etmekti. Yavuz böylece bütün dünya Müslümanlarının halifesi olduktan sonra Hz. Ali’den bu yana devam eden hilafet sorununu da halletmeyi umuyordu” (Şener 1996: 76).

Yavuz Sultan Selim ve Şah İsmail’in 1514 yılında Çaldıran’ da yaptıkları ‘Çaldıran Savaşı’, Şah İsmail’in ağır bozgunuyla sonuçlandı. Çaldıran bozgunu ve sonrasında, birçok Alevi kılıçtan geçirildi. Resmi kayıtlara göre kırk bin Alevinin Çaldıran Savaşı’ndan sonra öldürüldüğü söylenir. Osmanlı-Alevi yol ayrımının doruk noktasına çıktığı ve Osmanlı Devleti’nin tam olarak Ortodoks Hıristiyanların güdümüne girdiği bu dönemden itibaren, Yeniçeri Ordusu da Bektaşi babalarından icazet almaz oldu ve Osmanlı-Bektaşi ilişkisi ortadan kalktı. Bu tarihten sonra Yavuz

Sultan Selim, Şah İsmail’i yenmekle kalmayıp, Mısır’ı da fethederek Mısırlıların elinden Hilafet makamını aldı.

Osmanlı Devleti’nde aradığını bulamayan Aleviler, zorunlu olarak kendilerini Safevi Devleti oluşumunun içinde buldular: Osmanlı İmparatorluğu aracılığıyla yayılan Sünni İslam ideolojisi, hem İran Şiilerinin, hem de Anadolu Alevilerinin varlığını tehdit etmekteydi. Bu ortak kaygı, 16. yy. da Alevileri ve Şiileri birbirlerine yakınlaştırmıştır:

Halk yeni bir arayıştadır. Erdebil yeni bir seçenek olur. Artık Anadolu, Türkmen haklı için yer- yurt değildir. Gözler Batıya değil Doğuya çevrilmiştir. Bu dönem Erdebil Dergâhı dinsel bir odaktır. Bu dergâh böylece “Şia propagandasına da kaynak” oluyordu doğallıkla”. (Öz 2003: 157)

Pir Sultan Abdal, böyle bir Osmanlı atmosferinde yaşamış isyancı bir halk ozanıdır. Ozanla ilgili menkıbelerden, Pir Sultan Olayı’nın Yavuz Sultan Selim’den sonraki padişah olan Kanuni Sultan Süleyman döneminde cereyan ettiği ve Kanuni Sultan Süleyman’ın Sivas’taki uzantısının, ozanı astıran Hızır Paşa olduğu düşünülür.

Osmanlı’nın Duraklama ve Gerileme Dönemi’nde Aleviler: 11 yıllık Fetret Dönemiyle (1402–1413) başlayan Osmanlı-Alevi yol ayrımı, Osmanlı Devleti’nin yıkılışına kadar sürecek olan birçok Alevi isyanının da zeminini hazırlamıştır. Bu isyanlardan bazıları Şeyh Bedrettin, Baba Zünnun, Şah Kulu, Bozoklu Celal, Veli Halife ve Kalender Çelebi’dir.

16. yy.daki Çaldıran bozgunuyla birlikte, büyük bir Alevi tasfiyesi gerçekleşmiştir. Bu dönemde büyük ölçüde soykırıma uğramış olan Aleviler, marjinalize edilerek Osmanlı merkezi yönetimi tarafından kenara itilmişler, ücra köşelerde ve dağlık köylerde, yaşamlarını kendi törelerine göre sürdürmek suretiyle yeraltına çekilmişlerdir.

Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman döneminde doruğa çıkan Osmanlı yükselişi, 17. yy.la birlikte yerini duraklama dönemine bırakmıştır. Osmanlı-Alevi yol ayrımı, bu dönemde de devam etmiştir. Ancak Osmanlı’nın dağılış ve Cumhuriyet’in kuruluş süreci, Aleviler tarafından coşkuyla karşılanmıştır. Nizam-ı Cedit’in kuruluşu (1793), Tanzimat Fermanı (1839), I. (1876) ve II. (1908)

Meşrutiyetin İlanı gibi Osmanlı’nın gerileme-yıkılış süreci, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet’in ilanı, Alevi-Bektaşi kesimin desteğiyle olmuştur.

Türkiye Cumhuriyeti’nde Aleviler: Hz. Ali, Hacı Bektaşi Veli ve M. Kemal Atatürk, Alevilerin kendilerini dayandırdıkları tarihsel çizginin baş aktörleri olduğundan, cem evlerinin duvarlarında, Hz. Ali kılıcı üzerinde yan yana yer almaktadırlar. Aleviler, hilafette Hz. Ali’den, Türk-İslam sentezinin Anadolu’daki varlığıyla Hacı Bektaşi Veli’den, Cumhuriyet’in kurulmasıyla da M. Kemal Atatürk’ten yana olmuşlardır.

Başka bir deyişle Sünni Osmanlı imparatorluğunda uzun bir süre zulüm görmüş olan Aleviler, Mustafa Kemal Atatürk’ün İslami teokrasiye karşı ilgi çekici bir alternatif olarak sunduğu politik programını memnuniyetle karşıladı. Bazı Kemalist reformlar Alevi dinsel pratiklerine hayli sert darbeler vurmuş olsa da, Alevilerin ezici çoğunluğu Kemalist Cumhuriyeti kendi varlıkları için bir güvence olarak gördü. Hemen hemen her zaman Alevi evlerinde bulunan Ali ve Atatürk posterleri bu dinsel-politik özdeşleşmeyi vurgulamaktadır. 1925’te Türkiye Cumhuriyeti Devleti derviş tekkelerini resmi olarak kapattığı için, Alevi cem ritüelleri daha gizli yürütülmüştür. Bununla birlikte pek çok Alevi Hz. Ali’yi ‘rehber’ Atatürk’ü de ‘lider’ görerek bu iki tarihsel figürün simgelerini söylemlerinde ve gösterilerinde birleştirirler. Bu elbette dinsel ya da geleneksel Alevilik anlayışı ile seküler ya da modern Alevilik anlayışının bir bireşimidir (Erol 2008b: 6).

Laik ideolojiye dayalı devlet sistemi, Batıni doktrinli toplulukların her zaman için yeğlediği bir sistemdir. Sözgelimi İsmaili Devleti, 874’te Hamat Karmat tarafından İran körfezinin güneyinde kuruldu. “Yaklaşık 150 yıl kadar varlığını sürdüren bu devlet tamamıyla laikti” (Köksal 2006: 225). Aleviler de tıpkı diğer Batıniler gibi laikliği yeğlemişler ve hilafetten yana olmamışlardır. Bu nedenle Kurtuluş Savaşı’nda ve Cumhuriyetin ilanında Atatürk’ün en büyük destekçileri olmuşlardır.

İttihat ve Terakki örgütünün en üst katmanlarından tutun, kitlesine varıncaya dek Alevi-Bektaşiler çoğunluktaydılar. İttihat ve Terakki savaş suçlusu görülüp, liderleri Cemal, Talat ve Enver Paşalar yurt dışına çıktıktan sonra parti görünürde kendini dağıtmıştı. …Mondros Ateşkes anlaşmasından sonra İttihatçılar yeni bir yapılanma içerisinde “Müdafa-i Hukukçular” olarak ortaya çıktılar. (Öz 1994: 25)

Nitekim Atatürk ve heyeti, 23 Aralık 1919 günü kurtuluş savaşı arifesinde, Hacı Bektaşi Veli Çelebi postnişini olan Cemalettin Efendi tarafından karşılanmıştır. 23 Aralık 1923 günü ise dergâhta dede postuna oturan Salih Niyazi Baba önderliğinde bir cem düzenlenmiştir. “Burada yapılan bir “ikrar töreni”yle Mustafa Kemal’e “kılıç kuşatıldı” ve “yola kabul” edildi (y.a.g. e. 48). Bu olay, Hacı Bektaşi Veli

Dergâhı’nın gücünü ve önemini göstermektedir. Özetle Kurtuluş Savaşı’nda Alevi- Bektaşilerin desteği eksik olmamıştır.

1950’lere kadar dış dünya ile pek az ilişkisi olmuş Aleviler, uzak dağ köylerinde kendi kapalı ekonomileriyle yaşamaya zorlandı. Anadolu’yu 1960’ların sonundan 1970’lerin başına dek silip süpüren sanayileşme ve modernleşme dalgasına kadar Aleviler geniş ölçüde kırsal bir topluluktu Bu insanlar ancak 1950’lerden itibaren bölgedeki kasabalarına yerleşmek veya batıdaki büyük şehirlere göç etmek için kalabalık gruplar halinde köylerini terk etmeye başlamışlardır. Alevi göçmenler kendi insanlarıyla birlikte yaşama eğilimi gösterdi ve böylece kentlerde ayrı Alevi mahalleleri ortaya çıktı (Erol 2008d:152).

Türkiye’nin sekülerleşmesi Alevilere zaman içinde eşit haklar sağladıysa da, bu gelişme Alevilere karşı Sünni önyargıları ortadan kaldırmadı. 1970’lerde başlayan politik kutuplaşma sürecinde tutucu Sünniler aşırı sağ kamp içine çekilirken, Aleviler kendilerini radikal sol hareketler içinde buldu. Alevi-Sünni gerginliği 1970’lerin sonunda patladı ve bir dizi kanlı çatışmanın sonucunda Malatya, Kahramanmaraş ve Çorum’da çok sayıda Alevi öldürüldü. 2 Temmuz 1993’te Sivas kentinde düzenlenen bir festival sırasında 37 kişi öldürüldü. Aşırı Sünniler, Muhlis Akarsu, Nesimi Çimen ve Arif Sağ gibi ünlü Alevi müzisyenlerle radikal yazar Aziz Nesin’in de içinde bulunduğu önde gelen kişilerin konakladığı Madımak Otelini ateşe verdi.

Aleviler ve Aleviliğin köklü kurumları üzerindeki en büyük etki, yukarıda özetlenmeye çalışıldığı gibi 1950’lerde başlayan ve hızla ivme kazanan endüstrileşme, göç, kentleşme ve sol hareketi olmuştur. 1960’lardan itibaren Alevilerin kırdan kente göç etmeye ve ocaklarından kopmaya başlaması, 1970’lerde ki sağ-sol kutuplaşması döneminde aşırı politize olmaları ve 1970’lerin sonundaki ve 1990’ların başlarındaki acı deneyimler, aslında 1980’lerin sonlarında başlayan ve 1990’larda ivme kazanan Alevi Uyanışı’nın (revival) olgunlaşma sürecinin en önemli etkenleri oldu.